İçeriğe geç

Bu Diyar Baştan Başa 3 Kitap Alıntıları – Yaşar Kemal

Yaşar Kemal kitaplarından Bu Diyar Baştan Başa 3 kitap alıntıları sizlerle…

Bu Diyar Baştan Başa 3 Kitap Alıntıları

Yaz babam, dedi, yaz kurban olayım babam.
Büyük deftere yaz ki, benim derdim tükenmez. İyi yaz.
İnsanlar yaşayabilmek, rahat edebilmek için, kendi kendilerine ne sıkı töreler koyabiliyorlar.
Büyük sözü yabana atılmaz.
Gözlerindeki karaltı, gözlerindeki keder, en karanlık gecelerden daha koyuydu.
İnsan neler düşünür bu diyarlarda bilemezsiniz
İnsanoğlunun elinden bir şey kurtulmaz.
Bir şeyin bitişi, bir diğerinin başlangıcıdır.
Zamanında buralar,güzel bir ülkeymiş.Bereket fışkırırmış topraktan.İnsanlar birbirini sayarlarmış,severlermiş.Fakiri fakir,zengini zengin değilmiş.Hırsızlık, katillik yokmuş.Üzümler ballı,buğdaylar taneliymiş.Bura halkının bir tek kaygısı varmış,o da ölümden…
Efsane öyle okumuşluğa falan bakmaz. Efsane insanoğlunun içindedir. Ölüm gibi, arılık gibi, korku gibi temellidir insanda. İnsanoğlu yaratıcıdır. Sıkışınca taşı un eder, kayaları deler, toprağın altını üstüne getirir, en umulmaz yerden kendine bir dost çıkarır. Yani insanoğlu, yaratmadan edemez. Göçebenin kilimi, nakışı, yerlinin taşı, yapısı, heykeli, resmi. Bunlarla birlikte destanı, türküsü, masalı, efsanesi İnsanoğlu yaratır oğlu yaratır
Ürgüpte üzümün çeşidi var. Kütür kütürü var. Başarmak büyüklüğünde olanları, kehribar renklisi, ballısı var. Son yıllarda Ürgübe şarap fabrikası yaptırmış hükümet. İyi akıl. Ama hocalar durur mu? Bu şarap fabrikası Ürgüpün felaketi olacak, demişler. Gökten ateş yağacak başımıza, demişler. Müslüman memleketinde şarap fabrikası ne ola ki, demişler.. Demişler oğlu demişler. Orta
Anadolu halkı başka yerlerin halkına benzemez. Aldırmamışlar hocaların lafına, işin belasına bakın ki, şarap fabrikasının kurulduğu ilk yıl mahsul iyi olmamış. Hocalar düşmüşler ortalığa: Demedik mi? Daha neler neler gelecek başınıza! Kim şarap fabrikasına üzüm verirse içenin günahının iki misli onun boynuna yüklenir. Birçoğu korkup üzüm vermemiş birkaç yıl. Şimdi Ürgüp halkı fabrikayı yaptırana da , yapana da, işletene de dua ediyor
Köylülerin dediklerine göre, insanoğlunun düğünlerine benzemiyormuş. Halleri insanoğlunun hallerine benzemiyormuş. Orada herkes birbirini sayıyor, seviyormuş. Perilerin hepsi aynı biçimde güzel giyiniyorlarmış. İçlerinde, katili, hırsızı, hastası, sayrısı yokmuş. Büyüğü küçüğü, hükmedeni yokmuş. Padişahları bile bütün periler gibi bir periymiş. Soyanı, soyguncusu yokmuş. Kulu, kul edeni yokmuş. Bizim dünyamızdaki cümle kötülüklerden haberleri bile yokmuş. Yalan yokmuş, yalan Aşkmış, sevgiymiş
Yiğidin iyisine deli derler.
Lokman durmuş Misis köprüsünün üstünde, elinde defteri, onlara mağrur mağrur bakarmış Sayemde artık ölmeyeceksiniz, der gibi Defterini açmış, ölüm ilacının tarifini yapacakken, bir kanat gelmiş, elindeki deftere vurmuş, defter suya düşmüş Lokman öyle kalakalmış. Bir daha da çiçekler sırrını ona vermemişler. Yoksa Yoksa ölümün ilacını bulmuş Lokman Hiçbirimiz ölmeyecekmişiz şimdi
Doğu dağlarının çoğu çırılçıplaktir. Çırılçıplak bir aydınlık içine batmış dağlar Doğunun baharı başkadır. Başka hiç bir yerin baharına benzemez. Olgun,biçime ermiş bir başak gibi kadar olgun bir bahar. Öteki yerlerin baharları gibi birden fiskirmiyor. Usuldan, sindire sindire gelen, durgun bir bahar
Çukurovalı toprağına çok inanır. O kadar ki, “taş eksen boy verir,” derler. Taş ekmişler mi bitsin diye ekmemişler mi bilmem ama, inanırlar. Toprak bire otuz, bire kırk, bire elli verir.
Çukurova tepeden tırnağa sarı gözlü nergis açarmış.Dedem söylerdi ,bir donanırmış Çukurova
Tüm yelleri çiçek kokarmış.Göçler Çukurova’da.Aşireti Çukurova’da.
“Gülistan içinde bülbül yuvalar, çalısı çırpısı güldür sılanın.”
Bazen ne kadar iyi top sürersen sür, topu sadece kendinde tutmaktan zarar gelir.
Dövme, nakış, at, ceylan, deve, bir de deve dikeni çölün eti tırnağı. Yani çölden daha çöl bunlar. Çölün özelliği
.. Gözlerindeki keder, en karanlık gecelerden daha koyuydu..
On yaşındayken İstanbul’a ayak bastım. Ülkenin en büyük şehrindeyim ve danışacak, sığınacak kimsem yoktu. Başkasının kâbusu olur ama benim için ucu nereye gideceği bilinmeyen bir macera
.. İşin kötüsü olmaz diyor.. İşin kötüsü, çalışmamak..
Bu Anadolu bizim toprağımız.. Neden bu kadar ilişiğimizi kesmişiz?
Gözleri ışıl ışıldı.. Yeşil yaprağa çiğ düşmüş gibi..
Hani nerede ‘ferman padişahın, dağlar bizimdir ‘ diyenler..
Bir tabir var.. Yiğidin iyisine ‘deli’ derler..
Bin yıllık karanlığı getirip önüme yığdılar..
.diyenler bir gün gelecek, yücesine çıkıp yurtlarını seyretmeyi unutacaklar. Ağaç büyütmeyi, ekin ekmeyi, biçmeyi unutacaklar. Fabrika dumanları, mekikleri, volanları, gürültüleri arasında kendilerine yeşilsiz, topraksız, acı pırıltılı bir dünya kuracaklar.
Çocuk yarı canlı Güneş kızdırınca can vermeye başlar. Kardaş telaşlı. Başucunda kardaşının, içinin ateşini dökmek için, alır bakalım ne der:

Çukurova yana yana ördolur Her sineği bir alıcı kurdolur Sen ölürsen yüreğime derdolur Kalk kardaş gidelim sılaya doğru anama doğru
Maraş Maraş Maraş da şu bela Maraş Maraşın içinde can veren kardaş Şu Çukurova da başa tebelleş Kalk kardaş gidelim sılaya doğru anama doğru

Daha çok söyledi ihtiyar. Çukurovaya kardaşın ahını, kinini, derdini söyledi. Türkü uzun bir türkü

Topraksız köylünün hali kötü. Bir karış toprak, bir can eder Çukurova’da.
Bu ıssızlık, bu yalnızlık ürkütüyor onu. İçinde bir an sonsuzluk korkusu çöküyor. Sonsuzluk korkusu bir beter korkudur. İnsanın içine girmeyegörsün.
Bizim insanlarımızdan ben de utandım. Onları bilmediğimden değil. Onlarla ilgilenmediğimden değil. Onların düştükleri yoksulluktan utandım. Dedim ki, bu insanlar, bizim insanlarımız bu hale düşmeye layık değiller.
Ben biliyordum ki, efsane öyle okumuşluğa falan bakmaz. Efsane insanoğlunun içindedir. Ölüm gibi, arılık gibi, korku gibi temellidir insanda. Insanoğlu yaratıcıdır. Sıkışınca taşı un eder, kayaları deler, toprağın altını üstüne getirir, en umulmaz yerden kendine bir dost çıkarır. Yani İnsanoğlu, yaratmadan edemez. Bulunduğu bölgeye, durumlara bağlıdır yaratmasının patlak vermesi Göçebenin kilimi, nakışı, yerlinin taşı, yapısı, heykeli, resmi. Bunlarla birlikte destanı, türküsü, masalı, efsanesi İnsanoğlu yaratır oğlu yaratır
Tam yerine düşmüşsün, diyor. Onlar Alevidir. Yandın bu Alevilerin içinde. Yandın bittin arkadaş
Gözlerinde yarışı kaybetmiş bir Arap atının kederi vardı.
İnsanlar gelir, bir zaman için şehre bir tad katarlar, şehrin güzelliği, tadıyla bir olurlar, sonra çeker giderler. Şehrin bir yanı bomboş kalır, boşalıverir. Sonra gene insanlar gelirler. Şehir boş kalmaz.
Bu köyler her şeyin sonsuzluğunda. Yoksulluğun, verimsiz toprağın, bilgisizliği. Doğa hiçbir şey vermemiş . Boz bir toprak. Sonra ak kar. Bir de gökyüzü. Arada sırada bir iki ak bulut. Bir de köstebek yuvaları gibi köy evleri .
Sonsuzluk korkusu bir beter korkudur. İnsanın içine girmeye görsün.
Tez gel ağam tez gel, olma muhanet
Gurbet icat eden görmesin cennet
Yiğidin iyisine deli derler.
Denize değen iflah olmaz bir daha, derler. Ölünceye kadar gider bu aşk . Akıl, sır ermez.
Periler memleketi de ışıklı .İyiler çok şey görürler orada da Yüreğinde iyiliği olan gelsin. Yüreğinde ağzına kadar, silme, sevgisi aşkı olanlar gelsin
Sahiden şu bizim köylerimiz bu durumdan nasıl kurtulur?
Bilen var mı, duyan var mı, gören var mı?
Son
“Ben ne bileyim, nerededir aşk. Aşk, toprakta, taşta, suda, ağaçta, gecede, gündüzde Yeşil otlarda bile Aşk olmazsa damarlardaki kan durur. Aşk, aşk, kainatın her zerresindedir.”
“İnsan alemde hayal ettiği müddetçe yaşar”
Yeni Bir Dünya İle, Daha Gerçek Bir Dünya İle Karşılaştım.
Bir de şehrin tadına kendisini katmış insanlar vardır. Artık o, yüzlerce, yüz binlerce insan arasından bir şehirdir. Bir şehrin tadı tuzudur. O insan aradan çekilip gidince o şehirden bir şeyler yitip gider. Orası bomboş kalır. İnsan o yerin eski tadına gelebilmesi için insanın orada olmasını ister.
Ben öpmeye kıyamazdım
Belemişler kızıl kana.
Ve burası Kadıköy iskelesi, ve burası Haydarpaşa garı, Haydarpaşaya, siyah, sağlam, durmuş oturmuş, çirkin taşlarına kar yağıyor. Kadıköyün denizine kar yağıyor. İnsanlar üst üste, insanlar birbirlerine abanmışlar, vapurdan çıkıp, vapura biniyorlar. Paltolarına, gocuklarına, kürklerine sarınmışlar. Trenden inip, trene biniyorlar. Kadıköy iskelesi, Haydarpaşa garı binbir ayak. İnsanların üstüne kar yağıyor. Saat sabahın yedisi. Ve güzelim İstanbul bilcümle sivri ninareleriyle kar altında. İstanbul üşümüş, İstanbul büzüşmüş soğuktan. İstanbul ellerini koynuna koymuş.
Aylardan mayıs. Kar kalkmış. Ova yemyeşil. Küçük dağlar ala karlı. Süphan dağı sütbeyaz. Bu ova Patnos ovasıdır. Dümdüz. Otlar diz boyu. Eksiksiz, kesiksiz. Kadife gibi. Yeşil bir halı gibi. Ovayı gün ışığı doldurmuş. Yağmur sonu güneşi gibi. Islak ıslak Düz ovada, karşına bütün haşmetiyle Süphan dağı çıkıveriyor. Tam tepende durup duruyor. Başını kaldırıp doruğuna bakamıyorsun, korkuyorsun Süphan dağı şöyle uzaktan bakınca Ağrıdan daha heybetli gözüküyor, birkaç Ağrı büyüklüğünde gözüküyor. Bir yanı Van gölü, bir yanı da Patnos ovası
Düzlüğün ortasında fışkırıvermiş bir haşmet. Ama Süphan dağına çıkmak kolay Doruğuna yakın yerlere kadar katırla çıkılabiliyor. O kadar da sarp değil Kar fırtınaları da olmuyor yazın. Tepesinde bir de kocaman krater gölü var.
“Denizin dibinin de mevsimi var Baharı, kışı var Dört mevsim değil de, iki mevsimi var. Deniz dibinin baharı yazındır Yani temmuzda deniz dibine bahar iner. Türlü otlar, türlü çiçekler olur. Lapa diye pamuk gibi, beyaz bulut gibi bir çiçek açar Palavan otu, iki metre yüksekliğinde üzüm otu Sonra badem otları Bu badem otları ilkbaharda beyazımtırak, daha sonraları karaya çalar Pinalar Ahtapotlar, balıklar Renkler biribirine karışır Yosun kaplamıştır her bir yanı Yosundan hiçbir yer gözükmez Bu yosunların altında sünger olduğunu nasıl biliriz bilir misiniz? Kırmızı kırmızı şeritler geçer yosunun üstünden İşte o şeritlerin altında sünger vardır Eylülden sonra, yosunlar solar, üzümler yapraklarını döker Deniz dibi de toprak gibi çırılçıplak kalır Biliyor musunuz kışın sünger avlamak daha kolaydır.”
gözlerindeki keder, en karanlık gecelerden daha koyuydu.
Kadın hep umutlu,
hep ışıltılı gülüyor.

Derin,
kara kara gözleri var..

Işık gibi
bahtiyar gülüyor

Çukurovalı toprağına çok inanır. O kadar ki, “taş eksen boy verir,” derler. Taş ekmişler mi bitsin diye ekmemişler mi bilmem ama, inanırlar. Toprak bire otuz, bire kırk, bire elli verir. Çeltik bire yüz verir. Susam bire beş yüz verir. Darı bire on verir. Altın mı, al bir avuç toprak, işte sana altın. Dün de böyleydi, bugün de.
Ceyhan yelden, Misis yılandan, Adana selden gidecek derler. Buna da sebepler uydururlar.
Hani nerde “Ferman padişahın, dağlar bizimdir,” diyenler?
Çıktım Kozanın dağına
Karı dizleyi dizleyi
Yarelerim göz göz oldu
Cerrah gözleyi gözleyi
Kara çadır eğmeyinen
Ucu yere değmeyinen
Ne kaçarsın koç Kozanoğlum
Beş yüz atlı gelmeyinen
Olur mu böyle olur mu
Evlat babayı vurur mu
Padişahın zulümleri
Bu dünya böyle kalır mı
Artık tamamen halimiz müşküle sardı. Yapacak hiçbir iş kalmadı. Bundan sonra Çukurovada topraksız insan yaşayamaz. Her işi makina yapıyor.
“Ya, anlatsana, noldu?” dedim.
“Heç bişey olmadı. Heç bişey olmadı amma, gıyamet goptu. Annadın mı şindi? Gıyamat goptu. Bu taraktorlar gelince Hösük Emmiyin de iflahı kesildi. Hösük Emmin öldü bitti. İş göremez oldu Hösük Emmin. Bende tarla yok, takım yok bilirsin. Ben ellerin düğenini sürerdim yazın Yüzde on alırdım. İki harman sürersem o yıl, geçimim çıkardı. Taraktor gelişin, hapı yuttu Hösük Emmin. Batosa veriyorlar şindi. Annadın mı?”
“Toprak neydi bre oğlum! Ne kıymeti vardı toprağın. Kim yüzüne bakardı toprağın. Bundan otuz yıl önceleri geleydin yanıma, sana şu koskocaman ovayı beş altına satın alıvereydim. Toprağa kim bakardı!”
Ceyhan derler bir su akar
Yosunu yüzüne çıkar
Adanaya gitme oğlum
Suyu ılık sıtma tutar
Ben öpmeye kıyamazdım
Belemişler kızıl kana
“Adanalıyız. İnkar edilmez. Yüzünden belli. En küçük bir olaya candan sarılışından belli. İnsancıllığından, bir olayı birkaç misli büyütmenden, bir insana, bir işe dört misli önem verişinden belli. Bir sözü öteki insanlardan üç dört misli büyülterek, aşırı, gülerek, sarılarak, ağlayarak, yaşayarak, duyarak söyleyişinden, üstünde duruşundan belli. Güney adamı. Ayrı bir gelenek mi? Sıcaklığından belli. Öyle bir sıkar ki elini, sanırsın ki bu sıcaklık yıllarca gitmeyecek. Öyle dost öyle candan… Cömertçesinedir. Öylesine övünür ki, inansan ağlarsın. Gene de gözlerin yaşarır”
“… bir gün gelecek, yücesine çıkıp yurtlarını seyretmeyi unutacaklar. Ağaç büyütmeyi, ekin ekmeyi, biçmeyi unutacaklar. Fabrika dumanları, mekikleri, volanları, gürültüleri arasında kendilerine yeşilsiz, topraksız, acı pırıltılı bir dünya kuracaklar. Dünyaları kendilerince tatlı, acı, efsaneli, şiirli olacak… Bir gün çok uzak yılları ansıyanlar da çıkacak içlerinden belki. Diyecekler ki, biz nereden gelmişiz biliyor musunuz? Eğinin kayalığından, Sıvasın çatlamış bozkırından diyecekler. Belki de çok eskiden kalmış bir gurbet türküsünü tadına, acısına varmadan mırıldanacaklar.”
Bir gece periler bütün iyi huylarını, insanoğullarının önüne serivermişler. Bir bir göstermişler. Demek istemişler ki, ey insanoğulları siz de böyle olabilseniz. Harp yokmuş. Adını bile bilmiyorlarmış harbin. Silahın. Kurşunun. Kan nasıl akar bilmiyorlarmış.
Insanoğlu yaratıcıdır. Sıkışınca taşı un eder, kayaları deler, toprağın altını üstüne getirir, en umulmaz yerden kendine bir dost çıkarır.
Ürgübe şarap fabrikası yaptırmış hükümet. İyi akıl. Ama hocalar durur mu? Bu şarap fabrikası Ürgüpün felaketi olacak, demişler. Gökten ateş yağacak başımıza, demişler. Müslüman memleketinde şarap fabrikası ne ola ki, demişler.. Demişler oğlu demişler. Orta
Anadolu halkı başka yerlerin halkına benzemez. Aldırmamışlar hocaların lafına, işin belasına bakın ki, şarap fabrikasının kurulduğu ilk yıl mahsul iyi olmamış. Hocalar düşmüşler ortalığa: Demedik mi? Daha neler neler gelecek başınıza! Kim şarap fabrikasına üzüm verirse içenin günahının iki misli onun boynuna yüklenir. Birçoğu korkup üzüm vermemiş birkaç yıl. Şimdi Ürgüp halkı fabrikayı yaptırana da , yapana da, işletene de dua ediyor
O otobüsteki herif, serseri ne diyordu? Deniz çekermiş adamı Yalan! Ne deniz çeker, ne bir şey. Ekmek çeker, ekmek

( Dalgıç Ahmet’ten )

Bizim babamız kan dökmedi mi bu topraklar için? İstanbul babanın malı mı?
Yiğidin iyisine deli derler.
Zenginlerin gezme mevsimi bu mevsim değildir. Bahar ya da sonbahardır. Bu sıcakta, bu tıklım tıklım otobüste gitmezler. Başka bir memur olsalar gene çıkmazlar Memurun bir aylık tatili var, yorulmuş, imanı gevremiştir. Onu da evinde geçirir. Ondan da geçtik, karısını, çocuklarını alıp geziye çıkmaz. Yalnız çıkar. Bunlar öğretmen Hem de karı koca öğretmen Kışın dişlerinden tırnaklarından arttırmış bu geziye çıkmışlar.
Adanalıyız. İnkar edilmez. Yüzünden belli. En küçük bir olaya candan sarılışından belli. İnsancıllığından, bir olayı kaç misli büyütmenden, bir insana, bir işe dört misli önem verişinden belli.
Deniz çekermiş adamı Yalan! Ne deniz çeker, ne bir şey. Ekmek çeker, ekmek
Bu Anadolu bizim memleketimiz. Neden bu kadar ilişiğimizi kesmişiz?

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir