İskender Pala’ya ait Bülbülün Kırk Şarkısı Kitap Alıntıları sizlerle…
Bülbülün Kırk Şarkısı Kitap Alıntıları
Ve anladım ki bülbüllere, gülün açıldığını görmek hiç nasip olmayacaktır. Bundan böyle bütün bülbüller, şarkılarını söylemekten bitap ve yorgun düştükleri bir sırada, göz kapaklarına çöken ağırlığın etkisiyle gözlerini yumdukları anda gül açılmış olacak ve ertesi gece yine bir gül goncasının dalına konup yeni bir gülün açılışını görebilmek için aynı macerayı yeni baştan yaşayacaklardır."
Hayretteydim; aynı kutsal ırmaktan su içen bir yahudi’nin bir hıristiyan’ı köle edinmesindeki garipliği düşünüp durdum.
Bir yahudi asla kalbindekini samimiyetle söylemez.
Korkma! Allah bizimle beraberdir!
Ebû Bekir’i çok kıskandım. Sevgili dizinde uyuyor diye…
Bir gerçeğin farkına vardım. Dünyanın hiçbir tertip veya tedbiri imana giden yolları kesemiyor, oraya açılan caddeleri tıkayamıyordu. Çileli oluyordu, sıkıntılı oluyordu ama yolcular hep yolda oluyordu. Yolun sahibi Allah’tı ve dilediğine yürütüyordu. Yürüyüşün çilesi, erişilen nimetin dengesiydi. Mükâfat Allah’ın cemali olunca sıkıntı üstüne sıkıntı kimin umurundaydı? İnanmayanlardan başka!
Hudâ’nın en büyük ihsânı sensin yâ Rasûlallah
Benim her derdimin dermânı sensin yâ Rasûlallah
“Her kemalin bir zevali, her güzelliğin bir sonu, her doğanın bir ölümü oluyordu”
“İnsan, nefsine kurban mı olacak, yoksa nefsini kurban mı edecek? Allah’ı bir bildikten sonra nefsin kurban edilmesi gerekiyordu çünkü.”
“Dünya dönüyordu, başlar dönüyordu, kalpler dönüyordu ve gülümün kalbi, Kâbe’yle bütünleşiyordu”
Yine umutlandım. Ama yine yanıldım. Çünkü kalbinden geçenler bambaşkaydı.
“Bir şey nefisle istenince kolay olmuyor, ama gönülden istenince hiç gecikmiyordu”
Senin Aşkın kamu derde devadır Yâ Rasûlallah
Senin katında hacetler revadır Yâ Rasulâllah
(Senin aşkın bütün dertlerin devasıdır Ey Allah’ın elçisi;
Çünkü senin istediğin hiçbir şey geri çevrilmez.)
(Şeyyad Hamza)
Ezcümle, bahçe hazır, bahçede toprak hazır, dallar hazır. Üstelik dallarda dikenler bile hazır. Sahi, kokuyu sizde duymuyor musunuz? Şu mest eden kokuyu…
Reh- i aşkında bî- sabr u şekibim yâ Rasûlallah,
Seni her kim severse ben rakîbim yâ Rasulallah..
(Aşkının yolunda o derece sabırsız ve tahammülsüzüm ki Ey Allah’ın elçisi,
Seni her kim severse kendime onu rakip görüyorum..)
İsyandakiyle itaattekinin farkı nefisten razı olup olmamakta düğümleniyordu.
Ağuların bal, ayrılıkların visal olması hep sevgidendi. Sevgi bir yuvada bereketin ve nezaketin adıydı.
Allah dağına göre kış gönderiyor, fırtınaların, kasırgaların arasında birden güneş açtırıveriyordu.
Dünyanın keder ve üzüntüden ibaret olduğuna inandım. Hayatın özünde vardı bu. İnsanları oyun ve eğlenceye sevk edip sonunda keder ve üzüntü veriyordu. "
“Henüz bir kıvılcım iken boğamadığınız alevler şimdi ışığıyla sizi boğmaya gelmiş!”
“Sen onları birlik sanırsın, oysa kalpleri paramparçadır!”
Şahit ol yâ Râb! "
"Şahit ol yâ Râb!"
"Şahit ol yâ Râb!"
Olacağa mani olamazsınız ve Ne kadar kısa sürerse o kadar iyidir." diye düşünmeye başlarsınız. Onu koruyarak zavallıyı her gün yeniden öldürdüğünüzün farkına varırsınız.
Sonradan öğrendik ki bütün bunlar, kalbindeki en ufak bir lekenin bile temizlenmesi, dünya hayatıyla ilgili son zerreyi de içinden söküp atması içinmiş. Biz onu herkes gibi bir insan biliyorduk. Doğruydu, o hepimiz gibi bir insandı ama hareketleri,sözleri,arzuları hep ilahî irade içinde vücut buluyordu.
Bir gül bu kadar mı zahmetli büyürdü? Güle kan rengini vermek bu kadar mı fedakârlık isterdi? Bir gülün etrafında bu kadar mı diken çok olurdu? Gül çağında, güle rengini veren kanlar böyle mi kızıla boyanırdı? Gülün rengi için kinler bu kadar mı ayrışırdı?
Mescidin tomrukları ve kerpiçleri değildi yontulan;hayır,müminlerin gönüllerindeki cahiliye kabalıklarıydı.Üst üste ve yan yana konulanlar ağaç veya kerpiç değil,Mekkeliler ve Medinelilerin sıcak duygularıydı.
İnsanlıktan sıyrılmış bu günleri göreceğime keşke ölseydim!..
Bu nasıl bir duyguydu ah!.. Annesi ona sarılıyordu.
Allah dağına göre kış gönderiyor, fırtınaların, kasırgaların arasında birden güneş açtırıveriyordu.
Oğul, Allah’tan bir şey isteme, bu O’na töhmet ve ithamdır. O’nu isteyecek kadar kendini kaybetme, bu O’nu da kaybettiğinin delilidir. O’ndan başka bir varlığı isteme, bu O’ndan utanmazlık ve hayasızlığın sayılır. O’ndan başkasından bir şey isteme, bu O’ndan uzaklaştığını gösterir. Elinden geliyorsa O’nun dışındakileri kalbinden temizle! İşte o kadar!
Eğer sen peygamber isen gökteki ayı, bir yarısı Ebû Kubeys Dağı, diğer yarısı Kuaykıan Dağı üzerinde olmak üzere
ikiye yar da görelim!"
Kısır aklın acizliği ve çaresizliğiydi bu. İmanı akılla tartmaya çalışıyordu çünkü. Kalbin, gözün, kulağın, parmağın yahut ruhun, mekânın, zamanın, rengin, şeklin birer mucize olduğunu düşünmüyor da gülümden mucize istiyor, şüphelerine ispat arıyordu. Her zerresinde hayran olunacak şu âlemin karşılıksız sunduğu mucizeleri içinde nefes alıp verenler, olurlara bakmayıp olmazı istiyorlardı. Olup bitmişlerin olmazlık ihtimalini akıl etseler mucizeyi anlayabileceklerdi ama küfrün azgın akılları hep imkânsızın taliplisi kesildiler.
Müminler! Size iki emanet bırakıyorum, onlara sarılıp uydukça yolunuzu hiç şaşırmazsınız. O emanetler Allah’ın kitabı Kur’an-ı Kerim ve peygamberinin sünnetidir."
Hz. Muhammed (sallâ’llahu aleyhi ve sellem)
Ve hiç şüphesiz senin için bitmez tükenmez bir mükafat vardır. Ve hiç şüphesiz, Sen pek büyük bir ahlak üzeresin." (Kuran /Kalem 3-4)
Ölüm hak, hayat boş ve geçicidir
Ne yazıldıysa alnımıza, başa gelicidir
İnsanlar er veya geç Allâh’a döner
Ama Müslüman mücadeleden dönmez…
Yolunda ben de kemter hâk-i pâyım yâ Rasûlallah
Esîr-i derd-i aşkım mübtelâyım yâ Rasûlallah
Durmadan kan, durmadan vahşet… Doğan bebek erkek olursa babanın erdemi, kız olursa ananın suçu…
Zulüm , acı , üzüntü…İnsanlığın gülümsemesi eksildi.
Her suç, suçu işleyeni bağlar..
Ümmetin fertleri İslam hukuku önünde hak ve menfaatte eşittir.
Hangi yüce sevgili günde beş kez aşığına buluşma vaat eder ki?
Yolun sahibi Allah’tı ve dilediğine yürütüyordu. Yürüyüşün çilesi, erişilen nimetin dengesiydi. Mükâfat Allah’ın cemali olunca sıkıntı üstüne sıkıntı kimin umurundaydı?
Reh-i aşkında bî-sabr u şekibim yâ Rasûlallah
Seni her kim severse ben rakîbim yâ Rasûlallah
Nazîm
Saadet, zâtına olmaktır ümmet yâ Rasûlallah
Seni inkar eden mecnundur elbet yâ Rasûlallah
Ziya Paşa
Henüz sayısı yirmiyi bulmayan müminlerden altı genç… Ebû Kubeys dağı sırtlarında, gece karanlığında, tedbirli ve gizli, tenha ve sırlı fısıltılarla… Kâbe hareminde yükselen taşkınlıklara ve sarhoş naralarına inat… Daha evvel bu haremde bu kadar lezzetli bir zaman geçirmediklerini anlayarak ve buna hayıflanarak. Selamün aleyküm/ve aleyküm selam" Kutlu Nebi’den duyduklarını birbirlerine duyurarak ve duyduklarından daha fazlasını duymak üzere sordukça sorarak… Yeni iman etmiş olan herkesin yaptığı gibi…
İnsanlığın o zamana kadar çektiği sancıların hep karşılıklı sevgisizlikten olduğuna bir kez daha inandım. Oysa sevgiyle kinler tebessüme durur,sevgiyle düşmanlar dost olurdu. Ağuların bal, ayrılıkların visal olması hep sevgidendi. Sevgi bir yuvada bereketin ve nezaketin adıydı.
İnsan öğrencisini sevmeden, Ona değer vermeden bir şey öğretemezdi..
Hakiki dostlar, namazla mutlu olurlar…
Zaman o gül gibi gül görmedi zaman olalı
Gülün güzelliği dillerde dasitan olalı..
not;(Rasulullah sav efendimizden bahsediyor)
Her kemalin bir zevali, her güzelliğin bir sonu, her doğanın bir ölümü oluyordu.
Senin şevkınla sûret buldu hilkat yâ Rasûlallah
Semâya tal’atından geldi satvet yâ Rasûlallah
Yaratılış, senin özleminle suret buldu ey Allah’ın elçisi; ve semalara senin nurundan bir heybet yansıdı.
İş, kalbi inandırmaktaydı…
Cürümler kim kosak sığmaz cihâne yâ Rasûlallah
Şefaat kıl budur hâl-i zamâne yâ Rasûlallah
Günahlarımızı bütün cihana yüklesek sığmaz ey Allah’ın elçisi; zamanenin hali budur, bari sen şefaat eyle…
Allah sabredenlerle beraberdir.
Dünyanın keder ve üzüntüden ibaret olduğuna inandım. Hayatın özünde vardı bu. İnsanları oyun ve eğlenceye sevk edip sonunda keder ve üzüntü veriyordu.
Şeytan inananlardan hiç gafil olmuyor ama insanlar şeytandan gaflet içinde kalıyorlar.
Ölüm hak, hayat boş ve geçicidir.
Ne yazıldıysa anlımıza, başa gelicidir.
İnsanlar er veya geç Allah’a döner…
Kudûmun rahmet ü zevk ü sefâdır yâ Rasûlallah
Zuhûrun derd-i uşşâka devâdır yâ Rasûlallah
Gelişin âlemlere rahmet, mutluluk ve esenliktir ey Allah‘ın elçisi; varlığın da âşıklarının dertlerine deva…
Hak ile batılı ayırdı"
O’na doğru olanlar bulur yollarını, yollar nur olur, O’na varanlar yürür yolları ve sürur olur…
Medet ümmetlerin hep hâli kandır yâ Rasûlallah
Medet zîrâ zaman âhir zamandır yâ Rasûlallah
Kısır aklın acizliği ve çaresizliğiydi bu. İmanı akılla tartmaya çalışıyordu çünkü. Kalbin, gözün, kulağın, parmağın yahut ruhun, mekanın, zamanın, rengin, şeklin birer mucize olduğunu düşünmüyor da gülümden mucize istiyor, şüphelerine ıspat arıyordu.
Gülümsemek varken insan neden kaş çatsındı ki?"
Gönül hûn oldu şevkînden boyandım yâ Rasûlallah
Cemâlinle ferahnak et ki yandım yâ Rasûlallah..
Saygıyla dillendirilmiş sen" sözünün, menfaatle söylenmiş "ben" sözünden daha değerli olduğuna şahit oldum. Bazen Hatice’nin yüreğini dinledim, minnet gördüm; bazen gülümün kalbine baktım şükür okudum. Aşkın saygıdan, dostluktan, mahremiyetten, paylaşmaktan ve ortak düşünceden ibaret olduğuna böyle karar verdim.
Başarmayı umdukları şeylerin kölesi oldular.
Allah’a yemin ederim ki tıpkı dün akşam uyuduğunuz gibi ölecek; bu sabah uyandığınız gibi de dirileceksiniz.
İnsanlar! Geliniz, dinleyiniz, belleyiniz! İbret alınız! Yaşayan ölür, ölen fena bulur! Olacak neyse olur. Yağmur yağar, otlar biter; çocuklar doğar, annelerinin ve babalarının yerini alır. Derken, hepsi ölüp gider! Hadiselerin ardı arkası kesilmez; hep birbirini kovalar. Kulak tutunuz, dikkat kesiliniz; gökte haber, yerde ibret alınacak şeyler var. Gelen kalmaz, giden gelmez. Acaba vardıkları yerden, hoşnut olup da mı kalıyorlar? Yoksa orada kalıp da uykuya mı dalıyorlar?
Yüzündür âyet-i sun’-ı İlahi yâ Rasûlallah
Kaşındır ehl-i aşkın kıblegâhı yâ Rasûlallah
Ve o sükûta konuşan kainat..
Onu seven Allah’ı sever"
Kulak tutunuz, dikkat kesiliniz; gökte haber, yerde ibret alınacak şeyler var.
Saygıyla dillendirilmiş sen" sözünün, menfaatle söylenmiş "ben" sözünden daha değerli olduğuna şahit oldum.
Babası yok diye bir çocuğu sahipsiz mi sanırsın Halime? Yetimin sahibi Allah’tır,
“Sevmek bir şey demekti ama sevgiliye küfredene tahammülsüzlük çok şey demekti.”
Reh-i aşkından bî-sabr u şekîbim yâ Rasûlallah
Seni her kim severse ben rakîbim yâ Rasûlallah (Nazîm)
(Aşkının yolunda o derece sabırsız ve tahammülsüzüm ki ey Allah’ın elçisi,seni her kim severse kendime onu rakip görüyorum.)
Yürüyüşün çilesi, erişilen nimetin dengesiydi.
Gönül fikr-i hayalinle sabahlar yâ Rasûlallah
Olur şem’-i cemâlinle sabahlar yâ Rasûlallah
İnsanların kulağına Allah birdir , dürüstlük esastır , insanlar eşittir , " gibi cümleler söylemekten öte zenginliği ve gücü olmayan bir yetimle başa çıkamıyor oluşları hepsini çıldırma noktasına getirmişti.
Kulaklar o gün tıkalıydı , gözler kör .Kalpler mühürlü ,ruhlar kilitli .
Müminler için sabır imtihanın başladığı noktaydı.
Gün gelip toprak olacaklar …Tozları rüzgara karışacaklar …
Kurtar beni yâ Rasûlallah, beni kendimden kurtar !"
Yüreği yanık bağrı ezikti.
Dilimde Allah zikri vardı .
Her kemalin bir zevali, her güzelliğin bir sonu, her doğanın bir ölümü oluyordu.
Olursa sâye-i lûtfun penâhım yâ Rasûlallah
Sevâba kalb olur cürm-ü günâhım yâ Rasûlallah
(Senîh-i Mevlevî)
Lütfunun gölgesine sığınabilirsem ey Allah’ın elçisi;
hatalarım ve günahlarım sevaba döndü demektir…
Medet ümmetlerin hep hâli kandır yâ Rasûlallah
Medet zirâ zaman âhir zamandır yâ Rasûlallah
(Lâedri)
Medet!.. Medet!.. Şu çağda İslam ülkelerinin hâli hep kan revandır ey Allah’ın elçisi;
Medet ki zaman âhir zamana kaldı…
İmâm-ı enbiyâ olsan revâdır yâ Rasûlallah
İşin erbâb-ı hâcâta atâdır yâ Rasûlallah
Azîz Mahmut Hüdayi
Yeter ki kulakları sağır ve kalpleri mühürlü olmasın…
Cemâlin matla-ı nûr-ı Hudâdır yâ Resûlallah
Bu ıkram enbiyâ içre sanadır yâ Resûlallah