Eduardo Galeano kitaplarından Biz Hayır Diyoruz Kitap Alıntıları sizlerle.
Biz Hayır Diyoruz Kitap Alıntıları
… dünya, bütün insanlığa yiyecek olarak vermeye fazlasıyla yetecek kadar besin üretiyor. Ama bazıları açlıktan ölüyor, bazıları hazımsızlıktan. Ekmeğin gaspını garanti etmek için dünyada doktorlardan yirmi beş kat fazla asker var.
Hayırseverlik dikeydir, aşağılar. Dayanışma yataydır, yardım eder.
Özet olarak bize nostalji için izin verilir: Umut için asla.
Geçmiş çarpıtılıyor ve gerçeklik konusunda yalan söyleniyor. Komünizme alternatif olarak tüketimciliği getiren, suçu bir kahramanlık, vicdansızlığı erdem, egoizmi doğal gereksinim olarak yücelten bir yaşam modeli öneriyor.
Eğer itilmezse hiçbir diktatör düşmez, etkili darbeler dışarıdan vurulamaz. Ama yalnız ve dayanışmacı mesleğimizle binbir biçimde yardım edebiliriz; olanları duyurarak, olmuşları yeniden ortaya çıkararak ve bu kötü rüzgarlar değiştiğinde olabilecekleri kestirerek.
Özgürlük" benim ülkemde politik mahkumların yattığı bir cezaevi, pek çok terör rejimine "demokrasi" deniyor; "aşk" sözcüğü insanla otomobili arasındaki ilişkiyi tanımlıyor ve "devrim"den yeni bir deterjanın mutfakta yapabilecekleri anlaşılıyor; "zevk" belirli marka yumuşak bir sabunun ürettiği bir şey ve "mutluluk" sosis yemenin verdiği bir duygu. "Huzur ülkesi", Latin Amerika’nın
pek çok yerinde "sessiz mezarlık" anlamına gelir ve "sağlıklı insan" denince bazen "aciz insan" diye okumak gerekir.
pek çok yerinde "sessiz mezarlık" anlamına gelir ve "sağlıklı insan" denince bazen "aciz insan" diye okumak gerekir.
İsraf, teşhircilik ve vicdansızlık iç bulantısına yol açmıyor, hayranlık uyandırıyor: Ruh da dahil her şey alınabilir, satılabilir, kiralanabilir, tüketilebilir.
Yoksullara zenginlik ilüzyonları satılıyor, ezilenlere özgürlük ilüzyonları, yenilenlere zafer düşleri ve güçsüzlere iktidar düşleri.
Her dakika otuz çocuğun açlıktan ya da hastalıktan ölmesi için her dakika silahlara bir milyon dolar harcayıp hiçbir ceza görmeyen bu dünya nereden geliyordu?
…küçük ekranda ve büyük ekranda hep en iyiler kazanıyor, en iyilerse hep en güçlüler. İsraf, teşhircilik ve vicdansızlık iç bulantısına yol açmıyor, hayranlık uyandırıyor. Ruh da dahil her şey alınabilir, satılabilir, kiralanabilir tüketilebilir.
Dünyaya karşı bir suçlama olmayan tek bir büyük eser yoktur."
Derimiz ne renk olursa olsun, hangi dili konuşursak konuşalım hepimiz aynı katmerli toprağın farklı çamurlarından değil miyiz?
Yerli fotoromanlar ve televizyon dizileri bir özentilik kargaşasında, ait olduğu ülkenin politik gerçekleri ve toplumsal sorunlarının dışında geçiyor…
Sistem alçaklığı alkışlıyor, eğer başarılıysa; başarısızlığa uğrarsa da onu cezalandırıyor. Çok çalanı ödüllendiriyor, az çalanı mahkum ediyor. Barış çağrısı yapıyor, şiddet uyguluyor. Sana komşunu sevmeni vaaz ediyor ama aynı zamanda seni onu yiyerek hayatta kalmaya zorluyor.
İYİ’NİN KÖTÜ’YE KARŞI savaşında ölüler hep halktan olur.
İyi bir metnin değeri, onu okuyanda serbest bıraktıklarıyla ölçülebilirdi. İyi kitaplar, iyi denemeler, makaleler, en etkili şiirler ve şarkılar hiç etkilenmeden okunamaz ya da dinlenemez.
Sistem alçaklığı alkışlıyor, eğer başarılıysa; başarısızlığa uğrarsa onu cezalandırıyor. Çok çalanı ödüllendiriliyor, az çalanı mahkum ediyor
Savaşların saygın nedenlerle gerçekleştirildiği söylenir: uluslararası güvenlik, ulusal onur, demokrasi, özgürlük, düzen, uygarlığın gereği ve tanrının isteği.
Tüketim nesnesine dönüşmüş sefalet, hastalıklı bir zevktir ve çok para getirir. Refah pazarında, sefalet iyi para eden bir maldır.
Zoolog Roberto Fontanarrosa’nın belirttiği gibi golcüler ve panda ayıları soyu tükenmekte olan türler.
Ayda doğmadık, göğün yedinci katında yaşamıyoruz. Dünyanın fırtınalı bir bölgesine Latin Amerika’ya ait olmanın ve zorlu geçen bir tarihsel süreci yaşamanın mutluluğuna ve talihsizliğine sahibiz.
İktidar merkezleri bize makine ve patentlerin yanı sıra ideolojiler de ihraç ediyorlar. Eğer Latin Amerika’da yeryüzü nimetlerinin sefası azıcığa ayrılmışsa çoğunluğun fanteziler tüketmekle yetinmesi zorunlu. Yoksullara zenginlik illüzyonları satılıyor, ezilenlere özgürlük illüzyonları yenilenlere zafer düşleri ve güçsüzlere iktidar düşleri. Televizyonun, radyonun ve sinemanın dünyanın eşitliksiz örgütlemesini haklı göstermek yayınladıkları simgeleri tüketmek için okuma bilmek gerekmiyor.
Döviz bürolarının tabelaları sanki sinema perdesiymiş gibi izleniyor ve dolardan sanki insanmış gibi bahsediliyor:
Peki, dolar nasıl?"
Vahşi kapitalizm uygarlığında, mülkiyet hakkı yaşama hakkından çok daha önemlidir. İnsanlar eşyalardan daha değersizdir.
Temiz hava ve sessizlik öyle nadir ve pahalı mallar ki zenginlerin en zenginleri bile satın alamıyorlar.
Bizim amaçlarla araçlım karıştırılmasından mustarip çağımızda, yaşamak için çalışılmıyor, çalışmak için yaşanıyor. Bazıları her seferinde daha çok çalışıyorlar çünkü tükettiklerinden daha çoğuna ihtiyaçları var, ötekilerse ihtiyaç duyduklarından daha fazlasını tüketmeyi sürdürmek için her seferinde daha çok çalışıyorlar.
Mayalar hâlâ bir ağacı kesmeleri gerektiğinde özür diliyorlar.
Bizi öldürüyorlar, çünkü birlikte çalışıyoruz, birlikte yiyoruz, birlikte yaşıyoruz, beraber düş görüyoruz."
İki yıl önce, Javier Corcuera Bağdat’ta bir hastanede Irak’a atılan bombaların bir kurbanıyla söyleşti. Bomba bir kolunu paramparça etmişti. On bir yaşında olan ve on. bir operasyon geçiren kız çocuğu, Keşke petrolümüz olmasaydı," dedi.
Eski bir atasözü öğretiyor:
İkiyüzlülük günahın fazilete ödediği vergidir."
Kendisini maskeleyen reklam olmasa ne olurdu gerçeklik?
Uzaklıkları ortadan kaldıran teknoloji, Endonezya’daki bir Nike işçisinin Birleşik Devletler’deki bir Nike yöneticisinin bir yılda kazandığını kazanmak için yüz yıl çalışmak zorunda olmasına ve Filipinler’de bir IBM işçisinin satın alamayacağı bilgisayarlar üretmesine izin veriyor.
Savaşların silaha ihtiyacı var, silahların savaşa ihtiyacı var, savaşların ve silahların da düşmanlara ihtiyacı var.
1776’da Birleşik Devletler Bağımsızlık Deklarasyonu bütün insanların eşit yaratıldığını kabul etti ama azıcık yıl sonra ilk anayasa duruma açıklık getirdi: Nüfus sayımlarında her siyahın bir kişinin dörtte üçüne karşılık geldiğini bildirdi. Bir kişinin kaç parçasına ya da parçacığına karşılık geliyor bugün bir Iraklı?
Tipik Küba içeceği daiquiri Kolomb’un getirdiği şeker kamışından, İspanya’dan gelen limondan ve şekerle buzu işlemenin yabancı tekniklerinden ortaya çıktı.
Bizi görmemek üzere eğitiyorlar. Eğitim eğitimsizleştiriyor, iletişim araçları iletişimsizleştiriyor. Ve eğitim ve iletişim araçları bizi tavşanı kedi saymaya zorluyorlar.
Sistem alçaklığı alkışlıyor, eğer başarılıysa; başarısızlığa uğrarsa da onu cezalandırıyor. Çok çalanı ödüllendiriyor, az çalanı mahkûm ediyor. Barış çağrısı yapıyor, şiddet uyguluyor. Sana komşunu sevmeni vaaz ediyor ama aynı zamanda seni onu yiyerek hayatta kalmaya zorluyor.
Yolsuzluk pek çok Latin Amerika ülkesinde gelenektir.
En iyi kopya eden en iyi değildir, hayır: En çok yaratan en iyidir, yaratırken yanılsa bile.
Askeri diktatörlükten geriye sosyal diktatörlük kaldı; ekonomi polisten daha çok insan yok ediyor.
İşin tuhafı, Guevara’yı kesin sosyalist tutkusunun açığa çıkacağı Orta Amerika’ ya United Fruit’un Beyaz Filo’sundan bir gemi getirmişti.
Yüce Papa’dan son köy papazına kadar seks konusunda uzman olmayan tek bir din adamı yok. Hepsi iffet yemini ettiği için, yapmaları yasak olan bir eylemi nasıl bu kadar iyi bildikleri anlaşılmıyor.
Vatikan’ın bu son hükmünü okuyunca, birisi bu semavi seksologlara şunu sormak isteyebilir: Eğer heteroseksüel evlilik doğanın kanunu ise, siz neden evlenmiyorsunuz? Eğer eşcinseller Tanrı’nın planına karşı geliyorsa, neden Tanrı onları öyle yaptı?
İstatistikler şu son otuz yılda, özellikle uzun diktatörlük yıllarında açık ekonomik büyüme göstergeleri kaydettiler. Ama 1960’ta her üç Brezilyalı’dan biri kötü besleniyordu. Şimdi her üç Brezilya-lı’dan ikisi kötü besleniyor. Terk edilmiş on yedi milyon çocuk var. Ölen her on çocuktan yedisini açlık öldürüyor. Brezilya dünyanın dördüncü yiyecek maddesi ihracatçısı, dünyada yüz ölçümü olarak beşinci sırada, açlıkta ise altıncı.
Ekonomide hiçbir şey asla göründüğü gibi değildir. Rakamlardaki iyi durumun insanların mutluluğuyla çok az ilgisi vardır ya da hiç yoktur.
Emeğin Latin Amerika ülkelerinde pek çok yazar yakın zamandaki askeri diktatörlükler tarafından ölüme mahkûm edildi, idam edildi. Avrupa ülkeleri Rushdie’nin mahkûmiyeti karşısındaki öfkelerini ve protestolarını ifade etmek için büyükelçilerini İran’dan çektiler; ama Latin Amerikalı yazarlar mahkûm edilip idam edildiklerinde Avrupa ülkeleri büyükelçilerini çekmediler. Çekmediler, çünkü elçileri katillere silah satmakla meşguldü. Üçüncü Dünya denilen yerde kurşunlarla ölmek doğal"dır.
Üçüncü Dünya, öteki" dünya, yalnızca aşağılamaya ve acımaya layıktır. Nezaket kuralları gereğince ondan çok az bahsedilir.
Eğer AIDS Afrika’dan hiç çıkmasaydı, bu yeni hastalık fark edilmeyecekti. AIDS’in Afrika’da binlerce milyonlarca insanı öldürmesi çok az önemli olacaktı. Bu haber değildir. Üçüncü Dünya denilen yerde hastalıktan ölmek "doğal"dır.
Açlığı öldürmek yerine açları öldüren ölüm musibetinden mustarip bu dünya, bütün insanlığa yiyecek olarak vermeye fazlasıyla yetecek kadar besin üretiyor. Ama bazıları açlıktan ölüyor, bazıları hazımsızlıktan. Ekmeğin gaspını garanti etmek için dünyada doktorlardan yirmi beş kat fazla asker var.
Atom bombası Hiroşima ve Nagazaki’de korku barışının açılışını yaptı.
Beş dakikadır beyaz sayfanın karşısında sözcükler arıyorum. Bu beş dakikada dünya silahlara on milyon dolar harcadı ve yüz altmış çocuk açlıktan ya da iyileştirilebilir hastalıklardan öldü. Yani: Benim şüpheye düştüğüm bu beş dakikada, yüz altmış çocuk savaşların en savaşında, en sessizinde, açıklanmayanında, adına barış denileninde, kimse cezasını ödemeden katledilebilsin diye dünya silahlara on milyon dolar harcadı.
Hayırseverlik dikeydir, aşağılar. Dayanışma yataydır, yardım eder.
Hayat lavabodaki pislik gibi, giderden akıp gidiyor.
Boş sözler doğanın hizmetinde çalışmaz, sistemin hizmetinde çalışır: Ona kılıflar sunar. Bu yüzden bir ülke ne kadar yoksulsa edebiyatı da o kadar gösterişli, o kadar alengirli olmak zorundadır; sanki halkın diyetindeki kaloriler ne kadar eksikse gerçekliğe sırtını dönmüş aydınların eserlerindeki kelimeler o kadar çok olmalıymış gibi.
Kapitalist gelişim özürlüler yaratır.
Eğer Venezüella’da ulusal yemek, kara fasulye, üzerinde beans sözcüğü basılı paketlerde Birleşik Devletler’den ithal ediliyorsa, insan Venezüellalı çocukların kendi tarihlerini bilmemesine şaşırabilir mi? Yakın zamandaki bir anketin sonuçlarına göre, Venezüellalı çocukların ezici çoğunluğu Guaicaipuro’nun bir televizyon kahramanı olduğunu sanıyorlar ve ülkelerinin İspanyol işgaline karşı savaşan yerli kahramanının adının Guaicaipuro olduğunu bilmiyorlar.
Eğer itilmezse hiçbir diktatör düşmez, etkili darbeler dışarıdan vurulamaz.
Farklılığa ve egoist yıkıma yenilen her bilinç, düşman için bir zaferdir. Yoksa düşman gece gündüz diktatörlüğün aslında kurbanları adına hareket ettiğini tekrarlamıyor mu, ezilenlerin bu duruma layık olduklarını ve sefaletin bir kader olduğunu? Ağlayıp sızlamakla farklı bir çözüme ulaşmak, katkıda bulunmak mümkün mü?
…kendi ülkende sürgün olup kendi içine sürgün edilmek, dışarıdaki herhangi bir sürgünden her zaman daha zor ve daha faydasızdır.
Ulusal güvenlik doktrinine göre, düşman halktır.
Kim olduğunu ve nereden geldiğini bilmeyen bir halkı nasıl bir değişim süreci harekete geçirebilir? Eğer kim olduğunu bilmiyorsa, olmaya layık olduğu şeyi nasıl bilir? Edebiyat, doğrudan ya da dolaylı olarak, bu ifşaya yardımcı olamaz mı?
… iktidarın temel hammaddelerinin ulusal olmadığı ya da dış merkezlere bağımlı olduğu ülkelerde tam bir ulusal kültür gerçekleştirilebilir mi?
Bilinçleri tutuşturmak, gerçekliği açıklamak: Böyle zamanlarda edebiyat bizim ülkelerimizde daha iyi bir işlev üstlenebilir mi? Sistemin kültürü, hayatın yerine koyulanların kültürü, gerçekliği maskeliyor ve bilinçleri uyuşturuyor. Ama, bir yazar, ne kadar ateşli olursa olsun, yalanın ideolojik dişlisine ve konformizme karşı ne yapabilir?
Bir bilinci sömürgeleştirmenin en iyi yolu varlığını ortadan kaldırmaktır.
İsraf, teşhircilik ve vicdansızlık iç bulantısına yol açmıyor, hayranlık uyandırıyor: Ruh da dahil her şey alınabilir..
Yoksullara zenginlik ilüzyonları satılıyor, ezilenlere özgürlük ilüzyonları, yenilenlere zafer düşleri ve güçsüzlere iktidar düşleri. Televizyonun, radyonun ve sinemanın dünyanın eşitliksiz örgütlenmesini haklı göstermek için yayınladıkları simgeleri tüketmek için okuma bilmek gerekmiyor.
Kimlikleri sürekli kültür işgalleriyle yıkılmış, acımasız sömürüleri dünya kapitalizm makinesinin işlemesine hizmetkâr kılınmış halklar için sistem bir kitle kültürü” yaratır. Kitleler için kültür demek gerekir aslında, bilinçleri manipüle eden, gerçekliği gizleyen, yaratıcı hayal gücünü ezen kitlesel dolaşıma sahip bu indirgenmiş sanat için en uygun tanım budur.
Alkışlara güvenmeyelim. Bizi kutlayanlar bazen bizi zararsız bulanlardır.
İtaatimizi ödüllendirirler, zekâmızı cezalandırırlar ve yaratıcı enerjimizin soluğunu keserler. Biz düşünülenleriz ama düşünenler olamayız. Yankıya hakkımız var ama sese yok, yönetenler bizim papağanlık yeteneğimizi överler. Biz hayır diyoruz: Bu pespayeliği kader olarak kabul etmeyi reddediyoruz.
Farklı ülkelerden geldik ve buradayız, Pablo Neruda’nın koca gölgesinin altında bir arada: Hayır diyen Şili halkına eşlik etmek için buradayız.
Biz de hayır diyoruz.
Paranın ve ölümün övülmesine hayır diyoruz. En çok malı olanın en değerli olduğu, mallara ve insanlara fiyat biçen bir sisteme hayır diyoruz. Silahlara her dakika iki milyon dolar harcayan ve her dakika otuz çocuğu açlıktan ya da iyileştirilebilir hastalıklardan öldüren bir dünyaya hayır diyoruz.
Biz de hayır diyoruz.
Paranın ve ölümün övülmesine hayır diyoruz. En çok malı olanın en değerli olduğu, mallara ve insanlara fiyat biçen bir sisteme hayır diyoruz. Silahlara her dakika iki milyon dolar harcayan ve her dakika otuz çocuğu açlıktan ya da iyileştirilebilir hastalıklardan öldüren bir dünyaya hayır diyoruz.
Dünya askeri endüstriye, ölüm endüstrisine günde, evet, günde, 2 milyon 200 bin dolar harcıyor ve bu rakam günden güne artıyor da artıyor. Savaşların silaha ihtiyacı var, silahların savaşa ihtiyacı var, savaşların da silahların da düşmanlara ihtiyacı var.
Savaşların saygın nedenlerle gerçekleştirildiği söylenir: uluslararası güvenlik, ulusal onur, demokrasi, özgürlük, düzen, uygarlığın gereği ve Tanrı’nın isteği.
Kimse itiraf etme dürüstlüğü göstermez: Ben çalmak için öldürüyorum."
Kimse itiraf etme dürüstlüğü göstermez: Ben çalmak için öldürüyorum."
Sistem alçaklığı alkışlıyor, eğer başarılıysa; başarısızlığa uğrarsa da onu cezalandırıyor. Çok çalanı ödüllendiriyor, az çalanı mahkûm ediyor. Barış çağrısı yapıyor, şiddet uyguluyor. Sana komşunu sevmeni vaaz ediyor ama aynı zamanda seni onu yiyerek hayatta kalmaya zoruluyor.
Ambalaj kültürünün göbeğinde yaşıyoruz. Evlilik sözleşmesi aşktan daha önemli, cenaze ölümden, elbise bedenden, ayin tanrıdan daha önemli. Ambalaj kültürü içerikleri hor görüyor. Söylenen önemli, yapılan değil.
Cehenneme yaraşır tüm zevklerin arasında eşcinsel aşk hâlâ en vahşice baskı göreni. Maçoluk ve silahlı budalalık bu vahşi baskıyı normalleştirdiler ve alışkanlık haline getirdiler.
Sorarak keşfettim. Sorarak ve kendime sorarak; … her dakika otuz çocuğun açlıktan ya da hastalıktan ölmesi için her dakika silahlara bir milyon dolar harcayıp hiçbir ceza görmeyen bu dünya nereden geliyordu? … Bu dünya, bizim dünyamız, bu mezbaha, bu tımarhane tanrının eseri mi, insanların eseri mi?