İçeriğe geç

Boşa Geçirecek Vakit Yok Kitap Alıntıları – Ursula K. Le Guin

Ursula K. Le Guin kitaplarından Boşa Geçirecek Vakit Yok kitap alıntıları sizlerle…

Boşa Geçirecek Vakit Yok Kitap Alıntıları

Şahane bir özgürlüktü bu,çokça özlüyoruz.
Çocukluğumun rutinine,alışverişi haftada bir kez yaptığımız zamanlara dönmek…
Tüm vaktim yaşamakla geçiyor.
Yaratıcı olan bir yetişkin, sağ kalabilmiş bir çocuktur.
Neticede öğrenilecek çok şey var ve hepsi test edilemez. Büyüklerimizin bize söylediklerine gerçekten inanmamız lazım. Kendi kendimize de idrak edebiliriz ama kendi algılarımıza göre nasıl davranacağımıza ilişkin çok sınırlı içgüdüsel bilgimiz var ve dünyamızı nasıl düzenleyeceğimize, yolumuzu nasıl bulacağımıza dair temel kalıpların bize gösterilmesi gerekiyor.
Bu yüzden gerçek bilginin ölçülemez bir değeri ve bir çocuğa yalan söylemenin affedilemez bir yanlışlığı var. Yetişkinlerin inanmama seçeneği bulunur. Bir çocuğun, özellikle de kendi çocuğunuzun, böyle bir seçeneği yok.
Çocuğun kendisine söylenenlere inanabilmesi gerekir. Onun inancı, bizim dürüstlüğümüz ile onurlandırılmalıdır.
Karşısına her zaman yeni şeyler çıkaran kocaman bir dünyayı nasıl düzenler bir çocuk? Elinden gelenin en iyisini yapar ve yapamadığı şeyler için de yapması gereken zamana kadar canını sıkmaz. Bu benim Çocuk Gelişimi Teorim.
Bir gemi nasıl kendisini dalgalara teslim ederse, kocaman yosun ormanları nasıl akıntıların ve gelgitlerin hareketine teslim olursa, denizin kendisi nasıl Ay’ın yerçekimine kendini bırakırsa, dinleyiciler de onları çepeçevre saran sese teslim olur. Bu derin müzik en nihayetinde geri çekildiğinde, okyanus olmaya gerçekten de çok yaklaştığımı hissettim.
Doğa, der Wordsworth, hiç durmaksızın bize ebedi olanı hatırlatır ve biz bu hatırlatıcılara en çok çocukluğumuzda açık oluruz.
William Wordsworth’ün Ode on İntimations of Immortinality [Ölümsüzlüğün İmaları Üzerine Kaside] adlı eseri, insanın kendi çocuk tarafıyla bağlantısını sürdürmesinin gerekliliği ve zorluğuna ilişkin mükemmel bir beyandır. Şiir, içtenlikle hissedilen ve içtenlikle düşündüren radikal bir argüman sunar:
Bir uyku ve bir unutuştur aslında doğumumuz
Kahramanı isyankar bir uyumsuz olan çocuk kitaplarının ardı arkası kesilmiyor; bu kitaptaki kız ya da oğlan çocuğu (genellikle sıradan biri olarak tasvir edilir ve neredeyse tahmin edilebilir şekilde kızıl saçlıdır) Kuralları sorgulayarak, kurallara karşı koyarak ya da onlara aldırmayarak başını sürekli belaya sokar. Her genç lider kendini bu çocukla özdeşleştirilir ve buna da hakkı vardır. Bazı konularda, bir dereceye kadar, çocuklar toplumun kurbanlarıdır: Ya çok az güçleri vardır ya da hiç yoktur; içlerinde olanı gösterme fırsatı verilmez.
Sadece olgunluğun salt çocukluğun kaybı ya da çocukluğa ihanet edilmesi demek olduğunu düşünen anlayışa satışıyorum.
kedilerde utanma duygusu yoktur, çok nadiren utanırlar.
Eğer belirsizliğin verdiği özgürlükten korkmuyorsanız, fantazyada korkulacak hiçbir şey yoktur. İşte bu yüzden bilimi seven birinin fantazyadan hoşlanmayacağını tahayyül etmek zor geliyor bana. Her ikisi de belirsizliğin kabulüne, cevapsız soruların hoşgörü ile karşılanmasına dayanmaktadır. Elbette bilim insanları işlerin öteki türlü nasıl olabileceğini tahayyül etmek yerine, nasıl bu şekilde olduklarını sormaya çabalar. Peki bu iki icraat birbirine zıt mı yoksa alakalı mı? Gerçekliği doğrudan sorgulayamayız; bunun için yapılacak şey geleneklerimizi, inancımızı, tutucu taraflarımızı, gerçeklik inşamızı sorgulamaktır. Galileo’nun da Darwin’in de söylediği tek şey şuydu: Düşündüğümüz şekilde olmak zorunda değil.
Yin-yang sembolünde, her iki taraf birbirlerine karşı olan bütüncül bağımlılıklarını ve sürekli değişebilme özelliklerini gösterecek şekilde kendi içinde diğerinin bir kısmını barındırır. Figürün kendisi değişmez, ama her iki yarıda da dönüşümün tohumu mevcuttur. Sembol bir durağanlığı değil, süreci temsil eder.
Benim hammaddem, kullandığım malzemem, bütün derdim kelimeler. Kelimeler benim bir yumak ipliğim, ıslak kilden topraklarım, yontulmamış ağaç kütüğüm. Kelimeler benim sihrim, atasözlerine uymayan pastam. Hem karnımı doyuruyor hem de hala benimle duruyor.
Ve bunun yanı sıra, ayrılmaz bir bütün olarak, kelimelerin birbiriyle ettikleri anlam danslarını, cümledeki ya da metindeki hayali dünyaların inşa edilip paylaşılmasını sağlayan karşılıklı ilişkilerin karmaşıklığını ve sonsuz değişimlerini seviyorum. Yazmak, hayatımı kazandığım mesleğimde bitmez tükenmez bir oyunla beni kelimelerin hem inşa etme hem de paylaşma yönüne dahil ediyor.
Yazmak riskli iş. Hiç garantisi yok. Şansınızı denemeniz lazım. Ben o riski aldığıma memnunum. Şansımı denemeyi seviyorum.
1955 yılında bir metnin herhangi biri için taşıdığı anlam bir gün aynı metnin 2022’de ifade edeceği şeyden tümüyle farklı olabilir.

Oregon’da ifade ettiği anlam, İstanbul’da anlaşılmaz olabilir; oysa İstanbul’da benim hiç niyetlenmediğim bir anlam da taşıyabilir

Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Le Guin, doğal yaşam konusunda her zaman olağanüstüdür. Arka planda şakıyan kuşlara, ağaçtaki yapraklara daima özen göstermesiyle şimdiye kadar tanıştığım insanlar arasında etrafını en çok umursayan kişi odur.

diyor kitabın önsözünde ünlü bir yazar ????

Hayatın anlamı kedilerdir der Bilge, arayıştaki adama.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Ergenliğimde bomboş yazlarım vardı. Üç boş ay. Belirlenmiş herhangi bir uğraş olmadan. Okuldan sonraki zamanların çoğu da boştu. Okuyordum, yazıyordum, Jean, Shirley ve Joyce ile takılıyordum; düşünceler ve duygular, ah Tanrım, derin düşünceler ve derin duygular içinde avare avare dolaşıyordum. Umarım bazı çocukların da hala böyle zamanları vardır.
Her zaman çalışan bir kadın oldum ve kendimi böyle görmekten de gururluyum.
Boş vaktin tersi, meşgul vakit olsa gerek. Benim durumumda boş vaktin ne olduğunu bilmiyorum, çünkü benim tüm zamanlarım dolu. Her zaman böyleydi, şimdi de böyle. Tüm vaktim yaşamakla geçiyor.
Gelecek hafta 81 yaşına giriyorum. Boşa geçirecek vaktim yok.
İyi şeyler iyi insanların başına gelir ve ruhu genç olanlar için de gençlik sonsuza dek sürer
Evet, tabii.
Olumlu düşünmenin hatırı sayılır bir gücü var. Muazzam bir plasebo etkisi bu.
Gerçeği inkar etmektense onu kabullenmek ve bunun üzerine düşünmek yeğdir.
Evrenin merkezi olmayı istememek, yanımda bir kedi olmasından hoşlanmadığım anlamına gelmiyor.
İşte doğuyor güneş. Güzellikler içinde doğuyor. Güvenilebilir bir mucize bu, her gün birkaç dakika daha geç ve birazcık daha güneyde.
Vaşağımın tuhaf şansı onu yapay bir ortamda, kendisine tamamen yabancı bir insan topluluğuyla yaşamaya sürükledi. Kendi doğal, karmaşık vahşi ortamından böyle ayrılması acımasız ve kesinlikle doğal değil. Fakat onun bir başınalığı, yalnızlığı doğasının da bir hakikati. Kendisi bu doğasını koruyor ve bunu bizlere hiç değişmemiş halde yansıtıyor. Bize yıkılmaz yalnızlığının hünerini sunuyor.
Altın renkli gözleriyle loşluğu ve sessizliği izleyerek oturuyordu. Rilke buna hayvanın saf, katıksız bakışları der. Bu bakış, hakikaten dik bir bakıştır; aklınızdan geçeni okuyabilir. Kendimi yetersiz ve yersiz hissettiğim o anda hiç beklenmedik, muhteşem bir hayvanın varlığı, güzelliği, mükemmel iradesi bana ferahlık, teselli, huzur getirdi.
Benim gibi yalnız çalışan insanlar, içe dönük ve aslında biraz da inceliksiz olma eğilimindedirler.
Çocukken bu konularda çenemi kapalı tutardım. Şüphecilik sevimsiz bir şeydir. Şimdi rahat rahat konuşuyorum, çünkü artık sevimli olmak için fazla yaşlıyım.
Gerçek bilginin ölçülemez bir değeri ve bir çocuğa yalan söylemenin affedilemez bir yanlışlığı var. Yetişkinlerin inanmama seçeneği bulunur. Bir çocuğun, özellikle de kendi çocuğunuzun, böyle bir seçeneği yok.
Gerçeği inkâr etmektense onu kabullenmek ve bunun üzerine düşünmek yeğdir.
Bu konserlerin ikisinden de çıktığımda, devletimiz kendini parçaları ayırırken ve türümüz kendi yuvasını mahvetmek için deliler gibi uğraşırken nasıl da havada, ruhumuzda titreşimler yaratmaya devam ettiğimize, bu müziği, bu soyut, güzel, cömert şeyi yapabildiğimize hayret etmekle meşguldüm
Patileri ak, kuyruğu kara.
Etrafta olmadığında düşüyorum dara.
Tüyü yumuşacık, mırıltısı içten.
Nereye gitsen kuyruğu havada gelir peşinden.
Smokin ile katılır her etkinliğe.
Dalarsın bakışlarının derinliğine.
Yürüyüşü uysal, parmakları diken diken.
O pembe burnuyla düşünceli halini seyrettiren.
Sokaktan gelme, Pard adı.
Onsuz hayat olurdu çok acı.
Kedimin öldürdüğü fare
bir faraşla çöp kutusuna
taşınan gri paçavra
Diyorum ki ruhuna:
Bak kimse yok gizlenecek
koş şimdi, dans et
o büyük evin
duvarlarının içinde
Ve şöyle diyorum bedenine:
Yüce yeryüzünün
bedeni içinde
nihayetsiz bir varoluşla
rahat olacaksın artık.
Biz şu anda ihtiyacımız olan büyük romanlara sahibiz ve yine tam şu anda bir erkek ya da kadın, okuyacağımız ana kadar ona ihtiyacımız olduğunu bilemediğimiz yeni bir kitabı kaleme alıyor.
Edebiyat pek çok erkeğin kendi hakları olduğunu düşündüğü bir alan. Virginia Woolf bu alanda başarılı bir mücadele sergiledi. Kendisi o ilk ve en etkili cezadan, ölümünden sonra edebiyat kanonundan tümüyle dışlanmaktan kıl payı kurtuldu. Yine de seksen doksan yıl sonra hâlâ züppelik ve delilik suçlamaları onu itibarsızlaştırmak ve küçültmek için kullanılıyor. Marcel Proust’un noksanlıkları ve nevrotikliği de en az Woolf’unki kadar dikkat değerdi. Fakat salt kendine ait bir oda değil, mantar panolarla kaplı bir oda istemesi onun bir dâhi olduğunun kanıtı olarak görülüyordu. Woolf’un kuşların Yunanca şarkı söylediğini duyması ise sadece onun hasta bir kadın olduğuna delalet.
Darwin’in otobiyografisinden: Gösterdiğim gayreti kanıtlayabilirim: Bir gün köhne bir ağaç kabuğunu parçalarken türüne az rastlanan iki böcek gördüm, birini bir elime öbürünü de diğer elime aldım; sonra üçüncü ve yeni bir tür gördüm, onu kaybetmeye dayanamazdım, bu yüzden sağ elimde tuttuğum böceği ağzıma atıverdim. Heyhat! Dilimi yakacak kadar yoğun acılıkta bir sıvı püskürttü, böceği tükürmek zorunda kaldım. O da üçüncü böcek gibi kaybolup gitti.
Araba kullanmayı öğrendim fakat ehliyet almadım, zaten ben ve beni tanıyan herkes de bu duruma minnettar. Ben karşıdan karşıya geçmeye başlayıp sonra hiçbir neden olmadan gerisingeri kaldırıma seğirten ve ardından siz kavşağa girer girmez birden arabanızın önüne çıkan o yayalardan biriyim. Ramak kala atlatılan birkaç kazanın ve yüklüce berbat küfrün sebebi benim. Bir otomobille silahlandırıldığımda neler yapabileceğimi düşünmek çok korkunç.
Öteki yazarlar tek bir kitapla geriye bırakacakları mirası güvence altına alırlarken, Le Guin bunu başaracak bir düzine kitap yazdı. Ve en son romanı Lavinia hiç şüphesiz onun en iyi eserleri arasında. Hem üretken hem de kudretli. Hem oyunbaz hem de dilbaz. Hayatında da işinde de her daim iyiliğin gücünü temsil ediyor ve sert bir toplum eleştirmeni; dünya gözlerimizin önünde kötülüğe yönelirken böyle bir duruş her zamankinden daha elzem. Hem okur hem de yazar olarak onun izinden giden bizler çok şanslıyız. Sadece onu sevmekle kalmıyoruz, ona muhtacız.
Sanat bir izahat değildir. Sanat bir sanatçının yaptığı şeydir, sanatçının açıkladığı şey değil.
Tüm vaktim yaşamakla geçiyor.
Hayatın dört bir yandan kuşattığı insanlar için, boş vakit aslında özgür olduğunuz vakittir ve hal böyle olunca da kıymete biner.
Muhakkak ki bir öfke patlaması ruhu arındırır ve havayı temizler. Fakat beslenip büyütülen öfke, bastırılmış bir öfke gibi davranmaya başlar: İntikamcılıkla, kincilikle, güvensizlikle havayı zehirlemeye başlar, kin ve dargınlık doğurur, kinin sebepleri ve dargınlığın haklılığı üzerine hiç durmaksızın kafa yorar. Öfkenin doğru anda, doğru bir hedefe yönelik olarak açık ve net bir şekilde ifade edilmesi etkilidir, öfke iyi bir silahtır. Fakat bir silah ancak tehlike durumuna uygundur, ancak o durumda meşrudur. Her gece yemek masasında ailenizi hiddetinizle korkutmanızı, hangi televizyon kanalının izleneceğine dair anlaşmazlığı çözmek için öfke nöbetine sığınmanızı, önünüzdeki arabanın dibine girerek öfkenizi ifade etmenizi ve sonra da saatte 130 kilometre ile sağından geçerek Defol Git! diye bağırmanızı hiçbir şey meşru kılamaz.
Anlamsız bir sorunun yalnızca anlamsız yanıtlar olabilir.
Tek bir hayatta kalma taktiğine bel bağlayan ve başka yöntemleri aramayı bırakan – uyum sağlamaktan vazgeçen- bir organizma, yüksek risk altındadır. Uyum sağlayabilme bizim temel düsturumuz ve en güvenilir yeteneğimizdir. Bizim türümüz neredeyse dur durak bilmeden, dehşete düşürecek şekilde yeni koşullara uyum sağlayabilir. Kapitalizmin de kendisi için uyumlu olduğunu düşünüyor, fakat elindeki tek taktik sınırsız büyüme; Bu yüzden uyum sağlayabilirliğinin sınırı geri dönüşü olmayan bir şekilde belirlenmiş durumda. Biz o sınıra çoktan ulaştık. Bu yüzden çok yüksek bir risk altındayız
Gazap Üzümleri’nin filmini de izledim ve evet, kitapta işlenebilecek unsurlara sadık kalmış iyi bir film; ve evet, Henry Fonda çok iyiydi.

Fakat bir film seyredebildiğiniz bir şeydir; bir roman ise dille inşa edilir. İşte bu romanda da güzel ve güçlü olan, onun DİLİDİR; bu sanat bize sadece yazarın gördüğü şeyi göstermez, aynı zamanda bir duygunun paylaşabilmesinin mümkün olduğu ölçüde yazarını tutkulu ıstırabını, öfkesini ve sevgisini paylaşmamıza müsaade eder.

İnkâr yoluyla cesaretlendirilme ne kadar iyi niyetli olsa da geri teper.

. İnkâr hiçbir şeye, hiç kimseye, hiçbir amaca yaramaz.

Bana kalırsa yaş meselesine saygı duyma geleneğinin kendi içinde meşru bir gerekçesi var. Günlük yaşantıyla başa çıkabilmek, farkına varmadan her daim kolayca yaptığımız şeyleri yapmaya devam etmek bile yaşlılıkta gittikçe zorlaşır, nihayetinde o eylemi yapabilmek için gerçekten cesaretinizi toplamanız gerekebilir. İhtiyarlık genellikle acı ve tehlike içerir, kaçınılmaz olarak da ölümle sonuçlanır. Bunun kabulenilmesi cesaret ister. Cesaret de saygı gösterilmesini hak eder.
İkinci şık Amerika Birleşik Devletlerinde ekonomik istikrar ve büyüme. bunu görünce bir durdum. Kapitalist düşünce sisteminin yahut düşünemeyişlerin muazzam bir örneği: Büyümeyi ve istikrarı aynı şey saymak! Nihayetinde sayfanın kenarına İkisini aynı anda sahip olamazsınız yazdım ve hiçbir kutucuğu işaretlemedim.
Galileo engizisyon mahkemesi karşısında dünyanın dönmediğini ilan etmek zorunda kalmış ama en sonunda fısıldayarak şu cümleyi söylemiştir: Yine de dönüyor
“ Gösterdiğim gayreti kanıtlayabilirim: Bir gün köhne bir ağaç kabuğunu parçalarken türüne az rastlanan iki böcek gördüm, birini bir elime öbürünü de diğer elime aldım; sonra üçüncü ve yeni bir tür gördüm, onu kaybetmeye dayanamazdım, bu yüzden sağ elimle tuttuğum böceği ağzıma atıverdim. Heyhat! Dilimi yakacak kadar yoğun acılıkta bir sıvı püskürttü, böceği tükürmek zorunda kaldım. O da üçüncü böcek gibi kaybolup gitti.”
Evrenin merkezi olmayı istememek, yanımda bir kedi olmasından hoşlanmadığım anlamına gelmiyor.
Büyük teyzem Betsy’nin onu hakir gören bir kadın için dediği gibi, Onun zevksizliğine acıyorum.
Kendi öfkemin pozitif kaynaklarını ya da yönlerini ararken, birinin farkına vardım: kendine saygı. Küçümsendiğimde ya da bana patronşuk taslandığında, hemen o anda, orada sinirle ve saldırma hissiyle parlıyorum. Hiç de suçluluk hissetmiyorum.
Bir film seyredebildiğiniz bir şeydir, bir roman ise dille inşa edilir. İşte bu romanda da güzel ve güçlü olan, onun DİLİDİR. Bu sanat bize sadece yazarın gördüğü şeyi göstermez, aynı zamanda bir duygunun paylaşılabilmesinin mümkün olduğu ölçüde yazarın tutkulu ıstırabını, öfkesini ve sevgisini paylaşmamıza müsade eder.
Benim hammaddem, kullandığım malzemem, bütün derdim kelimeler. Kelimeler benim bir yumak ipliğim, ıslak kilden toprağım, yontulmamış ağaç kütüğüm.
Yine de Bir Şeyi Hemen Yapmak Yerine Sürekli O Şey Hakkında Düşünmek Zorunda Kalmak Can Sıkıcı..
Halk bundan faydalanmadığı müddetçe, ekonomik büyüme yalnızca zenginlere yapılan bir para yardımıdır.
İnkar, korkunun ellerinde etkili bir silaha dönüşür.
Erkeklerin grup dayanışmasını insan ilişkileri açısından son derece tesirli bir güç olarak görüyorum, hatta belki de 20. yüzyılın sonlarındaki feminizmin hesaba kattığından daha güçlü.
Sanat bir at yarışı değil. Edebiyat da Olimpiyat değil. Büyük Amerikan Romanı’nın canı cehenneme. Biz şu anda ihtiyacımız olan tüm büyük romanlara sahibiz ve yine tam şu anda bir erkek ya da kadın, okuyacağımız ana kadar ona ihtiyacımız olduğunu bilmediğimiz yeni bir kitabı kaleme alıyor.
Sanat siyah ya da beyaz, erkek ya da kadın, Amerikan ya da değil kavramlarından çok daha büyüktür. İnsanlar ille de bizim onları genelde pek düşünmeden yerleştirdiğimiz o tek tip ırksal, cinsiyetli ya da milliyetçi kutuların içinde (ya da onlarla uyumlu olarak) yaşamaz. Edebiyattan bu yapıları güçlendirmesini istemek hata olur. Edebiyat o kutuları kırmaya meyillidir. Edebiyat kendimizi özgür kıldığımız yerdir.
Gerçek dünyada nihai muzafferin iyi taraf olması gerektiğinde ısrarcı olursak, haklı olmayı güçlü olmak uğruna feda ederiz.
En nihayetinde “İyi olan kazansın” lafı iyi adamların kazanacağı anlamına gelmez. “Adil bir mücadele olacak, önyargı yok, mücadele yok; böylece iyi olan savaşçı kazanabilecek” demektir bu. Eğer kalleş bir zorba iyi olanı alt ederse, bu kalleş zorba şampiyon ilan edilir. Adalet böyle bir şey. Fakat bu çocukların kaylanabileceği türden bir adalet değil.
Çocukluğa saygı göstermeyi öğretmeyen toplumlarda yaşayan insanlar, kendi çocuklarını anlamayı, onlara değer vermeyi ve hatta onları sevebilmeyi öğrenirlerse şanslı sayılırlar.
Uzun bir ömür sürebilmek için yeşil yapraklarla sardalyeleri yiyip 150 faktörler güneş kremlerini kullanıyorsanız, alt karın ve artık her neyse o kasları geliştiriyorsanız, bu iyi bir şey ve belki de işe yarayabilir. Fakat bir hayat ne kadar uzunsa, ihtiyarlık da o kadar uzun sürecek.
İhtiyarlık, yaşlanan herkes içindir. Cengaverler yaşlanır, muhallebi çocukları da yaşlanır.
Hayatın dört bir yandan kuşattığı insanlar için, boş vakit aslında özgür olduğunuz vakittir ve hal böyle olunca da kıymete biner.
Şu günlerde çoğunlukla korkular ağır basıyor. Çocuklarım küçükken çevreyi ve dünyayı onlar için bütünüyle mahvetmemiş olabileceğimizi umuyordu, fakat şimdi bunu başardık ve yalnızca birkaç ay sonrasını düşünen vurguncu sanayiciliğe her zamankinden daha çok yenik düşmüş durumundayız; bu yüzden gelecekteki kuşakların ferah ve huzurlu bir hayat sürebileceğine dair taşıdığım tüm umutlar çok zayıfladı ve gittikçe daha karanlık bir hal almak zorunda kaldı.
Korku nadiren akıllıcadır ve asla müşfik değildir.
Bir yumurtayı kabuğunu soymadan yemek sadece pratik değil, azim, hatta cesaret ve muhtemelen suça iştirak etme arzusu gerektiriyor.
” son söz diye bir şey yok. ”

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir