İçeriğe geç

Bonobo ve Ateist Kitap Alıntıları – Frans de Waal

Frans de Waal kitaplarından Bonobo ve Ateist kitap alıntıları sizlerle…

Bonobo ve Ateist Kitap Alıntıları

İnsanların evlerini, mesela iguana ve kaplumbağalara değil de tüylü etoburlarla doldurmasının nedeni, memelilerin bir sürüngenin aşka sunamayacağı bir şey sunmasıdır. Şevkat verirler, şefkat isterler ve biz nasıl onların duygularına tepki veriyorsak onlar da bizim duygularımıza tepki verirler.
Dünyanın bir düzeni yoksa, bu düzeni belirlemiş bir varlık, bir güç yoksa, neyin doğru neyin yanlış olduğunu kim belirliyor? Yer şeyden sorumlu bir şey yoksa, gayri ahlaki bir şey de yoktur demektir.
Kararı duygularımız verir, ondan sonra da insan mantığı bu kararı akla uygun hale getirmek için elinden geleni yapar.
Din, evrimleşmiş sezgilerimizle uyumludur, halbuki bilim, alışık olduğumuz düşünce biçimlerini askıya almamızı hatta onlara karşı çıkmamızı gerektirir. Pascal Boyner (2010), s. 85.
Her ne kadar, doğayı kana bulanmış bir yer gibi görme alışkanlığında olsak da, hayvanlar bizim de ahlaken onayladığımız eğilimlerden yoksun değillerdir, bu yüzden de ahlakın bizim sandığımız gibi insanlığın getirdiği bir yenilik olduğu söylenemez bence.
Her ne kadar, doğayı kana bulanmış bir yer gibi görme alışkanlığında olsak da, hayvanlar bizim de ahlaken onayladığımız eğilimlerden yoksun değillerdir, bu yüzden de ahlakın bizim sandığımız gibi insanlığın getirdiği bir yenilik olduğu söylenemez bence.
“Nefret nefret doğurur, bazı ateistlerin dine karşı savaş açması ve ortadan kaybolmasının büyük rahatlık getireceğini söylemesi bundandır.”
“Ahlak kanunu yukarıdan dayatılmaz ya da akıl yürütme sonucu varılmış ilkelerden çıkmaz; ezelden beri var olan, içe işlemiş değerlerden kaynaklanır. En temel kanun, grup yaşantısının hayatta tutma değerinden çıkar. Ait olma, iyi geçinme, sevme ve sevilme arzusu, bağlı olduğumuz bireylerle iyi ilişkiler sürdürmek için elimizden geleni yapmamızı sağlar”
“Seküler model şu anda Kuzey Avrupa’da deneniyor, hatta öyle bir noktaya geldi ki çocuklar “kilise” denen büyük binaların üzerinde neden bu kadar çok “artı” işareti olduğunu saf saf sorabiliyorlar
“Sokrates’in, Euthyphro’ya sorduğu soruyu hatırlayalım: Bir davranış tanrılar onu sevdiği için mi ahlakidir yoksa tanrılar ahlaki davranışları mı sever? Tanrı’nın tek maksadı bu ikinciyi yapmaktır”
“Biz insanlar, küçük çeteler halinde savanlarda dolaşırken de epey ahlaklıydık. Ancak toplumun ölçeği büyümeye, karşılıklılık ve itibar kuralları işlememeye başlayınca ahlak koyucu bir Tanrı gerekli oldu.”
“Olayların işleyişine, insanların nereden geldiğine, evrenin nasıl ortaya çıktığına dair sağlıklı bilgi edinmenin yolunun bilimden geçtiği çok açık değil mi?
“Dine kıyasla bilimin ne kadar kırılgan olduğu düşünülürse toplumdaki bilim karşıtı güçlere karşı sürekli tetikte olmak gerekir. İkisini birbirlerinin eşitiymişler ve aralarında rekabet varmış gibi birbiriyle kıyaslamak, ancak bilimle dini aynı olgulara dair bilgi kaynakları seviyesine indiren bir yanlış anlamayla açıklanabilir.
“Dini cemaatlerin, seküler muadillerine oranla dört kat daha fazla yaşadıkları görülmüştür.
“Modern dünya ölümün inkarı üzerine kurulu olduğundan, Şafak bir saatliğine olsun ölümü, kendi ölümümüzü tadabileceğimiz, kuaför salonu gibi bir salona gitmeye ihtiyacımız olduğunu söyledi.”
“Batıl inançlar gerçeklikle hayal gücü arasındaki sınırı bulandırır, tıpkı din ve Tanrı inancı gibi. Tanrı’nın varlığı bir seviyede çoğu insan için mutlak bir kesinlik taşır ama başka bir seviyede daima eleştiriye açıktır. Dine, “inanç” denmesinin sebebi tam da görülmeyen şeylere güvenmesidir.”
1755’te Massachusetts’te büyük bir deprem meydana geldiğinde, bir papaz Franklin’i günahkâr küstahlığı sonucu depremi davet etmekle suçlamıştı.”
“Batıl inançları o kadar ciddiye alırız ki bazen ilerlemeye engel olurlar.”
“Bazı ev kedileri kanepeyi tırmaladıklarında onlara yemek verileceğini düşünür, bazı köpekler de mutfakta kendi etraflarında dönerler çünkü bir ara bu hareketi yaparken onlara yemek verilmiştir.”
“Türümüz inanılmaz batıl inançlara sahiptir; akıllı bir hayvana yakışmayacak türlü türlü alışkanlıkları vardır.”
“Yavru şempanzeler, çocuklardan daha zekidir.”
“Mayalanmış içkiler sağlığa iyi gelir ve genel olarak vücudumuzun durumuyla ilgili kaygıların, ilk dinlerde önemli bir yeri vardı.
“Maymunların ölümü bildiklerini, hayattan farklı ve daimi olduğunu bildiklerini rahatça söyleyebiliriz. Aynı şey filler için de geçerlidir. Ölmüş bir sürü üyesinin kemiklerini ya da dişlerini hortumlarıyla tutup aralarında dolaştırırlar. Bazı kalınderililer yıllar sonra, sırf kalıntılara dokunmak ve incelemek için akrabalarının öldükleri yere geri dönebilirler. Onları özlerler mi? Yaşarken nasıl olduğunu hatırlarlar mı? Bu sorulara cevap vermek imkânsız olsa da ölümden etkilenen ve korkan yegâne canlılar biz değiliz.”
Avcı-
toplayıcı kültürler cemaat ve paylaşım üzerine kuruludur ve tevazuyla eşitliği vurgular. Fazla böbürlenenler hoş karşılanmaz. Halbuki Batı toplumu, bireysel başarıyı yüceltir ve başarılı bireylerin kazandıklarını kendine ayırmasına izin verir.
Ortaçağda hayvanlar Tanrı’nın “insan hâkimiyeti” emrine uymayan davranışları için yargılanırdı
“Maymunlar bir bireyin diğerine nasıl davrandığıyla da ilgilenirler; bir deneyde, başkalarına iyi davranan insanla iletişime girmeyi tercih ettikleri görülmüştür.
“Yargıçların öğle yemeğinden sonra, öncesine nazaran daha müsamahakar olduklarını kanıtlayan çalışmadan haberiniz var mı?”
“Sürü hayvanları birbirleriyle iyi geçin“melidir”. İnsan ahlakı başkalarına karşı hissedilen duyarlılıktan ve grup hayatının semeresini toplamak için karşılıklı ödün vermek ve başkalarını düşünmek gerektiğinin farkında olmaktan kaynaklanır.”
“Şempanzelerle bonobolar birbirlerinin mallarına saygı duyarlar, bu yüzden de en üst mevkideki erkek bile yiyecek için dilenmek zorunda kalabilir.”
Tanrı’dan konuşmamıza izin yoksa ve evrim de bir açıklama sunmuyorsa, insan ahlakını ne açıklayabilir?
Ahlaki açıdan en iyi olanın icrası -iyilik ya da erdem dediğimiz şey­ kozmik varoluş mücadelesinde başarı sağlayan davranış tarzının tam aksi yönünde davranmayı gerektirir.
T. H. Huxley’den ( 1894), s. 8 1 .
Genlerle davranış arasındaki yol pek öyle dümdüz sayılmaz ve özgeciliği üreten psikoloji de en az genler kadar ilgiyi hak ediyor.
Haldane evrimi genin gözünden yorumlamanın başlıca mimarlarındandır. Genlerin bakış açısından, özgecilik özel bir anlam kazanır. Birisi bir akrabasını kurtarmak için kendi hayatını kaybetse bile, onunla ortak genleri yaşamaya devam edecektir. Bu yüzden de akrabaya yardım etmek kendine yardım et­ mektir.
Doğruyla yanlışı ayırmamızı sağla- yan şey hem iyi hem kötü olabilme becerimizdir.
Hepimiz çok iyi olsak ahlak gereksiz olurdu.
“Çocuklar ahlak kurallarının evrensel olduğuna inanır. Onlardan herkesin aynı tuvalete gittiği bir kültür hayal etmelerini isterseniz, bunu yapabilirler ama laf olsun diye başka birinin canını yakmanın mubah olduğu bir kültür hayal etmelerini isterseniz yapamazlar.
“Mesela şebekler, bir muz dilimini yemezlerse daha büyüğünü alacaklarını biliyorlarsa o dilimi yemezler. Ya da bir şempanze içine 30 saniyede bir şeker düşen bir kabı sabırla seyreder. İstediği zaman kabın haznesini söküp içindeki bütün şekerleri yiyebilir ama o zaman başka şeker gelmez. Ne kadar uzun zaman beklerse o kadar çok şeker alacaktır. Maymunlar da bu testte çocuklarla hemen hemen aynı başarıyı gösterir ve tatmini 18 dakika kadar erteleyebilir. Etrafta kafalarını dağıtacak oyuncaklar varsa daha uzun süre beklerler. Çocuklar gibi baştan çıkmaya direnmek için kafa dağıtacak bir şey ararlar.”
“Akademik çevrelerde de, popüler kontrolden çıkmış hayvan imgesinden kaçınmak imkânsızdır. Ahlakın evrimiyle kritik bir ilişkisi vardır bunun çünkü ahlakın zıddı “istediğimizi yapmamızdır”, bunun altında da istediğimiz şeyin iyi olmadığı varsayımı yatar.”
“Hem tutsak hem de doğadaki maymunların yetileri konusunda hâlâ çok az şey biliyoruz ama son senelerde bilgilerimiz artıyor. Zannedildiği gibi bencil olmadıkları açık ve insanlık söz konusu olduğunda, ortalama bir Hıristiyan ya da Yahudi din adamını yenmeleri de muhtemel.”
Ateizmin temel önermesi, Tan­rı’nın var olmayışı, bana hiç ilginç gelmiyor. Kimsenin varlığını ya da yokluğunu kanıtlayamayacağı bir şeyin varlığı konusunda didiş­mekle ne kazanacağız?
Başka primatların böyle dertleri yok kuşkusuz ama onlar bile belli bir tür toplumu sürdürmek için gayret gösteriyor. Onların dav­ ranışlarında da bizim itibar ettiğimiz değerleri görüyoruz. Mesela dişi şempanzelerin, birbiriyle kavga etmiş erkek şempanzelerin el­ lerinden silahlarını alıp, onları barıştırmak için zorla birbirinin yanı­ na çekiştirdiği görülmüştür. Dahası yüksek mevkideki erkekler, top­ luluktaki anlaşmazlıkları çözmek için sık sık tarafsız arabulucular gibi davranır. Bu topluluğu koruma kaygısı ipuçlarını, ahlakın yapı­ taşlarının insanlıktan daha eski olduğu ve şu anda bulunduğumuz yere nasıl geldiğimizi açıklamak için Tanrı fıkrine ihtiyaç duymadı­ ğımız şeklinde yorumluyorum.
Bilim, hayatın anlamım açıklama ya da bize hayatımızı nasıl yaşayacağı­ mızı söyleme gibi işlere bakmaz. İngiliz felsefeci John Gray’e göre, bilim büyücülük değildir. Bilginin artması, insanın muktedirliğini de artırır. İnsanın neyse o olmasını öteleyemez
İnsanlar elalemin ne dü­ şündüğüne o kadar önem verir ki davranışlarımızı düzeltmemiz için bir duvara yapıştırılmış bir çift göz resmi yeter. Din bunu çok uzun zaman önce anlamıştır ve kadiri mutlak Tann’yı sembolize etmek için her şeyi gören göz imgesini kullanır.
Ahlakı akılcı düşüncelerle sıfırdan inşa etmekten ziyade, sosyal hayvan geçmişimizden büyük bir destek aldık.
Başkalarına karşı düşünceli davranmaya doğal bir eğilimimiz olmasa, insanları böyle davranmaya zorlamak gerçekçi olur muydu mesela?
Gerçi ben ahlakın ağırlığını yukarıdan alması gerektiğine inanmı­yorum. İçeriden gelemez mi?
Evet, bizim bilgisayarlarımız ve uçaklarımız var ama psikolojik yapımız sosyal primatlarınkiyle aynı.
Şempanze erkekleri fiziksel açıdan di­şilere üstündür ama bu, dişilerin siyasetten anlamadığı ya da dışında kaldığı anlamına gelmez.
“Avlanma ve eti paylaşma şempanze sosyalliğinin kökeninde yer alır, zaten insan evrimini hızlandıran şeyin de bu olduğu düşünülmektedir. Atalarımızın avladığı büyük hayvanlar daha da büyük bir işbirliği gerektiriyordu.”
“İnançlar asla doğrudan verilerden ya da mantıktan çıkmıyor. İnançlar bize insan yorumunun prizmasından geçerek ulaşıyor. Bir Fransız filozofunun gayet güzel özetlediği gibi “aslında emin olunacak hiçbir şey yoktur, sadece emin olan insanlar vardır.”
“Çöl göçebeleri sadece antilop, yılan, deve ve keçi gibi hayvanları tanırlardı. İnsanla hayvan arasında muazzam bir uçurum görmelerine ve ruhu sadece bize tahsis etmelerine şaşmamak lazım. Onların torunları, 1835’te Londra Hayvanat Bahçesi’nde ilk insansı maymunları canlı gördüklerinde inanç şokuna girmişlerdi. Bu işe çok bozulmuşlar, tiksintilerini saklayamamışlardı. Kraliçe Victoria maymunların “acı verecek ve sinir bozacak ölçüde insan” olduklarını söylemişti.”
“Müminlerin inanması beklenen şeylerin biraz akıl almaz olabildiğine katılıyorum ama ateistler, kutsal kitaplarının gerçekliğiyle dalga geçerek ya da onların Tanrılarını Uçan Spagetti Canavarı’yla kıyaslayarak insanları inançlarından vazgeçmeye ikna edemezler.”
“Puebla’da gördüğüm türden katedraller yapıyorlar, 23,5 ayar altın varak kaplı duvarlarıyla Capilla del Rosario gibi şapeller inşa ediyorlar. Hayatımda böyle insanı adeta kör edecek kadar süslenmiş bir iç mekan görmedim, muhtemelen yoksul Meksikalı çiftçilerin nesiller boyu verdiği bağışlarla yapılmıştı.”
“Dinlerin neden inananları kendi saflarına çekmek istedikleri aşikar. Ne kadar çok insan onlara katılırsa o kadar ihya olan, maddi çıkar sahibi büyük örgütler bunlar
“Okyanus suları bir yükseliyor bir alçalıyor. Hiçbir aksama olmuyor. Bunu açıklayamazsınız.” Tanrı’nın varlığına kanıt olarak gelgitin kullanıldığına ilk defa şahit olmuştum.”
Şempanzelerin yarı açık ormanlık araziye çıkmalarına, atalarımızınsa ormanı hepten terk etmelerine karşılık, ezelden beri nemli yağmur ormanında kalan bonoboların değişmek için daha az sebebi olduğu söylenebilir.
Benim bonobolardan hoşlanmamın en önemli sebebi, şempan­ zelerle oluşturdukları tezatm insan evrimine dair görüşümüzü zen­ ginleştirmesi. Soyumuzun sadece erkek egemenliği ve yabancı düş­ manlığıyla damgalanmadığını, huzur sevgisi ve başkalarına karşı duyarlılığın da mevcut olduğunu gösteriyorlar. Evrim hem erkek, hem dişi üzerinden yürüdüğü için, insan ilerlemesini sadece erkek­ lerimizin diğer homininler karşısında kazandığı zaferlerle ölçmek akıl kan değil.
Seneler­ ce hayvanat bahçeleri erkekleri başka yerlere gönderdi ve bu yüz­ den annelerinin yokluğunda sürekli tacize uğrayan erkekler büyük felaketler yaşadı. Bu zavallı erkekler genelde hayatlarını kurtarabil­ mek için hayvanat bahçelerinin misafırlere açık olmayan yerlerine çekilip yapayalnız bir hayat sürdüler. Erkekleri annelerinin yanında tutarak ve bağlarına saygı duyarak pek çok sorunun önü alınıyor.
Bu da bonoboların barış meleği olmadıklarını gösteriyor. Ama ayın zamanda erkeklerin nasıl ana kuzusu olduklarını da gösteri­ yor; herkesin pek hoşuna gitmeyecek bir şey. Bazı erkekler mız­ mız erkekli anaerkil maymunlardan rahatsız oluyor. Almanya’da verdiğim bir konferanstan sonra dinleyicilerim arasında yer alan meşhur, yaşlı bir profesör: Bu erkeklerin nesi var! diye haykırmış­ tı.
Kuşlardan biri başka bir kuşla kavgaya tutuştuğunda eşinin kalp atışları hızlanıyordu. Hatta eşi kavgaya karışmasa bile kalp atışları kavgadan endişe duy­ duğunu gösteriyordu. Kuşlar da birbirlerinin acılarını hissediyorlar.
Empati için başkalarının farkında olmak, onların ihtiyaçlarına duyarlı olmak gerekir.
İnsanların evlerini, mesela iguanalar ve kaplumba­ ğalarla değil de tüylü etoburlarla doldurmasının nedeni, memelile­ rin bir sürüngenin asla sunamayacağı bir şey sunmasıdır. Şefkat ve­ rirler, şefkat isterler ve biz nasıl onların duygularına tepki veriyor­ sak onlar da bizim duygularımıza tepki verirler.
Kapuçin şebekleri de, farklı renklerde mar­ kalarla alışveriş yaptığımız bir deneyde yan yana konulduklarında başkaları için ödül almaya istekliydi. Markalardan biri sadece ka­ puçinin kendisine ödül getiriyordu, bir diğeri ikisine birden. Çok geçmeden kapuçinler toplumdan yana markayı tercih etmeye baş­ ladılar. Bunun nedeni korku değildi, çünkü korkacak fazla bir şeyi olmayan egemen kapuçinler aslında en cömert olanlardı.
Atalarımızın henüz din sahibi olmadıkları zamanlarda sosyal norm­ larının olmadığına hakikaten inanan var mı?
İnsa­ nın evrimden şüphe etmesi için kanıtlara karşı epey bağışıklık sahi­ bi olması lazım, bu yüzden de şüphecileri ikna etmeye yönelik ki­ taplar ve belgeseller boşa zahmet.
“Bir beslenme alanında, tercih edilen bir konumda beslenmekte olan erkeklere dişiler yaklaştığında, erkekler yerlerini sonradan gelen dişilere verirdi. Dahası erkekler genelde, dişiler yemeyi bitirene kadar beslenme alanının dışında beklerdi. Açık bir çatışma meydana geldiğinde, ittifak yapan dişiler bazen erkekleri kovalardı ama erkekler dişilere karşı asla saldırgan ittifaklar oluşturmazdı.”
“Çoğu şempanze cinayetinin sınır kavgaları sırasında işlendiği gözlenmiştir, oysa bonobolar sınırlarda sevişir.”
“İnsanlar genelde biz evrimleşirken maymunların oturdukları yerde oturduklarını zannediyorlar ama genetik veriler şempanzelerin aslında bizden daha fazla değiştiğini gösteriyor
“Bazı paleontologlar, bir milyon yılı aşkın süre atalarımızın dört ayak üzerinde yürüyen maymunlarla çiftleşmesini muhtemel görmüyor ama benim bildiğim kadarıyla iş çiftleşmeye geldiğinde kimin nasıl yürüdüğünün pek önemi yoktur.”
“Zayıfların, sakatların, zekâ geriliği olanların ve yük gibi görülen başkalarının hayatta kalması, paleontologlar tarafından şefkatin evriminde bir kilometre taşı addediliyor. Bu toplulukçu miras, bu kitabın temasıyla yakından ilintili çünkü ahlakın, mevcut medeniyetlerden ve dinlerden en az yüz bin yıl önce geliştiğini gösteriyor.”
“Neyse ki kuzeylilere âşık olmuşuz. Erkekler Neanderthal kadınları çekici bulmuş olmalı, kadınlar Neanderthal erkeklere vurulmuş olmalı, zira türümüzün Afrikalı olmayan üyelerinin %4 DNA’sı Neanderthallerden geliyor. Bu çapraz eşleşme muhtemelen bağışıklık sistemimizi fazlasıyla güçlendirdi.”
“Psikolog Stephanie Brown, başkalarının bakımını üstlenenlerin, bu davranışlarının maliyetini neredeyse hiç fark etmediğini ortaya çıkarmıştır. Bakmakla yükümlü oldukları kişilerle kendilerini bütünleşmiş hissederler ve kendilerine ihtiyaç duyulmasından öyle büyük bir tatmin alırlar ki başkalarına bakması gerekmeyen insanlardan çok daha uzun yaşarlar.”

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir