İçeriğe geç

Bitik Adam Kitap Alıntıları – Thomas Bernhard

Thomas Bernhard kitaplarından Bitik Adam kitap alıntıları sizlerle…

Bitik Adam Kitap Alıntıları

çevre denilen şeyin hakkımda ne düşündüğü, hiç umrumda değildi.
Bizim varoluşumuz durmadan doğaya karşı olmaktan oluşuyor.
Bir şeyden ötekine kaçar ve kendimizi mahvederiz, dedi. Hep uzaklaşır gideriz, tükenene kadar.
Çalışma odama kapanıp pencereden dışarıya diktim gözlerimi, kendi mutsuzluğum dışında başka bir şey görmeden.
…ve evden dışarıya çıktığımda evin önündeki insanlardan nefret ediyordum.
Akıl nerede ortaya çıkarsa çıksın yok edilir ve hap­sedilir ve doğal olarak her zaman hemen akılsızlık olarak damga yer.
çünkü insanların hepsi aynı anda hem mutsuz hem de mutlu olurlarmış ve bazen içlerindeki mutsuzluk mutluluktan daha büyük, bazen de tersi olurmuş. Ama gerçek kesinlikle şu ki, in­sanların içindeki mutsuzluk mutluluktan daha çokmuş.
Doğmak mutsuzluktur, dedi, yaşadığımız sürece de bu mutsuzluğu sürdürürüz, bir tek ölüm kesip atar bunu.
Ama basit in­sanlar karmaşık insanları anlamazlar ve onları kendi iç dünya­larına iterler, hem de herkesten daha insafsızca.
yaşama yeteneğimiz bile yok, var olmayı bile be­ceremiyoruz, çünkü var olmuyoruz bile, var olunuyoruz!
Var olmak umutsuzluğa düşmekten başka bir şey değildir ki, dedi. Uyandı­ğımda iğrenerek düşünüyorum kendimi ve başıma geleceklerin hepsi tüylerimi diken diken ediyor. Yattığımda ölmekten, bir daha uyanmamaktan başka bir isteğim olmuyor, ama sonra gene uyanıyorum ve bu korkunç süreç yineleniyor, yineleniyor
zaten isteklerimiz de ancak en yüksek yoğunlukla dilersek yerine gelir.
Biz varız ve başka çaremiz yok.
Varoluşumu duygusallığa feda etmek benim tarzım değildir.
Gülmeyi bilmeyen insan ciddiye alınamaz.
Haksız davranıyoruz, insanları incitiyoruz, sırf o anda daha büyük bir zahmete katlanmamak, tatsız bir karşılaşmadan kaçınmak için.
Biz hiç kimseyi, o kişi istemezse kendimize bağlayamayız, dedim, onu rahat bırakmalıyız, dedim.
Oysa insanlara kendi açımızdan değil her açıdan bakmalı ve ona göre davranmalıyız.
Yalnız olmanın da bir anlamı var.
Durmadan kendi kabuğumuzun dışına çıkma deneyi yapıyor, ama bu deneyde başarısız oluyoruz, hep tepetaklak yuvarlanıyoruz, çünkü kendi kabuğumuzun dışına ölüm dışında çıkamayacağımızı anlamak istemiyoruz.
Bir çok kişi, mutsuzluğun derinliklerine battığı için aslında mutludur ”
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Uyumak için değil, yorgunluğun tınısını bitirmek için uyurdu.
Doğmak mutsuzluktur, dedi, yaşadığımız sürece de bu mutsuzluğu sürdürürüz, bir tek ölüm kesip atar bunu.
Çocuk bu yaşam makinesinin içine annesi tarafından atılmış, baba çocuğu durmadan parçalara bölen bu varoluş makinesini ömür boyu çalıştırmış. Anne baba, bizzat kendileri olan felaketi çocuklarında sürdürdüklerini çok iyi bilirler, çocuk yapmayı ve onları yaşam makinesinin içine atmayı haince sürdürürler.
Kent aslında insanın aklına gelebilecek en büyük sanat ve düşünce düşmanı, aptal insanlar ve soğuk duvarlarla dolu kalın kafalı bir taşra kasabasıdır, zamanla orada her şey kalın kafalılığa dönüşür, istisnasız her şey.
Her türlü şeyi deneriz,sonra da hep yarıda bırakırız,birdenbire onlarca yılı çöpe atarız.
Ama gerçek kesinlikle şu ki, insanların içindeki mutsuzluk mutluluktan daha çokmuş.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Bir dostumuz olduğunu sanıyoruz, ama zamanla dostumuz olmadığını görüyoruz, çünkü kesinlikle hiç kimsemiz yok, gerçek bu.
Anne baba, bizzat kendileri olan felaketi çocuklarında sürdürdüklerini çok iyi bilirler, çocuk yapmayı ve onları yaşam makinesinin içine atmayı haince sürdürürler.
Her türlü şeyi deneriz, sonra da hep yarıda bırakırız, birdenbire onlarca yılı çöpe atarız.
Kız kardeşim ve ben ömür boyu birlikte olacaktık, herhalde bu, anne babamızın bir tasarımıydı. Bir oğul yaparız, diye düşündü annemle babam herhalde, ona bir de kız kardeş veririz, ikisi ömürlerinin sonuna kadar birbirlerini destekleyerek, birbirlerini mahvederek varlıklarını sürdürürler, herhalde buydu anne baba düşüncesi, şeytani anne baba düşüncesi, dedi.
Bir insana, hiç kimseyle olmadığımız gibi bağlı olmak için, yan yana olmamız gerekmez..
“Dostluklar, diye düşündüm, deneyimlerin gösterdiği üzere, eninde sonunda kişilerin ancak benzer çevrelerine kurulu olduğu zaman sürekli olabiliyor.”
“Biz hep böyle bitik adamlar ve çıkmaz sokak insanlarıyla ilişkideyizdir, dedim kendi kendime..”
Bir şeyden ötekine kaçar ve kendimizi mahvederiz, dedi. Hep uzaklaşıp gideriz, tükenene kadar.
Kuramsal olarak varoluşla başa çıkan biriydi, uygulamadaysa varoluşuyla başa çıkamamakla kalmadı, aynı zamanda varoluşu tarafından mahvedildi, diye düşündüm.
Artık kendisini itici hissediyordu, hiç değilse bende, onu yıllar sonra gördüğümde bu izlenimi bırakmıştı.
Biz şu ya da bu insan mutsuz bir insandır dediğimizde hep doğrudur, derdim Wertheimer’e, diye düşündüm, ama şu ya da bu insan mutludur dediğimizde, bu hiçbir zaman doğru değildir.
Wertheimer’in aksine, ki o mutlaka seve seve Glenn Gould olmak isterdi, ben asla Glenn Gould olmak istemedim, hep kendim olmak istedim, Wertheimer’se hep ve ömür boyu hiç dinmeyen bir hayal kırıklığına sürüklenerek, bir başkası, hayatta daha şanslı olduklarına inandığı kişilerden biri olmak istiyordu, diye düşündüm.
Kuramda anlıyoruz insanları ama uygulamada onlara katlanamıyoruz, diye düşündüm. Onlarla çoğunlukla isteksiz birlikte oluyor ve onlara kendi bakış açımızla davranıyoruz.
Ama insanlar neyi kastettiğimi anlamadılar, her zaman olduğu gibi bir şey söylediğimde anlamıyorlar, çünkü söylediğim şey, söylemiş olduğum şeyi söylediğim anlamına gelmez ki, dedi, diye düşündüm. Bir şey söylüyorum, dedi, diye düşündüm ve bambaşka bir şey söylüyorum, böylece tüm yaşamımı yanlış anlamalarla geçirmek zorunda kalıyorum, hiçbir şeyle olmadığı kadar yanlış anlamalarla hep, dedi, diye düşündüm.
Basit insan denilenlerin kişiyi kurtaracağına inanmak en büyük yanılgıdır. İnsan en bunalımlı zamanında onların yanına gider ve onlardan resmen kurtuluş dilenir, onlarsa kişiyi daha da derin bir umutsuzluğa iterler.
Glenn kendisi için en uygun zamanda öldü, diye düşündüm, ama Wertheimer kendisi için en uygun olmayan zamanda kendini öldürdü, kendini öldüren hiçbir zaman kendisi için en uygun zamanda öldürmez kendini, ama doğal ölüm denilen şey her zaman en uygun zamanda gelen ölümdür.
Uzun süre tasarlanmış bir intihar diye düşündüm.Umutsuzluğun birden ortaya çıkarttığı bir eylem değil
Biz hiç kimseyi, o kişi istemezse kendimize bağlayamayız.
Tüm yaşamımız boyunca acemilikten kaçarız, ama o bize hep yetişir ve bizi geçer.
bu dağa intihar dağı da denir, çünkü her şeyden çok intihara elverişlidir ve her hafta en az üç ya da dört kişi kendini oradan derinliklere atar. İntiharcılar dağın içindeki asansörle tepeye çıkarlar, birkaç adım atarlar ve kendilerini aşağıdaki kente doğru fırlatırlar. Caddenin üzerinde parçalananlar beni her zaman büyülemiştir, ben de (ayrıca Wertheimer de) çok sık Mönchsberg’e yürümüşümdür ya da asansörle çıkmışımdır kendimi oradan aşağıya atma niyetiyle, ama kendimi aşağıya atmadım (Wertheimer de atmadı!) Ben birçok kez (Wertheimer de!) atlama durumuna geçtim, ama ben, aynı Wertheimer gibi atlamadım. Geri döndüm.
Bir insana, hiç kimseyle olmadığımız gibi bağlı olmak için, yan yana olmamız gerekmez.
Dostluklar, diye düşündüm, deneyimlerin gösterdiği üzere, eninde sonunda kişilerin ancak benzer çevrelerine kurulu olduğu zaman sürekli olabiliyor.
Onu çeken, insanların mutsuzlukları içindeki halleriydi, insanların kendileri değildi, mutsuzluklarıydı ve insanın olduğu her yerde buna rastlıyordu
Biz şu ya da bu insan mutsuz bir insandır dediğimizde hep doğrudur, derdim Wertheimer’e, diye düşündüm, ama şu ya da bu insan mutludur dediğimizde, bu hiçbir zaman doğru değildir.
” on iki yıl sonra öldürdü kendini Wertheimer. İntiharcılar gülünçtür, derdi Wertheimer hep, kendini asanlar iğrençtir, böyle de derdi ”
Akıl nerede ortaya çıkarsa çıksın yok edilir ve hapsedilir ve doğal olarak her zaman hemen akılsızlık olarak damga yer
” bir tek gelişmemizi engelleyenleri yolumuzdan uzaklaştırmamız gerekiyordu, profesörlerimizi ve onların alçaklıklarını ve iğrençliklerini. ”
İnsan mutsuzluktur, dedi hep, diye düşündüm, yalnızca budala olan bunun aksini savunur. Doğmak mutsuzluktur, dedi, yaşadığımız sürece de bu mutsuzluğu sürdürürüz, bir tek ölüm kesip atar bunu. Bu, hep mutsuzuz demek değildir, mutsuzluk yoluyla mutlu olabiliriz, dedi, diye düşündüm.
Onu korkunç yaşam makinesinin içine yukarıdan atıp, aşağıdan tamamen mahvolarak çıkmasını istemelerini başlarına kakmak için var olmak zorundaymış. Kendini savunmak hiçbir işe yaramazmış, dedi hep. Çocuk bu yaşam makinesinin içine annesi tarafından atılmış, baba çocuğu durmadan parçalara bölen bu varoluş makinesini ömür boyu çalıştırmış. Ana baba, bizzat kendileri olan felaketi çocuklarında sürdürdüklerini çok iyi bilirler çocuk yapmayı ve onları yaşam makinesinin içine atmayı haince sürdürürler
Biz hep böyle bitik adamlar ve çıkmaz sokak insanlarıyla ilişkideyizdir, dedim kendi kendime..
Hep uzaklaşır gideriz, tükenene kadar
Durmadan kendi kabuğumuzun dışına çıkma deneyi yapıyor, ama bu deneyde başarısız oluyoruz, hep tepetaklak yuvarlanıyoruz
İçinde intihar edenlerden söz edilen kitapları okudu hep, içinde hastalıklardan, ölüm olaylarından söz edilenleri, diye düşündüm lokantada ayakta dururken, içinde insan sefaletinden, çaresizliğinden, anlamsızlığından, işe yaramazlığından söz edilenleri, içinde her şeyin hiç durmadan yıkıcı ve öldürücü olduğundan söz edilenleri. Bu yüzden Dostoyevski ve onu izleyenleri her şeyden fazla sevdi
İyi bir piyano çalıcısı (hiçbir zaman piyanist demezdi!), piyano olmak isteyen biridir
‘ ömür boyu beynini tahrip etti. ”
Oysa Glenn Avrupa’ya gelip Horowitz kursuna gittiğinde de bir dâhiydi, biz o sırada zaten kaybetmiş olanlardık, diye düşündüm. Aslında ben piyano virtüözü olmak istememiştim, Mozarteum ve ona bağlı her şey benim için dünyaya karşı duyduğum gerçek sıkıntıdan, çok erken başlamış olan yaşam bıkkınlığımdan kurtulmak için bahaneydi. Wertheimer de benim gibi davranıyordu, bu yüzden de biz, hani denir ya, adam olamadık, çünkü ne pahasına olursa olsun Glenn Gould olmak isteyen Glenn’in tersine, biz bir şey olmayı hiçbir zaman düşünmedik, o ne olursa olsun Glenn Gould olmak istiyordu.
Ama basit insanlar karmaşık insanları anlamazlar ve onları kendi iç dünyalarına iterler, hem de herkesten daha insafsızca, diye düşündüm. Basit insan denilenlerin kişiyi kurtaracağına inanmak en büyük yanılgıdır. İnsan en bunalımlı zamanında onların yanına gider ve onlardan resmen kurtuluş dilenir, onlarsa kişiyi daha da derin bir umutsuzluğa iterler. Zaten onlar nasıl olur da karmaşık birini karmaşıklığından kurtarabilirler ki, diye düşündüm.
” düşüncede sermaye suçu işlediler, bu yüzden cezalandırılıyorlar ve biz onları sonuna kadar kitaplıklarımıza tıkıyoruz. Çünkü kitaplıklarımızda boğuluyorlar, gerçek bu. Kütüphanelerimiz sanki cezaevi, büyük düşünürlerimizi tıktık oraya, doğal olarak Kant’ı, tıpkı Nietzsche gibi tek kişilik hücreye, Schopenhauer’i de, Pascal’i de, Voltaire’i de, Montaigne’i de, en büyükleri tek kişilik hücrelere, tüm diğerlerini koğuşlara, ama hepsini de sonsuza kadar olmak üzere dostum, tüm zamanlar için ve sonsuzluğa kadar, gerçek bu. ”
Söylediği şeyleri salt düşündüklerinden oluştururdu. Sonuna kadar düşünülmemiş şeyleri söyleyen insanlardan iğrenirdi, bu yüzden de nerdeyse tüm insanlardan iğrenirdi.
Uzun süre tasarlanmış bir intihar, diye düşündüm, umutsuzluğun birden ortaya çıkarttığı bir eylem değil.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir