İçeriğe geç

Bir Rehineye Mektup Kitap Alıntıları – Antoine de Saint-Exupéry

Antoine de Saint-Exupéry kitaplarından Bir Rehineye Mektup kitap alıntıları sizlerle…

Bir Rehineye Mektup Kitap Alıntıları

İnsan bir gülümsemeyle karşılık bulur. Bir gülümsemeyle ödüllendirilir. Bir gülümsemeyle harekete geçer. Ve bir gülümsemenin vasfı insanın ölümüne neden olabilir…
İnsan kendini nasıl yeniden inşa edebilir? İnsan kendi içinde hatıralardan oluşan o arapsaçını nasıl tekrar oluşturabilir?
Sevdiğim insanların kaderi bana içime yerleşecek bir hastalıktan daha büyük bir azap veriyor."
Biz insana saygıyı inşa etmek istiyoruz. Aynı cebhenin içerisinde niçin birbirimizden nefret edelim?
İnsana saygı! İnsana saygı!
Mihenk taşı işte budur!
Dünün gerçeği ölmüş, yarınınkinin hala inşa edilmesi gerek.
Tecrübelerden ve hatıralardan oluşan hacimli bir yükü temsil eder insanın yaşı..
Önemli olan içerikti. İnsanın hamuru."
Dünün gerçeği ölmüş , yarınınkinin hâlâ inşa edilmesi gerek .
İnsan kendini nasıl yeniden inşa edebilir ? İnsan kendi içinde hatıralardan oluşan o arapsaçını nasıl tekrar oluşturabilir ?
Eğer bir dostu soframa kabul ediyorsam, ondan oturmasını rica ederim; eğer topallıyorsa, ondan dans etmesini istemem.
Medeniyet insan içinde her şeyden önce belli bir sıcaklığa duyulan kör bir arzudur.
Dünün gerçeği ölmüş, yarınınkinin hâlâ inşa edilmesi gerek…
Biz insanlar ciddi havalar takınırız, fakat kalbimizin derinlerindeki tereddütü, şüpheyi, kederi herkes bilir.
Tecrübelerden ve hatıralardan oluşan hacimli bir yükü temsil eder insanın yaşı!
İnsan bir gülümsemeyle karşılık bulur. Bir gülümsemeyle ödüllendirilir. Bir gülümsemeyle harekete geçer. Ve bir gülümsemenin vasfı insanın ölümüne neden olabilir..
Her şey kutuplaşır. Her bir yıldız gerçek bir yöne işaret eder..
Görünüşte uzaklaşmış olan bir dostun varlığı kendini gerçek bir yakınlıktan daha yoğun bir şekilde hissettirebilir..
İnsana saygı! İnsana saygı!.. Şayet insana saygı insanların kalbinde yer ederse, insanlar karşılık olarak bu saygıyı takdis edecek sosyal, siyasi veya ekonomi sistemi de kurmayı başaracaklardır.
İnsana saygı! İnsana saygı!
Mihenk taşı işte budur..
Mesele , köklerimizi geliştirmeye yönelik temel bir hakka sahip olduğunuz topraklarda sizi özgür kılmak
İçimizdeki hiç kimse iyi niyet tekelini elinde bulundurmuyor.
Biz insana saygıyı inşaa etmek istiyoruz. Aynı cephenin içerisinde niçin birbirimizden nefret edelim?
Totaliter bir diktatörlük de bizim maddi ihtiyaçlarımızı karşılayabilir. Fakat bizler yemle beslenen sürü hayvanları değiliz.
Çağ yargısız infaz çağıydı.
Bir gülümseme çoğu zaman esas olandır. İnsan bir gülümsemeyle karşılık bulur. Bir gülümsemeyle ödüllendirilir. Bir gülümsemeyle harekete geçer. Ve bir gülümsemenin vasfı insanın ölümüne neden olabilir."
…sevdiğim insanların kaderi bana içime yerleşecek bir hastalıktan daha büyük bir azap veriyor."
Ve insan sevdiği kişiyi hatırladığı takdirde çökecek olan hüzünlü bir sessizlik vardır."
Harap olmuş eski bir şatoyu tamir etmek, onu sevmeyi öğrenmek için, nesiller boyu harap olmuş olmak gerekir."
İnsan kendini nasıl yeniden inşa edebilir? İnsan kendi içinde hatıralardan oluşan o arapsaçını nasıl tekrar oluşturabilir?"
Beni evine olduğum gibi kabul ettiğin için sana minnettarım. Beni yargılayan bir dostu ne yapayım? Eğer bir dostu soframa kabul ediyorsam, ondan oturmasını rica ederim; eğer topallıyorsa, ondan dans etmesini istemem.
Bir medeniyet her şeyden önce özünde kurulur. Medeniyet insan için her şeyden önce belli bir sıcaklığa duyulan kör bir arzudur. İnsan daha sonra, hata yapa yapa, ateşe giden yolu bulacaktır.
İnsana saygı! İnsana saygı!.. Şayet insana saygı insanların kalbinde yer ederse, insanlar karşılık olarak bu saygıyı takdis edecek sosyal, siyasi veya ekonomik sistemi de kurmayı başaracaklardır.
Bir yıldıza giden yolda dağı aşan gezgin, eğer kendini tırmanışla ilgili sorunlara fazla kaptırırsa, kendisine hangi yıldızın yol gösterdiğini unutma tehlikesiyle karşı karşıya kalır. Sırf hareket olsun diye harekete geçtiyse, hiçbir yere ulaşamayacaktır.
Totaliter bir diktatörlük de bizim maddi ihtiyaçlarımızı karşılayabilir. Fakat bizler yemle beslenen sürü hayvanları değiliz. İnsana saygı anlayışı içerisinde yetişmiş olan bizler için, kimi zaman mucizevi şenliklere dönüşen basit karşılaşmaların önemi çok büyüktür…
Biz insanlar ciddi havalar takınırız, fakat kalbimizin derinliklerindeki tereddüdü, şüpheyi, kederi herkes bilir.
Tecrübelerden ve hatıralardan oluşan hacimli bir yükü temsil eder bir insanın yaşı! Yol üzerindeki tuzaklara, sarsıntılara ve izlere rağmen, kişi, dayanıklı bir kağnı gibi iyi kötü, düşe kalka ilerlemeye devam etmiş demektir.
Bu etkileyici bir şeydir, bir insanın yaşı! Bütün hayatını özetler. Kişinin sahip olduğu olgunluk yavaş yavaş oluşur. Bu olgunluk yıkılmış onca engel, iyileşmiş onca ciddi hastalık, dinmiş onca acı, aşılmış onca umutsuzluk, çoğu vicdanın gözünden kaçmış onca risk pahasına oluşmuştur ki.
Bir gülümseme çoğu zaman esas olandır. İnsan bir gülümsemeyle karşılık bulur. Bir gülümsemeyle ödüllendirilir. Bir gülümsemeyle harekete geçer.Ve bir gülümsemenin vasfı insanın ölümüne neden olabilir.
Yetersiz kelimeler hakikatimin elimden kaçıp gitmesine neden olacaktır.
Gerçek mucizeler ne kadar az gürültü koparır! Başlıca olaylar ne kadar basittir!
Önemli olan, yaşanmışlıkların bir kısmının bir yerlerde kalması. Ve geleneklerin. Ve aile bayramlarının. Ve hatıralarla dolu o evin. Önemli olan, dönüş için yaşamaktır…
Aşk mektuplarını bir araya toplayıp bir deste yaparsınız. Bunlara birkaç hatıra eklersiniz. Hepsini büyük bir özenle birbirine tutturursunuz. Ve bu yadigarlar önce hüzünlü bir cazibe yaratır. Sonra mavi gözlü, sarı saçlı bir güzel geçer ve yadigarlar ölür. Zira arkadaş da meslek de memleket de eve dair hatıralar da artık bir işe yaramadıkları takdirde renklerini kaybeder.
Ich will gern ein Reisender sein, aber ich will kein Emigrant sein. Ich habe zu Hause so viele Dinge gelernt, die anderswo unnütz wären."
Ich, der ich wie jeder das Bedürfnis empfinde, erkannt zu werden, ich fühle mich in dir rein und gehe zu dir. Ich muss dorthin gehen, wo ich rein bin. Weder meine Bekenntnisse noch meine Haltung haben dich darüber belehrt, wer ich bin. Dein Jasagen zu dem, was ich bin, hat dich gegen Haltung und Bekenntnis nachsichtig gemacht, sooft es nötig war. Ich weiß dir Dank dafür, dass du mich ao hinnimmst, wie ich bin. Was habe ich mit einem Freund zu tun, der mich wertet? Wenn ich einen Hinkenden zu Tisch lade, bitte ich ihn, sich zu setzen, und verlange von ihm nicht, dass er tanze. "
Wir vereinigen uns im Lächeln über alle Sprachen, Kasten, Parteien."
Ich fühlte das Bedürfnis, diejenigen, deren ich zu meiner Orientierung bedurfte, fester und dauerhafter zu empfinden als mich selbst. Um zu wissen, wohin ich zurückkehre. Um zu leben.
In ihnen wohnte mein ganzes Land und lebte durch sie in mir."
Leicht finden wir Freunde, die uns helfen; schwer verdienen wir uns jene, die unsere Hilfe brauchen."
Tote sollte man dem Tod überlassen. Dann wird ihnen, in der Rolle des Totseins, eine andere Form des Daseins zuteil."
Eğer hala mücadele veriyorsam, biraz da senin için mücadele edeceğim. Bir gün o gülümsemenin yükseleceğine daha çok inanabilmek için sana ihtiyacım var.
Bir hastaya gösterilen bakım, bir sürgünün evde ağırlanması, hatta bağışlanma bile ancak şenliği aydınlatan o gülümseme sayesinde değer kazanır. Bütün lisanların, kastların ve partilerin üstünde, birbirimize bir gülümsemeyle kavuşuruz. Hepimiz tek bir Kilise’nin müritleriyiz, bu gülümseme ve onun gelenekleri, ben ve benim geleneklerim.
Hepsinin gülümsemesine yepyeni ve özgür bir ülkeye adım atar gibi adım attım.
Onların gülümsemesine, bir zamanlar Sahra’daki kurtarma görevlilerimizin gülümsemesine adım attığım gibi adın attım. Günler süren arama çalışmalarından sonra bizi bulan ve olabilecek en yakın noktaya inen yoldaşlarımızın geniş adımlarla, kollarına taktıkları su tulumları gözle görülür şekilde sallayarak bize doğru ilerliyorlardı. Ben kazazede olsam kurtarma görevlilerinin gülümsemesini ya da ben kurtarma görevlisi olsam kazazedelerin gülümsemesini, kendimi çok mutlu hissettiğim bir memleketi hatırlar gibi hatırlardım. Gerçek haz birlikteliğin hazzıdır. Kurtarma işlemi sırf bu hazzı hissetmek için bir fırsattı. Su her şeyden önce insanların iyi niyetinin bir hediyesi olmasa, o büyüleyici güce asla sahip olmazdı.
Biz insanlar ciddi havalar takınırız, fakat kalbimizin derinlerindeki tereddüdü, şüpheyi, kederi herkes bilir.
Tecrübelerden ve hatıralardan oluşan hacimli bir yüzü temsil eder bir insanın yaşı! Yol üzerindeki tuzaklara, sarsıntılara ve izlere rağmen, kişi, dayanıklı bir kağnı gibi iyi kötü düşe kalka ilerlemeye devam etmiş demektir.
Bir gülümseme çoğu zaman esas olandır. İnsan bir gülümsemeyle karşılık bulur. Bir gülümsemeyle ödüllendirilir. Bir gülümsemeyle harekete geçer. Ve gülümsemenin vasfı insanın ölümüne neden olabilir.
Harap olmuş eski bir şatoyu tamir etmek, onu sevmeyi öğrenmek için, nesiller boyu harap olmuş olmak gerekir.
Önemli olan içerikti. İnsanın hamuru. O bir dosttu, hepsi o kadar. Ve bizler, dostlar arasında hemfikirdik. Sen hemfikirdin. Ben hemfikirdim. Manavcılar ve garson kız hemfikirdi. Nede hemfikirdik? Pernod mu? Hayatın anlamı mı? O günün güzelliği mi? Bunu biz de söyleyemezdik. Fakat bu uzlaşı o kadar tam, o kadar derinlere kazılı, özünde öyle apaçık bir kutsal kitaba dayanıyordu ki, her ne kadar sözcüklerle ifade edilmese de, o kaleyi sağlamlaştırmayı, burada bir kuşatmaya karşı koymayı ve o özü kurtarmak için makineli tüfeklerin ardında can vermeyi seve seve kabul ederdik.
Gerçek mucizeler ne kadar az gürültü koparır! Başlıca olaylar ne kadar basittir!
Sofralarda ölen akrabalarının yerini muafaza eden biraz tuhaf aileler tanıdım. Belki siz de tanımışsınızdır. O aileler telafisi mümkün olmayan bir şeyi inkar etmekteydi. Fakat bu meydan okuma teselli veriyor gibi de görünüyordu. Ölüleri ölü olarak kabul etmek gerekir. İşte o zaman, ölü rolü içerisinde, farklı bir tür varlık kazanırlar. Oysa o aileler onların dönüşünü askıya alıyordu. Onları ebedi eksikler sonsuza kadar geç kalan misafirler haline getiriyorlardı. Bu aileler yası içerikten yoksun bir bekleyişle değiş tokuş ediyordu. O evler bana kederden daha farklı bir şekilde boğucu, acımasız bir huzursuzluğun içine dalmış gibi görünüyordu.
Medeniyet insan için her şeyden önce belli bir sıcaklığa duyulan kör bir arzudur. İnsan daha sonra, hata yapa yapa, ateşe giden yolu bulacaktır.
Bir yıldıza giden yolda dağı aşan gezgin, eğer kendini tırmanışla ilgili sorunlara fazla kaptırırsa, kendisine hangi yıldızın yol gösterdiğini unutma tehlikesiyle karşı karşıya kalır. Sırf hareket olsun diye harekete geçtiyse, hiçbir yere ulaşamaz.
Hayat düzeni yaratır, fakat düzen hayatı yaratmaz.
İnsanı yöneten ruhtur.
Hayat düzeni yaratır, fakat düzen hayatı yaratmaz.
Devrimci öncüler, hangi partiye mensup olurlarsa olsunlar, insanların değil de semptomların peşine düşerler. Rakip hakikatler onlars birer salgın hastalık gibi görünür. Varlığı şüpheli bir semptom uğruna, bulaşıcı hastalık taşıyan kişi karantinaya gönderilir. Mezara.
Öz olanı değil de sadece yansımaları yakalanma tehlikesiyle karşı karşıyayım. Yetersiz kelimeler hakikatimin elimden kaçıp gitmesine neden olacaktır.
Denizde yolculuk eden biri için de bir kıta birkaç Deniz fenerinin basit parıltısından ibarettir. Bir Deniz Feneri uzaklığı ölçemez. Işığı gözlerinin içindedir, o kadar. Ve kıtanın bütün harikaları o yıldızın içinde yatar.
Sahra’nın o şeyin salt yalnızlıktan ve yoksunluktan ibaretmiş gibi görünen yaşamını tanımış olan herkes, her şeye rağmen o senelere yaşadıkları en güzel seneler olarak özlem duyar. Kum özlemi, yalnızlık özlemi, boşluk özlemi" sözcükleri birer edebi formülden ibarettir ve hiçbir şey açıklamaz. Oysa şimdi ilk kez üst üste yığılmış yolcularla uğuldayan bir yolcu gemisinin güvertesinde, bana sanki çölü anlıyormuşum gibi geliyordu.
Önemli olan yaşanmışlıkların bir kısmının bir yerlerde kalması. Ve geleneklerin. Ve aile bayramlarının. Ve hatıralarla dolu o evin. Önemli olan, dönüş için yaşamaktır.
Dostluktan doğan hakkını talep etmeden önce bir dostu uzun uzun işlemek gerekir. Harap olmuş eski bir şatoyu tamir etmek, onu sevmeyi öğrenmek için, nesiller boyu harap olmuş olmak gerekir.
Personelin bu belli belirsiz küçümsemesinin nedeni kesinlikle göçmenlerin fakirliği değildi. Göçmenlerde eksik olan para değil yoğunluktu.
Yolcu gemisi bu köksüz bitkileri bir kıtadan diğerine naklediyordu. Kendi kendime ben bir yolcu olmak istemiyorum. Kendi vatanımda başka yerlerde gereksiz olacak o kadar çok şey öğrendim ki, diyordum. Fakat işte benim göçmenlerim de ceplerinden adres defterlerini, kimlik kalıntılarını çıkarıyorlardı. Hâlâ birileri olmaya çalışıyorlardı.
Ağırbaşlı bir krupiyenin karşısına sıkış tıkış dizilip ümidi, ümitsizliği, korkuyu, arzuyu ve sevinci hissedebilmek için çırpınıyorlardı. Tıpkı yaşayan insanlar gibi.
(…)
Gerçekdışı bir durumdu bu. Bir kukla tiyatrosuydu. Fakat hüzünlüydü.
Fakat Portekiz saadetin tabağını, kandillerini ve müziğini olduğu gibi muhafaza ederek onun hala var olduğuna inanmaya çalışıyordu. Tanrı da buna inansın diye insanlar Lizbon’da mutluluk oyunu oynuyordu.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir