İçeriğe geç

Birim – Hücresel Sağlıktan Ruhsal Yolculuğa Kitap Alıntıları – Deniz Şimşek

Deniz Şimşek kitaplarından Birim – Hücresel Sağlıktan Ruhsal Yolculuğa kitap alıntıları sizlerle…

Birim – Hücresel Sağlıktan Ruhsal Yolculuğa Kitap Alıntıları

Bir kişi iyileşmek istiyorsa bağ kurmak zorundadır.
Bağ kurmak, ruha dokunmak, sevmek, iyilestirici ve bulaşıcıdır.
Zihinsel bir kafeste özgürlüğünü kaybetmişlerin, telefonundan gelecek bir sinyale, yemeye, içmeye, dizilere, sığ ilişkilere olan muhtaçlığı, aslında çağımızın en büyük hastalığıdır.
Bedene yerleşmiş ben sandığınız minyatür bir evren var.
Dilin duygusal ihtiyaçları ifade edemediği bir ortamda bedenler konuşmaya başlıyordu ve verdiğimiz antidepresanlar bedenin çığlığını dindiremiyordu.
En sevdiklerinizle geçirdiğiniz,sevilmeye değer hissettiğiniz anlara yoldaşlar tatlar ve kokular unutulmaz.
Ruhuma yabancılaştiıkça, duygularımı halı altına süpürdükçe bağırsaklarım sesini yükseltmeye başlamıştı.
Sesi,serzenişi,çığlığı duyulmayan,dili çoktan umudunu yitirmiş kadınların bedeni bir şekilde dile geliyordu.
Birini tanımanın en iyi yolu onu dinlemek değil izlemektir.
İç dünyanızda fırtınalar koparken, kaygı denizinde boğulmak üzereyken dış dünyanız neşeli, rahat ve tek başına her türlü problemin üstesinden gelebilecek bir izlenim bırakıyorsa ortada büyük bir sorun var demektir.
Bu evren içerisinde varoluşunun bir nedeni olduğunu, nereden gelip nereye gittiğini kavrayan insan kendine,doğaya ve ötekine şefkatlidir.
Yalnızca kendi ruhuna, yolculuğuna yakınlaşmış bir kişi, ötekinin yarasına şifa olabilir.
Bağımlılık, ‘bağ kuramayan’ insanların yok olmaya karşı direnme çabalarıdır. Zihinsel bir kafeste özgürlüğünü kaybetmişlerin, telefonundan gelecek bir sinyale, yemeye, içmeye, dizilere, sığ ilişkilere olan muhtaçlığı, aslında çağımızın en büyük hastalığıdır.
Bu yolculukta bedenler, maddeyi deneyimlemek için birer araçtır. Bu evren içerisinde varoluşunun bir nedeni olduğunu, nereden gelip nereye gittiğini kavrayan insan kendine, doğaya ve ötekine şefkatlidir bütünün bir parçası ve birbirimize bağlı olduğumuzu bilir. İncinse de incitmez. Bağ kurmak, ruha dokunmak, sevmek, iyileştirici ve bulaşıcıdır. Evren bir denizse biz de onun tüm özelliklerini barındıran bir kap suyuz.
Çünkü bilincimizin dışında yaşanan; bedene miras kalan duygularla kaydedilmiş öyküler gibi neredeyse hiç farkında olmadığımız süreçler, tüm karar alma mekanizmalarında başrolü oynarlar
Bir bilgi bir söz bir dokunuş gerçek anlamda içselleştirildiğinde, yani sistem bunu tehdit olarak algılamayıp kendi içinde işler bir yapıya dönüştürdüğünde tüm sistemi etkileme potansiyeli taşır.
Erken çocukluk dönemi bizim sırlar kapımızdır. Bu kapıdan içeri adım attığınızda neler olduğu ile yüzleşmek için yardım aldığınızda ve bugüne olan yansımalarını anlamaya başladığınızda artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını bilmelisiniz. Yaşamın ilk yıllarında anne ve babamız tarafından bize aynalanan her duygu, kendimize dair tasarımların ve gelecekte alacağımız tüm kararların, yol haritamızı oluşturan kodların, şemaların, döngülerin temelini oluşturur.
Kırılan herşey sağlamından daha çok şey öğretir.Bu bilimsel bir deney veya herhangi bir kuram içinde geçerlidir.Mesela bir proton normalde bize sadece yükü ve kütlesi hakkında bilgi verir.Ama herhangi bir hızlandırıcıda çarpıştırılıp parçalara ayrılan bir proton ,bize bu yükü veya kütleyi nasıl kazandığı hakkında daha detaylı bilgi verir.Yada nöroloji için konuşucak olursak sağlam bir insan beyni bize içindeki hangi kısmın ne işe yaradığı konusunda pek az bilgi verir.Ama nezaman ki bu beynin bir kısmı hasar görür ve bu hasar sonucu kişi bazı duyuşsal yeteneklerini kaybeder.İşte o zaman beynin yapısına dair daha detaylı bilgiye sahip oluruz.Yada biyoloji içinde durum farklı değildir.Mesela tasarımlarında belli hatalara sahip canlılar görmemiz onların varoluşlarını oluşturan mekanizmalar hakkında daha detaylı bilgi sahibi olmamıza yararlar.Aynısı bilimsel kuramlar içinde geçerlidir.Mesela eski insanlar ısıyı,maddenin hareketi olarak değilde maddeden dışarı çıkan birşey olarak düşünüyorlardı.Ve sonra birgün kalayı ısıttıklarında yanan kalay, metal kirecine dönüşüyordu.Ama ilginç bir şekilde yanmadan önceki halinden daha ağır oluyordu.Ve o dönemin bilim insanları bu nasıl olabilir diye düşündüler.Eğer ısı maddenin yanınca dışarıya attığı bir fazlalıksa o zaman bu maddenin yanınca daha hafif olması lazım.Yani bu tarz deneysel bir çatlak o dönemin bilim insanlarına sahip oldukları ısı kuramının yanlışlığı hakkında daha detaylı bilgi verdi.Sosyoloji içinde durum pek farklı değildir.Mesela bir sistemin kendi içindeki çatlakları o sistemin işleyişi hakkında daha detaylı bilgi verir.Aynı bunun gibi insan ilişkilerinde de durum benzerdir.Mesela nezaman ki bir ilişki bozulur ozaman insanlar sahip oldukları gerçek kişilikler hakkında daha detaylı bilgi verirler.Yada konuya dair son bir örnek verecek olursak: Psikolojideki anormal insanlar olmasaydı bugün normal insanın psikolojisinin işleyişi hakkında bukadar detaylı bilgiye sahip olmazdık.Yani demem o ki örnekleri çoğaltmak mümkündür ama bu konunun ana fikrinin önemini arttırmayacaktır.Bu yüzden yazının başında dediğim şeyi tekrarlamakta fayda var:Kırılan herşey sağlamından daha çok şey öğretir!
Duygular ve tetikleyici durum tamamen kişiye özgüdür. İşte bu kısım çok önemlidir: Herkesin, yolculuğu boyunca kendisi bile fark etmeden kayıt tutan, duygularla yükle bir kara kutusu vardır.
Bedeninizi tanımak, ne yer ne içer bilmek, neyin rahatsız ettiğini, neyin iyi geldiğini fark etmek, neyi eksikse yerine koymak ve neleri fazlaysa uzaklaştırma konusunda destek olmak; ancak gerçek bir sevgi, özveri , şefkatle gerçekleştirilecek eylemlerdir.Sevgi iyileştirir, kavramında bahsi geçen sevgi budur.
Bazen ne kadar iyi top sürersen sür, topu sadece kendinde tutmaktan zarar gelir.
Gerçek duygusu yaşanmadan üzeri kapatılan her ayrılık, hüzün ve kayıp, ölmeden gömülmeye çalışılan bedenler gibidir.
Yetim bırakılan her duygu, kendini ortaya koyabileceği bir öyküyü, gerekirse farklı figüranlarla, farklı zamanlarda tekrar tekrar sahnelemek için fırsat kollar.
İnsan öyküsüyle, bedeniyle, duygularıyla yeteri kadar haşır neşir değilse, kendine yabancı bir varlıktır.
Sanırım iletişim biraz da niyet işi.
O anlatmaya niyetliydi ben de anlamaya.
“Bağımlılık, ‘bağ kuramayan’ insanların yok olmaya karşı direnme çabalarıdır. Zihinsel bir kafeste özgürlüğünü kaybetmişlerin, telefonundan gelecek bir sinyale, yemeye, içmeye, dizilere, sığ ilişkilere olan muhtaçlığı, aslında çağımızın en büyük hastalığıdır.”

Bağımlılık birey değil toplum hastalığıdır.

Şunu asla akıldan çıkarmamak gerekiyor: İnsan öyküsüyle, bedeniyle, duygularıyla yeteri kadar haşır neşir değilse, kendine yabancı bir varlıktır.

“ Sıcaklık arayan bir kişi, özünde kendi yakınlığına muhtaçtır.”

Yetim bırakılan her duygu, kendini ortaya koyabileceği bir öyküyü, gerekirse farklı figüranlarla, farklı zamanlarda tekrar tekrar sahnelemek için fırsat kollar.
Dünyaya eksik varlıklar olarak geldik. Gezegene ayak bastığında ağlaman gerekiyordu, çünkü ağlamadan nefes alamazsın.
On yaşındayken İstanbul’a ayak bastım. Ülkenin en büyük şehrindeyim ve danışacak, sığınacak kimsem yoktu. Başkasının kâbusu olur ama benim için ucu nereye gideceği bilinmeyen bir macera
Bağımlılık, ‘bağ kuramayan’ insanların yok olmaya karşı direnme çabalarıdır. Zihinsel bir kafeste özgürlüğünü kaybetmişlerin, telefonundan gelecek bir sinyale, yemeye, içmeye, dizilere, sığ ilişkilere olan muhtaçlığı, aslında çağımızın en büyük hastalığıdır.
Bir kelime, ses tonu, durum, koku, tat, ruya, gida , yuz, bakis, mimik en derinlerdeki duygulari tetikleyebilir
Bugun yasananlar asla tesadüf degildir. Bugünü anlamanin yolu geçmişi, yarini görebilmenin yolu ise bugünü iyi analiz etmekten geçer
Büyüdüğümüzde evde varlığı hissedilen, duygusal ihtiyaclarini fark eden, sevgi dolu ve yumusak bir otorite, yasam boyu guvende hissetmemize kapi aralayan büyük nimetlerden biridir
Sözler aktarılmadan önce, kişiye özgü zihinsel süreçlerden geçer. Söze dökülen her eylem gerçekliğinden uzaklaşır.
Özellikle otizm, dikkat eksikliği, hiperaktivite bozukluğu gibi santral sinir sistemine yapısal destek planlanlanan süreçlerde, DHA içeriği yoğun bir Omega3 desteği; otoimmün hastalıklarında, kronik ağrı ya da bağırsak bağırsak sorunlarının eşlik ettiği durumlarda ise EPA ağırlıklı bir Omega 3 desteğinin akılcı bir seçim olabileceğini düşünebiliriz.
Kısa zincirli yağ asitlerinden propinat miktarının yüksek seviyelere ulaşması, otizm ve hiperaktivite gibi klinik tablolarla ilişkilendirmiştir. Asetat, bütirat ve propionat (aynı zamanda işlenmiş gıdalarda mantar üremesini engellemek için koruyucu madde olarak kullanılabiliyor) düzeylerinin belli bir dengede (asetat ve bütirat lehine) olması çok önemlidir.
Kalın bağırsakta fermantasyon sonucu ortaya çıkan kısa zincirli yağ asitleri özellikle bütirat ve asetat, bağırsak epitel hücreleri için enerji kaynağı oluşturmanın da ötesinde inflamasyon kontrolü, mitokondri ve metabolizma (insülin direnci, lipit profili) üzerindeki etkileri nedeniyle yakın gelecekte özellikle Otizm, Alzheimer, Multpl Skleroz, Parkinson ve neredeyse tüm psikiyatrik hastalıklarda ve stresin tetiklediği hormonal aks problemlerinde adından çokça bahsettirecek başlıklardan biri olacaktır.
Yiyemeyeceğiniz kadar besin, kullanamayacağınız birçok özelliği olan cep telefonu, giyemeyeceğiniz kadar giysi, oturamayacağınız sayıda ev ‘sahibi’ olmanızı sağlayacak düzeyde algı oluşturulması, modern kölelik düzeneğinin önemli araçlarıdır.
Fark edilmeyen her dürtü, bireyi kendiliğinden işleyen bir tekrarlayıcı davranışın esiri yapar. Dürtünün ilacı sorular sormaktır, sorgulamak ve cevap aramaktır.
Bu evren içinde varoluşunun bir nedeni olduğunu, nereden gelip nereye gittiğini kavrayan insan kendine, doğaya ve ötekine şefkatlidir. Bütünün bir parçası ve birbirimize bağlı olduğumuzu bilir. İncinse de incitmez. Bağ kurmak, ruha dokunmak, sevmek, iyileştirici ve bulaşıcıdır.
Evrenin, doğanın, bedenin kendi koşulları var ve biz onları kontrol edemeyiz, pazarlık yapamayız. Öyle zamanlar olur ki küllerimizden yeniden doğmak zorunda kalırız ve işte yaşamın en büyük güzellikleri de bu büyük sancılardan sonra gelir.
Geçmiş algısal çarpıtmalarla, zihinsel oyunlarla dolu olabilir. Ama bunun yanı sıra orada köklerimizden aktarılan, yaşamımızı derinden etkileyecek hazineler de kayıtlıdır.
Anlamadan, öğrenmeden geçmişi affetme gibi yaklaşımlar geçici iyilik halleri sunar, kendimize olan körlüğümüzü ve yabancılığımızı besler.
Bağ kurmak iyileştirir.
Bugünkü yeme davranışımız, ilişkilerimiz, bağımlılıklarımız geçmişin gölgesinde oluşmuştur. Boşluk hissi, çökkün ruh hali ve kaygı varlığında güven, yakınlık ve şefkat ararız, yani “oksitosin” ararız.
Panik atak, depresyon, takıntı bozukluğu, bağırsak hastalıkları ya da tiroit, şeker hastalığı, bağışıklık sistemi hastalıkları, fibromiyalji veya migren gibi hastalıklarda iyileşme, oksitosinden geçer. Kilo dengesini sağlamak, sağlıklı yaşamak, sağlıklı ilişkiler kurmak konusunda yardım arayışındaysanız önce oksitosini öğrenmelisiniz.
Doğduğun anda sıcak bir tenle, gelişine hazır şefkat dolu bir ruhla temas etmek, yaşam boyu elde edebileceğiniz en büyük şans olabilir. Oksitosin düzeyi yüksek bir annenin güvenli kolları, tüm beyin yapınızı olumlu yönde etkileme potansiyeline sahiptir.
“Bağımlılık, ‘bağ kuramayan’ insanların yok olmaya karşı direnme çabalarıdır. Zihinsel bir kafeste özgürlüğünü kaybetmişlerin, telefonundan gelecek bir sinyale, yemeye, içmeye, dizilere, sığ ilişkilere olan muhtaçlığı, aslında çağımızın en büyük hastalığıdır.”
“İstek ve arzular ihtiyacımızmış gibi sunularak dopamin tüccarlığı yapılmaktadır. Dizilerde izlediğimiz kusursuz güzellikteki kadınlar ve kaslı, zengin, güçlü erkek figürleri, dopamini nerede aramamız gerektiğiyle ilgili satış mesajlarıyla doludur. Kendimizi zayıf, yetersiz, değersiz, çirkin hissettiren her uyaran, farkında olmadan ödül sistemini devreye sokmanın yollarını aramamıza yol açar. Dışarıya bakan satın alır, içe bakan paylaşır.”
Depresyonun hücresel düzeydeki ana nedeni inflamasyondur. İnflamasyon varlığında serotonin üretimi azalır, serotonin kaynaklarından başka moleküller oluşmaya başlar. Bağırsaktan sızan toksinlerin ve mikrop kaynaklı ürünlerin, beyin üzerinde ciddi etkileri vardır. Bağırsaklardaki mikrop topluluğu, “vagus” üzerinden beyinle diyalog halindedir.
Ben buna “duygusal yetimlik” diyorum. Duygusal yetimlik, var olanların duygusal olarak yokluğu demektir. Bedeni, ruhu, duygusu, yakınlığıyla gerçek anlamda orada olanlardan ayrıldığınızda, yasınızı ve hüznünüzü yaşayıp sağlıklı bir vedalaşma yaşayabilirsiniz. Zor olan “var olan yokların” gidişidir.
Amigdala şekli bademe benzediği için Latince amygdaloideum kelimesinden türemiştir. Amigdala, limbik sistem dediğimiz korku, kaygı, haz gibi duygularımızın oluşturduğu beyin bölgesinin önemli parçalarından biridir. Tehdit oluşturabilecek durumlarda uyarıldığında, çok hızlı bir şekilde “hipotalamus”u alarma geçirir.
Yaşam bir uçak yolculuğu gibidir, doğduğumuz gezegenin dönüş hızı kendi etrafında 1670 kilometre, güneş etrafında 107 bin kilometre hızındadır. İçinde bulunduğumuz güneş sistemi ve hatta Samanyolu Galaksisi dahi hareket etmektedir. Tüm bu hareket süreci hesaba katıldığında, saatte 720 bin kilometre hızla bir bilinmeze doğru hareket ettiğimizi söyleyebiliriz.
“Büyüdüğümüz evde varlığı hissedilen, duygusal ihtiyaçları fark eden, sevgi dolu ve yumuşak bir otorite, yaşam boyu güvende hissetmemize kapı aralayan büyük nimetlerden biridir.”
Gerçek stres yerine sahte strese yönelenler dünyanın en korkak, değersiz, yetersiz, beceriksiz insanı gibi hissetmektense uzak durmayı, çabalamamayı, hiçbir zaman gelmeyecek olan o en uygun zamanın gelmesini beklemeyi, suçlamayı, sorumluluk almayı reddetmeyi, bahaneler üretmeyi hatta hasta olmayı tercih ederler. Korkmakta ve kaygılanmaktan korkanlar, yetim bırakılmış duygularının esiri olurlar.
Düşmekten ve canımızın yanmasından endişe etmeden yürümeyi, kaza yapmaktan kaygılanmadan araba sürmeyi, terk edilmekten korkmadan sevmeyi öğrenebilir miyiz?
“Gerçek stres diri tutar, savaşmayı, kaçmayı ve hayatta kalmayı sağlar. Konfor alanı dışına çıkarken yeni deneyimlere, yeni işlere yelken açarken stres sizinledir. Hayatınızda stresi en düşük seviyede tutmak için çaba harcarsanız, keşfetmeyi unutursunuz. Sürekli plan yapmak, konfora aşırı yönelmek, tüm riskleri hesap etme ve kontrol çabası, gerçek stresten sahte strese geçişin kilit noktasıdır.”
Stresin hiç olmadığı ya da abartılı dozda olduğu bir durum yaşamla bağdaşmaz. Özellikle bedensel ve hatta ruhsal anlamda düzenli olarak ufak dozlarda strese maruz kalmak, yaşadığımızı, var olduğumuzu, tepki verebildiğimizi fark etmek için birer fırsattır. Koşarken, spor yaparken, avlanırken, yüzerken stres yaşarsınız. Kalbiniz çarpar, oksijen tüketiminiz artar, yağ yakar ve enerji üretirsiniz. Sınava hazırlanırken, kitap yazarken, iş görüşmesine giderken strese girersiniz. Uygun dozlarda stres, performansınızı olumlu etkileyecektir. Hiç strese girmeyen ya da çok stres üreten bir kişi sınava çalışamaz.
Bağırsaklarımızdaki trilyonlarca mikrobu, katrilyonlarca mitokondrimizin bakteriyel kökenli olabileceğini hesaba kattığımızda aslında bedenimizin, ‘bizlere’ ve birbiriyle eşsiz bir iletişimi olan ‘mikro varlıklara’ ev sahipliği yapan bir evren olduğunu görürüz.
Kendisine gerçek anlamda şefkatli olan bir kişi, hücresine de şefkatlidir. Yediği ve içtiği şeylerin hücresi ile olan ilişkisini öğrenir. Kimyasını oksitosinle besleyerek ruhunu ve fonksiyonel gerçek gıdalarla mitokondri seni doyurur, böylece gerçek olmayan açlık ataklarını daha az yaşar.
Zihinsel bir kafeste özgürlüğünü kaybetmişlerin, telefonundan gelecek bir sinyale, yemeye, içmeye, dizilere, sığ ilişkilere olan muhtaçlığı, aslında çağımızın en büyük hastalığıdır.
İstek ve arzular ihtiyacımızmış gibi sunularak dopamin tüccarlığı yapılmaktadır. Dizilerde izlediğimiz kusursuz güzellikteki kadınlar ve kaslı, zengin, güçlü erkek figürleri, dopamini nerede aramamız gerektiğiyle ilgili satış mesajlarıyla doludur. Kendimizi zayıf, yetersiz, değersiz, çirkin hissettiren her uyaran, farkında olmadan ödül sistemini devreye sokmanın yollarını aramamıza yol açar. Dışarıya bakan satın alır, içe bakan paylaşır.
Tekrarlayan tatlı yeme ataklarının, alkol kullanımının, madde kullanımının gerisinde, yaşamda sağlıklı yollarla çalıştıramadığımız ödül devrelerimiz vardır.
Evrimsel pencereden dopamin, hayatta kalmakla ilgilidir. Dopamin salgılatan her deneyim, evrimsel anlamda varlığımızı sürdürmenin ve yaşama sevincinin bir göstergesidir.

Dopamin, Ben başardım, ben yaptım, hissidir. Kurulan dopamin devresi kuvvetliyse, aynı hissi yaşamak için tekrar denemek istersiniz. Bu nedenle dopamin, bağımlılıkla yakın ilişkisi olan bir habercidir.

Hangi yöntemle dopamin salgıladığınıza çok dikkat etmelisiniz. Kumar, alkol, kokain, tehlikeli sporlar, yeni bir bilgi, yeni yerler keşfetme, yeni bir program yazma, yeni bir dil öğrenme ya da yeni bir kariyer

Diyelim bir sohbet esnasında başka bir kişiyle ilgili yapılan yorumları dinliyorsunuz. Bahsi geçen bireyin gerçek öyküsünü, gerçekliğini değil, anlatan kişinin zihinsel tasarımlarının yansımasını dinlemiş olursunuz. Sözler aktarılmadan önce, kişiye özgü zihinsel süzgeçler den geçer. Söze dökülen her eylem gerçekliğinden uzaklaşır.
Stres kavramı konusunda derinliği olmayan tanımlamalar sonucunda ortaya çıkmış çözümlerden en ünlüsü, anda kalma dır.

Stres yönetiminde ek başka hiçbir şey yapılmaksızın uygulanan anda kalma teknikleri, ortaya çıkmış olan ağrıya kökeni araştırılmadan önerilen ağrı kesici ile benzer.

Tanı konmuş bir hastalığınızın bulunmaması “iyi” olduğunuz anlamına gelmez. İyileşme, varoluş yolculuğuna odaklanmış ruhların gözle görünmez bağlarla birbirine bağlı olduğunu, doğayla, kurtla, kuşla, gezegenimizle, güneş sistemimizle, galaksimizle hatta evrenle bir bütün olduğunu idrak etmekle başlar.
Asıl hastalık uyanmaktan, fark etmekten, görmekten korkmak değil midir?
İnsana, bedene, ruha, doğaya, taşa, toprağa, ağaca, karıncaya, gökyüzüne bir bütün olarak bakmaya başlamıştım. Hepsi yaşadığımız gezegeni oluşturan unsurlar gibiydi ve her birinin bi anlamı vardı. Her şey iletişim halindeydi ve bu dil hakkında ne kadar fikir sahibi olursam kendimi de o derece anlayabilmem ve iyileştirebilmem mümkün olacaktı.
Hangisi gerçek “ben”dim? Hiçbir şey olmamış gibi davranan, yaşadığı tüm travmaları sanki başkası yaşamış rahatlığında olan “ben” neyin temsilcisiydi? Böyle davranmayı nereden öğrenmiştim? Canımın acısını gizleme, kimseye ihtiyacım olmadığını ortaya koyma güdüsü ne anlama geliyordu? Herkesin acısını, derdini ağrısını anlama motivasyonunda olan ben, kendime gelince neden bu kadar ihmalkar davranıyordum?
yaşadığımız olayların zaman zaman gözlemcisi olabilme yetimiz, yaralayıcı, acı veren kısır döngülerin gerisindeki duygusal ihtiyaçlarımızı fark edip onları kendi başımıza karşılamamız için bize imkan sağlar ve bu kısır döngülerin tek ilacı budur.
Birini tanımanın en iyi yolu onu dinlemek değil izlemektir.
Kronik ilişki ve iletişim sorunlarının temelinde bu mekanizmalar yatar. İçinizdeki terk edilmiş, sevgiye, ilgiye, yakınlığa muhtaç yanlarınızı fark edemediğinizde, karşınızdakinin yaşı kaç olursa olsun, içindeki çocukluk dönemine ait karşılanmamış benzer duygusal ihtiyaçları tıpkı bir radar gibi tespit eder ve oraya doğru çekilirsiniz. Bu müthiş bir sensör mekanizması gibidir, eşleştiği an kuvvetli bir bağ kurulur ve kendinle yakınlaşma hissinin heyecanıyla karşı konulamaz bir çekim etkisi gerçekleşir.
İç dünyamız ile dışarısı arasındaki fark, kendimize olan yabancılığın düzeyiyle ilgili önemli veriler sunabilir. İç dünyamızda fırtınalar koparken, kaygı denizinde boğulmak üzereyken dış dünyanız neşeli, rahat ve tek başına her türlü problemin üstesinden gelebilecek bir izlenim bırakıyorsa ortada büyük bir sorun var demektir. Bu farkın kapanması için duygusal ihtiyaçlarımızı fark etmemiz gerekiyor. Çünkü fark edemediğimiz her duygusal ihtiyacın benzer ihtiyaçlara sahip kişiler tarafından bilinçdışı olarak karşılanması ve bağımlı ilişkilere yatkınlığın artması muhtemeldir.
Bu ruh halim depremden yaklaşık elli saat sonra çıkarılan, ruhsal muayene için getirilen ve hislerini sorduğumda, “Yakında sınavım var, ben nasıl ders çalışacağım?” yanıtını aldığım şoktaki liseli gencin ruh haliyle çok örtüşüyordu. Duygusal yakınlık ihtiyaçlarımı fark etme ve bunları karşılama becerisi konusunda iyi bir mirasa sahip olmayışımın getirdiği kendine yabancılık hali mi yoksa acı veren duyguları görmezden gelerek ruhsal sancıyı dindirme amaçlı bir baş etme hali miydi bu, bilmiyorum.
Bazen öyle anlar vardır ki yaşamınızda büyük dönüşümlere yol açabilir. O anı ne belirleyebilir, ne de kontrol edebilirsiniz. Evren hesabını yapmıştır. O gün, o anda yaşanacaklar gerçekleşecek ve hayatınız bir daha asla eskisi gibi olmayacaktır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir