İçeriğe geç

Bütün Şiirleri Kitap Alıntıları – Ahmet Hamdi Tanpınar

Ahmet Hamdi Tanpınar’ın kitaplarından Bütün Şiirleri Kitap Alıntıları sizlerle.

Bütün Şiirleri Kitap Alıntıları

Bu akşam rüyamda Leylâ’yı gördüm, Derdini ağlarken yanan bir muma; İpek saçlarını elimle ördüm, Ve bir kemend gibi taktım boynuma, Bu akşam rüyamda Leylâ’yı gördüm. Leylâ.. Elâ gözlü bir çöl ahûsu, Saçları bahtından daha siyahtır. Kurmuş diye sevda yolunda pusu, Döktüğü göz yaşı, çektiği ahdır. Leylâ.. Elâ gözlü bir çöl ahûsu. Bir damla inciydi kirpiklerinde, Aşkın ızdırapla dolu rüyası Bir başka güzellik var kederinde Bir başka âlem ki ruhunun yası, Sessiz incileşir kirpiklerinde…
Hayal ile
Hakikat arasında
Yalnız sen varsın!
Hiç gelir mi bir daha?
Giden gelir mi hiç!
Kimimizi aydınlık alır götürür
Birden coşan seller gibi
Kimimiz karanlığın çamurunda
Boğuluruz tek bir el işareti
Bırakmadan
Bizden iyi tanır aynalar bizi…
O vefalı kalbe benzer ki onlar,
Bir küçük vesile maziye yollar.
Ne içindeyim zamanın,
Ne de büsbütün dışında;
Yekpâre geniş bir anın
Parçalanmaz akışında
Gün bitmeden başladı içimizde
Yarınsız insanların gecesi.
Düşüncende yaşamak isterim ben senin:
Bir gün en yalnız saatinde
Parmak uçlarından
Ve avuçlarından
Gelip konuşurum seninle.
Geleceğin kapısında
Şimdi yalnız sen varsın,

Anladım artık,
Tek duvarını
Ancak isyanın güneşi yıkar.

Bir sonu gelmeyen rüyaya dalar
Akşam, odalarda fersiz aynalar.

Eski bir hatıra sanki genişler,
Maziden yâdigâr kalan bir hisle.

Rıhtımda uyuyan gemi
Hatırladın mı engini
Gidip de gelmeyenleri
Beyhude bekleyenleri …
Kime dokunsam sensin
Kimi çağırsa dudaklarım…
Büyülenmiş bir ceylan gibi bakıyor zaman
Sessizlik dökülüyor bir yerde yaprak yaprak
Belki ebediyet budur
Sabah saatinde sisler içinde
Yükselen servidir..
Her şey bu sesteydi ölüm, sefalet
Hepsinden acısı sapsarı açlık
daima yanık
Bağrımızda saplı hançer ey gurbet
Basma, bu eşikte benim kalbim var,
Kalbim ki bir uzak hayale ağlar.
Çırpınan bir ruhum artık
Bin hasretle delik deşik.
Hep bu aynadasın artık kış ve yaz
..
Hep burada, ömrün her merhalesinde,
Hapsolmuş bir şafak gibi derinde
Zamana gülecek hüznün ve neşen.
Bir başka ölüydük bu toprakta biz.
Bilmiyoruz şimdi, mevsim yaz mı, bahar mı
Bahçelerde hala güller açar mı,
Bilmiyoruz, kadınlar, kızlar,
Şarkılar masallar var mı?
Bilmiyoruz şimdi ıssız gecede
Ne yapar ne eder,
Gidip de gelmeyenler,
Beyhude bekleyenler!
Biz ayın çıplak arsasında
Savrulanın zaman kırıntıları.
Kimimizi aydınlık alır götürür
Birden coşan seller gibi
Kimimiz karanlığın çamurunda…
Sanki ömrümü baştan başa toparlayan bir rüyanın ortasındayım.
Sesin yıldızlı gecemdir
Baş ucumda geniş, sonsuz
Dalgalanır derinleşir;
Sen akşamlar kadar büyülü, sıcak,
Rüyaların kadar sade, güzeldin..
Yüzen yosunlar gibiyiz
Bu karanlıkta başıboş
Suların tesadüfünü bekliyoruz.
Tekrar doğuşun sırrı gülümseyen bir yüzde…
Bir kalp ki teselli nedir bilmemiş,
Döktüğü yaşları kimse silmemiş.
Sen sesini yıldızlara verdin
Büyük rüzgârların uğultusunda
Arayıp bulsun diye beni…
Benden sor sırrını mesafelerin
Benden sor ve benden dinle akşamı…
Kim bilir şimdi nerdesin?
Senindir yine akşamlar;
Merdivende ayak sesin
Rıhtım taşında gölgen var.
Her şey yerli yerinde; masa, sürahi, bardak,
Serpilen aydınlıkta dalların arasından.
Büyülenmiş bir ceylan gibi bakıyor zaman,
Sessizlik dökülüyor bir yerde yaprak yaprak.
Hasretiz bir kanat şakırtısına
Mavi gökte kuşlar yine uçar mı
Uzak, çok uzağız şimdi ışıktan
Çocuk sesinden, gül ve sarmaşıktan
Dönmeyen gemiler olduk açıktan
Adımızı soran, arayan var mı
Ebediyen senindir
Senden uzak olan her şey…
Ne kadar uzağız şimdi birbirimize. Sanki öldük, aramıza varlığın yabancı yüzü girdi.
Ne kadar uzak, uzak
Yollardan gelir bize
Ve çok yabancı bir şey gibi sevinçlerimiz,
Keder durmadan çiçek açar içimizde,
Bir kalp ki teselli nedir bilmemiş,
Döktüğü yaşları kimse silmemiş.

Sükut bir kadife örtü üstünde

Silinir aynadan her nazlı hayal,
Arzuların sana ördüğü masal .
Bağrında bir bıçak yarası boşluk,
Simsiyah kesilir gözünde ufuk,
Siyah açar güller ve siyah öter
Ömrün gecesinde öten bülbüller …
Sen yirmi yaşınla bir baharsın ki,
Gölgende neşenin rüzgarı eser.
Düşünen alnımda benim her çizgi
Baharı olmayan bir kışa benzer.
Korkunç ve acayip bir dünyaydı bu
Her şey karmakarışık her şey alt-üst
Ve adeta kendi kendine yabancı

Ve hep çırpınıyordum olduğum yerde
Kaçıp kurtulmak için bu acayip mahşerden
Bir çifte büyük ve maddi kanat ihtiyacıyla

Ne çıkar, sonu bir neşe ve hüznün,
Açılmış bir kapı ümit boşluğa,
Ölüm şifasıdır her üzüntünün,
Sükut defne dalı her yorgunluğa.
Kokun karışmış rüzgara burnuma kadar geldi.
Ne zaman kapansam kendi kendime
Bu hayal asılır kirpiklerime
Ve gelir asılır sanki derime
Geceden bir çığlık gibi yarasam.
Kurdun yalnızlığının kat kat saraylarını
Karanlık sularında çırpınan her gölgeden
Ey bitmek bilmeyen hıncı zamanın
Her şey bana karşı kendi içimde..
Ne kadar uzağız şimdi birbirimize
Sanki öldük, aramıza
Varlığın yabancı yüzü girdi.
Sanki hiç görmedik birbirimizi,
Sanki hiç tanışmadık!
İsterdim bu eski yerde seninle
Baş başa uyumak son uykumuzu,
Bu hayal içinde … Ve ufkumuzu
Çepçevre kaplasın bu ziya, bu renk,
Havayı dolduran uhrevi ahenk.
Bir ilah uykusu olur elbette
Ölüm bu tılsımlı ebediyette,
Belki de rüyası büyük cetlerin,
Beyaz bahçesinde su seslerinin
Bir tablo ki, ne renk, ne çizgisi var;
Fakat her hatıra içinde yaşar …
Ve derinliğinden bizlere güler,
Kalbi kalbimizde çarpan ölüler.
Doğrusunu isterseniz biraz da bıktım
Hep aynı değişmez ebediyeti yaşamaktan!
Kapanmak tek bir ana
Geçici bir hayale
Bir gülüş ve bir yüzde
Kapanmak kapanır gibi
Birden içinden kabaran
Sonsuz bir geceye
Niçin sen yaratmadın bu dünyayı?
Bendedir korkusu biten şeylerin
Çelik gagasında fecri taşıyan
Mavi Kartal benim…
Pençelerimde
Asılmış bir zümrüt gibi hayat
Sonsuzluk ısırır güzel kavsimde
Susamış bir ceylan gibi zaman!
Bu eski Burgoyn şarabı sert
Ve buruk lezzetinde
Yavaş yavaş ve adım adım
Yumuşak bir gece gibi ilerliyor bende.
Güneş öldü, dünya artık bizimdir
Diye haykıran ve sonra
Kırık ayna uykularına
Dalan hayaletler olduk.
Nolur bir sabah saati
Çağırsa bizi sonsuzluk,
Birden demir alsa gemi
Başlasa güzel yolculuk.
Rüya ile
Hayal arasında
Hayal ile
Hakikat arasında
Yalnız sen varsın!
Yüzüyoruz,
İpi kopmuş uçurtmalar gibi.
Yolcu! Bir gün gelir de eğer yolun uğrarsa,
Toprağında kan tüten bu mukaddes illere.
Her harabe önünde Edirne’den ta Kars’a
Kadar yaşlı gözlerle ağla diz çöküp yere.

Yolcu! Eğer kadından,sevgiden daha yüksek
Daha geniş bir ilham ararsan hayatında
Fanilikten kurtulup ta göklere yükselmek
İhtirası yaşarsa her arzunun altında,

Son ziyalar iner uyuyan nehre,
Ufku mineleyen kızıl akşamdan.
Nakş eder her huzme ihtiyar şehre,
Titrek,loş gölgeler,hicranla gamdan.

Sularda açılır fâni çiçekler,
Ufka ezanların yükselir âhı.
Şimdi boş sahili,gurbetle bekler,
Kimsesiz çöllerin yorgun seyyahı…

Kader cellâdına
Sessiz uzat boynunu;
Acıma ne kendine, ne de gelecek günlerine
Yalnız bir düşünceye yum gözlerini
Son darbe inmeden evvel, en son anda
Bir çiçek, bir kuş, bir tebessüm ol;
Düşüncen kurtarsın seni senden,
Bil! Biraz sonra
Ebediyen senindir
Senden uzak olan her şey…