İçeriğe geç

Bir Ömür Böyle Geçti Kitap Alıntıları – Faruk Nafiz Çamlıbel

Faruk Nafiz Çamlıbel kitaplarından Bir Ömür Böyle Geçti kitap alıntıları sizlerle…

Bir Ömür Böyle Geçti Kitap Alıntıları

Ben sıcak bir denize inen buzdan bir dağım.
Ağaçlar öyle dalgın, sular öyle durulmuş,
Gök öyle mavi ve sen o kadar güzelsin ki!
Ağzında şarkılıktan çıkmış iniltilerle
Dağ, taş deme, arkadas, gün batmadan ilerle!
En fazla bir bahar hayatı yaşa,
Ve bir mor salkımdan daha erken öl
Yar eli değmeden o kumral başa
Genç iken, güzelken, severlerken öl!
Çare yok, matemin çok derinse de, Hasretin tükenmez yasın dinse de. Gençliğin hoş geçti, eğlendinse de Sanmam ki bahtiyar oldun, ey gönül!
Gönlünü sal sevince,
Düşünme fazla ince.
Oku, vakti gelince,
Bahtına meydan, kızım.

Ömründe dört fasıl var,
Üçü kış, biri bahar.
Çalış ki görmesin kar
Sendeki nisan, kızım.

Ne şair yaş döker, ne âşık ağlar,
Tarihe karıştı eski sevdalar:
Beyhude seslenir, beyhude çağlar
Bir sola, bir sağa çoban çeşmesi!..
Son geçen yolcu sordu: «Beklediğin kim?» diye .
Beklediğim mi? Ben, âh, onu nerden bileyim?..
Yol, hep yol, daima yol Bitmiyor düzlük yine.
Ne senden gayri kimsem Ne benden gayri kimsen.
Sen benden umacaksın, ben senden umacağım.
Bin geçit aştı göynüm, bir kalbini aşmadı.
Seni istikbal için önce gelmek cihana,
Ve başkasından almak sonra geliş müjdeni.
Bir nefes dinlenmeden bir ömür koşmak sana,
Aramak her tarafta bulmamak aslâ seni.
Üstünde yabanî güller biterdi
Dereler, tepeler seni anmasa
Evelden bir mezardım, şimdi bir mezarlığım
Buldum ömrün zevkini ye’si terennümde ben
Şişesi is bağlamış bir lâmbanın ışığı,
Her yüze çiziyordu bir hüzün kırışığı.
Gitgide birer âyet gibi derinleştiler
Yüzlerdeki çizgiler, gözlerdeki çizgiler
Senin için kandiller tutuştu kendisinden
Resmine sürme çektim kandillerin isinden.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Kan tükürsün adını candan anan dudaklar
Her günüm bir mukaddes ölünün yıl dönümü.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Zambağın toziyle çizilmiş kaşın
Her yılım bitmemiş bir şi’re benzer,
Her günüm yarıda kalan bir cümle.
Bir fecir görmedim, değişmeksizin,
Başlasın ve bitsin bir tebessümle!
Son zevke eren kim bu yeryüzünde?
Kim var ki hayata karşı ah etmez?
Sayısız güzellik doğar da günde
Birini sevmeğe bir ömür yetmez!

Hayatın şi’rine göynüm kanmadan Karacaahmede göçerse yerim,
Benden bir an bile fazla yaşayan
Herkese diş biler, ölüm dilerim!

Can veren, canlar alan kahraman başlar gibi
Aşkın da san’atin de birkaç alkış nasibi!
Vah o genç kalbe ki canan yüzünden
Bağrına basmadık taş kalmamıştır.
Ey göğsünün altında kalbi yokken yaşıyan!
Geçiyor geceler, günler bir örnek,
Bir koku veriyor işte her çiçek,
Bilmiyor seslerle renkler değişmek
«Boş yere dönüyor cihan!» dedin mi?
Sevda başımda ateş, gurbet içimde düğüm
Yangından çıkan eşya gibi kırık, döküğüm.
bağrımda da yanmadık bir yer bırakmadan git.
her günüm yarıda kalan bir cümle..
gündüz gülen yüzleri bir yana bırakınız,
geceleyin bir mumun ışığında bakınız
karanlıkta kendini gösterir mustaripler.
Döktüğüm yaşları elimle silmem
Karşında diz çöker on yıl, kesilmem.
İçimde duyduğum hicran mı, bilmem,
Kalbime vurduğun hançer mi kaldı?
.
Sakın bir söz söyleme Yüzüme bakma sakın!
Sesini duyan olur, (s)ana göz koyan olur
.
Düştüğüm yollar gibi sonsuzdur benim tasam
Bekleyenim olsa da razıyım kavuşmasam
Döktüğüm yaşları elimle silmem
Karşında diz çöker on yıl, kesilmem.
İçimde duyduğum hicran mı, bilmem,
Kalbime vurduğun hançer mi kaldı?
Hasretinle geçiyorken bu gençlik çağım,
Ey sevdiğim, ben ümitsiz değilim yine.
Ak düşünce saçlarının kumral rengine
Kollarında son âşkın ben olacağım.

Ey başında şimdi sevda rüzgârı esen,
Böyle her gün yollarımdan geçsen de süzgün
Sen benimsin büsbütün terkolunduğun gün
O mukadder günü, bilmem, düşündün mü sen?

Ben bir beyaz saçlı âşık, sen bir ihtiyar..
O gün bana yaklaşırken, ey ilâhî yar,
Esirgeme gözlerimden bir son buseni.

Kirpiğinden yavaş yavaş bir damla aksın,
Çünkü, ruhum, sen de o gün anlayacaksın
Ki hiç kimse benim kadar sevmemiş seni!

Enginle boy ölçüşen bu kumsalda ben
Hasretle bakarım karşı beldeye:
Dumanlı ufuktan, durgun denizden
Kimi bekliyordum gelecek diye?
Göğsün, dedi sevgili, mermer bir yastık bana,
İki kolun belimde demirden birer kuşak
Yüzünün sert çizgisi benzerken bir destana
Niçin böyle yüreğin ipeklerden yumuşak?

Sen, dedim sevgiliye, tek gülüsün bir bağın,
Solacaksın sanırım başlarsam okşamaya.
Erimiş bir alevken elin, göğsün, yanağın,
Nedir yürek yerine taşıdığın bu kaya?

Geniş kanatlarım da gösteriyor ki, Rabbim,
Ben bir dağdan bir dağa konmak için doğmuşum.
Hangi uzak yıldızı özlemiş olsa kalbim
Ben onu bir pençede avlayacak kuşum.
Zengin cenazesiyle birdi fakir düğünü,
Göynüm ne ondan keder, ne bundan bir tad aldı.
Neler çektim, sormadın , derdinle haftalarca.
Bir gün yolunda gördüm kalbimi parça parça,
Gülerek: Şair , dedin, belli , kalbin bir değil!
#8212;Çünkü dedim çektiğim bir değil, binbir değil:
Bu kadar derdi birden hasta bir kalb alır mı?
Dağılan bir acının tesiri alçalır mı ?
Ben , ki bugün her aşka yas tutan bir varlığım,
Evvelden bir mezardım, şimdi bir mezarlığım.
Bir bahardı, on beş yıl sonra güzel bir bahar,
Bir kadın tanıdım ki ben de hâlâ sihri var.
Sana çirkin dediler, düşmanı oldum güzelin..
Boşuna şarkısını söylüyor şimdi her kuş,
Şimdi rüzgâr bahçede dolaşıyor boş yere!
Çiçekler onun için açtığını unutmuş
Kaybolur son yolcu gibi son saat,
Görünmez ne gülen, ne de ağlayan.
Derim, beklenenden ümit kesince,
Tutuş , göynüm, tutuş! Yan, yüreğim, yan!
Yaşanmamış bir ömrün suçunu sorma benden!
SANAT

Yalnız senin gezdiğin bahçede açmaz çiçek, 
Bizim diyarımızda bin bir baharı saklar! 
Kolumuzdan tutarak sen istersen bizi çek
İncinir düz caddede dağda gezen ayaklar.

Sen kubbesinde ince bir mozaik arar da
Gezersin kırk asırlık mabedin içini,
Bizi sarsar bir sülüs yazı görsek duvarda, 
Bize heyecan verir bir parça yeşil çini

Sen raksına dalarken için titrer derinden
Çiçekli bir sahnede bir beyaz kelebeğin,
Bizimde kalbimizi kımıldatır derinden
Toprağa diz vuruşu dağ gibi bir zeybeğin.

Fırtınayı andıran orkestra sesleri
Bir ürperiş getirir senin sinirlerine, 
Istırap çekenlerin acıklı nefesleri
Bizde geçer en yanık bir musiki yerine!

Sen anlayan bir gözle süzersin uzun uzun
Yabancı bir şehirde bir kadın heykelini, 
Biz duyarız en büyük zevkini ruhumuzun
Görünce bir köylünün kıvrılmayan belini

Başka sanat bilmeyiz karşımızda dururken
Yazılmamış bir destan gibi Anadolu’muz.
Arkadaş, biz bu yolda türküler tuttururken
Sana uğurlar olsun ayrılıyor yolumuz!

YNARIM

Düşen yapraklarının arkasından çırpınan
Bir dal gibi bakarım dünkü şiirlerime,
Zavallılıklarının suçu benimken, inan,
Onlara zulmedecek, zaman, benim yerime.

Sanat, bahar günümde, çiçekli bir fidandı,
Kış gelince bir balta altında parçalandı
Dün gölge veren ağaç, bugün ocakta yandı,
Şimdi bir yan bakan yok kül olan hünerime

Sevda başımda ateş, gurbet içimde düğüm..
Yangından çıkan eşya gibi kırık, döküğüm.
Fakat bunlar değildir uğruna yaş döktüğüm
Yanarım benden evvel can veren eserime.

BENIMLE YÜRÜYENE

Yolcu, keder çekme ki bu diyara düşenin
Yolunda otlar biter, mezarında çiçekler!
Karaltılar belirir başında her köşenin,
Her geçidin ucunda bir gözü kanlı bekler.

Gökten imdat isteme, güvenme gözyaşına,
Bakma düşman gözüyle bir sürü yoldaşına:
Murada ereceksin yarın sen tek başına,
Onlarsa yarı yoldan geriye dönecekler

Varsın, tan ağarmadan kumral saçın ağarsın,
Sen sonu cennet olan yolundan dönme! Varsın,
Yolunu kesmek için zincirini koparsın
Dokuz yıl artığınla beslediğin köpekler!

Duyduğum en büyük dert yurdumda gurbet yası,
Gördüğüm en güzel yüz karşımda ağlayandı;
Her  mısranın sonunda kalbimim bir parçası
Bir  mızrağın ucundan sızan bir damla kandı!
Sevda başımda ateş, gurbet içimde düğüm
Yangından çıkan eşya gibi kırık, döküğüm.
Fakat bunlar değildir uğruna yaş döktüğüm:
Yanarım benden evvel can veren eserime.
Yaş otuz beş! Yolun yarısı eder.
Dante gibi ortasındayız ömrün.
Delikanlı çağımızdaki cevher,
Yalvarmak yakarmak nafile bugün,
Gözünün yaşına bakmadan gider.
 
Şakaklarıma kar mı yağdı ne var?
Benim mi Allahım bu çizgili yüz?
Ya gözler altındaki mor halkalar?
Neden böyle düşman görünürsünüz,
Yıllar yılı dost bildiğim aynalar?
 
Zamanla nasıl değişiyor insan!
Hangi resmime baksam ben değilim.
Nerde o günler,o şevk,o heyecan?
Bu güler yüzlü adam ben değilim;
Yalandır kaygısız olduğum yalan.
 
Hayal meyal şeylerden ilk aşkımız;
Hâtırası bile yabancı gelir.
Hayata beraber başladığımız
Dostlarla da yollar ayrıldı bir bir;
Gittikçe artıyor yalnızlığımız.
 
Gökyüzünün başka rengi de varmış!
Geç farkettim taşın sert olduğunu.
Su insanı boğar,ateş yakarmış!
Her doğan günün bir dert olduğunu,
İnsan bu yaşa gelince anlarmış.
 
Ayva sarı nar kırmızı sonbahar!
Her yıl biraz daha benimsediğim.
Ne dönüp duruyor havada kuşlar?
Nerden çıktı bu cenaze? Ölen kim?
Bu kaçıncı bahçe gördüğüm tarumar?
 
N’eylersin ölüm herkesin başında.
Uyudun uyanamadın olacak.
Kimbilir nerde,nasıl,kaç yaşında?
Bir namazlık saltanatın olacak.
Taht misali o musalla taşında.
 
Cahit Sıtkı TARANCI
(Otuz Beş Yaşında)
Sana çirkin dediler, düşmanı oldum güzelin..
İçinden tanırım ben o elleri ,
Onlar ki zahirde viran olurlar…
o yeşil gözlerine baktığım zaman yalnız ben
içimden biri kim bu? derdi sessiz sedasız
kaç kere o gözlerin derinliklerinde ben
bir girdaba atılmış gibi geçtim kendimden
Öyle incesin ki Tanrı’nın günü
Seni bir bakışla incitiyordum
Birbirinden habersiz can veren her hatıra
Geçti bir hayaldi sanki gördüğüm
Geçti ne o baktı ne ben gözettim
Bu çınar yaralıydı belki bin bir yerinden
Kimi çizmiş bıçakla ona kendi adını
Kimi bir ok geçirmiş iki kalp üzerinden,
Kimi yazmış adıyla yan yana bir kadını

Anladım, aşkın izi suda çizgiyle birmiş
Onları duymamışım şu kök kadar derinden:
Anladım, hatıraya daha çok yer verirmiş
Çınarların gövdesi aşık yüreklerinden!

Soldakinin gözleri aysız gece yarısı
Yatıyor can evimde hep o sonsuz emeller
Göynüme dokunmadı göğsümü yırtan eller
Ve bir akşam basardı benim çıplak odamı
Keder çekme yaşını dindiren el yok diye
Bari sen başkasının sil gözünden yaşını
Ben sıcak bir denize inen buzdan bir dağım.
Kendini aşka veren ruh acıdan ne anlar
-Yandım bu işe, daha pek çok yanarım,
İnsan, ölmek dururken, yaşar mı böyle yarım?
-Kaldı göynüm ebedî bir hüzün de
Yaşamaktan kastı ne bu körün yeryüzünde?
Kulağının dibinde haykırıyor fırtına:
‘Isınmak istiyorsan toprağı çek sırtına!,,
Uzakta canverirken el yırtına yırtına
Onu ölüm bir derin uyku haline aldı.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir