İçeriğe geç

Bir Tutam Aydınlık Kitap Alıntıları – Aziz Nesin

Aziz Nesin kitaplarından Bir Tutam Aydınlık kitap alıntıları sizlerle…

Bir Tutam Aydınlık Kitap Alıntıları

Nerde din ve ulusalcılık varsa, orada kesinlikle savaş da vardır. Tarih bu kanlı din ve ulusalcılık savaşlarıyla doludur.
Alevilere yapılan kıyım, çok yakınlarda Kahramanmaraş olaylarında görülmüş bir tarihsel utancımızdır.
Gelelim bugüne. Hırsızlık, rüşvet, çalma çırpma, görevini kötüye kullanmak arttıkça arttı; rezillikler diz boyunu geçti; nah buraya dek geldi dayandı.
Bilindiği üzere Ahmet Haşim, Arap kökenli, Bağdatlı zengin bir aileden geliyordu. Yedeksubay olarak Çanakkale Savaşı’na katılmış ve savaş sonrasında da bisüre işsiz kalmıştı. Durumunu şöyle anlatıyordu: Savaş olunca, sen Türksün diye askere alıp savaşa gönderiyorlar, barış zamanı da sen Arapsın diye işe almıyorlar.
İşsiz ve zor durumdaki Ahmet Haşim’i, akrabaları götürmek üzere Bağdat’tan gelmiş. Haşim,
– Gidemem! demiş.
Nedenini sormuşlar.
– Ben şairim, demiş, Türkçe şiirler yazıyorum, gelemem.
– Orda öğrenir, Arapça yazarsın.
– Ama burda benim dostlarım var! demiş Haşim.
– Orda da başka dostlar edinirsin.
Haşim düşünmüş ve şöyle demiş:
– Ama burda benim düşmanlarım da var, onları bırakıp gelemem!
Eskiden kıyametler koparılan hırsızlıklar bugün sessizlikle geçiştiriliyor. Çünkü alıştık, çünkü duyarlılığımız nasır bağladı.
Oysa adalet, insanların başka hiçbir umutları kalmayınca en son başvurup sığınacakları yerdir.
Türkiye’nin gelir dağılımındaki adaletsizliği, haksızlığı, hatta soygunu görmemek için ille de hükümet mi olmak gerekiyor?
Oysa adalet, insanların başka hiçbir umutları kalmayınca en son başvurup sığınacakları yerdir.
Bizde hiç mi yenilik, hiç mi buluş yok? Atatürk döneminin yenilikçi edimlerini dışta tutarsak, benim bildiğim üç yenilikçi atılımımız olmuştur. Ama daha doğarken yeniliğe açık olmamaya yemin etmişiz gibi, aman nasıl etsek de bu yeniliklerden kurtulsak, diye çırpına çırpına sonunda bunu başarmışızdır. Bu düşün ve eylem ve eğitim yenilikçiliğimiz bana göre şunlardır:
Halkevleri – Köy Enstitüleri – Yedeksubay öğretmenlik
“Söyleyen denli dinleyen de arif olmak gerek.”
Aman siz siz olun, pırıl pırıl beyninizi kitap okuyarak sakın kirletmeyin sayın bayanlar baylar!
Bizim en büyük dersimiz, tarihten ders almamamızdır.
Bizim insanımız askerlik hizmeti için vatani vazife der. Bir askerin vatani vazife diye orduevlerinde aşçılık, garsonluk, subay eşlerine berberlik, oyun salonlarında (halk oyunları değil, kumar) hizmet görmesini, yüzme havuzlarında yardımcılık etmesini benim kafam almıyor. Bu ne biçim vatani vazifedir? Bu vatani vazifeyi yapanların bu soruyu sormadıkları sürece, bu böyle sürer gider.
“Din faktörünün bu kadar öne çıktığı bir toplum, nasıl oluyor da beri tarafta bu kadar çok haram yiyor?”
Kaygusuz Apdal, Pir Sultan Abdal gibi, birçok abdal maslahı (tapşırma) kullanmış halk şairlerimiz vardır. Pir Sultan Abdal bitek kişi değil. Biçok — en az dört — Pir Sultan Abdal vardır. Şiirleri bugüne kalanın, Pir Sultan Abdal’lardan hangisi olduğu kesin olarak bilinemez. Bundan çok daha önemli olanı, Pir Sultan Abdal’ların şiirlerindeki bileşik düşünce doğrultusudur. Bu durum, Pir Sultan’ları halkın özümsediğini, yığınların içinde eridiğini, halkın kendisi olduğunu ve halkın özlemini dile getirdiğini gösterir.
Türkiye hergün biraz daha ve gittikçe daha hızlı ve yoğun olarak dinsel bağnazlık ve yobazlık batağına batmaktadır. Gelip dayandığımız son nokta, laikliğin tam karşıtıdır.
Sizler, Şeytan Ayetleri yüzünden beni öldürmek isteyen bağnazlar ve yobazlardan çok daha kötüsünüz. Çünkü onlar sizlerin korkaklığı, yüreksizliği, ödlekliği, pısırıklığı, sünepeliği, ikiyüzlülüğu sayesinde var olmuşlardır ve artarak var olmaktadırlar. Daha ne zamana dek susarak ödün vereceksiniz?
Şaşılası olan şudur: Parayla bastıkları ilanlar yüzünden artan gazete sayfalarının parasını bu ilanlarla hiçbir ilişkisi olmayan okurlar ödemek zorundadırlar. Yani gazete okurları, hiç ayrımsamadan gazetenin ilanlarını da satın almış olurlar. Şimdiye dek gazete diye, gazetenin ilanlarını da satın almış olduğumuzun ayrımında mıydınız?
Bugün uygar ülkelerdeki örgütlü insan sayısı, nüfuslarının bikaç katıdır. Örneğin İsveç’te 32 milyon örgütlü insan varken, İsveç’in nüfusu 8.5 milyondur, yani örgütlü insan sayısı nüfusunun dört-beş katıdır. Bunlar salt siyasal örgütler değil, bulundukları bölgeyi güzelleştirmek, sokak hayvanlarını korumak, kadın hakları, çocuk hakları, kanaryasevenler, filan okuldan çıkışlılar için kurulmuş toplumsal örgütlerdir. Bir ülkede toplumsal ve siyasal örgütlerin sayısı ne denli çoksa ve bu örgütler ne denli eskiyse o ülke de o denli uygardır. Bu ölçüye göre Türkiye, sınıfta kalacak bir toplumdur.
Çağcıl uygarlığa hiçbir katkımız yoktur ama dışalımla bize verilen, “almak zorunda olduğumuz” bütün uygarlık ürünlerine ve verilerine, insanın tedirgin olması, yaşamını zorlaştırması için pekçok katkımız olmuştur.
Peki ama bizi bize düşman eden kim? Bu düşmanlığı yok etmenin umarı nedir? Ne yapmalıyız? Sizin ne yapacağınızı bilemem ama bana göre bunun umarı ne yapmamız gerektiğini düşünmek, bidaha düşünmek, ille de düşünmek!
İlk Kuran kursları Türkiye dışında açılmaya başladı.
Yıllarca önce Cengiz Aytmatov anlatmıştı. Kırgızistan’da bir Yahudi, Cengiz’e,
– Siz Türkler domuz kılına benzersiniz, demiş.
Şaşıran Cengiz,
– Niçin? diye sorunca, Yahudi şu yanıtı vermiş:
– Çünkü bütün tüylü ve kıllı hayvanların tüyleri yanyana gelir, bitişir, dokuma olur; salt domuzun kıllarından dokuma olmaz, ancak fırça olur. Siz Türkler de öylesiniz.
Düşünerek bulduğumuz yada hiç düşünmeden bize öğretilip ezberletildiği gibi sandığımız tek doğruya hiç kuşkuya kapılmadan tek doğrudur diye inanmak; işte yobazlık, bağnazlık, köktencilik budur.
“Çok laf yalansız, çok para dolansız olmaz.”
“Bir ülkede namuslular, en az namussuzlar kadar cesur olmalıdır.”
Peki halk, bu yalanları yutar mı? Bal gibi yutar, şimdiye dek hep yuttuğu gibi.
Özsel demokrasi olmadan, salt biçimsel demokrasiyle demokrasi gerçekleşemiyor. Tıpkı biçimi olmadan hiçbir maddenin özü olmadığı, olamayacağı gibi. Türkiye’nin ana sorunu budur: Demokratikleşme! Bütün sorunlar bu ana soruna bağlıdır.
Derde uğrar kim sadakat etse elbet devlete,
İstikamet mahz-ı cinnettir bu mülk-ü millete
Ne saçmasapan bir ülkenin yurttaşlarıyız. Müslümanları aşağılıyor diye Şeytan Ayetleri kitabının Türkiye’ye sokulması bile yasaklanacak, öte yandan hem de TV’den bir Sünnî Müslüman, Müslüman Alevileri aşağılayacak.
Gericilik, bağnazlık, yobazlık, köktencilik devletin ta içindedir, devleti sarmış, kuşatmıştır. Zaman zaman, Sivas’ta olduğu gibi, devleti teslim almaktadır.
Düşünmüyoruz, düşünemiyoruz. Çünkü düşünmesini bilmiyoruz.
Nerde din ve ulusalcılık varsa, orada kesinlikle savaş da vardır. Tarih bu kanlı din ve ulusalcılık savaşlarıyla doludur.
İnsan haklarına, akılcılığa, uygarlığa düşman oldukları için, hangi dinden ve inançtan olursa olsun, bu bağnazlara, köktencilere düşmanım; çünkü onlar insanlığın, barışın düşmanıdırlar.
Toplum ne denli yozlaşır, aptallaşırsa, ne denli akılcılıktan uzaklaşırsa o denli doğadışı, akıldışı, fizikötesi (metafizik), o hiç var olmayan ama var sanılan gizil güçlere, cine, periye, şeytana, büyüye, fala bağlanır. Bugün Türkiye, bu durumdadır.
Diyanette görevli doçentten inciler:

Kadınlar aklen ve dinen dûn (aşağılık) yaratıklardır. ( ) ehl-i cehennemin ekserisi kadınlardır. ( ) Kadınların çoğu cehennem kütüğüdür. 5 Mayıs 1993

İnsan haklarına, akılcılığa, uygarlığa düşman oldukları için, hangi dinden ve inançtan olursa olsun, bu bağnazlara, köktencilere düşmanım; çünkü onlar insanlığın, barışın düşmanıdırlar.
Bütün şeriatçılar, bütün dinsel köktenciler, yobazlar, bağnazlar; uygarlığı, çağcıllığı, ilerlemeyi önlemek için, önce Atatürk düşmanı olmuşlardır.
İnanmak inananların nasıl hakkıysa, inanmamak da inanmayanların hakkıdır.
Laik bir devlette en laik olması gereken kurum eğitimdir.
Yineleyerek soruyorum :Atatürk’ün ölümünden sonra adım adım ilerleyen gericilik, dinsel bağnazlık ve köktencilik bugun yurdumuz da adım adım değil, koşar adımla gelişirken, sizler hălă Atatürkçü müsünüz?
İnsan ancak anlamak istediğini anlar, insan ancak görmek istediğini görür ve ancak duymak istediğini duyar.
Türkiye’yi var güçleriyle ortaçağ bataklığına gömmek isteyenlerin hedefi, bugün Atatürk düşmanlığıdır.
Çocukluğumda babamla birlikte Cerrahpaşa’da gittiğimiz bir caminin imamı vaazında, her bulgunun Kuran’da yeri olduğunu söylüyor ve örnek olarak da elektriği gösteriyordu.
( )
Çoook sonraları düşündüm ki her buluş, her bulgu Kuran’da yazılıysa, varsa, niçin Müslümanlar 1300 şunca yıldan beri okudukları Kuran’da bunu görmüyorlar da bu bulguları hep Müslüman olmayanlar buluyor? Bunca Müslüman hafız var, bunlar üstelik yüzyıllardan beri dönüp dönüp Kuran okuyorlarken, okudukları Kuran’da yazılı bulguları hep kâfirlere kaptırıyorlarsa, bundan ne sonuç çıkar?
“Bir gülle yaz olmaz!”
Laik bir devlette en laik olması gereken kurum eğitimdir. Çünkü eğitim insanı biçimlendiren, bilinçlendiren bir kurumdur. İlkokuldan, hatta okul öncesi eğitimden başlayarak İslam kurallarıyla yetiştirilen bir çocuk, imam hatip lisesini bitirdikten sonra, herhangi yükseköğrenim görerek yada görmeyerek memur olup devletin içine girebiliyorsa, bunun amacı nedir? Amaç, devletin önce işgali, sonra da zaptıdır. İmam hatip liselerinin, Kuran kurslarının, dinsel eğitim için açılmış yurtların günden güne hızla artmasının nedeni budur: Yakın bir gelecekte devleti ele geçirmek!
Gazetelerin fiyatları sık sık niçin yükseltilmektedir? Kendilerine göre fiyat yükseltmelerinin gerekçesi, gazete giderlerinin dayanılmaz oranda yükselmesidir. Bu gerekçenin doğruluk payı ancak yüzde yirmidir. Asıl fiyat yükselmelerinin nedeni, daha bol ilan alabilmek için sayfalarını artırmalarıdır. Her gün verdikleri eklerle birlikte 40-50 sayfa çıkan gazeteler vardır. 40-50 sayfalık bir gazetenin en az 30-40 sayfası ilanla doludur. Şaşılası olan şudur: Parayla bastıkları ilanlar yüzünden artan gazete sayfalarının parasını bu ilanlarla hiçbir ilişkisi olmayan okurlar ödemek zorundadırlar. Yani gazete okurları, hiç ayrımsamadan gazetenin ilanlarını da satın almış olurlar. Şimdiye dek gazete diye, gazetenin ilanlarını da satın almış olduğumuzun ayrımında mıydınız?
Pepsi Cola ve Coca Cola ve bütün kolalı içkiler, emperyalizmin öncü koludur. Emperyalizmin kölesi yapmak istedikleri ülkelere, önce Coca Cola ve Pepsi Cola reklamlarını, arkadan şişelerini sokarlar. Sovyetler Birliği’ne emperyalizm öncü kuvvet olarak önce şu ikisini soktu: Güzellik yarışmaları, Pepsi ve Coca Cola ve McDonald’s Son gidişimde Moskova’nın Gorki Caddesi’ndeki büyük kitapçı dükkânının McDonald’s dükkanı olduğunu ve Lenin Mozolesi önündeki insan kuyruğunun McDonald’s önüne taşındığını görmüştüm ve geceleri Moskova göklerini Pepsi ve Coca Cola’nın renkli ve ışıklı reklamları aydınlatıyordu.

Eski Sovyetler Birliği’nde ve şimdiki Rusya Federasyonu’nda içit sıkıntısı olduğu için, hadi diyelim Pepsi ve Coca Cola’ya gereksinme duyulabilir. Ama Türkiye gibi meyvesi en bol ve çeşitli bir ülkede, bütün içit dükkânlarını kapatıp USA malı Pepsi ve Coca Cola’ya bağımlı olmanın, emperyalizmin kuyruğu olmaktan başka anlamı var mıdır? Bağımlı olmak diyorum. Çünkü bu kolaların insanda alışkanlık, yani bağımlılık yarattığını biliyorum. Bunlar bir içit alışkanlığı yaratıyor.

namuslularla namussuzların savaşımında yansız hakem olması gereken devlet, namussuzlardan yanaysa, namussuzları tutuyorsa, o zaman namusluların sayısı korkudan hem günden güne azalır, hem de namuslular hep yenilir ve onların yenilgisi bir yazgı olur.
Cumhurbaşkanları eylemlerinden sorumlu değildirler’ demek, ‘Cumhurbaşkanlığına ilişkin eylemlerinden dolayı sorumlu değildirler’ anlamına gelir. Yoksa ‘Cumhurbaşkanlığına ilişkin olmayan, cumhurbaşkanlığı görevlerinden bulunmayan eylemlerinden sorumlu değildir,’ anlamına gelmez. Cumhurbaşkanları her ne yaparlarsa yapsınlar, yaptıklarından sorumlu sayılmazlarsa, o zaman bu, cezai ehliyetleri yoktur, yani akıl hastasıdır anlamına gelir ki, cezai ehliyeti olmayan delilerevin deki akıl hastalarından cumhurbaşkanının bir ayrımı kalmaz.
Sebe Sûresi 33: İnkâr edenlerin boyunlarına demir halkalar vururuz.

Sebe Sûresi 52: Onların korktukları zaman bir görsen, artık kurtuluş yoktur. Cehenneme yakın bir yerden yakalanmışlardır.

Fatir Sûresi 36: İnkâr edenlere cehennem ateşi vardır. Her inkârcıyı böyle cezalandırırız.

Kehf Süresi: Dileyen inansın, dileyen inkâr etsin. Şüphesiz zalimler için duvarları çepeçevre onları içine alacak bir ateş hazırlamışızdır. Onlar yardım istediklerinde erimiş maden gibi yüzleri kavuran bir su kendilerine sunulur. Ne kötü bir içecek ve cehennem ne kötü bir duraktır.
Rahman Sûresi 48-54: Bu iki cennet türlü ağaçlarla doludur. Bu cennetlerde akan iki kaynak vardır. Bu cennetlerde her türlü meyveden çift çift vardır. Ora da, örtüleri parlak atlaslara yaslanırlar. İki cennetin meyvelerini de kolayca toplarlar.
Oralarda, bakışlarını yalnız erkeklere çevirmiş daha önce ne insan ve ne de cinlerin dokunmuş olduğu eşler vardır. Onlar, yakut ve mercan gibidirler.
Uygar dünyaya kendimizi beğendirmek için başımızı sola çevirip, Good Morning, biz laikiz! diyeceğiz, Müslüman dünyasına kendimizi beğendirmek için başımızı sağa çevirip Sabah hayr, elhamdülillah, T.C. devleti Müslümandır! diyeceğiz. Benim de bulunduğum, Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel’in bir basın toplantısında, bir Fransız gazeteci Gürsel’e şöyle sormuştu: – Kurtuluş Savaşı vermiş Türkiye, bugün nasıl oluyor da Cezayir’in bağımsızlık savaşını desteklemiyor?
Cemal Gürsel arkasında dikilmiş Zeytinoğlu’na baktı, imdat istercesine sağ ve sol gerisindeki duvarlara baktı, sonra
dersini birden anımsamış gibi şöyle dedi (aynen):
-Türkiye’nin âli menfeatleri her neyi icap ettiriyorsa biz onu yaparız! Hani, Al da rafa koy, gerektiğinde kullanırsın! dedikleri bir lafur bu Türkiye’nin âli menfeatleri. İşte şimdi gerekiyor, raftan indirip kullanıyorlar.
Sana aptal olduğunu söylerken, bu sözüm duyduğum derin ve büyük acının çığlığıydı. Namık Kemal’in ağzıyla sana sesleniyorum:

Ey yareli şir-i jiyan Uyan,
uyan bu hab-i gafletten

Tehlike bikez çullanıp toplumu tümüyle esir alınca, artık toplum o tehlikeyi özümser, benimser, toplumun öz kendisi tehlike olur ve artık kurtuluş yoktur.

Sayıları az da olsa kimi yazarlar bu tehlikeyi görüp gösteri yor. Ben de kendime düşeni yapıyorum. Söyledim, konuştum, yazdım, şimdi de çığlık çığlığa haykırıyorum: Tehlike üzerimize çullandı çullanacak Aymak zamanı

ha geçti ha geçiyor. Bu tehlike dinsel gericiliktir, bağnazlıktır, yobazlıktır, gericiliktir, ortaçağı bile yaşamadan ortaçağ karanlığına gömülmektir; üstelik, Atatürkçüyüz! Atatürkçüyüz! diye diye sürünerek, inleye inleye akılcılıktan kaçıp gericilik batağında eriyip yok olmaktır. Seni bu batağa sokanlar, seçtiğin kendi milletvekillerindir, bakanlarındır, kendi hükümetindir. Bu demektir ki, sen yıllardır kendi kendini karanlık bataklığına sürüklüyor ve kişiliğini, uygarlığını boğarak öldürüyorsun.
Ziyaret bahanesiyle türbeler açıldı, sesini çıkarmadın!
Tekkeler, zaviyeler açıldı, sesini çıkarmadın!
Tarikatlar, eskiden olduğundan daha da çoğaldı ve özgürleşti, sesini çıkarmadın!

Saz ve sözde bir anıttı. Sazıyla türküleriyle hep yaşayacak, yaşıyor. İki kez gömütünü yıktılar, yazıt taşını kırdılar; onun gömüte, yazıta, taşa toprağa gereksinmesi yok ki.
Konuşacağız konuşmasına da, ağzımıza kilit vuruyorlar; bırakmıyorlar ki konuşalım. Bugünkü Türkiye, ağzı tıkanarak susturulmuş, gözü bağlanarak körleştirilmiş bir Türkiye’dir. Salt bugün böyle değil, tarih boyunca susturulmuş bir Türkiye’dir.
Bârika-i hakikat müsademe-i efkârdan doğar , düşüncelerin çarpışmasından doğrunun yıldırımı doğar.
İnsan ancak anlamak istediğini anlar, insan ancak görmek istediğini görür ve ancak duymak istediğini duyar.
Her çağda insan örgütlenmiştir, tıpkı her çağda insanın düşündüğü gibi. Descartes, Düşünüyorum, öyleyse varım, demeden önce de düşünen insan düşündüğü için var olduğunun bilincinde değildi. İnsan her çağda örgütleniyordu elbet. Ama ancak örgütlenerek varlığını koruyabileceğinin bilincine geç vardı.
Sovyetler Birliği’ne emperyalizm öncü kuvvet olarak önce şu ikisini soktu: Güzellik yarışmaları, Pepsi ve Coca Cola ve McDonald’s Son gidişimde Moskova’nın Gorki Caddesi’ndeki büyük kitapçı dükkânının McDonald’s dükkânı olduğunu ve Lenin Mozolesi önündeki insan kuyruğunun McDonald’s önüne taşındığını görmüştüm ve geceleri Moskova göklerini Pepsi ve Coca Cola’nın renkli ve ışıklı reklamları aydınlatıyordu.
Din faktörünün bu kadar öne çıktığı bir toplum, nasıl oluyor da beri tarafta bu kadar çok haram yiyor?
İnsan, insandır ve genelleme yapmak en büyük yanlıştır.
Şeriatın Ş sine bile laf söyletmeyen bu bağnazlar, kendilerini bu ilkellikte tutan şeyin şeriat olduğunu acaba nasıl ve ne zaman öğrenebilecekler?
Sıvas faciasında ölenlerin cenaze törenine Ankara ve İstanbul’da onbinlerce insan katıldı. Bu törende dağıtılan Sanat Hareketi anonim imzalı bir bildiride şöyle yazılıydı:
Bu ülkede tanrıya inanmak ve ibadet etmenin suç olmaması kadar Tanrısız olmanın da suçsuzluğu ilan edilinceye kadar bu yargılama sürecektir. Tanrısız olmak da bir haktır.
Bu konular bugüne dek Türkiye’de yazılmadı, açıklanmadı. Oysa demokrasi bunu da gerektirirdi.
Her şey ancak karşıtıyla var olabilir.
Türkiye’yi var güçleriyle ortaçağ bataklığına gömmek isteyenlerin hedefi, bugün Atatürk düşmanlığıdır.
Çocukluğumda babamla birlikte Cerrahpaşa’da gittiğimiz bir caminin imamı vaazında, her bulgunun Kuran’da yeri olduğunu söylüyor ve örnek olarak da elektriği gösteriyordu.
( )
Çoook sonraları düşündüm ki her buluş, her bulgu Kuran’da yazılıysa, varsa, niçin Müslümanlar 1300 şunca yıldan beri okudukları Kuran’da bunu görmüyorlar da bu bulguları hep Müslüman olmayanlar buluyor? Bunca Müslüman hafız var, bunlar üstelik yüzyıllardan beri dönüp dönüp Kuran okuyorlarken, okudukları Kuran’da yazılı bulguları hep kâfirlere kaptırıyorlarsa, bundan ne sonuç çıkar?
Aydınla aydınlanamamış kapkara cahil yobazın ayrımı şudur: Aydın, aydın olması oranında ileriyi, uzağı, geleceği görürken, kapkara bilgisiz bir kimse, yüksek voltajlı spotlar altında bile burnunun ucunu görmez ve ayağının dibindeki çukura düşer. Göz ve ışık, ancak görmesini isteyen ve bilenlerin işine yarar.
Gelelim bugüne. Hırsızlık, rüşvet, çalma çırpma, görevini kötüye kullanmak arttıkça arttı; rezillikler diz boyunu geçti; nah buraya dek geldi dayandı.
Nâzım’ın mezarı bir utanç belgesi olarak Moskova’da kalsın ki, kuşaklar boyunca ne büyük yanlış yaptığımızı anımsayıp utanalım. Tarih salt övünmek için değil utanmak içindir de

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir