İçeriğe geç

Bir Yanılsamanın Geleceği Kitap Alıntıları – Sigmund Freud

Sigmund Freud kitaplarından Bir Yanılsamanın Geleceği kitap alıntıları sizlerle…

Bir Yanılsamanın Geleceği Kitap Alıntıları

İnsan içgüdüsel isteklerin sultası altında yaşayan, us gücü zayıf bir varlıktır.
İnsanın kendi gücünden başka dayanacak bir şeyi olmadığını bilmesi yine de az şey sayılmaz
İnsanların tutkuları karşısında mantıksal tartışmalar yapmanın yararı yoktur .
İnsan, geçmiş ve şimdiki durum hakkında ne kadar az şey bilirse, gelecek hakkındaki yargısı da o derecede önemsiz olur.
Uykudaki kişi, mezara koyulmasını gerektiren bir ölüm önsezisine kapılabilir. Ama düş izi, korku duyulan bu durumu bile bir arzu doyumu haline dönüştürmeyi bilir.
Aklın sesi yumuşaktır ama bir dinleyen bulana dek yorulmak bilmez.
Sartre ve Camus, Kierkegaard ve Nietzsche gibi varoluşçu yazarlar ruhu yatıştırmada tam olarak Prozac gibi etkilidirler.
Hepimiz yargılarımızı çok kısa zaman süreleri üzerine dayandırma yanılgısına düşmez miyiz?
Sayıları korkutucu bir büyüklüğe varan insan uygarlıkta doyum bulamaz ve onda mutsuzdur, onu üzerlerinden fırlatıp atmaları gereken bir boyunduruk olarak yaşarlar.
Sartre ve Camus, Kierkegaard ve Nietzsche gibi varoluşçu yazarlar ruhu yatıştırmada tam olarak Prozac gibi etkilidirler.
Hiç kuşkusuz, doğası gereği insan varoluşu nefret ile lekelidir. Hiçbir uygarlık, hiçbir ulus, hiçbir birey bu yokedicilik duygusuna yabancı ya da bağışık değildir.
bir kültür, mensuplarının bir bölümünün doyumunun bir başka ve muhtemelen daha büyük bir bölümünün ezilmesine bağlı olduğu bir noktayı aşamamışsa -ki günümüz kültürlerinin tümünde durum budur- ezilen insanların, varlığını kendi çalışmalarıyla mümkün kıldıkları ama zenginliğinden çok küçük bir pay aldıkları bu kültüre karşı yoğun bir düşmanlık duygusu geliştirmeleri anlaşılabilir olmaktadır.
Cinayet veya ensestten kaçınan ama hırslarının, saldırgan dürtülerinin veya cinsel ihtiraslarının doyumundan kendilerini yoksun bırakmayan ve diğer insanları karşılığında ceza görmedikleri sürece yalan, hile ve iftirayla incitmekte bir an bile tereddüt etmeyen sayısız uygar insan vardır.
Net!

Mantığın terazisinden başka yargı ölçütü yoktur.

Mantığın terazisinden başka yargı ölçütü yoktur.
Mantığın terazisinden başka yargı ölçütü yoktur.
Bugün çocuk eğitim programlarındaki iki ana noktanın, cinsel gelişmenin geciktirilmesi ile erken dinsel etkileme olduğu bir gerçek değil midir? Böylelikle dinin doktrinleri, daha çocuğun zihni gelişmeden kafasında sarsılmaz bir yer etmektedirler.
İnsanların tutkuları karşısında mantıksal tartışmalar yapmanın yararı yoktur.
“İnsanların tutkuları karşısında mantıksal tartışmalar yapmanın yararı yoktur.“
Uygarlığın asıl görevi, gerçek varlık nedeni, bizi doğaya karşı savunmaktır.
İnsanlar genellikle içinde bulundukları durumu naif bir biçimde sanki içeriği hakkında bir değerlendirme yapma yeteneğinden yoksunmuşçasınsa yaşarlar.
Dünyayı yaratan ve rahim ve rahman olan bir Tanrı mevcut olsaydı, evrenin ahlaki bir düzeni bulunsaydı ve ölümden sonra yaşam gerçek olsaydı ne kadar güzel olacağını kendi kendimize söyleyip duracağız; ama bütün bunların, gerçekliğini arzulamaya mecbur olduğumuz şeyler olması çok çarpıcı bir gerçektir.
İnanmalıyız, çünkü atalarımız da inanmıştı. Ama bizim bu öncellerimiz, bizden çok daha cahildirler. Bugün kabul etmemiz hiç de mümkün olmayan şeylere inanıyorlardı; dinin doktrinlerinin de bu kategoriye ait bulunması olasılığı aklımıza gelmektedir. Bize bıraktıkları kanıtlar, her türlü güvenilmezlik belirtisini taşıyan yazılı eserlerdedir. Bu eserler çelişkiler, düzeltmeler ve tahrifatlarla doludur ve olaylara dayanan kanıtlardan söz ettiklerinde bile, inandırıcı olamamaktadırlar. Bu eserlerin üslubunun veya hatta yalnızca içeriklerinin ilahi bir kudretten kaynaklandığının iddia edilmesi de pek yardımcı olmaz; çünkü bizzat bu iddia da gerçekliği sınanmakta olan doktrinlerden biridir ve hiç bir önerme, kendi kendisinin kanıtı olamaz.
Eğer, komşunu öldürmemenin tek nedeni Tanrının bunu yasaklamış olması ve şimdiki veya sonraki yaşamda bu nedenle seni ağır biçimde cezalandıracağı korkusu ise, Tanrı diye bir şey olmadığını ve onun gazabından korkman gerekmediğini öğrendiğin zaman komşunu hiç duraksamadan öldürürsün.
Dinin, artık insanlar üzerinde eski dönemlerdeki kadar etkili olmadığının kabul edildiğini biliyoruz. Bunun nedeni dinin vaatlerinin azalmış olması değil, insanların bu vaatleri daha az inanılır bulmasıdır.
Tanrı’ nın görkemli ve insan uygarlığının geleceği için taşıdığı önem tartışılamaz. Bu tasarı insanın, nihai seyri erken çocukluk yaşantılarıyla belirlenen çok çeşitli içgüdüsel yatkınlıklarla donatılmış olduğu biçimindeki psikolojik buluş üzerine sağlamca oturtulmuştur.
Bir ferdi olduğum insanlık, ah ne kadar az idi gerçekten; derinliklerine erişemediği yeraltı ile sonsuzluğa uzanan gökyüzü arasındaki dünyasında, ancak basabildiği toprakla ve varabildiği menzille sınırlıydı; ne kadar âciz, bilgisiz ve çaresizdi!
İnsanların yarattığı şeyler kolaylıkla tahrip edilebilir, bunları kurmuş olan bilim ve teknoloji bu yaratıların imhası için de kullanılabilir.
Dinin doktrinleri konusu, diğerleri gibi gelişigüzel tartışma konusu yapılabilecek bir konu değildir. Uygarlığımız bu doktrinler üzerine kurulmuştur ve insan toplumunun devamı, insanların çoğunluğunun bu doktrinlerin gerçekliğine inanmasına bağlıdır. Eğer insanlara güçlü ve adil bir Tanrı olmadığı, ilahi bir dünya düzeni ve ölümden sonra yaşamın bulunmadığı öğretilirse, kendilerini uygarlığın hükümlerine uymaya iten tüm zorunluluklardan kurtulmuş hissedeceklerdir. Herkes, kısıtlanma veya korku duymaksızın kendi toplum dışı ve bencil içgüdülerini izleyecek ve kendi hükmünü geçirmeye çalışacaktır; uygarlığın binlerce yıllık işleyişi sonucu ortadan kaldırılmış olan kaos geri gelecektir. Dinin gerçeğin kapsamı içinde olmadığını bilsek ve ispat edebilsek bile, bu gerçeği gizlemeli ve Sanki felsefenin önerdiği gibi davranmalıyız; bu hepimizin varlığını sürdürmesinin yararına olacaktır. Ayrıca oluşturduğu tehlike bir yana bu, aynı zamanda amansız bir zalimlik de olacaktır. Sayısız insan tek huzuru dinsel doktrinlerde bulmakta ve ancak bunların yardımıyla yaşama katlanabilmektedir. Karşılığında daha iyi bir şey vermeden onları bu destekten yoksun bırakacaksınız. Bilimin şu ana kadar fazla bir ilerleme göstermediği ve bu ilerlemeyi başarabilse bile insan için yeterli olmayacağı kabul edilmektedir.
Dinsel doktrinlerin hangi dönemlerde ve ne türden insanlar tarafından yaratılmış olduklarını aşağı yukarı biliyoruz. Ek olarak buna yol açmış güdüleri de keşfedebilirsek din sorununa karşı tavrımızda dikkate değer bir değişiklik olacaktır. Dünyayı yaratan ve rahim ve rahman olan bir Tanrı mevcut olsaydı, evrenin ahlaki bir düzeni bulunsaydı ve ölümden sonra yaşam gerçek olsaydı ne kadar güzel olacağını kendi kendimize söyleyip duracağız; ama bütün bunların, gerçekliğini arzulamaya mecbur olduğumuz şeyler olması çok çarpıcı bir gerçektir. Zavallı, cahil ve ezilmiş atalarımızın evrenin bütün bu zor bilmecelerini çözmeyi başarabilmeleriyse daha da dikkate değer bir şey olurdu.
Dinsel düşünceler, dış veya iç gerçekliğin, kişinin henüz kendisi tarafından keşfedilmemiş yönleri hakkında bir şeyler söyleyen ve kişinin inancını gerektiren olguları ve koşulları hakkındaki öğreti ve iddialardır. Bize, yaşamda bizim için en önemli ve ilginç olan şeyler hakkında bilgi verdiklerinden özellikle üstün tutulurlar. Bunlar hakkında hiç bilgisi olmayan bir kişi pek cahildir; ama bilgi dağarcığına bu düşünceleri katmış olan kişi kendisini çok daha varlıklı sayabilir.
Kendimizi bir çocuğun zihinsel yaşamında farz edelim. Psikanalizin sözünü ettiği anakliktik bağlılık tipine uyan nesne seçimini sanırım hatırlıyorsunuz. Bu seçimde libido, narsisistik ihtiyaçlar yolunu izleyerek kendisini bu ihtiyaçların doyumunu sağlayan nesnelere bağlar. Bu şekilde çocuğun açlığını gideren, anne onun ilk sevgi nesnesi ve hiç kuşkusuz aynı zamanda onu tehdit eden belirsiz tehlikelere karşı ilk koruyucusu -endişeye karşı ilk koruyucusu da diyebiliriz- olur.
Doğa olgularının iç gereksinmelere uygun olarak kendiliğinden geliştiği gözlenmiştir. Kuşkusuz, tanrılar doğanın efendileriydiler; doğayı mevcut durumuna getirmişlerdi ve artık onu kendi haline bırakabilirlerdi. Yalnızca, sanki kendi özgün iktidar alanlarının bir zerresinden bile vazgeçmemiş olduklarını göstermek için, zaman zaman mucizeler olarak bilinen şeyler biçiminde doğanın seyrine müdahale ederler. Kaderin pay edilmesi konusunda ise insan ırkında beliren akıl karmaşası ve çaresizliğinin hakkından gelinemeyeceği biçiminde tatsız bir kuşku sürüp gitti. Tanrıların en büyük başarısızlıkları bu noktadaydı. Eğer kaderi onlar yarattılarsa o zaman onların tasarıları insan kavrayışı dışında sayılmalıydı. Antik Çağın en zeki insanlarının aklına, Moira’nın (Yunanca: talih ) tanrıların üzerinde yer aldığı ve hatta tanrıların kendi kaderlerinin olduğu düşüncesi bile geldi. Doğa özerkleştikçe ve tanrılar doğadan uzaklaştıkça tüm beklentiler daha içten bir biçimde tanrıların üçüncü işlevine yöneltildi; ahlakı giderek daha fazla tanrıların asıl çalışma alanı haline geldi. Artık tanrıların görevi, uygarlığın kusur ve kötülüklerini düzeltmek, ortak yaşamları sırasında insanların birbirlerine verdikleri acıları sağaltmak ve uygarlığın insanların bu kadar yetersizce uydukları hükümlerinin yerine getirilmesini gözetmekti. Bizzat bu hükümler ilahi bir köken atfedilerek yüceltiliyorlardı; bunlar, insan toplumunun üzerine çıkarılıyor, doğayı ve evreni içine alacak kadar genişletiliyorlardı. Ve böylece, insanın çaresizliğini kanıtlanılabilir kılma gereksiniminden doğan, kendi çocukluğuyla insan ırkının çocukluğundaki çaresizlik anıları materyalinden inşa edilen bir düşünceler toplamı yaratıldı. Bu düşüncelere sahip olmanın insanı iki yönde -doğa ve kaderin tehlikelerine karşı ve bizzat insan toplumunun neden olduğu incinmelere karşı- koruduğu açıkça görülebilir. Meselenin özü işte buradadır.
Yaşam, tıpkı genel olarak insanlık için olduğu gibi birey için de katlanılması güçtür. İçinde yerini aldığı uygarlık, bireye belirli bir miktar yoksunluğu zorla kabul ettirir ve diğer insanlar, bireyin uygarlığının ahlaki kurallarına rağmen ya da uygarlığın kusurları nedeniyle bireye belirli bir ölçüde acı verirler. Buna doğanın birey üzerindeki incitici etkileri -birey buna kader adını verir- eklenir. Bu durumun bireyde sürekli bir bunaltılı bekleyiş haline ve doğal narsisizminde ağır bir zedelenmeye yol açacağı varsayılabilir. Bireyin, uygarlığın ve diğer insanların kendi üzerinde uyguladığı incitici etkilere nasıl tepki gösterdiğini daha önce görmüştük; birey, uygarlığın kurallarına, bu etkilere uygun derecede bir direnç ve uygarlığa karşı düşmanlık geliştirir. Ama birey, doğanın, Kaderin tüm insanları olduğu gibi kendisini de tehdit eden üstün güçlerine karşı acaba kendisini nasıl savunmaktadır?
Yoksunlukların baskısı altında olan içgüdüsel arzular her çocukla yeniden doğarlar, bu engellenmelere halen toplum dışı davranışlarla tepki gösteren bir insan grubu, nevrotikler mevcuttur. Bu içgüdüsel arzular arasında ensest (fücur, hısımla sevişme) yamyamlık ve öldürme ihtirası yer alır. Herkesin reddetme konusunda birleştiği, arzular ile izin verilmesi veya engellenmesi uygarlığımızda hâlâ canlı bir tartışma konusu olan istekleri yan yana saymak garip görünebilir ama bu, psikolojik uygarlığın tutumu, hiç de tekdüze değildir. Yalnızca yamyamlık evrensel olarak yasaklanmış ve -psikanalitik olmayan görüşe göre- tümüyle ortadan kaldırılmış gibi görünmektedir. Enseste yönelik arzuların gücü ise, bunlara karşı olan yasaklamanın arkasında hâlâ uygulanmakta ve hatta, uygarlığımız tarafından emredilmektedir. Günümüzde tümüyle hoş görülen daha başka arzuların doyumunun, tıpkı bugün yamyamlık konusunda olduğu gibi kabul edilemez görüneceği kültürel gelişmelerin geleceğimizde yer alması olasıdır.
Kitlenin bir azınlık tarafından denetiminden vazgeçmek ne kadar olanaksızsa, uygarlığın işleyişinde zordan vazgeçmek de o kadar olanaksızdır. Çünkü kitleler tembel ve bilinçsizdirler; içgüdüsel feragatten hoşlanmazlar ve bunun kaçınılmazlığı konusunda tartışma yoluyla ikna edilemezler. Kitleleri oluşturan bireyler, disiplinsizliğin dinginsizce uygulanması konusunda birbirlerini desteklerler. Ancak bir örnek oluşturabilen ve kitlelerin önder olarak tanıdığı bireylerin etkileri aracılığıyla çalışmaya ve uygarlığın varlığının bağlı olduğu feragatlerde bulunmaya yöneltilebilirler. Eğer önderler yaşam gerekleri konusunda üstün iç görü sahibi ve kendi içgüdüsel arzularına hâkim olmada yükselmiş insanlarsa her şey yolundadır. Ama etkilerini yitirmemek için kitleye onun kendilerine gösterdiğinden daha fazla müsamaha göstermeleri tehlikesi vardır ve dolayısıyla iktidar araçlarını kendi ellerinde tutarak kitleden bağımsız olmaları gerektiği düşünülebilir. Kısaca belirtmek gerekirse, uygarlığın kurallarına ancak belirli bir derecede zor uygulanmasıyla geçerlilik kazandırılabileceği gerçeğinden sorumlu olan iki yaygın insani özellik vardır. İnsanlar kendiliklerinden çalışmaktan hoşlanmazlar ve tutkuları karşısında mantıksal tartışmalar yararsızdır.
İnsan uygarlığı, bir yanda insanın doğa güçlerini denetlemek ve insan ihtiyaçlarının doyumu amacıyla doğanın zenginliklerini özümlemek için edindiği tüm bilgi ve yetenekler toplamını, öte yanda insanların birbirleriyle ilişkilerinin ve özellikle mevcut zenginliğin dağıtımının düzenlemesi için gerekli tüm kuralları içerir. Uygarlığın bu iki yönü birbirinden bağımsız değildir; çünkü, birincisi, insanların karşılıklı ilişkileri mevcut refahın mümkün kıldığı içgüdüsel doyum miktarından derin bir biçimde etkilenir, ikincisi, tek bir insan bir diğeriyle ilişkisinde bu diğer kişi onun yeteneklerinden iş için yararlandığı veya onu bir cinsel nesne olarak seçtiği sürece kendisi bir zenginlik kaynağı işlevi görebilir, üçüncüsü ve dahası uygarlık insanların evrensel çıkarının bir nesnesi olması gerektiği hâlde her birey gerçekte bir uygarlık düşmanıdır.
Karşınızdaki kişiyi dinliyor musunuz yoksa konuşmak için sıra mı bekliyorsunuz?
”insanların tutkuları karşısında mantıksal tartışmalar yapmanın yararı yoktur. ”
¶¶

Mantığın terazisinden başka yargı ölçütü yoktur.

¶¶

¶¶

Aklın sesi yumuşaktır ama bir dinleyen bulana dek yorulmak bilmez.

¶¶

“İnsanların tutkuları karşısında mantıksal tartışmalar yapmanın yararı yoktur.“
Böylelikle, tıpkı yanılsamanın doğrulanmayı hiç de değerli saymaması gibi,bizde onun gerçeklikle olan ilişkisini görmezlikten geliriz.
İnsan ırkının şaşkınlık ve çaresizliğine bir çözüm bulunamayacağı biçimindeki nahoş bir kuşku varlığını korur.
Şimdiki durumun, gelecek hakkında bir yargıda bulunmamıza yarayacak gözlem noktaları sağlayabilmesi için, insanların şimdiki durumla aralarına bir mesafe koymaları gerekir.
İnsanlar tarafından yaratılan her şey kolaylıkla yok edilebilr ve onları geliştirmek için kullanılmış olan bilim ve teknoloji aynı zamanda onları ortadan kaldırmak için de kullanılabilir.
Fakat bir insan,geçmişi ile bugünü hakkında ne kadar az şey bilirse geleceğe yönelik yargilarda bulunurken de kaçınılmaz olarak o kadar güvensiz olacaktır.
“ Ben her saçmalığa inanmak zorunda mıyım? “
Toplumun yalnızca belirli sınıfları için geçerli olan kısıtlamalara döndüğümüzde ise, pek çirkin ve daima bilinen bir durumla karşılaşırız. Bu az ayrıcalıklı sınıfların, kayırılan sınıfları ayncalıkları nedeniyle kıskanmaları ve kendilerini üzerlerindeki fazladan yoksunluktan kurtarmak için ellerinden gelen her şeyi yapmaları beklenir. Bunun mümkün olmadığı yerlerde söz konusu kültürde sürekli bir mutsuzluk havası sürüp gidecektir ve bu da tehlikeli isyanlara yol açabilir.
Yaşam, bu dünyada daha yüce bir amaca hizmet etmektedir; bu amacın ne olduğunu tahmin etmek hiç kuşkusuz kolay bir iş değildir fakat insanın tabiatının kusursuzlaşmasına delalet ettiği de kesindir. Muhtemeldir ki, zamanın akışı içinde kendisini, bedenden son derece yavaş ve son derece isteksiz bir biçimde koparmış olan insanın tinsel yanı, ruh bu yükseltme ve yücelmenin nesnesidir.
“ Belki hâlâ savunmasız ama artık umutsuz değiliz; en azından tepki gösterebiliriz. Belki de aslında savunmasız bile değiliz. “
Hayır, bizim bilimimiz yanılsama değildir. Ama bilimin bize veremediğini başka bir yerden alabileceğimizi sanmak, yanılsamanın ta kendisi olacaktır.
İnsanlar tarafından yaratılan her şey kolaylıkla yok edilebilr ve onları geliştirmek için kullanılmış olan bilim ve teknoloji aynı zamanda onları ortadan kaldırmak için de kullanılabilir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir