Şeyh Sadi Şirazi kitaplarından Bostan ile Gülistan’dan Seçmeler kitap alıntıları sizlerle…
Bostan ile Gülistan’dan Seçmeler Kitap Alıntıları
Eğer azıcık mantığın varsa vücudunu aşırı besleme. Zira aşırı beslemekle onu mahvedersin. Adam olmak istiyorsan eğer, yemeği ölçülü ye, karını tıka basa doldurma.
Seni benliğinden kim kurtarırsa, seni Cenabı Hakka o zat âşina eder.
Sende benlik oldukça kendine yol bulamazsın
“Başkasına açma” demekten daha iyidir.
Yaş çubuğu istediğin gibi eğip bükebilirsin, ama kuru çubuğu ancak ateş düzeltir.
Ömrün nimet dolu sofrasından
Doyasıya tatmadan yeter dediler.
Cihan görmüş birisi ona şöyle demiş: Ey idrâksiz adam, sen yalnız kendini mi düşünürsün? Koca bir şehir yansın da, senin evin kurtulsun hoşuna gider mi? İnsanların açlıktan karınlarına taş bağladıklarını gören kimse, taş yürekli değilse, midesini doldurmaz
Başkasının ayıbına ne yüzle dil uzatırsınız.
Dünyalığı olmayanınsa kimsesi yoktur.
Nice elli yıllık iyi adı, çirkin bir iş kötüler.
Sonra gönlü çekip almak zordur.
Bu sayede belki aşkı ilâhinin kokusu seni mesteder. (Elestü) bezmindeki zamanı ararsın; istiyerek yürür, yol alır, o makama erişir, oradan da muhabbet kanadiyle uçarsın. O makamda senin için yakin hâsıl olur. Bu yakin sayesinde hayâl perdeleri yırtılır. Cenabı Hak ile senin aranda ancak celâl perdesi kalır. Artık akıl beygiri daha ileri gidemez.Hayret onu dizgininden tutup lt; lt;dur gt; gt; der
Gözünde hünerler ayıp görünür,
Bir hünerin ve yetmiş kusurun varsa,
Dost sadece hünerini görür.
Mısır halkından birisi Zünnun Misri’ye kostu: «Halk
mihnet içindedir. Sıkıntı pek çoktur. Şu aciz insanlar için dua buyur. Çünkü Cenabı Hak sevdiği kullarının dualarıni reddetmez» dedi.
İşittim ki, bu müracaat üzerine Zünnun Medyen şehrine kaçtı. Gidişinden yirmi gün geçtikten sonra ihtiyar
Zünnun, kara gönüllü bulutun ağlamış olduğunu ve havuzların bol sularla dolmuş olduğunu haber aldı. Haber alınca Medyen’de duramadı, Misıra döndü. Bir ârif, Zünnun’a gizlice sordu: «Halk senden dua istedi, sen dua etmedin. Kalktın Medyen’e gittin. Bundaki hikmet nedir ?» dedi.
Zünnun şöyle cevap verdi: İşittim ki, kötülerin kötü işleri yüzünden kuşların, karıncaların, yırtıcı hayvanların rızkları darlaşır. Sonra memleket halkını tetkik ettim. İçlerinde benden daha günahkâr bir kimse göremedim. Anladım ki, bu kitlik, bu yağışsızlık benim yüzümden oluyor. Halka benim fenalığım dokunuyor. İyilik kapısı benim şerrimden kapanıyor. Halkı darlıktan kurtarmak için içlerinden çekildim.»
Arkadaş! Büyüklük lâzım ise herkese hürmet et.
Kimseyi kendinden daha fena görme. Büyükler böyle yaparlar.
Sen kendini hiçe saymadıkça, insanlar katında aziz olamazsın. Kendisini küçüklerden sayan büyük, dünyada âhirette büyüklüğe nail olur.
Bu toprak yığınında (dünyada) en temiz kul, en aşağılık bir köleye hâkipay olan kimsedir. Ey bizim toprağımıza (mezarımıza) uğrayan ziyaretçiler Azizlerin toprağı için olsun şu söyliyeceğim
sözleri hatırlayın:
Sâdi toprak olmuşsa da ne beis var. o, zaten sağlığında da toprak idi. Sâdi rüzgâr gibi dünyayı dolaştı ise de, nihayet kendisini kara toprağa teslim etti. Çok geçmeden toprak onu yiyecek,
sonra da rüzgâr o toprakları dünyanın her tarafına savuracaktır.
Mânâ gülistanı açıldı açılalı, hiçbir bülbül Sâdi ka-
dar güzel terennüm etmemiştir.
Böyle bir bülbül ölür de, toprağından gül bitmezse,
hayret ederim.
Yalancı dostlarla görüşmekten uyanıyorum.
Küstah ve alçak düşmanlarım nerede ?
Hadi göstersinler bana ayıplarımı.
HİKAYESİ
Bilmem ki bana bu hikâyeyi kim söyledi. Hikâye şudur: Yemen’de bir padişah vardı. Bu padişah diğer adlı, şanlı padişahlardan ileri idi. Hazine bağışlamada benzeri yoktu. Ona cömertlik bulutu denilse, yaraşırdı. Çünkü
eli yağmur gibi para saçardı. Bu padişah, kendisini dünyanın en cömerdi bildiği
için, kimse onun yanında Hatem’in adını anamazdı. Şayet anacak olsalar, fena halde kızar, kızgınlığı da geçmezdi. Hem de: «Kimdir bu Hatem? Nedir ona ait sözler? Onun cömertliğinden ne olur, saltanatı yok, hazinesi yok, emir ve ferman sahibi değildir» diye Hatem’in şanina dokunacak şeyler söylerdi. İşittim ki, o padişah, bir kere şahane bir ziyafet verdi. Ziyafette bulunanları bir sazende çengini nasıl okşarsa öyle okşadı. Fakat o ziyafette bulunanlardan birisi
dedi ve arzusu hilâfma olarak Hatem adını andı. Diğer birisi de
Hatem’i övmeğe başladı. Padişah kıskançlığından o kadar kızdı, Hatem’e okadar kin tuttu ki: «Bu Hatem dünyadan kalkmadıkça be nim cömertliğim birinciliği kazanamıyacaktır» bir câniyi Hatem’i öldürmeğe memur etti.
Hatem’i öldürmeğe memur olan zalim, Hatem’i öldürmek maksadiyle: «Neredesin Tay obası!» diye yola, düştü. Süre süre, sora sora geldi. Tay obasına yetişti. Daha obaya girmeden, yolda sevimli, cana yakın bir geng
gördü. Bu genç güzel yüzlü idi, âlim arif idi, zarif idi, tatli sözlü idi. Yemen’den gelen o yolcuyu: «Bu gece bendemisafir olunuz! diye aldı, konağına getirdi, misafir edindi. Ona keremkârlık gösterdi. Yol zahmetini, garipliği unutacak âşinalıklarda bulundu. Bununla beraber hiz-met edemediği için özürler diledi. Elhasıl o kötülük düşünen kötü herifin gönlünü iltifatlar ile kaptı.
Misafir akşam yattı. Seher vakti olunca kalkıp yoluna devam etmek istedi.
Ev sahibi onu bırakmak istemedi. Elini, ayağını öptü. Ne olur, bir kaç gün daha kalınız, diye ricada bulundu. Misafir, itiraz ederek, şöyle dedi: «Kalmak isterdim. Ne çare ki, mâzurum, kalamıyacağım. Çünkü çok mühim bir işim var. O işi görmeğe mecburum.» Bu kerîm adam, misafire: «Sizi sevdim, dedi. işini
benden saklamıyarak söyleyecek olursan, birlikte düşünür, can ile çalışırım.»
Misafir şöyle dedi: «Ey âlicenap, asîl! Beni dinle, tabiidir ki, senden sır çıkmaz. Çünkü cömertsin. Cömertler sır saklarlar. Buralarda Hatem denilen biri varmış. Güzel fikirli, iyi huylu, muhterem bir zat imiş. Onu tanır misin? Padişahım Yemen padisahiyle onun arasında ne geçmiş bilmem? Padişahım ona pek kızmış. Başını kesip götürmek için beni memur etti. Eğer lütfeder; bana kiavuz olur, Hatem’in bulunduğu yeri gösterirsen, lütfuna, minnettar olurum. gt; gt;
Misafirden bu sözleri duyunca, genç Hatem güldü: «Hatem benim. işte başım. Haydi kıhcını çal, başımı gövdemden ayır. Sabah olup ortalık ağarmadan bu işi bitir. Çünkü gecikirsen kabilemden sana zarar gelir. Yahut maksadını elde edemezsin.» dedi ve kesilmek için başını misafirin önüne eğdi. Genç misafir Hatem’den bu sözleri işitince, bu teslimi görünce içinden kaynayıp gelen bir çığlık koptu, yere yıkıldı, sonra kalktı. Kâh toprağı öptü, kâh Hatem’in elini ayağını öptü. Kılıcını bıraktı. Tirkeşini attı. Acizler gibi hayretle ellerini göğsüne kavuşturdu. Şöyle dedi: «Eğer sana gül yaprağiyle uracak olursam, erler yanın-
da er değil, kahpeyim.» Sonra misafir, Hatem’in gözünü öptü. Onu kucakladı, nihayet ayrıldı. Yemen yolunu tuttu. Yemen’e vardi. Padişahın huzuruna çıktı.
Melik o memurun iki kaşı ortasına baktı. Anladı ki bir iş göremeden gelmiştir. Sonra melik ona hitap ile: «Söyle ne var, ne oldu? Haniya terkende Hatem’in başı yok. Anlaşılan, Hatem senden yiğit çıktı. Cenkte onunla başa çıkamadın.» dedi. Memur, padişahın önünde yer öpüp lâzım gelen hürmet merasimini ifadan sonra söze başladı, şöyle dedi: «O şöhret sahibi Hatem’i hünerli, sevimli, güzel yüzlü, cömert, akıllı, mertlikte benden daha üstün gördüm. Bana karşı pek lûtuf ve kerem gösterdi. Bu kerem yükü belimi iki kat etti. Beni iyilik, âlicenaplık kılıcı ile kesti.» Elhasıl, Hatem’den gördüğü cömertliği etrafiyle anlattı.
Bunun üzerine padişah Tay hanedanını övdü. Comertlik Hatem’de hatmolmuştur. Hatem hakkında edilen şahadet doğrudur. Onun şöhreti ile işi birbirine mutabıktır, dedi ve memura bir kese akça verdi.
Güzel bulunup öyle kabul görse de,
Tekrar edilen söz usandırır,
Zira bir yemekte helva bir kez yenir.
-Neredesin? Göreceğim geldi.
Sevgilisi şu cevabı verdi: Özlemek, usanmaktan daha iyidir.
Ey sarhoş güzel. Geç kaldın, geç geldin. Eteğini kolay kolay bırakmayacağım ve elimi senden çekmeyeceğim.
Arada sırada gelip görülen sevgili, sık sık ve doya doya görülenden daha iyidir.
Nefsi çeken güzel yüzden daha iyidir.
Hastaların merhemi, kapalı kapıların kilididir.
Bir zaman sonra yok olur gider.
İşittim ki, Hatemi Tayi’nin atları içinde rüzgâr ayaklı, duman gibi siyah bir at vardı. Bu at koşmada saba yeli, kişnemede gökgürültüsü idi. Siyahtı. Şimşek ile yarışa çıksa, şimşeği geçerdi. Koşarken ovalara, dağlara dolu yağdırırdı. Görsen, oralardan nisan bulutu geçmiş sanırdın.
Bu at sel yürüyüşlü idi. Ovalar, sahralar aşardı. Rüzgâr ona yetişemez; toz gibi onun gerisinde kalırdı. Gemi suda nasıl yüzer giderse, bu da çölde öyle
giderdi. Kartal kuşu ondan ileri koşamazdı. Hatem’in her memlekete, her iklime, her yere yayılan evsafından bir parçasını Rum padişahına söylediler: «Atının koşmada, cenkçilikte eşi olmadığı gibi, ken- disinin de cömertlikte eşi yoktur» dediler. Padişah, âlim vezirine şöyle dedi: «Şahitsiz dava, insana utanç getirir. Ben Hatemi Tayîden o Arap atını isteyeceğim. Verecek olursa, bilirim ki, onda büyüklük şerefi var. Şayet vermiyecek olursa, anlarım ki, şöhreti, içi bol davul sesidir, kuru şöhrettir.»
Padişah Tay kabilesinin ahvaline vâkıf hünerli bir elçi gönderdi. Bu elçinin maiyetinde on kişi daha vardı. Bu heyet kara duman gibi korkunç, karanlık ve yağmurlu bir gecede Hatem’in kabilesine indiler. Adeta yer ölmüş, gök onun üzerine eğilmiş, ağlıyor. Sabah yeli esmeğe başlayınca, bu ölmüş toprağa yeniden can vermişti.
Heyet Hatem’in menziline vardılar. Zinderud irmağının kenarına yetişen susamışlar nasıl rahat ederlerse, öyle rahat ettiler. Hatem heyeti kabul ile bir at kesti, şeker döktü.Bunlara ziyafet çekti. Herbirine avuç avuç altın ver di. Heyet o gece Hatem’in konağında gecelediler. Sabah olunca, heyetin reisi olan vezir, şahın ricasını anlattı. Hatem at meselesini duyunca şaşkın, sarhoşa dön-
dü. Hasret dişiyle elini ısırdı: «Ey hünerli, şanlı Rum serveri. Bu haberi bana niçin gelir gelmez söylemediniz. O yel yürüyüşlü düldül koşuşlu atı dün gece kestim. Size etinden kebap yaptım Çünkü o sırada yağmurlar yağıyor, seller akıyor, yılkıların otlağına kadar gidip at getirmek korkulu işti. Size ziyafet için başka vasıtanda yoktu. Misafirleri karınları aç olarak uyutmayı mürüvvetime yakıştıramadım. Çünkü bana her tarafa yayılacak ad lâzımdır. Meşhur bir at isterse olmasın» dedi.
Sonra Hatem heyete hil’atler giydirdi, paralar verdi, Arap atları verdi. Ahlâk denilen şey yaradılış icabıdır. Sonradan kazanılamaz. Heyet döndü, işi padişaha olduğu gibi anlattı. Hatem’in cömertliği Rum diyarına yayıldı. Herkes onun güzel tabiatini alkışladılar.
Arkadaş! Hatem’e ait bu kıt’a ile iktifa etme. Bundan daha gökçek bir macera dinle.
Bir kobuzcu bir gece sarhoştu, kobuzunu koltuğuna almış, gidiyordu. Yolda bir âbide rastgeldi. Sarhoşlukla kobuzu abidin başına çaldı, kobuz kırıldı. Gündüz olunca, halim, selim olan âbit, bir avuç gümüş para aldı. Kobuz parası olmak üzere o taş yürekli kobuzcuya götürdü. Ona: «Arkadaş dedi, dün gece sar- hoş idin. Sarhoşlukla senin kobuzun, benim başımda kırıldı. Başımın yarası geçti, korku kalmadı. Halbuki senin kobuzun ancak para ile tâmir olunur. Şu parayı al,
kobuzunu tamir ettir», dedi. Başlarına halktan cefa taşları yağdığı için, Tanrı
dostlarının baş üstünde yerleri vardır.