İçeriğe geç

Bostan ile Gülistan’dan Seçmeler Kitap Alıntıları – Şeyh Sadi Şirazi

Şeyh Sadi Şirazi kitaplarından Bostan ile Gülistan’dan Seçmeler kitap alıntıları sizlerle…

Bostan ile Gülistan’dan Seçmeler Kitap Alıntıları

Kendini iyilerden sayacak olursan kötüsün. Allahlık insanda benlik olmaz.
Çölde rüzgarla yer değiştiren kum yığınlarının ortasında, aç susuz kalmış bir kimse, inci bulsa neye yarar, sedef bulsa neye yarar? Kumda açlıktan soluğu kesilen adamın kemerinde ha altın bulunmuş ha taş ne fark eder?
Her insan hayvandan iyi ve şerefli değildir. Kötü insan hayvandan aşağıdır. Vahşi hayvanlar bile kötü insandan hayırlıdır. Bir insan yemeden içmeden başka bir şey bilmiyorsa, böyle bir insan nasıl hayvandan daha faydalı olabilir.
Miden ile uğraşma onu yalnız doyurur.
Eğer azıcık mantığın varsa vücudunu aşırı besleme. Zira aşırı beslemekle onu mahvedersin. Adam olmak istiyorsan eğer, yemeği ölçülü ye, karını tıka basa doldurma.
Meyvalı dal başını aşağı tuttuğu gibi, akıllı insan da mütevazi olur.
Dünya alâkası vuslata mânidir; perdedir. Ne zaman alâkaları kesersen o zaman vuslata nail olursun.
Tane sağlam durdukça ondan bir şey gitmez.Ne zaman toprağa düşer, üzerini toprak örter, rutubetten ikiye ayrılırsa, o zaman uç verir filizlenir.
Seni benliğinden kim kurtarırsa, seni Cenabı Hakka o zat âşina eder.
Sende benlik oldukça kendine yol bulamazsın
Susmak, sırrını söyledikten sonra
“Başkasına açma” demekten daha iyidir.
Ağlamaktan Yakup gibi gözlerime kara su inse, Yusuf’un diyarında ümit kesmem
Hakiki âşıklar canan sevdasıyla candan; dost yâdiyle cihandan vazgeçmiş insanlardır
İnsan olduğu gibi görünmelidir. Olduğundan az görünen adam sonunda mahcup olmaz.
Sende benlik oldukça, kendine yol bulamazsın. Bu sözü benliğinden geçmiş olanlar anlarlar.
Hiçbir şeye gönül bağlamamalı, sonra gönlü ondan ayırmak zor olur.
Denilir ki elma bile, dostlarına veda etmiştir. Çünkü yüzünün bir yanı kırmızı, öbür yanı sarıdır.
Dost, dostundan aman etmez.
İki akıllı arasında kavga ve çekişme olmaz. Çünkü akıllı biri, dengesiz biriyle tartışmaz, onunla asla inatlaşmaz.
Kişi çocukluğunda terbiye olmazsa, büyüdüğü zaman hiç terbiye edilmez.
Yaş çubuğu istediğin gibi eğip bükebilirsin, ama kuru çubuğu ancak ateş düzeltir.
Aklı başında olan insan, cömertliği âdet edinir. Çünkü gayreti az olanlar, içsiz kabuğa benzerler.
Hiç yaşamamak, yıllarca hata içinde yaşamaktan iyidir! diyen Lokman Hekim ne kadar güzel söylemiş.
Bilmez ki, büyüklük tevazu ve yumuşak olmadadır!
Allah’ın emrini tutan, söz dinleyen kadın, fakiri padişah yapar.
Haydi altının gümüşün yok, bir tatlı dilin de mi yok!
Hakka karşı iyi, halka karşı kötü olan kimse, ibadetinden istifade edemez!
Üstü başı temiz, fakat ahlâkı kirli olan kimsenin Cehennem kapısını açmak için, anahtara ihtiyacı yoktur. Cehennemin anahtarı onu kötü ahlâkıdır.
Eğer nefsine düşkünsen, onun bunun kapısını kıble edinirsin! Nefsin her an Ver diye tutturursa, boynunu eğerek, seni zillet içinde dolaştırır.
Mal, ömrün huzuru içindir yoksa ömür mal biriktirmek için değil.
Bilesin ki; Gül bulunan bahçede diken, üzüm olan bağda şarap, define yerinde yılan, inci denizinde adam yiyen timsah eksik olmaz.
Lütuf ve ihsanı bir kese içine koyup ağzını düğümleme. İhsanını kimseden esirgeme. Bu riyacıdır,öteki hilecidir, deme. Varsın öyle olsunlar, sana ne? Akıl yahut şeriat dini dünyaya satmaya fetva vermez.
Kimde ki ilim,cömertlik, Allah korkusu yoksa, o kimse mânâsız kuru bir surettir.
Gönlünün dertli olmasını istemezsen, dertli gönülleri dertlerinden kurtar.
Sen cenneti çalışma ile kazanmadın; belki Cenabı Hak sende cennet ehlinin ahlâkını yaratmıştır.
Hakikaten bedbaht kimdir, diye soracak olsan, derim ki, rahatını başkasının zahmetinde, meşakkatinde arayan kimsedir.
Aşk ile halktan yüz çevirip sahraya düşen, yahut bir köşeye çekilen zayi olmadı, insanlıktan çıkmadı. Belki kaybetmiş olduğu şeyi buldu.
İnsanlar rızka bağlandıkları kadar, rızık sahibinede bağlansalardı yaratılışça meleklerin üstüne çıkarlardı.
dünya felâket oklarına nişangâh olduğu için oturup duracak yer değildir
Kârun’un bütün hazinelerini ele geçirsen, ancak bağışladığın kısmını götürmüş olursun kalanı burada kalır
Bir işe çalış ki, öldükten sonra seninle beraber kala. Çünkü senden geriye kalan senin değildir
Cenabı hakkın lutfu o kadar büyüktür ki, o büyüklüğünün yanında kendi günahımı büyük görmeğe utanıyorum. Günahıma büyüklük veremiyorum
Kişi ne kadar sağlıklı olsa da hayatın devam edeceğine güvenilmez. Hastalık ne denli ağır olsa da ölüme kesin delil olmaz.
Gönlümce yaşayayım istedim,
Ömrün nimet dolu sofrasından
Doyasıya tatmadan yeter dediler.
İnsanların sana itaat etmelerini diliyorsan, onlara daima adaletle davran, akıllıca hareket et. Zira halk ; zalim padişahtan kaçar, kötü adını tüm cihana yayar, onu dile düşürür. Saltanatını bozuk temeller üzerine kuran sultan, çok geçmeden kendi temelini de yıkmış olur.
Yol bilen yaya, yol bilmeyen, kılavuzu olmıyan atlıdan evvel menzile varır. İyilik tohumunu eken, muhakkak huzur ve saadet harmanını elde eder.
Ümidinin dalı meyvalı olsun
Bir memlekette zayıf kavim eziyet görüyorsa, oranın padişahına uyku haramdır.
İşittim ki bir gece, halkın yanık yüreğinden çıkan bir âh, bir ateş halini alıp Bağdad’ın yarısını yakmış. O sırada birisi: Çok şükür, bu yangın bizim dükkanımıza zarar vermedi demiş.

Cihan görmüş birisi ona şöyle demiş: Ey idrâksiz adam, sen yalnız kendini mi düşünürsün? Koca bir şehir yansın da, senin evin kurtulsun hoşuna gider mi? İnsanların açlıktan karınlarına taş bağladıklarını gören kimse, taş yürekli değilse, midesini doldurmaz

Kendi ayıbına utanmadan hamallık eden siz,
Başkasının ayıbına ne yüzle dil uzatırsınız.
Terazide altını olanın kolunda gücü vardır.
Dünyalığı olmayanınsa kimsesi yoktur.
Yüzsüz kimse başkasının şerefini düşünmez.
Nice elli yıllık iyi adı, çirkin bir iş kötüler.
Bir şeye ve kimseye gönül bağlamamalı.
Sonra gönlü çekip almak zordur.
Padişahım, kerem et, lûtuf ve ihsanda bulun. Yarın mahşerde divan kurulunca, herkesin derecesi ihsanına göre olur
Her gelen gider. Ne ekti ise onu biçer. İnsana iyi kötü addan başka bir şey kalmaz
Bir insanda iyilik ümidi, kötülük korkusu olunca akıllılık ona tabiat olur
Gökler aynasına sık sık bakmalı tedricen saffet kesbetmelisin
Bu sayede belki aşkı ilâhinin kokusu seni mesteder. (Elestü) bezmindeki zamanı ararsın; istiyerek yürür, yol alır, o makama erişir, oradan da muhabbet kanadiyle uçarsın. O makamda senin için yakin hâsıl olur. Bu yakin sayesinde hayâl perdeleri yırtılır. Cenabı Hak ile senin aranda ancak celâl perdesi kalır. Artık akıl beygiri daha ileri gidemez.Hayret onu dizgininden tutup lt; lt;dur gt; gt; der
Vehm kuşu ne kadar yükselse, O’nun Zatı’nın evcinde uçamaz, akıl ne kadar düşünse O’nun vasfının eteğine el eriştiremez
Kudretiyle can yaratan,hikmetiyle dilde söz yaratan Allahın adıyla başlıyorum.
Yerlerle göklerin sahibi olan yaratıcı, rızık kapılarını kimsenin yüzüne kapatmaz. Onun ilim denizi karşısında ; iki cihan, bir damla gibidir. Bütün günahları bilir, görür de yine de kullarına sabır ve anlayışla yaklaşır.
Kıskancın gözü çıksın!
Gözünde hünerler ayıp görünür,
Bir hünerin ve yetmiş kusurun varsa,
Dost sadece hünerini görür.
Hatırımdadır ki, Nil sekkası bir yıl suyunu Mısır’a sebil etmedi, yani taşmadı. Yağmur duası için birçok insanlar dağlara çıktılar. Feryat ederek yağmur istediler. Belki hallerine acır da gökyüzü ağlar diye ağlastilar, gözlerinin yaşları irmak gibi aktı. Fakat ancak göğün gözü sulandı: lakin yağmur yağmadı.
Mısır halkından birisi Zünnun Misri’ye kostu: «Halk
mihnet içindedir. Sıkıntı pek çoktur. Şu aciz insanlar için dua buyur. Çünkü Cenabı Hak sevdiği kullarının dualarıni reddetmez» dedi.
İşittim ki, bu müracaat üzerine Zünnun Medyen şehrine kaçtı. Gidişinden yirmi gün geçtikten sonra ihtiyar
Zünnun, kara gönüllü bulutun ağlamış olduğunu ve havuzların bol sularla dolmuş olduğunu haber aldı. Haber alınca Medyen’de duramadı, Misıra döndü. Bir ârif, Zünnun’a gizlice sordu: «Halk senden dua istedi, sen dua etmedin. Kalktın Medyen’e gittin. Bundaki hikmet nedir ?» dedi.
Zünnun şöyle cevap verdi: İşittim ki, kötülerin kötü işleri yüzünden kuşların, karıncaların, yırtıcı hayvanların rızkları darlaşır. Sonra memleket halkını tetkik ettim. İçlerinde benden daha günahkâr bir kimse göremedim. Anladım ki, bu kitlik, bu yağışsızlık benim yüzümden oluyor. Halka benim fenalığım dokunuyor. İyilik kapısı benim şerrimden kapanıyor. Halkı darlıktan kurtarmak için içlerinden çekildim.»
Arkadaş! Büyüklük lâzım ise herkese hürmet et.
Kimseyi kendinden daha fena görme. Büyükler böyle yaparlar.
Sen kendini hiçe saymadıkça, insanlar katında aziz olamazsın. Kendisini küçüklerden sayan büyük, dünyada âhirette büyüklüğe nail olur.

Bu toprak yığınında (dünyada) en temiz kul, en aşağılık bir köleye hâkipay olan kimsedir. Ey bizim toprağımıza (mezarımıza) uğrayan ziyaretçiler Azizlerin toprağı için olsun şu söyliyeceğim
sözleri hatırlayın:

Sâdi toprak olmuşsa da ne beis var. o, zaten sağlığında da toprak idi. Sâdi rüzgâr gibi dünyayı dolaştı ise de, nihayet kendisini kara toprağa teslim etti. Çok geçmeden toprak onu yiyecek,
sonra da rüzgâr o toprakları dünyanın her tarafına savuracaktır.

Mânâ gülistanı açıldı açılalı, hiçbir bülbül Sâdi ka-
dar güzel terennüm etmemiştir.

Böyle bir bülbül ölür de, toprağından gül bitmezse,
hayret ederim.

Kötü huylarımı bana güzel gösteren
Yalancı dostlarla görüşmekten uyanıyorum.
Küstah ve alçak düşmanlarım nerede ?
Hadi göstersinler bana ayıplarımı.
YEMEN PADİŞAHININ HATEMİ TAYI İLE
HİKAYESİ

Bilmem ki bana bu hikâyeyi kim söyledi. Hikâye şudur: Yemen’de bir padişah vardı. Bu padişah diğer adlı, şanlı padişahlardan ileri idi. Hazine bağışlamada benzeri yoktu. Ona cömertlik bulutu denilse, yaraşırdı. Çünkü
eli yağmur gibi para saçardı. Bu padişah, kendisini dünyanın en cömerdi bildiği
için, kimse onun yanında Hatem’in adını anamazdı. Şayet anacak olsalar, fena halde kızar, kızgınlığı da geçmezdi. Hem de: «Kimdir bu Hatem? Nedir ona ait sözler? Onun cömertliğinden ne olur, saltanatı yok, hazinesi yok, emir ve ferman sahibi değildir» diye Hatem’in şanina dokunacak şeyler söylerdi. İşittim ki, o padişah, bir kere şahane bir ziyafet verdi. Ziyafette bulunanları bir sazende çengini nasıl okşarsa öyle okşadı. Fakat o ziyafette bulunanlardan birisi
dedi ve arzusu hilâfma olarak Hatem adını andı. Diğer birisi de
Hatem’i övmeğe başladı. Padişah kıskançlığından o kadar kızdı, Hatem’e okadar kin tuttu ki: «Bu Hatem dünyadan kalkmadıkça be nim cömertliğim birinciliği kazanamıyacaktır» bir câniyi Hatem’i öldürmeğe memur etti.
Hatem’i öldürmeğe memur olan zalim, Hatem’i öldürmek maksadiyle: «Neredesin Tay obası!» diye yola, düştü. Süre süre, sora sora geldi. Tay obasına yetişti. Daha obaya girmeden, yolda sevimli, cana yakın bir geng
gördü. Bu genç güzel yüzlü idi, âlim arif idi, zarif idi, tatli sözlü idi. Yemen’den gelen o yolcuyu: «Bu gece bendemisafir olunuz! diye aldı, konağına getirdi, misafir edindi. Ona keremkârlık gösterdi. Yol zahmetini, garipliği unutacak âşinalıklarda bulundu. Bununla beraber hiz-met edemediği için özürler diledi. Elhasıl o kötülük düşünen kötü herifin gönlünü iltifatlar ile kaptı.
Misafir akşam yattı. Seher vakti olunca kalkıp yoluna devam etmek istedi.
Ev sahibi onu bırakmak istemedi. Elini, ayağını öptü. Ne olur, bir kaç gün daha kalınız, diye ricada bulundu. Misafir, itiraz ederek, şöyle dedi: «Kalmak isterdim. Ne çare ki, mâzurum, kalamıyacağım. Çünkü çok mühim bir işim var. O işi görmeğe mecburum.» Bu kerîm adam, misafire: «Sizi sevdim, dedi. işini
benden saklamıyarak söyleyecek olursan, birlikte düşünür, can ile çalışırım.»
Misafir şöyle dedi: «Ey âlicenap, asîl! Beni dinle, tabiidir ki, senden sır çıkmaz. Çünkü cömertsin. Cömertler sır saklarlar. Buralarda Hatem denilen biri varmış. Güzel fikirli, iyi huylu, muhterem bir zat imiş. Onu tanır misin? Padişahım Yemen padisahiyle onun arasında ne geçmiş bilmem? Padişahım ona pek kızmış. Başını kesip götürmek için beni memur etti. Eğer lütfeder; bana kiavuz olur, Hatem’in bulunduğu yeri gösterirsen, lütfuna, minnettar olurum. gt; gt;
Misafirden bu sözleri duyunca, genç Hatem güldü: «Hatem benim. işte başım. Haydi kıhcını çal, başımı gövdemden ayır. Sabah olup ortalık ağarmadan bu işi bitir. Çünkü gecikirsen kabilemden sana zarar gelir. Yahut maksadını elde edemezsin.» dedi ve kesilmek için başını misafirin önüne eğdi. Genç misafir Hatem’den bu sözleri işitince, bu teslimi görünce içinden kaynayıp gelen bir çığlık koptu, yere yıkıldı, sonra kalktı. Kâh toprağı öptü, kâh Hatem’in elini ayağını öptü. Kılıcını bıraktı. Tirkeşini attı. Acizler gibi hayretle ellerini göğsüne kavuşturdu. Şöyle dedi: «Eğer sana gül yaprağiyle uracak olursam, erler yanın-
da er değil, kahpeyim.» Sonra misafir, Hatem’in gözünü öptü. Onu kucakladı, nihayet ayrıldı. Yemen yolunu tuttu. Yemen’e vardi. Padişahın huzuruna çıktı.
Melik o memurun iki kaşı ortasına baktı. Anladı ki bir iş göremeden gelmiştir. Sonra melik ona hitap ile: «Söyle ne var, ne oldu? Haniya terkende Hatem’in başı yok. Anlaşılan, Hatem senden yiğit çıktı. Cenkte onunla başa çıkamadın.» dedi. Memur, padişahın önünde yer öpüp lâzım gelen hürmet merasimini ifadan sonra söze başladı, şöyle dedi: «O şöhret sahibi Hatem’i hünerli, sevimli, güzel yüzlü, cömert, akıllı, mertlikte benden daha üstün gördüm. Bana karşı pek lûtuf ve kerem gösterdi. Bu kerem yükü belimi iki kat etti. Beni iyilik, âlicenaplık kılıcı ile kesti.» Elhasıl, Hatem’den gördüğü cömertliği etrafiyle anlattı.
Bunun üzerine padişah Tay hanedanını övdü. Comertlik Hatem’de hatmolmuştur. Hatem hakkında edilen şahadet doğrudur. Onun şöhreti ile işi birbirine mutabıktır, dedi ve memura bir kese akça verdi.

Söz gönlü her ne kadar okşasa,
Güzel bulunup öyle kabul görse de,
Tekrar edilen söz usandırır,
Zira bir yemekte helva bir kez yenir.
Biri konuşurken sözü bitmeden araya giren kişi dışında, hiç kimse kendi cehaletini itiraf etmemiştir.
“Cömert insan kök salan bir ağaçtır; keremsiz in­san ise dağlarda yetişen odundur.”
Ey sevgilim! Beni bir keskin kılıçla vursan bile, yine senden vazgeçmem. Senden başka sığınağım yok. Kaçsam bile sana kaçacağım.
Birisi çoktan beri sevgilisini görmemişti. Onu görür görmez dedi ki:
-Neredesin? Göreceğim geldi.
Sevgilisi şu cevabı verdi: Özlemek, usanmaktan daha iyidir.
Ey sarhoş güzel. Geç kaldın, geç geldin. Eteğini kolay kolay bırakmayacağım ve elimi senden çekmeyeceğim.
Arada sırada gelip görülen sevgili, sık sık ve doya doya görülenden daha iyidir.
Ruhu okşayan güzel ses,
Nefsi çeken güzel yüzden daha iyidir.
Nitekim azıcık güleryüz çok maldan iyidir.
Hastaların merhemi, kapalı kapıların kilididir.
Gösterilmeyen hüner ve marifet
Bir zaman sonra yok olur gider.
“Sonbaharda gül ağacını yıkma ki, ilkbaharda onun güzel manzarasından mahrum olmayasın..”
“Öfke zamanında merhamet ne güzel şeydir.”
HATEMİ TAYİ HİKÂYESİ
İşittim ki, Hatemi Tayi’nin atları içinde rüzgâr ayaklı, duman gibi siyah bir at vardı. Bu at koşmada saba yeli, kişnemede gökgürültüsü idi. Siyahtı. Şimşek ile yarışa çıksa, şimşeği geçerdi. Koşarken ovalara, dağlara dolu yağdırırdı. Görsen, oralardan nisan bulutu geçmiş sanırdın.

Bu at sel yürüyüşlü idi. Ovalar, sahralar aşardı. Rüzgâr ona yetişemez; toz gibi onun gerisinde kalırdı. Gemi suda nasıl yüzer giderse, bu da çölde öyle
giderdi. Kartal kuşu ondan ileri koşamazdı. Hatem’in her memlekete, her iklime, her yere yayılan evsafından bir parçasını Rum padişahına söylediler: «Atının koşmada, cenkçilikte eşi olmadığı gibi, ken- disinin de cömertlikte eşi yoktur» dediler. Padişah, âlim vezirine şöyle dedi: «Şahitsiz dava, insana utanç getirir. Ben Hatemi Tayîden o Arap atını isteyeceğim. Verecek olursa, bilirim ki, onda büyüklük şerefi var. Şayet vermiyecek olursa, anlarım ki, şöhreti, içi bol davul sesidir, kuru şöhrettir.»
Padişah Tay kabilesinin ahvaline vâkıf hünerli bir elçi gönderdi. Bu elçinin maiyetinde on kişi daha vardı. Bu heyet kara duman gibi korkunç, karanlık ve yağmurlu bir gecede Hatem’in kabilesine indiler. Adeta yer ölmüş, gök onun üzerine eğilmiş, ağlıyor. Sabah yeli esmeğe başlayınca, bu ölmüş toprağa yeniden can vermişti.
Heyet Hatem’in menziline vardılar. Zinderud irmağının kenarına yetişen susamışlar nasıl rahat ederlerse, öyle rahat ettiler. Hatem heyeti kabul ile bir at kesti, şeker döktü.Bunlara ziyafet çekti. Herbirine avuç avuç altın ver di. Heyet o gece Hatem’in konağında gecelediler. Sabah olunca, heyetin reisi olan vezir, şahın ricasını anlattı. Hatem at meselesini duyunca şaşkın, sarhoşa dön-
dü. Hasret dişiyle elini ısırdı: «Ey hünerli, şanlı Rum serveri. Bu haberi bana niçin gelir gelmez söylemediniz. O yel yürüyüşlü düldül koşuşlu atı dün gece kestim. Size etinden kebap yaptım Çünkü o sırada yağmurlar yağıyor, seller akıyor, yılkıların otlağına kadar gidip at getirmek korkulu işti. Size ziyafet için başka vasıtanda yoktu. Misafirleri karınları aç olarak uyutmayı mürüvvetime yakıştıramadım. Çünkü bana her tarafa yayılacak ad lâzımdır. Meşhur bir at isterse olmasın» dedi.
Sonra Hatem heyete hil’atler giydirdi, paralar verdi, Arap atları verdi. Ahlâk denilen şey yaradılış icabıdır. Sonradan kazanılamaz. Heyet döndü, işi padişaha olduğu gibi anlattı. Hatem’in cömertliği Rum diyarına yayıldı. Herkes onun güzel tabiatini alkışladılar.
Arkadaş! Hatem’e ait bu kıt’a ile iktifa etme. Bundan daha gökçek bir macera dinle.

Sel suyu yüksekte durmadığı gibi, maksat da yüksek hikmetten kaçar.
ABID ILE KOBUZCU HİKÂYESI
Bir kobuzcu bir gece sarhoştu, kobuzunu koltuğuna almış, gidiyordu. Yolda bir âbide rastgeldi. Sarhoşlukla kobuzu abidin başına çaldı, kobuz kırıldı. Gündüz olunca, halim, selim olan âbit, bir avuç gümüş para aldı. Kobuz parası olmak üzere o taş yürekli kobuzcuya götürdü. Ona: «Arkadaş dedi, dün gece sar- hoş idin. Sarhoşlukla senin kobuzun, benim başımda kırıldı. Başımın yarası geçti, korku kalmadı. Halbuki senin kobuzun ancak para ile tâmir olunur. Şu parayı al,
kobuzunu tamir ettir», dedi. Başlarına halktan cefa taşları yağdığı için, Tanrı
dostlarının baş üstünde yerleri vardır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir