İçeriğe geç

Bir Yazarın Güncesi Kitap Alıntıları – Virginia Woolf

Virginia Woolf kitaplarından Bir Yazarın Güncesi kitap alıntıları sizlerle…

Bir Yazarın Güncesi Kitap Alıntıları

.
Bu, Ağustos ayının son günü ve neredeyse hepsi gibi olağanüstü güzellikte.

Her gün oturmak için yeterince güzel ve yeterince sıcaktır; ama aynı zamanda dolaşan bulutlarla dolu; ve inişlerde beni çok mest eden ışığın solması ve yükselmesi; bunu her zaman kaymaktaşı bir kasenin altındaki ışıkla karşılaştırırım.

Mısır şimdi üç dört veya beş katı şekilli sarı kek sıralarında duruyor görünüşe göre yumurta ve baharatla zengin; yemek güzel.

Bazen derelerde Dostoyevski’nin dediği gibi deli gibi dörtnala koşan sığırları görüyorum. Bulutlar onları tarif edebilseydim; dün bir tanesinde yaşlı bir adamın çok ince beyaz saçları gibi dalgalı saçlar vardı.

.
Hayatım bir gelgit gibi yavaş yavaş geriliyor; ya da fitili yakında sıcak yağa batacak ve soyu tükenecek olan ölmekte olan bir mum olarak tasvir edilebilir.

Herkes kırlara gitmişken geride kalmışım gibi. Issız bırakılmışım, tozluyum, hayal kırıklığına uğramışım.
Nasıl da acı çekiyorum. Ve hiç kimse bilmiyor nasıl acı çektiğimi.
Herkes kırlara gitmişken geride kalmışım gibi. Issız bırakılmışım, tozluyum, hayal kırıklığına uğramışım.
Kitaplar kiloyla satılmalı.
Ne kadar çok okumam gereken şey var!
The Hours (Mrs. Dalloway romanına ilk verdiği isim) ve yaptığım keşif hakkında daha epeyce bir şeyler söylemeliyim aslında; kişilerimin ardlarında nasıl güzel mağaralar oyduğumu; bunun tam istediğim sonucu verdiğini düşünüyorum: insancıllık, mizah, derinlik. Fikir şu, mağaralar birbirine bağlanacaklar ve şu anda birer birer gün ışığına çıkıyorlar.
Zamanın uçup gittiğini hissediyorum; bu da tutkularımı körüklüyor.
Herkes kendi kafasına göre takılıyor, kimse birbirini anlamak istemiyor. Herkes adeta zehirlenmiş.
.
Cesaret, cesaret

Asla yerleşmemek, yeni gözlerle görmek, genişlemek

.
Ben temelde, sanırım, bir yabancıyım. En iyi işimi yapıyorum ve kendimi en çok sırtım duvara dönük hissediyorum.

Yine de akıntıya karşı yazmak tuhaf bir duygu: Akımı tamamen göz ardı etmek zor. Yine de tabii ki yapacağım.

.
Sanırım depresyonum bir kibir biçimi.

.
‘Gerçekten’ büyük bir özgürlük olmalı. Yine de her şeyin bir ilgisi olmalı.

Cehennem insan yüreğinde sevginin bittiği yerdir.
I will not be ‘famous’, ‘great’. I will I go on adventuring, changing, opening my mind and my eyes, refusing to be stamped and stereotyped. The thing is to free one’s self: to let it find its dimensions, not be impeded. Ünlü veya mükemmel olmayacağım. Maceraya, değişime, zihnimi ve gözlerimi açmaya; damgalanmayı ve basmakalıp olmayı reddederek devam edeceğim. Önemli olan, kişinin kendini özgürleştirmesidir: Engellenmemek, kendi boyutlarını bulmasına izin vermektir.
.
Bu yalnızlığın mistik yanı; nasıl da kişinin kendisi değil de evrendeki bir şey olduğu.

Derin kasvetimin, depresyonumun, can sıkıntısının, her neyse, ortasında korkutucu ve heyecan verici olan da bu.

Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Ben kendim olmadıkça hiçkimse değilim.
.
Zaman zaman buraya birkaç cümle yazmazsam, dedikleri gibi, kalemimin kullanımını unutacağım.

Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
.
Bir tarih yazmam tuhaf bir şey. Belki de bu yönünü şaşırmış hayatta, hangi gün olduğunu söyleyebilir miyim diye düşünür, o zaman.

Üç nokta ne demek istediğimi bilmiyorum.

.
Her neyse, bu sefer ‘roman’ yazmayı bıraktığım için mutluyum; ve bir daha asla suçlanmamayı umuyorum.

Bir adam, karısını dövüyor, uzun yıllar sakat bırakıyor, köpeğe davrandığından daha kötü davranıyor ona. Kadın umutsuzluk içinde yaşamına son vermeye karar veriyor ve yarı çıldırmış durumda mahkemeye gidiyor. Görevliler umursamazca: Hadi git, kocanla barış! diyerek kadını savıyorlar. Söyleyin, bu, merhamet midir? Karşısında durduğunuzu güçlükle farkeden, engel olmayasınız diye, sizi aptalca ve anlamsızca tuhaf el kol hareketleri yapan, başı dumanlı, dili dönmeyen körkütük bir sarhoşun bönce sözleridir bu
.
Bu yalnızlığın mistik yanı; nasıl da kişinin kendisi değil de evrendeki bir şey olduğu

Derin kasvetimin, depresyonumun, can sıkıntısının, her neyse, ortasında korkutucu ve heyecan verici olan da bu.

.
Haziran hava durumu. Yine de, parlak, taze. Ama aklım şu anda kelimelere İngilizce kelimelere çok açık.

Bana sert vurdular, zıplayıp zıplamamalarını izliyorum. Kendi akıcılığımdan nefret ediyorum.

Neden sürekli kelimeler söylüyorsun ? Hiçbir şey yazamam. Ayrıca neredeyse okuma gücümü kaybettim.

.
Zamanı durduran küçücük anlardan çıkmam gerekiyor, şafağın ışığında var olmaya ihtiyacım var.

Mütevazı, sınırsız içten ve olağanüstü derecede ürkütücü her şeyin varlığına teslim olmam gerekiyor.

.
Kısmen sessizlik çok zarif; ve kısmen insanlarla asla gerektiği gibi konuşamıyorum.

Kendime çok fazla soru soruyorum. Kendimi çok fazla izliyorum. Etrafımdaki bu zaman sıçramasını sevmiyorum.
.
Kendin hakkında doğruyu söylemezsen, başkaları hakkında da söyleyemezsin.

.
Sen şeylerin kemiklerine ulaşıyorsun ve ben senin kemiklerinin çıplaklığını, beyazlığını, sertliğini seviyorum.

Zamanın uçup gittiğini hissediyorum; bu da tutkularımı körüklüyor.
.
Her neyse, bu sefer ‘roman’ yazmayı bıraktığım için mutluyum; ve bir daha asla suçlanmamayı umuyorum.

.
Kendi yazılarımı kızarmadan, titremeden ve saklanmak istemeden okumaya katlanabileceğim bir zaman mı geliyor ?

‘Bence insanın arkadaşları heves çiçeğini solduruyor.’
Zamanın uçup gittiğini hissediyorum ; bu da tutkularımı körüklüyor .
.
Buraya zaman zaman birkaç cümle yazmazsam, dedikleri gibi, kalemimi kullanmayı unutacağım.

.
Bir randevu yazmak tuhaf bir şey. Belki de bu kafası karışmış hayatta biri düşünür, eğer hangi gün olduğunu söyleyebilirsem, o zaman.

Ne demek istediğimi bilmediğimi belirtmek için üç nokta

“Neden kelimelerim böyle kanatlı gibi, sanki onlarla ne istersem yapabilecekmişim gibi özgür hissediyorum kendimi.”
”Galiba tek bir şey kanıtlandı, ”birilerinin gönlünü yapmak için ”, birilerini değiştirmek için yazmayacağım asla; şimdi artık sonsuza kadar ve bütünüyle kendi kendimin efendisiyim. ”
”Ünlü ”, ”büyük ” olmayacağım. Serüvenlere atılmayı, değişmeyi, aklımı da gözlerimi de açmayı sürdüreceğim, damgalanmaya, basmakalıplaşmaya karşı duracağım hep. Yapılması gereken şey insanın benliğini özgürleştirmesi: Kendi boyutlarını kazanmasına, ket vurulmamasına olanak sağlamak. ”
”Gittikçe daha da yalnızlaşıyorum; bu karmaşaların verdiği acı ölçülemez; açıklayamıyorum da ”
”Neden hayat böyle acıklı; böylesine benziyor dipsiz cehennem uçurumunun üstünde asılı incecik kaldırım şeridine. Aşağı bakıyorum; başım dönüyor; nasıl becerip sonuna kadar yürüyeceğimi kestiremiyorum. ”
”Birisinin, başkası üzerinde herhangi bir egemenlik kurmasından gittikçe daha çok nefret ediyorum; herhangi bir önderlikten, herhangi bir istek dayatmasından. ”
Yaşıyoruz işte Günahlarımızla Allah’ın göğünü karartıp duruyoruz.
Bütün renklerim uçuşurken aşağı inmek istiyorum.
Evet, düşünüyordum: Biz geleceğimiz olmadan yaşıyoruz. İşte tuhaf olan da bu.
Yalnızlık muhteşem.
Yemin ediyorum bu umutsuzluk ummanı beni yutamayacak.
Son bakışın bütün güzel şeylere olsun.
Yeniden başlamak isterdim hayata, huzurla, neredeyse sıfırdan – nereye istersem gitmekte özgür.
Çalışma odamın tek duvarından bir parçanın yerinde durduğunu gördüm. Onun dışında onca kitap yazdığım yerden geriye yalnızca moloz kalmıştı. Onca gece oturduğumuz, onca arkadaş toplantısı yaptığımız yerler çırılçıplak ortadaydı.
Ah, beynime demir perde çekme işinde ustalaştım. Tıkanınca şak diye indiriyorum. Ne okuma ne yazma. Ne istekler ne “zorunluluk”. Yürüyorum, yeni bir yol.
Akşam yemeği yaratmalıyım. Ama her şey öylesine müthiş özgür ve kolay ki – L.’yle ben yalnızız. Diz battaniyem hazır. Bir başka keyif. Ve bütün giysi angaryaları, Sybil angaryası, toplum angaryası silinip gitti.
Ah, insanın
bir bombayla nasıl öldüğünü hayal etmeye çalışıyorum.
Oldukça cardı beliriyor gözümün önünde – o his: Ama hemen
ardından boğularak hiçliğe yuvarlanmak dışında bir şey göremiyorum.
Düşüneceğim – bir on yılım daha olsun istedim
– bu değil – ve bu sefer bunu tanımlamayı beceremeyeceğim.
Bunu – yani ölümü, demek istiyorum: Hayır, kemiklerimin
çatırtılarla ezilmesi, bulamaça dönmesi, öğütülmesi çok etkin
çalışan gözlerimin önünde, beynimde beliriyor: Işığın sönükleşme süreci – acılı mı? Evet. Dehşet verici. Sanırım. Ardından bir baygınlık, gücün çekilmesi; bilinci yakalamaya çalışarak iki üç soluk alma çabası -ve sonra- nokta nokta nokta.
L.’ye dedim ki: Daha ölmek istemiyorum. Oysa çok şansım yok.
Ölümü düşünmek zorunda mıyım? Dün gece camın altına koskoca ağır bir bomba saplandı. Öyle yakına ki ikimiz de yerimizden fırladık.
Bütün yazarlar kendilerini böyle dev aynasında mı görüyor?
Bizimkinden aşağı yukarı 30 metre uzaktaki eve geceyarısı 1.00’de bomba düşmüştü. Tamamen harabeye dönmüştü.
Bütün yazarlar mutsuzdur. Bu yüzden de dünyanın kitaplardaki resmi karanlıktır. Sözcükleri olmayanlar mutlu.
Bu çok güzel serin güneşli ağustos akşamında terasta üç
kuka oynarken havaya uçup ölmek çok huzur dolu bir şey
olurdu.
Kitaplarım bana yalnızca acı veriyor, demişti Charlotte Bronte. Bugün ona katılıyorum.
Çok yaklaştılar. Ağacın altında yere yattık. Tam üstümüzde
hızar çalışıyormuş gibi bir ses çıkıyordu. Ellerimizi ensemize koyup yüzüstü yattık. Dişlerini kenetleme, dedi L. Durağan bir şeyi hızarla doğruyorlardı sanki. Bombalar evimin camlarını sarstı. Üzerimize düşer mi, diye sordum. O zaman birlikte parçalanırız. Galiba hiçliği düşündüm – yamyassı olmayı, duygularım da yamyassı. Galiba biraz korktum.
Neden bir kayıtsız sözcüğün yarattığı can sıkıntısı, övgü sözcüğünün sevincinden daha baskın oluyor?
Eğer yalnızlığıma çekilirsem – kimse bana eziyet etmeden, arkamdan kuyumu kazmadan, komşular olmadan yalnız kalabilsem hiç kuşkusuz daha verimli olurdum, yükseklere süzülürdüm
27 Haziran 1941 gününün geleceğini düşünemiyorum.
L. eğer Hitler kazanırsa intihar etmek için garajda benzin olduğunu söylese bile hayatımız sürüp gidi­yor.
Kendimi bırakıyorum – çünkü “tarihteki en büyük savaşın” üçüncü günündeyiz. Burada, yatağımda yarı uyanık uza­nırken 8 haberleri Hollanda ve Belçika’nın işgal edildiğini bildirerek başladı. Waterloo Savaşı’nın üçüncü günü.
Tanrı aşkına ben insan soyu adına payıma düşeni yaptım, kalemimle, sözlerimle
Evet, bir nöbet daha, aslında iki başka nöbet daha: Biri geçen pazar -Angelica buradaydı, 38.5 ateşle beni yatağa yatırdı; öteki geçen cuma, öğle yemeğinden sonra, ateşim 39’du.
Şimdi Freud okuyacağım. Evet, Stephen bana üç saatlik kesintisiz hayal kurma ola­nağı sağladı – ve insan hâlâ bunu yapabiliyorsa, demek ki bir dünya var – alıntı neydi – dışarıda bir dünya var mıydı?
Burke hoşuma gidiyor yönümü Fransız Devrimi’ne çevireceğim.
Bu odadaki dağınıklık öylesine dehşet verici boyuttaki kalemimi bulmam bile beş dakikamı alıyor.
Çok bıkkın, yorgun, bunalımda, öfkeliyim, bu yüzden de duygularımı burada açıklamayı göze alıyorum.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir