İçeriğe geç

Boranla Gelen Kitap Alıntıları – Nikiforos Vrettakos

Nikiforos Vrettakos kitaplarından Boranla Gelen kitap alıntıları sizlerle…

Boranla Gelen Kitap Alıntıları

Vurulmuş gibiyim.
Oysa çevremdekilere inancım tamdı. İyilik dolu insana, güzelliğe, yaşama Ve şimdi tüm inançlarım, rüzgârın boşlukta savurduğu ağaç dallarını andırıyor.
Hiçbir sözcük acılı bir anaya söylenebilecek güzellikte olamaz.
Gelecek aydınlıktır, kuşkusuz. Ama şu geleceği bir görebilsem
Damarlarımı, yaşam denen gövdeye bağlamaya çalışıyorum,
..üzerine şimşek düşmüş bir ağaç gibiyim şu an.
Ve bir kuzu gibi kıyım’a götürdüler seni
Uzun bir mutsuzluk dönemi sezinler gibiyim.
Yalnızım. Dilediğimce düşünebiliyorum.
Issız bir yere gidiyorum, beni görmeye gelin.
Bu karanlık ve sessizlik, bir kefen sanki.
Eşyaları kefenliyor sanki.
Gözlerim, pencereye doğru bakarken büyüdükçe büyüyor.
Gürültü Evin içinde mi, dışında mı, bilemiyorum.
Kitapların ruhları kitaplığın raflarına takılmış, kanat çırpıyor.
«Ruhum okyanusun ortasında bir sandal gibi. Küçücük, önemsiz bir sandal.»
Gerçekler açık. Ama kimse ses çıkaramıyor.
Kim, ne hakla, yaşamın her noktasında içine düştüğümüz bu büyük açmazın bütün çıkış yollarına YASAKTIR sözcüğünü yerleştirmiş? Engellere karşıyım! Atıldığı yerde hareketsiz yatan bir ölü değilim ben! Çevremdeki bataklığa saygı göstermem olanaksız!
İnançla kuşku, sevgiyle tiksinti, yaşamla ölüm arasında gülümseyerek yürüyorum. İçimdeki iyimserliği yitirmemek için çaba harcıyorum. Damarlarımı, yaşam denen gövdeye bağlamaya çalışıyorum, ruhumu doğayla bütünleştirmek çabasındayım. Ne ki bütün çabalarımın boşa gideceği korkusu var içimde.
İnim inim inleyen halkımı severim. Bu işkenceci diktatörlerden iğreniyorum.
Nedir ölçüsü bu karanlığın? Yeryüzünde, yapacağı kötülük nereye dek varabilir? İşte bu yüzden zaman zaman insanın kötürüm olduğu kuşkusu düşüyor içime. Tüm beynimdekilerin yarım olduğu kuşkusu. Bir an geliyor, her şeyi kırıp geçiren bu güçleri bütün dünyanın üzerine gerilmiş ateşten bir örtü gibi görüyorum. Özgürlük, Adalet, Barış? Yoktur bu denli sulanan başka ağaç. Nerede çiçekleri? Nerede ürünleri?
Kendim için, ruhum için varoluş. Ve bu varlığın katıksız, içi dışı bir olabilmesi uğruna mücadele etmem gerek.
Mutluluk peşinde miyim? Hayır, derdim bu değil. Yaşamımı sürdürebilmek için yüreğime yardımcı olmaktır amacım. Ama nasıl? Ne yapabilirim yaşamımın sürmesi için? Salt dışımda değil, içimde de dünya tükenmiş gibi. Bol yapraklı dalların benimle bütünleştikleri güzellikler gördüm. Bu bitti. Şimdi ise, o yaprakların güneş ışınlatına dolandığını görüyorum. Yabanıllar geçiyor gürültüyle. Şimdi yüreğim, ruhum ve yaşamımla dünya ve zaman arasında nasıl bağlantı kuracağım?
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
‘Yaşamak güzel şey’ diyorum içimden. Ne olursa olsun, nasıl olursa olsun, bir bardak su içebilecek kadar kısa bir süre için bile olsa, yeniden dünyaya gelmek isterim.
Hiçbir sözcük acılı bir anaya söylenebilecek güzellikte olamaz.
Şeytanın yattığı yeri bilenler, şeytanla birlik olanlardır.
Dünyaya gelmeseydim, ne önemi olurdu bunun evren için?
Yüreğim, okyanusun ortasında çaresiz kalmış bir sandal gibi.
Suçu nedir, suçumuz nedir, biliyorum. Suçlama apaçık, kesin. İnsan olmak.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Gelecek aydınlıktır, kuşkusuz. Ama şu geleceği bir görebilsem
Ben, benim. Kendime özgü bir savaş sürdürüyorum.
Bir an geliyor, her şeyi kırıp geçiren bu güçleri bütün dünyanın üzerine gerilmiş ateşten bir örtü gibi görüyorum. Özgürlük, Adalet, Barış? Yoktur bu denli sulanan başka ağaç. Nerede çiçekleri? Nerede ürünleri?
Özgürlük için yürüyen tutsaklar.
Ve inanıyorum ki benimle birlikte evrendeki tüm güzellikler de utanç duyuyor bu aşağılamalardan Kör doğadan değil de, bugünedek insan diye bildiğin, bu insan görünümündeki yaratıklardan kaynaklanan bu karanlıklarda
Nedir bizi bekleyen, biz ne bekliyoruz, bilemiyorum, Dimitri. Yaşamımda bu denli uyanık kalmadım. Dimdik dikiliyorum, başımı kaldırıyorum. Vakit yitirmemeliyim. Yeni baştan başlamak isteği var içimde. Evrene başka gözle baktığım noktaya dönmek. Uyuşmak istiyorum. Ne ki karşı durmak isteği de var içimde. Her gün, her saat, her an benliğimi yitiriyorum. Bilmediğim, beklemediğim ama gerçekleşeceğinden de kuşku duymadığım bu olağanüstü olaylar karşısında küçülüyorum. Vurulmuş gibiyim. Oysa çevremdekilere inancım tamdı. İyilik dolu insana, güzelliğe, yaşama Ve şimdi tüm inançlarım, rüzgarın boşlukta savurduğu ağaç dallarını andırıyor. Bir yabanıl gibiyim. Soğukkanlılığımı yitirmemek için tüm gücümü harcıyorum. Bir yabanıl gibi kaçmak yerine, çılgın davranışları önlemek ve gerçeklerle yüz yüze gelmek cesaretini gösterebilmek.
Renkli düşler görüyor gibiyim. İnsanların barış günleri, evrenin özgürlüğü
Kuşku yok, savaşanlar ve ölenler, bir buyruğu yerine getirmek zorunda kalanlardır. Oynadıkları oyun, kendi oyunları değil.
Hiç kimse savaşı, yaşamaya yeğ tutmaz.
Kuşku yok, savaşanlar ve ölenler, bir buyruğu yerine getirmek zorunda kalanlardır. Oynadıkları oyun kendi oyunları degil.
Kitapların ruhları kitaplığın raflarına takılmış, kanat çırpıyor.
Bilinmesinde yarar var; şu anda yaşamımı sürdürmem, bana bir ayrıcalık vermiyor: Sana verdiğim şu çiçeklerden ya da bir süre sonra mezarında bitecek otlardan farklı olamam.
Bu ne gönül üzgünlüğü böyle? Güç ver bana Tanrım! Özellikle, bir sevinç çiçeği yaratma kararımdan vazgeçtiğim şu sıralarda.
Bugünkü duygularımın, bilincime kazınmasına, yarın da, varolduğum sürece de silinmemesine bütün gücümle çaba gösteriyorum. Nietzsche’nin deyimiyle, çevresindeki karanlığı önemsemeyen, tek bir yasayı, saf olmanın yasasını benimseyen yıldızlar gibi tıpkı
Şimdi, yüreğim, ruhum ve yaşamımla dünya ve zaman arasında nasıl bağlantı kuracağım? Zamanı nasıl doldururum, zamanı? Bakın, güneş durmuş. Yerinden kıpırdamıyor bir süredir. Zaman durmuş.  İbreleri kımıldatabilmem için büyük güç gerek. Oysa içimde kocaman bir boşluk var. Her şey bomboş. Bir yerlere şu sözcüğü yazmak istiyorum: HİÇLİK. İbreler Kımıldasam da! İçimdeki her şey anlamsız, çevremdeki her şey anlamsız!
Dünden bugüne hiçbir şey değişmemiş. Sıkıntılı, sevinç vermeyen, yorucu, cansız bir dünya.
..ormanını arayan amaçsız, başıboş, şaşkın, yabanıl bir yaratığım.
İşim ne benim bu inançsız dünyada?
Bir gece, bir yabanıl dut ağacının yaprakları arasındaki küçük bir sincabı vurduğumu anımsıyorum. İncecik, içe işleyici bir ses çıkarmıştı Meğer beni uyarmış. Oysa ben bunu anlayamamıştım. Yaşamaktan, özgürlükten söz etmek istemiştir kuşkusuz. Öyle değil mi? O sincap kardeşle tezelden aynı yabanıl dut ağacında biraraya gelmek isterim. Ama bu arada insanlığımı yitirmiş olabilirim.
Yaşamak güzel şey diyorum içimden. Ne olursa olsun, nasıl olursa olsun, bir bardak su içebilecek kadar kısa bir süre için bile olsa, yeniden dünyaya gelmek isterim. Bir ağırlık var havada. Yaşadığımız bu büyük boranı düşündükçe yüreğim daralıyor. Eve dönüyorum. Ama ev bir çıkmaz. Tüm kent çıkmaz. Evren çıkmaz.
Hiçbir sözcük acılı bir anaya söylenebilecek güzellikte olamaz.
Bir batağa düşmüş gibiyim. Nasıl oldu da batağa ittiler beni, Tanrım? Nasıl oldu da ruhumu eksik eğittim, nasıl aldatıldım, neden ormanları bırakıp kente indim, nasıl oldu da gerçek kişiliğimden başka bir kişiliğe bürünerek ortaya atıldım? Nedir beni bir kuştan, bir yabanıldan ayıran şey? Gitmem gerek! Bir yolunu bulup kaçmak, geri dönmek. Ne mutlu olmak ne de unutmak için, bıraktığım dağlara geri dönmek Gerçekleştirmeyi amaçladığım tüm girişimlerin gücümü aştığını kabul etmek, alınyazımın buyruğuna boyun eğmek sanırım en iyisi.
Bu kasırganın içinde, bu yok oluş kaosunda, kafamın içi karmakarışık. Kendi kendime soruyorum: Kim, ne hakla, yaşamın her noktasında içine düştüğümüz bu büyük açmazın bütün çıkış yollarına YASAKTIR sözcüğünü yerleştirmiş?
Gözyaşı döksün isterim ölümüme erdem.
Odamda doğadan artakalan iki şey var; biri ruhum, öbürü de masamı süsleyen çiçekler. Ruhumu, sanıyorum, güneşe ve yurdumun gökyüzüne borçluyum; çiçekleriyse Anna’ya.
Yalnız kaldım. Ne evin içinde, ne dışarda çıt yok. Duvardaki tabloları indirmek, aynaları örtmek, evde duyguları okşayacak ne varsa, üstüne örtü çekmek geliyor içimden. Yalnızlığımı sonsuza dek götürmek. Acı gibi, ölüm gibi.
Bu denli yoğun, olağanüstü büyük bir kalabalığın içinde bulunmak ve yalnız olmak.
Gelecek aydınlıktır, kuşkusuz. Ama şu geleceği bir görebilsem Bakın, topallıyor gibiyim. Bundan büyük mutsuzluk olabilir mi?
Damarlarımı, yaşam denen gövdeye bağlamaya çalışıyorum, ruhumu doğayla bütünleştirmek çabasındayım.
Ormandır bende eksik olan.
Descartes’in görüşünü tersine çevirirsem derim ki: Düşünüyorum, öyleyse savaşan iyi insanlardanım.
İnançla kuşku, sevgiyle tiksinti, yaşamla ölüm arasında gülümseyerek yürüyorum. İçimdeki iyimserliği yitirmemek için çaba harcıyorum.
Çağımızın bu bunalımında, kurtulmam ya da yok olmamın ne önemi var? Yüzyılın bunalımı mı? Bilemem, Dimitri, hiçbir konuda kesin bir şey söyleyemem!
Evet, neden savaşırlar? Savaşan tüm insanlar, barıştan yanadır oysa.
Bilirsin, Dimitri, severim seni. Ama, üzerine şimşek düşmüş bir ağaç gibiyim şu an. O korkunç ışık patlamasının etkisi altındayım hâlâ, gözlerim kör. Bana biraz zaman tanı, ola ki kendime gelirim.
Dayanamıyorum! Dayanamıyorum! Ve inanıyorum ki benimle birlikte evrendeki tüm güzellikler de utanç duyuyor bu aşağılamalardan
Bilemiyorum Dimitri Nedir inandıklarım, nedir inanmadıklarım, bilemiyorum. Salt acımı dile getirmeye çalışıyorum yalnızca.
Nedir ölçüsü bu karanlığın? Yeryüzünde, yapacağı kötülük nereye dek varabilir? İşte bu yüzden zaman zaman insanın kötürüm olduğu kuşkusu düşüyor içime. Tüm beynimdekilerin yarım olduğu kuşkusu. Bir an geliyor, her şeyi kırıp geçiren bu güçleri bütün dünyanın üzerine gerilmiş ateşten bir örtü gibi görüyorum. Özgürlük, Adalet, Barış? Yoktur bu denli sulanan başka ağaç. Nerede çiçekleri? Nerede ürünleri?
Hiçbir şeyden kuşkulanmak istemem ama, Dimitri, bu karanlık nerden kaynaklanıyor?
Yok oluyoruz diyorsun, oysa evren kalıyor. Demek ki yok olmamız boşuna değil.
Karşı yamaçtaki ağaçları izlerken barıştan yana olan her şeyin benim gibi bilinçli olduğu kanısına kapılıp gökyüzüyle bütünleşiverecekmişim gibi geliyor içimden.
Çevremizdeki tüm olayların bu denli önemli olmadığını yazabilsen bana, her şeyin basit, bana korku veren her şeyin düş olduğunu söyleyebilsen
Vurulmuş gibiyim. Oysa çevremdekilere inancım tamdı. İyilik dolu insana, güzelliğe, yaşama Ve şimdi tüm inançlarım, rüzgârın boşlukta savurduğu ağaç dallarını andırıyor.
Yeni baştan başlamak isteği var içimde. Evrene başka gözle baktığım noktaya dönmek.
Yazı yazarken kuşlar gibi soluyorum. Ve kısa sürelerle, birilerini beklercesine, bütün gece, battaniyeme sarılı, pencereden pencereye koşuyorum.
Yaşamımla ilgili ileriye dönük tüm girişimlerimi kesmiş bulunuyorum.
Evet, neden savaşırlar? Savaşan tüm insanlar, barıştan yanadır oysa.
Kişinin içine dek işleyen o gür sesin, çağımızdaki ölçüsüz kötülüklere karşı yükselmesi olası mı, Anna?.. Seslerin yükselmesi olası mı bugün? Olası mı?.. Çocuksun deme bana Anna. Hayır, Anna, sesler bugün yükselemez.
Bilinmesinde yarar var; ben de, kendimi savaşın içinde buldum, bunu yadırgıyorum oysa; savaştan ürktüğümden değil, çocukluğumdan beri ondan iğrendiğimden ve içimde, kalbime çevrilmiş korkunç bir silah duyduğumdan: Sorumluluk.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir