İçeriğe geç

Bir Varoluşçunun İman Savunusu Kitap Alıntıları – Abdüllatif Tüzer

Abdüllatif Tüzer kitaplarından Bir Varoluşçunun İman Savunusu kitap alıntıları sizlerle…

Bir Varoluşçunun İman Savunusu Kitap Alıntıları

Nedensel ilişkiye dayalı tecrübî bilgiler ise, tecrübe eden açısından yakînîdir. Burada da akıl, tecrübe ettiği nedensel ilişkilerde bir belirleyici hususun ve düzenliliğin olduğunu görür.
İnsanı diğer canlılardan ayıran haslettir ki, insanlar yaratılıştaki bu akıl ile nazari ilimleri öğrenmeye istidat kazanırlar, sanat ve hüner elde ederler.
[ ] insanın hakikati akıldır.
Kur’an’a göre, insan Allah’ın suretinde yaratılmış; onun dünyadaki halifesi olmaya layık görülmüş; en güzel surette yaratılmış; her şeyin emrine verildiği en şerefli varlıktır.
[ ] insanın tekrar eski mevkiine yükselmesi, doğası itibariyle bozuk ve yetersiz [ ]
[ ] insan, Tanrıya benzeyendi.
❝İnsanın kendi varlığından şüphesi yoktur. İnsan varlığının fiziki yapısıyla olmadığı da bir gerçektir [ ] Bir kimse gözünü yumup kendi bedeninden, yerden, gökten ve bütün duyulanlardan duyularını alıkoyduğunda bile kendi varlığını kesinlikle bilir.❞
[ ] hem kendini hem de kendi dışındaki şeyleri düşünen ve idrak eden ruhunu anlatmak ister.

~ S. 120-121 ~

[ ] akla dayalı matematiksel hesaplamalar, onun, üzerinde yaşadığımız Dünyadan daha büyük olduğunu gösteriyor.
Tehâfüt el-Felâsife adlı eserinden hareketle Gazali’nin felsefe düşmanı olduğu; akla dayanan bir metafiziği imkânsız gördüğü; aklı ve hür düşünceyi ortadan kaldırdığı; aklı imâna boyun eğdirip, tek çıkış yolu olarak da imanı gördüğü pek çok kişi tarafından iddia edilebilmektedir.
[ ] güneşin yarın doğacağını ispat edemediğimiz halde bundan daha fazla inanılan bir şey de yoktur.
❝[ ] akıl sizi inanmaya sevkettiği halde yine de inanamadığınıza göre, inanamıyor olmanız ihtiraslarınızdan dolayıdır.❞
❝Her oyuncu belirsiz, sınırlı bir kazanç için belirli, sınırlı bir riski göze alır [ ]❞
❝Tanrı’nın var olduğuna tura dememize bağlı olarak kazancınızı ve kaybınızı tartalım. İki durumu belirleyelim: Eğer kazanırsan her şeyi kazanacaksın, şayet kaybedersen hiçbir şey kaybetmeyeceksin. Hiç tereddüt etmeyin o zaman; Tanrı’nın var olduğuna bahse girin.❞
[ ] mucize ve gaybî haberlerin hem tarihsel hem de olgusal olarak gerçekleşip gerçekleşmediği, bunların, basit doğal olayların zamanla abartılmasından kaynaklanıp kaynaklanmadığı veya bu tür delillerin bir Tanrının varlığına işaret edip etmediği hâlâ bir şüphe konusudur.
‘Bir şeyin adı varsa kendisi de vardır.’
❝Tanrı’nın kendisini ifşa ettiği çok az insan vardır.❞
❝Tanrıyı bilmekle, O’nu sevmek arasında ne kadar büyük bir mesafe var!❞
İnsan doğası itibarıyla bozuk ve günahkâr olduğundan dolayı, onun düşünme, akletme yetisi de ifsada uğramıştır.
Pascal, evrende var olan eserlerden hareketle Tanrı’nın varlığını kanıtlamaya yönelik kozmolojik ve teleolojik delilin inanmayan için imkânsız olduğunu, hatta bu tür delillerin dinin sağlam temeli açısından zararlı bile olduğunu düşünür.
Şüphe yok ki, metafizik deliller, Tanrı’nın varlığına inananlar için yararlı olsa da, inanmayanı Tanrı’nın var olduğu bilgisine götürmez.
Çünkü aşk ile içiçeliği olan imân asla akıldan zuhur etmez.
❝O, tüm felsefesinde Tanrısız olmayı isterdi; fakat dünyayı harekete geçirmek için bir parmak şıklatmasına müsaade etmekten kendisini alamadı; bundan sonra da Tanrı’ya ihtiyacı kalmamıştı.❞
❝İbrahim, İshak ve Yakub’un Tanrısı, filozofların ve bilginlerin Tanrısı değil.❞
❝O halde kibirli insan, kendi kendine nasıl bir paradoks oluşturduğunu bil. Aciz akıl, mütevazi ol! Zayıf doğa, sessiz ol! insanın sonsuz biçimde insanı aştığını öğren [ ]❞
❝İnsan insanı aşar.❞
❝Her şeyin hâkimi, zayıf bir yer solucanı, hakikât anbarı, şüphe ve hataya batmış, evrenin şerefi ve süprüntüsü!❞
❝Ne kadar tuhaf, ne kadar korkunç, ne kadar karmaşık, ne kadar paradoksal, ne kadar harika!❞
❝O halde insan, ne tür bir hilkat garibesi!❞
[ ] insan akıl ve irade gibi iki güç vasıtasıyla kendini mükemmel kılabilir,
❝[ ] doğayı susturmadan bir şüpheci ve Eflatuncu olamazsın, akla arkanı dönmeden de bir dogmatik olamazsın.❞
[ ] ne hiçbir şekilde kesin bilgiye ulaşamayacağımızı, dolayısıyla her türlü inanç ve bilgimizin şüpheden uzak olamayacağını söyleyen şüphecilik ne de bilgiye bütünüyle sahip olabileceğimizi söyleyen dogmatizm tam anlamıyla hakikâti yansıtmaktadır.
❝[ ] aklın hiçbirini bilmediği kendi sebepleri vardır.❞
Çünkü biz ❝bir hakikât imajını algılarız❞ ve ❝bir mutluluk idesine sahibiz❞; ancak ❝mutlak bilgisizlikten de mutlak bilgiden de eşit olarak uzak olan❞ varlıklarız.
[ ] düşüş öncesi durum, Âdem’in bilgiye ve fazilete tamamıyla sahip olduğu bir durumdur.
Biz, Descartes’in aksine, asli günahtan dolayı düşüş öncesi sahip olduğumuz hakikati ve mutluluğu tamamıyla kaybettik.
❝Hayatımızın, uyanık olduğumuzu düşündüğümüz diğer yarısının, uykumuz geldiğinde rüyalarımızın birbiri üzerine eklendiği ve uyuyor olduğumuzu düşündüğümüzde, farkına vardığımız asıl uyku halinden çok az farklı başka bir uyku olup olmadığını kim bilebilir?❞
[ ] biz, ilk ilkelerin doğru veya yanlış olduğu konusunda kesin bir delil sunamayız. Çünkü bizim, iyi bir Tanrı veya kötü bir Şeytan tarafından yaratılıp yaratılmadığımız veyahut da, sadece tesadüf eseri meydana gelip gelmediğimiz şüphe konusudur.
[ ] hakikât, ne o tarafta ne de bu taraftadır; o ancak, iki ucun birleştiği noktadadır.
Asli günah doktrini açısından Âdem’in yeryüzüne düşmeden önceki durumunda insan bütün varlıkların üzerine yükseltilmiş, Tanrı’ya benzer kılınmış ve onun uluhiyetini paylaşmıştır. Bu durum insanın, kesin bilgiye ve mutluluğa sahip olduğu bir durumdur.

Ancak Âdem’in yeryüzüne düşmesiyle birlikte insanın doğası bozulmuş, hayvanlar seviyesine inmiştir. Bu durum ise, insanın tümüyle şüphelere boğulmuş ve sefalete uğramış tabiatını yansıtan bir durumdur.

Bilginin iki kaynağı olan duyu ve akıl daima karşılıklı bir şekilde birbirini aldatır. Duyular, yanlış görünüşler yoluyla aklı aldatır. Ruh da, yanlış izlenimler uyandırmak yoluyla duyuları aldatır. Dolayısıyla hem akıl hem de duyular, Pascal’a göre, birbirini aldatma yarışına girmişlerdir.
Pascal, çoğunlukla bizim, bir şeyin doğru olduğuna, sırf uzun zamandan beri öyle düşünüldüğünden dolayı inandığımızı öne sürer. Yani biz, örf ve adetlere doğru oldukları için değil, örf ve adet oldukları için uyarız. Pascal örf ve adeti, özellikle adalet konusu açısından ele alarak adaletin hangi temele dayandığını soruşturur.

O, yaptığı bir takım geziler sonucunda, evrensel bir adalet ilkesinin olamayacağını, çünkü adalet anlayışının zamandan zamana ve farklı yerlerin örf ve adetleri gereğince değiştiğini söyler.

Bu hata kaynağı, bizim gözümüzü öyle boyar ki, Pascal’a göre dünyadaki en adil insanın bile kendi davasında hüküm vermesine izin verilmemelidir. Bu hata kaynağının adalete ve yönetime yansıması ise toplumsal ve siyasal yaşamdaki düzensizliğin asli nedenini oluşturur.

Sonuç itibariyle, aklın ürünü olarak sunduğumuz şeyler, Nietzsche’nin de ifade ettiği gibi güç istemini maskeleyen bir araç durumuna dönüşürler.

❝İnsandaki üstün meleke, yanlışın ve hatanın ustası odur.❞ Bütün insanları, hakikâtin yanlış algılanmasına sebep olarak yanlış yola sevkeden bir yetidir muhayyile. Aklı kolaylıkla inandırır, şüpheye düşürür, inkâr ettirir. Dolayısıyla aklın düşmanı olan bu yeti, onu boyunduruk altına alabilecek bir güce sahiptir.

Sözgelişi, ❝dünyanın en büyük filozofunu yeterli olandan daha geniş bir kalasın üzerine koyun; şayet aşağıda bir uçurum varsa, aklı onu güvende olduğuna ne kadar ikna ederse etsin, muhayyilesi üstün gelecektir.❞

❝İnsan, doğal hatalarla dolu özneden başka bir şey değildir.❞
❝Hiçbir şey sınırlı bir varlığı, kendisini kuşatan ve kendisinden uzaklaşan iki sınırsız arasında sabit tutamaz.❞

~ S. 47-48 ~

[ ] akıl ve duyular görünüşlerin zahiri tutarsızlıklarıyla sürekli aldatılır,
❝Sonsuzluğa kıyasla bir hiç, hiçe kıyasla bir bütün, her şey ile hiçlik arasında bir orta nokta, her iki ucu anlamaktan sınırsız bir şekilde uzakta; şeylerin sonu ve ilkeleri nüfuz edilemeyecek bir gizem içinde ondan, ulaşılmaz bir biçimde gizlenmiş. İçinden çıktığı hiçliği ve içinde kuşatıldığı sonsuzu anlamaktan eşit ölçüde aciz.❞
❝[ ] kendini bil.❞
❝Her şeyi tanımlamak ve her şeyi kanıtlamak.❞
[ ] akıl ile imanı birbirine düşman ilan etmek yerine, her ikisini de bilinçte bütünlüğe kavuşturmak bir problem teşkil etmemektedir.
Diğer bir yönüyle, yine insan inanma ediminden önce, yaşamının belirli dönemlerinde şüpheler geçirmekte, tabiat ve kendi varlığı üzerinde muhakemelere girişmektedir.

Bu muhakemeler veya subjektif temellendirmeler yoluyla ulaşılan bir takım inançlar ancak iman ile dini bir anlam ve içerik kazanmakta ve sonuçta bu yolla, bilgi veya delilin de ötesine geçilerek rasyonel bir bağlılık gerçekleşmektedir.

Başka bir ifadeyle, ❝hakîkâti❞ kavrama konusunda sınırlı bir güce sahip olan akıl, belli bir yere kadar fonksiyon icra etmekte, ve ancak bu süreçten sonra, hakîkâti kavramak için, aklın durduğu noktadan itibaren iman devreye girmekte ve bir üst dereceye geçilmektedir.

❝Aklı yok eden bir iman, kendisini yok eder.❞
❝Her şeyi aklın eline bırakmaya kalkarsak, dinimizin gizemli ve olağanüstü hiçbir tarafı da kalmayacaktır. Öte yandan, aklın ilkelerini ihlal etmeye kalkışırsak, o zaman da dinimiz saçma ve gülünç olacaktır.❞
İnsan uç noktalara kıyasla bir hiç mesabesindedir.
Zihnin idrak düzleminde kapladığı yer, cismin kainatta kapladığı yer kadardır.
❝İnanıyorum, o halde varım.❞
Şüphe sadece soyut düşüncenin mantığıyla ilgili bir mesele değil, aynı zamanda somut bireyin trajedisiyle ilgili bir meseledir.
[ ] akıl Tanrı’nın varlığını gösterebilse de, o hiçbir zaman Düşüşün, Enkarnasyonun tarihsel hakikâtini ve kurtuluş için zorunlu olanın bilgisini açığa çıkaramaz.
Barth’a göre ise insanın kendisi, Tanrı’yla bir ilişki kuramaz; insan, Tanrı’nın ona bu ilişkiyi sağlaması için, Tanrı’yı kabul etmeli, ona iman etmelidir.
Mesela, Shestov, tüm rasyonel standartların reddini, gerçek imanın bir parçası sayar. Ona göre 2+2=4’ü kabul etmeyi reddetmek ve 2+2=5’e inanabilmek, dolaylı olarak dini hakikate ulaşmayla ilgilidir.

~ S. 26-27 ~

[ ] imanın en değerli örneğini ❝Korku ve Titreme❞ adlı eserinde, İbrahim Peygamberin şahsında işler.
❝Kişinin sınırsız, bireysel, tutkulu isteği, karar tehir edildiğinden dolayı gittikçe azalıp yok olur ve karar, yeni öğrenilen araştırmaların sonuçlarını takip etmek suretiyle ertelenir.❞
Aklımız doğası itibariyle bozucudur, yıkıcıdır ve hep çelişkilere düşer [ ]
Dilin formları, hayatın formlarıdır.
❝Tanrı benimle konuşuyor,❞
W. K. Clifford herhangi bir tür inancın, ancak yeterli delil varsa rasyonel olarak kabul edilebileceğini söyler.
[ ] dini fideizm, felsefi fideizmle bir paralellik arzetmektedir.
Epistemolojik bir tutum olarak fideizmin temelinde, skeptisizm ile aklın eleştirisine bağlı olarak geliştirilen bazı felsefi-teolojik argümanlar yer almaktadır.
Çünkü bir şeye inanç, sadece inanç derecesinde kalmakla ❝fikri tasdik❞ olmaktan öteye geçmez ve bu inanç iman seviyesine ulaşamayıp kişinin pratik hayalında gözle görülür bir etkide bulunmaz. İman seviyesine ulaşmayan bu ❝fikri kanaat❞, ❝kör bir inanç❞ olduğu için dini bir değer taşımamakta ve bu şekildeki inanç-iman ayrımı da fideizmin temelini oluşturmaktadır.
[ ] iman yalnızca dini öğretileri dille ya da akılla onaylama, Tanrıya dair bir kısım önermeleri tasdik etme meselesi değildir.
❝İman, din hakkında doğru düşünmenin ön koşuludur.❞

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir