İçeriğe geç

Bir Sürgünün Anıları Kitap Alıntıları – Aziz Nesin

Aziz Nesin kitaplarından Bir Sürgünün Anıları kitap alıntıları sizlerle…

Bir Sürgünün Anıları Kitap Alıntıları

Bir kızımız olsun
Adı da Gülsün
Bu gözyaşlarımız,
Yaşam boyu gülsünler diye çocuklarımız.
Bir yazar, yazıları yüzünden sürgün edilmişse, sürgün edildiği ilde bir okurunun kendisine el uzatmasını, o yazarın duygularını ne desem anlatamam.
Hürriyet bizim memleketimizde bir gazete ismidir, bir de Anka kuşudur. Konuşmak korku Yazmak korku
Sarhoşluk iyi şeydir. Hele fikir sarhoşluğu, bir saadettir.
– Neden sürgün edildiği yazılı değil mi? – Değil efendim. Komiser bana döndü: – Kaçakçı mısın ulan? – Değilim efendim. – Eroinci misin? – Hayır. – Hırsız mısın? – Değilim. Komiser isabet ettiremediği için kızdı, – Peki nesin be?.. diye bağırdı. Bitürlü “yazarım” diyemiyorum. Yazara da pek benzemem ya, ufak tefek yazara benzer yerim varsa, cezaevlerinde yata yata, o da kalmamış
Güçlüysek rüyalar saçmadır, ama güçsüzsek saçma rüyanın etkisindeyizdir; fallar, şarkılar, niyetler, herşey başka bir anlam kazanır bizim için.
Oysa ben, bana yapılmış o ödenmez iyiliklerin altında ezilmemek için, başka birilerine iyilik yapmaya çalışırım, enayiliğimden değil.
Ağlarım hatıra geldikçe gülüştüklerimiz
Diyorlar ki ; eskiden böyle değildin artık içine kapandın.. ”
Dedim ki ; içindekiyle yetinen bu kalp artık sizi ne yapsın ”
ataç ikon
Düşünmek, sevmek, gülmek İşte hepsi bu İnsan için gerisi yalandolan.
Türkiye’de ekmek parası kazanmak zordur, ama zengin olmak kolaydır.
Hepimiz karşılığını yapamadığımız, hiç bir zaman ödeyemediğimiz iyilikler görmüşüzdür. Kaldı ki, ödemeye kalksak bile, ödenmez ki… Diyelim, en zor koşullar altındayken birisi küçücük bir iyilikle bizi o durumdan kurtarıyor. Bir iyilik, bin katıyla geri vererek bize ödenemez. Bizim içinde kıvrandığımız o zor koşul, bize iyilik edenin başından tıpkı tıpkısına geçemez ki… Bize yapılmış bu iyilikleri, biz de zor durumdaki başka birine yardım ederek belki ödeyebiliriz. Kimi zaman zor durumlardaki tanımadığım kişilere yapmaya çalıştığım iyilikleri, yakınlarım bile enayilik olarak nitelerler. Oysa ben, bana yapılmış o ödenmez iyiliklerin altında ezilmemek için, başka birilerine iyilik yapmaya çalışırım, enayiliğimden değil…
Türkiye’de ekmek parası kazanmak zordur, ama zengin olmak çok kolay
Umutla kurduğum ve mutluluk olduğuna inandığım şey yıkılıyor, parmaklarımın arasından parça parça dökülüyor da, ben onları tutamıyorum
Gülümsemek utanmayı gizleyen en iyi maskedir.
Nerdesiniz, şoven milliyetçiler? Nerdesiniz, sahte vatanseverler?
Bu fakir millet, bu borçları nasıl ödeyecek? Bunların altından nasıl kalkacak? Nasıl öderse ödesin. Millet, kısa bir zaman için de olsa, bol paraya kavuşup iktidar partisine dua edecek ya Ondan sonrasına Allah kerim. Evet, millet bu yükün altından nasıl kalkacak? Bunu düşünen yok, yalnız ve yalnız düşünülen şey, bir dört sene daha iktidar koltuğuna mıhlanmaktır. Bu gününü gün etmek politikası yüzünden milletin çekmediği daha ne kaldı?
Öyledir, insanlar kendileri için çok ayıp sayılabilecek bilgisizliklerini, eylem ve edimlerini bile açıklayabilecek yere yükselebilirler. Ayıp bile olanlar için ayıp olmaktan, utanılacak bir şey olmaktan çıkar.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Ey gül-i bağ-ı vefâ bülbül-i nâlende gibi
Ağlarım hâtıra geldikçe gülüştüklerimiz
Rû-be-rû âyineveş safvet ile cilve idüp
Kandedir bezm-i visâl içre görüştüklerimiz.
Abdülhamit kolay kolay adam sürmezmiş. Kendine azçok başkaldıranları önce nişanla, parayla uyutmaya çalışıyor. Olmazsa, mutasarrıf, vali, kaymakam, mektupçu filan gibi yüksek işlerde taşra illerine yolluyor. Yine olmadı, o zaman sürüyor. Sürgün işi, İttihatçılar’ın zamanına dek böyleymiş. Sürgünlere ayrıca hükümet aylık bağlarmış.
Eşe dosta akıl vermek bize özgü. Akıl vermeye bayılırız. Karşımıza biri çıksın da, aman şuna iyi bir akıl verelim diye yolları gözleriz. Akıl vermeden yana bizim kadar cömert insan var mı?
Gülümsedim. Gülümsemek, utanmayı gizleyen en iyi maskedir.
Bürokraside sorum denilen şey, sanki bir ateşten toptur. Kendisine atılan, yanmamak için o ateşten topu bir an önce başka birisinin eline atıp ondan kurtulmak ister. Üstelik o ateşten topu yere de düşüremez; çünkü ödev kutsaldır.
Düşünmek, sevmek, gülmek İşte hepsi bu İnsan için gerisi yalan dolan.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Üzerinde yaşayanların hepsinin güldükleri, gülüştükleri bir dünyaya içimde sonsuz bir özlem var.
Gülümsedim. Gülümsemek utanmayı gizleyen en iyi maskedir.
Napolyon bile Moskova bozgunundan benim gibi dönmemiştir.
Gülmemek elde mi? İnsan böyle zamanda da gülmezse, ya ne zaman güler?
– Anlamadık ki necisin? Hırsız değilim diyorsun, yankesici değilim diyorsun, kaçakcı değilim diyorsun
– Yazarım.
Bir kızımız olsun
Adı da Gülsün
Bu gözyaşlarımız,
Yaşam boyu gülsünler diye çocuklarımız.
-Türkiye’de ekmek parası kazanmak zordur, ama zengin olmak çok kolay.
Ne diye bilmem, toplumsal hayvan olmuşuz; düpedüz hayvan olsak, hiç olmazsa hayvanlığımızı bilirdik.
Bir muharririn üslubu bir suçlunun parmak izi gibidir. Parmaklarını kaybetmedikçe ne iz kaybolur, ne de kalem elden düşer.
Çaydanlıktaki suyun kaynamaya yakınken çıkardığı o acılı, iniltili ses hoşuma gidiyordu. Sudaki bu inilti, az sonraki kaynayıp taşmanın habercisiydi; tıpkı ezilen toplumlarda olduğu gibi
İnsanlar kendileri için çok ayıp sayılabilecek bilgisizliklerini, eylem ve edimlerini bile açıklayabilecek yere yükselebilirler. Ayıp bile onlar için ayıp olmaktan, utanılacak bişey olmaktan çıkar.
Genç insan daha namuslu oluyor. Bişeyler görüyorsa, bozuk gördüklerini kendince düzeltmeye çalışıyor. Ama kart politikacılar bunu bitürlü anlamıyorlar. Anlasalar da, anlamak işlerine gelmiyor. On parmaklarında on kara, leke sürüyorlar. Onu bilir onu söylerim; bir kişi yirmibeş yaşında, kırk yaşındakinden daha namusludur. Hepimiz böyleyiz.
Bir kızımız olsun
Adı da Gülsün
Bu gözyaşlarımız,
Yaşam boyu gülsünler diye çocuklarımız.
Üzerinde yaşayanların hepsinin güldükleri, gülüştükleri bir dünyaya içimde sonsuz bir özlem var.
Biz sultanları, padişahları lanetliyoruz. Çünkü onlar kapitülasyonlar ve harici istikrazlarla (borçlarla) bu memleketi uçuruma sürüklemişlerdir. O zaman, milli şuurumuz uyanmış ve milli kurtuluş savaşıyla uçurumun kenarından çekilmiştik. Ya şimdi? Uçuruma sürüklenmiyor, uçurumdan aşağı atılıyoruz.
Düşünmek, sevmek, gülmek İşte hepsi bu İnsan için gerisi yalan dolan.
Benim seninle konuşmaklığım, meraklı bir kitabı okumak gibidir.
Hürriyet bizim memleketimizde bir gazete ismidir, bir de Anka kuşudur. Konuşmak korku Yazmak korku Çok şükür ki düşünmek korku değil.
Ben düşünmeyi kâfi bulan insanlardan değilim. Bir kitap da rafta kendi kendine düşünür. Ne kıymeti var?
Ben kafamın içinde bir beyin taşıdığımı zannediyorum. Doğru işlediğini yüzde yüz iddia etmem ve bundan müşteki de değilim. Beğenmediğin bu kafa, seni memnun etmek için ham bir kabak gibi ortaya çıkmayacak kadar şimdilik kendi mahiyetini biliyor. Bütün bilgim bu kadardır, bir de okumak ihtiyacında bulunuşumdur.
Ben ağlamak için değil, gülmek, mesut olmak ve etrafımı da mesut etmek için dünyaya geldim.
Hakikaten, sarih olarak hiçbir şey bilmediğim için asabım son derece bozuk.
Bir muharririn üslubu, bir suçlunun parmak izi gibidir. Parmaklarını kaybetmedikçe ne iz kaybolur ne de kalem elden düşer.
Nerde okuduğumu şimdi ansıyamıyorum, büyük tiyatrocu Stanislavski anılarında Tolstoy’la ilk karşılaşmasını anlatır. Stanislavski o zaman dünyada pek ünlü olan bir oyunu sahneye koymaktaymış. Arkadaşlarıyla lokantaya gitmişler. Yemek yerlerken Tolstoy lokantadan içeri girince Stanislavski pek sevinmiş. Tolstoy’un büyük ününün dünyayı sardığı ve sarstığı sıralar Hemen yanına gidip kendisini tanıttıktan sonra Tolstoy’u masalarına çağırmış. Tolstoy da adını duyduğu Stanislavski’nin masasına gelmiş. Yemek sırasında Tolstoy,
Stanislavski’ye o sıra neler yaptığını sormuş. Stanislavski de sahneye koymakta olduğu oyunun adını söylemiş. Öyle tanınmış bir oyun ki yalnız yazarlar, sanatçılar değil, her aydın o oyunu biliyor. Diyelim, günümüzde Beckett’in Godot’yu Beklerken adlı oyunu gibi bir oyun Tolstoy, “Yaa, hiç duymadım o oyunu ” demiş. Bu olayı anlattıktan sonra Stanislavski aşağıyukarı şöyle diyor: “Bu kadar büyük bir cehaleti, ancak Tolstoy kadar büyük bir insan hiç sıkılmadan itiraf edebilir.”
Öyledir, insanlar kendileri için çok ayıp sayılabilecek bilgisizliklerini, eylem ve edimlerini bile açıklayabilecek yere yükselebilirler. Ayıp bile onlar için ayıp olmaktan, utanılacak bişey olmaktan çıkar.
Gündüzleri kitaplığa kapanıp okuyarak, notlar alarak kendimi avutmaya çalışıyorum, ama geceleri düşüne düşüne, kura kura çıldıracak gibi oluyorum
Umutla kurduğum ve mutluluk olduğuna inandığım şey yıkılıyor, parmaklarımın arasından parça parça dökülüyor da, ben onları tutamıyorum. Acılı bir küçük çocuk gibi duyguluyum.
Akşamüstlerini atlatmak için alıp başımı gidiyorum bilmediğim yerlere, yürüyorum, yürüyorum Şehirden uzaklaşıp ya dalgamı geçiyorum ya da kendimle hesaplaşıyorum.
Düşünmek, sevmek, gülmek.İşte hepsi bu.
Dolandırıcılığın baş kuralı bu numaradır: Boyuna vadedeceksin. İnsafsızca, acımasızca vadedeceksin.
Genç insan daha namuslu oluyor. Bişeyler görüyorsa, bozuk gördüklerini kendince düzeltmeye çalışıyor. Ama kart politikacılar bunu bitürlü anlamıyorlar. Anlasalar da, anlamak işlerine gelmiyor. On parmaklarında on kara, leke sürüyorlar. Onu bilir onu söylerim; bir kişi yirmibeş yaşında, kırk yaşındakinden daha namusludur. Hepimiz böyleyiz.
Hani durup dururken insanın yakasına, paçasına yapışan belalar vardır, elinle silkelerken eline yapışır, ayağınla iterken ayakkabına bulaşır, adam işte öyle yıvışık, bulaşık bir bela.
Gülümsemek, utanmayı gizleyen en iyi maskedir.
Bizim insanlarımız, mücadele edilmesini sever, mücadeleci insanlara bayılırlar. Mücadeleci insanları severler de, mücadele etmesini pek o denli sevmezler.
İnsan, birisine saygı duyuyorsa, onu gözünde yüceltiyorsa, o kişide kusur görmez, her dediğine hiç düşünmeden doğru diye inanır.
Eşe dosta akıl vermek bize özgü. Akıl vermeye bayılırız. Karşımıza biri çıksın da, aman şuna iyi bir akıl verelim diye yolları gözleriz. Akıl vermeden yana bizim kadar cömert insan var mı?
Karakoldan çıkarken, komiser,
– İyi ki fazla okumamışım, yoksa benim de başım belaya girerdi dedi.
Düşünmek, sevmek, gülmek İşte hepsi bu İnsan için gerisi yalan dolan
Bir muharririn üslubu, bir suçlunun parmak izi gibidir.
Güçlüysek rüyalar saçmadır, ama güçsüzsek saçma rüyanın etkisindeyizdir; fallar, şarkılar, niyetler, herşey başka bir anlam kazanır bizim için.
İşte bütün bu yıkıntılar, insanı artık hiçbir zaman yıkılmayacağı o son ve en sağlam yere ulaştırıyor.
İşte bütün bu yıkıntılar, insanı artık hiçbir zaman yıkılmayacağı o son ve en sağlam yere ulaştırıyor.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir