Michel Foucault kitaplarından Bu Bir Pipo Değildir kitap alıntıları sizlerle…
Bu Bir Pipo Değildir Kitap Alıntıları
Retoriğin özü, alegoridedir.
Bu bir pipo değildir.
Benzer olmak sadece düşünceye ait. Düşünce, gördüğü işittiği ya da bildiği haline gelerek benziyor; dünyanın kendisine sunduğu şey haline geliyor.
Düşünce, haz ve acı kadar görülmeyen bir şey. Ama resim bir güçlük getiriyor burada, gören ve görülebilir olarak betimleme düşünce var.
Retorik, dilin doluluğu ve bolluğuyla oynar; farklı sözcüklerle aynı şeyleri iki kez söyleme olanağını kullanır; iki farklı şeyin bir ve aynı sözcükle dile getirmemizi sağlayan dilin aşırı zenginliğinden yaralanır. Retoriğin özü, alegoridedir.
Bir şey bir başka şeye benziyor dediğimiz zaman, ikincisinin birinciye varlıksal (ontolojik) olarak üstün ve ondan daha gerçek olduğunu kastetmiş oluruz.
Eski Yunanlılar için de Logos, hem gerçekliği hem de bilgiyi ve dolayısıyla gerçekliğin dile getirilebilirliğini belirtir.
Dış görünüşe rağmen, kuş, çiçek ya da yağmur formundaki bir kaligram, bu bir güvercindir, bu bir çiçektir, bu bir sağanaktır demez; bunu deyince ve sözcükler konuşmaya başlayıp bir anlam sununca, kuş uçmuştur ve yağmur kurumuştur bile
bu bir pipodur der demez yeniden başlayıp bu bir pipo değildir, bir piponun desenidir , bu bir pipo değil, bu bir pipodur diyen ileri-sürüştür , bu bir pipo değildir, diyen ileri sürüş, bir pipo değildir , bu bir pipo değildir’ ileri-sürüşündeki bu, bir pipo değildir: bu tablo, bu yazılı metin, bir piponun bu deseni, evet bunların hepsi bir pipo değildir diye kekelemek zorundadır bu ses.
Dış görünüşe rağmen, kuş, çiçek ya da yağmur formunda ki bir kaligram, bu bir güvercindir, bu bir çiçektir, bu bir sağanaktır demez, bunu deyince ve sözcükler konuşmaya başlayıp bir anlam sununca, kuş uçmuştur ve yağmur kurumuştur bile.
Benzer olmak sadece düşüncenin özelliğidir. Düşünce gördüğü, işittiği ya da bildiği şey olarak benzer: dünyanın kendine sunduğu şey haline gelir.
Görülmeyen kimi zaman görülebilir midir?
Düşünce, aralarındaki andırışın, benzeyişi dışta bıraktığı şeyler haline gelerek andırışsız olarak benzer.
Görünen ve okunan aynı şey, görüldüğünde susar, okunduğunda saklanır.
Gösterge olarak harf, sözcükleri sabitleştirme olanağını verir; satır olarak da, bir şeyi figürleştirme olanağını sağlar.
Retoriğin özü, alegoridedir.
Çelişki taşımayan, ama hem görüntülerin ve sözcüklerin çözülmez biçimde içiçe geçmişliğini, hem de onları taşıyacak bir ortak alanın bulunmayışını belirten şu sözleri de söylüyor Magritte: bir tablodaki sözcükler, görüntülerin yapıldığı aynı maddeden yapılmışlardır. Bir tabloda, görüntüleri ve sözcükleri farklı bir biçimde görürüz.
İşitilmeyen bir konuşmadır bu; taşların sessizliğinin, koskoca bloklarıyla iki dilsiz gevezenin üzerinde yükselen duvarın sessizliğinin emip içine çektiği bir mırıldanmadır.
Piponun çizilmiş formu öylesine tanınabilir ki, her türden açıklama metnini ya da adlandırmayı dışta bırakır; akademik şematizmi, Pipo olan beni öylesine apaçıklıkla görüyorsunuz ki, çizgilerimi ‘bu bir pipodur’ diye yazılacak biçimde düzenlemem gülünç olacaktır der sanki. Buna karşılık bir elyazısının yer aldığı bu titizlikle yapılmış desende metin şöyle buyurur; Açıkça görüldüğü gibi ne isem o olarak kabul edin beni; okumayı kolaylaştıran, tanınmayı sağlayan, kekeleyip duran bir okul çocuğuna bile kendini açan bir düzenleme ve form içinde yer alan ve birbirlerinin yanına konmuş olan harflerim ben, bir piponun önce ocağı sonra sapı olmak için, kendimi toparlaklaştırmaya ve daha sonra uzatmaya kalkışmıyorum; ben şu anda okumakta olduğunuz sözcüklerden başka bir şey değilim .
Böyle çizilmiş bir pipoyu tanımaktan vallahi, bir pipo demekten (dilimiz bunu bizden iyi yapıyor) daha kolay ne var?
Açıkça görüldüğü gibi ne isem o olarak kabul edin beni.
Düşünce, haz ve acı kadar görülmeyen bir şey.
R. Magritte
Bir gün gelecek ve o zaman, bir dizi boyunca sonsuz olarak iletilen andırışla, görüntünün kendisi, taşıdığı adla birlikte, kimliğini kaybedecektir.
tutarlı,denk düşen ve sistemli işaretler olarak göstergelerin,öncelikle,özgün olarak ve gerçek olarak var olduğuna inanmak,yorumun ölümü demektir.buna karşıt olarak,yorumun yaşamı,sadece yorumların var olduğuna inanmaktır
Kaligram, kendisini görene, bu bir çiçektir, bu bir kuştur demez, diyemez. Kaligram, böyle bir olumlayıcı önerme ileri süremeyecek ölçüde formun içine kıstırılmış ve benzeyişe dayanan canlandırmaya boyun eğmiştir. Ve okuduğumuz zaman anlamını çözdüğümüz cümle (Bu bir güvercindir , bu bir sağanaktır ), bir kuş değildir artık, bir sağanak değildir. Hile ya da güçsüzlük yüzünden olsun (bunun pek önemi yok), kaligram hiçbir zaman aynı anda diyemez ve canlandıramaz. Görünen ve okunan aynı şey, görüldüğünde susar, okunduğunda saklanır.
Bizi yanıltan, metni desenle ilişki içine sokmanın kaçınılmazlığı (gösterici adıl, [zamir] pipo sözcüğünün anlamı ve görüntüdeki benzerlik, bunu yapmaya yöneltmektedir bizi) ve ileri-sürüşün doğru, yanlış ya da çelişkili olduğunu söylememiz olanağını sağlayacak düzeyi belirlemenin olanaksızlığıdır.
Bir gün gelecek ve o zaman, görüntünün kendisi, taşıdığı adla birlikte, kimliğini kaybedecektir.
Benzer olmak sadece düşüncenin özelliğidir. Düşünceye, gördüğü, işittiği ya da bildiği şey olarak benzer; dünyanın kendine sunduğu şey haline gelir.
“…ben şu anda okumakta olduğunuz sözcüklerden başka bir şey değilim.”
“Açıkça görüldüğü gibi neysem o olarak kabul edin beni…”
Görünen ve okunan aynı şeyi, görüldüğünde susar, okunduğunda saklanır.
Benzeyişle bir şeyi gösteririz, farkla da bir şeyden söz ederiz.
Bir şey bir başka şeye benziyor dediğimiz zaman, ikincisinin birinciye varlıksal (ontolojik) olarak üstün ve ondan daha gerçek olduğunu kastetmiş oluruz.
Heterotopi haritacıları olarak, Foucault da Magritte de dili eleştirirler. Birincisi bunu tarihsel-bilgikuramsal açıdan, ikincisi görsel açıdan gerçekleştirir. Her biri kendi yolunda, dilbilimci Ferdinand de Saussure’ün, imin [gösterge] keyfiliğini, yani, imleyen [gösteren] (sözcük) ile imlenen [gösterilen] (belirtilen nesne ya da kavram) arasında rastlantısal, uzlaşımsal ve tarihsel nitelikte bir bağ olduğu görüşünü benimser. Saussure’cü dilbilimde sözcükler, şeylerin kendilerine gönderim de bulunmazlar. Sözcüklerin, bütün bir sistem olan dilin içindeki noktalar olarak anlamları vardır ve bu sistem, dereceli farkları olan bir şebekedir. Örneğin köpek sözcüğü, gerçek hayvan olarak köpeğe bağlı değildir; ondan doğal olarak kaynaklanmaz ve bu hayvanın özüne ya da varlığına büyüsel bir biçimde katılımda bulunamaz. Ama köpek sözcüğü ancak, kedi, ayı, samur, vb. fikrinden farklı bir fikir uyandırması bakımından kavramsal bir anlam taşır. Yine bu sözcük ancak, bir ad olması bakımından, havlamak (fiil) ya da kürklü (sıfat) gibi sözcüklerden farklı olması bakımından sözdizimsel bir anlam taşırve dolayısıyla bir önermede onların yerini alamaz. Ayrıca, kepek , kapak kopuk gibi benzer ses veren göstergelerden de farklı olması bakımın dan fonetik bir anlam taşır.
Resmetmek, İleri-Sürmek Değildir.
Benzer olmak sadece düşüncenin özelliğidir. Düşünce, gördüğü, işittiği ya da bildiği şey olarak benzer; dünyanın kendine sunduğu şey haline gelir
İşitilmeyen bir konuşmadır bu; taşların sessizliğinin, koskoca bloklarıyla iki dilsiz gevezenin üzerinde yükselen duvarın sessizliğinin emip içine çektiği bir mırıldanmadır.
Adlar, tablolarımın, düşünce otomatizminin tedirginlikten sıyrılmak için yaratmaktan geri kalmayacağı bildik bir alana yerleştirilmesini engelleyecek şekilde seçilmişlerdir .
Benzeyişle bir şeyi gösteririz, farkla da bir şeyden söz ederiz.
Açıkça görüldüğü gibi ne isem o olarak kabul edin beni.
Ne dil ne de resim, birbirinin terimlerine indirgenebilir: ne gördüğümüzü söylememiz boşunadır; çünkü, gördüğümüz söylediğimizin içine hiçbir zaman yerleşmiş değildir. Ve söylediğimizi, imgeler, mecazlar, benzetmeler kullanarak göstermeye çalışmamız da boşunadır.
Deneyim ve aklın bulanık olarak ele aldığı dünyanın gerçekliğini çağrıştırır.
Bir gün gelecek görüntünün kendisi, taşıdığı adla birlikte, kimliğini kaybedecektir.
Açıkça görüldüğü gibi ne isem o olarak kabul edin beni; ben şu anda okumakta olduğunuz sözcüklerden başka bir şey değilim.
Görünen ve okunan aynı şey, görüldüğünde susar, okunduğunda saklanır.
Ne gördüğümüzü söylememiz boşunadır; çünkü, gördüğümüz söylediğimizin içine hiçbir zaman yerleşmiş değildir.
Görünen ve okunan aynı şey, görüldüğünde susar, okunduğunda saklanır.
‘’Önemli olan benzeyişle ileri-sürüşü birbirinden ayırmanın olanaksız olmasıdır.’’
Ama bu, belirsizliklerin en ufağı. İşte diğerleri: ortada iki pipo var. Aynı piponun iki deseni var demek, daha doğru olmaz mı? Yoksa bir pipo ve bir piponun deseni mi var? Ya da her biri iki ayrı pipoyu canlandıran iki desen mi? Ya da biri bir pipoyu canlandıran öteki canlandırmadan iki desen mi söz konusu? Ya
da biri de öteki de bir pipo olmayan ve bir pipoyu canlandırmayan iki desen mi?
Ya da bir pipoyu değil bir başka deseni canlandıran bir desen mi söz konusu ve bu ikinci desen, bir pipoyu tablonun altındaki cümle neye ilişkin? dememi gerektirecek kadar iyi mi canlandırıyor?
da biri de öteki de bir pipo olmayan ve bir pipoyu canlandırmayan iki desen mi?
Ya da bir pipoyu değil bir başka deseni canlandıran bir desen mi söz konusu ve bu ikinci desen, bir pipoyu tablonun altındaki cümle neye ilişkin? dememi gerektirecek kadar iyi mi canlandırıyor?
Ne dil ne de resim, birbirinin terimlerine indirgenebilir: ne gördüğümüzü söylememiz boşunadır çünkü; gördüğümüz söylediğimizin içine hiçbir zaman yerleşmiş değildir.
Ondokuzuncu yüzyılda, Romantizm’in ateşli estetiği (özellikle Mallarme’nin şiirinde) Söz’e (sözcük), görümlere (vizyonlar) kapılan dindarın ve epik kahramanın mirasçısı statüsünü yazara veren gizemsel bir elle tutulurluk yükledi. Nihayet günümüzde, bu temanın karmaşık ve matematikleştirilmiş, ama yine tanınabilir ve saptanabilir bir çeşidini, Descartesçı Noam Chomsky’nin yapıtlarında buluyoruz.
Babil’den sonra, dil ile sözcüğün harfi harfine karşılıklı bağıntısı
yıkıma uğramış, ama bu durumda bile dil, belirttiği şeyden
kesin olarak kopup ayrılmamıştır.
yıkıma uğramış, ama bu durumda bile dil, belirttiği şeyden
kesin olarak kopup ayrılmamıştır.
Eski Ahit’te Söz (Kelam), Yaradılış’ın Başlangıcı’dır. Eski Yunanlılar için de Logos, hem gerçekliği hem de bilgiyi ve dolayısıyla gerçekliğin dile getirilebilirliğini belirtir.
Magritte, felsefe metinlerini bol bol okuyor ve Hegel’e, Martin Heidegger’e, Jean-Paul Sartre’a ve Michel Foucault’ya hayranlık duyuyordu.
Ağacın bir ağaca, yaprağın bir yaprağa benzemesi de yeterli değildir; ağacın yaprağının ağacın kendisine benzemesi ve bunun da kendi yaprağının formunu edinmesi (L’incindie [Yangın]) gereklidir; denizin üzerindeki gemi de bir gemiye benzemekle yetinemeyecektir, ama aynı zamanda denize benzeyecektir ve gövdesiyle yelkenleri de denizden yapılmış gibi olacaktır (le sédecteur [Ayartıcı]) ve bir çift ayakkabının şaşmaz canlandırması [görüntüsü], kaplamak zorunda olduğu çıplak ayaklara da benzeyecektir.
Magritte’in resmi, benzeyişlerin şaşmazlığına herhangi bir başka resimden çok daha bağlı gibi görünmektedir ve dolayısıyla, benzeyişleri, onları pekiştirmek istiyormuş gibi bile isteye çoğaltıp durur ve bundan ötürü onun bir pipo deseninin pipoya benzemesi yeterli değildir ve kendisi bir pipoya benzeyen bir başka çizimlenmiş pipoya da benzemesi gerekir.
ne gördüğümüzü söylememiz boşunadır; çünkü gördüğümüz, söylediğimizin içine hiçbir zaman yerleşmiş değildir.
bitmiş, sergilenmiş ve kendisini seyredecek birine ne olduğunu yorumlayan ve açıklayan cümleyi üzerinde taşıyan bir yapıt bu.
Retorik, dilin doluluğu ve bolluğuyla oynar; farklı sözcüklerle aynı şeyleri iki kez söyleme olanağını kullanır; iki farklı şeyi bir ve aynı sözcükle dile getirmemizi sağlayan dilin aşırı zenginliğinden yararlanır.
sözcükler, hareketsiz, bulanık ve adsız bir varlığı bertaraf ederek kendisini söylemin dünyasında adlandıran, belirleyen ve saptayan anlamlar şebekesini doğururlar.
Pipo olan beni öylesine apaçıklıkla görüyorsunuz ki çizgilerimi ‘bu bir pipodur’ diye yazılacak biçimde düzenlemem gülünç olacaktır.
‘bu bir pipodur’ der demez yeniden başlayıp ‘bu bir pipo değildir, bir piponun desenidir’, ‘bu bir pipo değil, bu bir pipodur diyen ileri-sürüştür’, ‘bu bir pipo değildir, diyen ileri-sürüş, bir pipo değildir , ‘bu bir pipo değildir’ ileri-sürüşündeki ‘bu’, bir pipo değildir: bu tablo, bu yazılı metin, bir piponun bu deseni, evet bunların hepsi bir pipo değildir
yukarlarda yüzüp duran bu pipo, karatahtadaki desenin gönderim yaptığı, metnin gördüğümüz desenin gerçek bir pipo olmadığını söylediği şey, evet bu pipo, aslında bir desendir sadece ve bir pipo değildir.
Benzeyişle bir şeyi gösteririz, farkla da bir şeyden söz ederiz.