İçeriğe geç

Bir Kadının Yaşamından Yirmi Dört Saat – Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu Kitap Alıntıları – Stefan Zweig

Stefan Zweig kitaplarından Bir Kadının Yaşamından Yirmi Dört Saat – Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu kitap alıntıları sizlerle…

Bir Kadının Yaşamından Yirmi Dört Saat – Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu Kitap Alıntıları

.
O elleri milyonlarca elin içinden tanırdım.
.
Gerçeği kavrayabilmek için belki de yüreğin yanması gerekiyordur.
İç dünyam sanki bir daha toparlanamaycak kadar dağılmış gibi geliyordu bana.
Size daha önce de söylemiştim, bu adam her bir duygusunu hareket ve jestle anlatabilme gibi gizemli bir güce sahipti fakat hiçbir şey, yeryüzündeki hiçbir şey çaresizliği,kendisinden böylesine tamamen vazgeçmişliği, canlı bir ölü haline gelmeyi bu hareketsizlik kadar sarsıcı bir şekilde ifade edemezdi.
Kısacası, kutsanan insanlardan biri gibi görünüyordu.
Bir insan tükenmişti. Sadece bir ölü ya da hiçbir kasında hayat belirtisi olmayan bir insan böyle yığılıp kalabilirdi.
İnsanları yargılamaktan değil, anlamaya çalışmaktan zevk alıyorum.
Kızgınlığımı ve hayal kırıklığımı size anlatamam. Fakat o anki duygularımı bir düşünün. Uğruna bütün hayatımı feda etmeye hazır olduğum bir insan için elinin tersiyle öylece kovalayacağı bir sinek kadar değerim yoktu.
“ama dedigim gibi bütün acılar korkaktır,
yaşama karşı duyulan aşırı arzu karşısında acı geriler; çünkü vaşama arzusu, düşüncelerimizde var olan ölüm arzusundan çok daha güçlü şekilde bedenimizin her zerresinde mevcuttur.”
Resmi kimliği olmayan ben, neden bir savcının rolünü üsteleneyim ki? Ben savunmayı tercih ediyorum. İnsanları yargılamaktan değil, anlamaya çalışmaktan zevk alıyorum.
Uğruna bütün hayatımı bir kenara atmaya hazır olduğum bir insan için, elinin tersiyle kovalayacağı bir sinek kadar değerim yoktu.
Şimdi gidip yatın, derin bir uyku çekin ve başka hiçbir şeye kafa yormayın!
Şahsen ben insanları yargılamak yerine, onları anlamaya çalışmaktan zevk alıyorum.
Her şeyi öyle doğal, öyle büyük bir heyecanla anlatıyordu ki yaptıkları bir rezaletten çok geçirdiği bir nöbetin, bir hastalığın hikâyesi gibiydi.
Başka insanların yüzünde mutluluk veya şaşkınlık ifadesinin dalgalar halinde huzursuz gelgitini görmek beni heyecanlandırıyordu,oysa o korkunç buhran bizzat benim içimdeydi.
“İnsanların kendilerine doğrudan dokunmayan sözler harekete geçirmez; ancak duygularına dokunacak en ufak şey içlerinde ölçüsüz bir tutkuyu ateşler”
Kibir ve şımarıklıkla,ruh,zihin ve duygu dediğimiz, özünde acı gerçekler diye tanımladığımız şeylerin aslında ne denli zayıf, sefil ve acı veren zavallı şeyler olduğunu fark ediyorum.
Sivil bir şahsiyet olarak ben,niçin savcı rolü oynayacakmışım ki:Meslek seçmem gerekiyorsa,savunma cephesindeolmayı yeğlerim.Şahsen insanları mahkûm etmektense,anlamak beni daha mutlu kılar.
Bütün yalnızlar gibi özgür ve bütün özgürler gibi yalnızız..
İnsanları yargılamak yerine onları anlamayı tercih ederim.
Mantığı kadına ne söylerse söylesin, hisleri ona gerçeği anlatacaktır.
İnsan ölümün yaklaştığını hissedebiliyor, ölümün gölgesi yolun üzerine kapkara düşüyor, işte o zaman her şeyin rengi soluklaşıyor ve insanın içindeki duyulara o kadar sert işlemiyor ve tehlikeli gücünden çok şey kaybediyor.
Hukukta, fazla iyi niyete yer yoktur.
Ne olursa olsun zaman her şeyin üstesinden geliyor.
İnsanların çoğu sınırlı bir hayal gücüne sahiptir.
hiçbir şey düşünmeden tamamen mekanik, tamamen içgüdüsel, bu yabancı insanın peşinden hızla karanlığa doğru koştum.
Masadaki her yeni el benim için deneyim ve merak konusudur.
Bütün acılar korkaktır,yaşama karşı duyulan aşırı arzu karşısında acı geriler;çünkü yaşama arzusu,düşüncelerimizde var olan ölüm arzusundan çok daha güçlü şekilde bedenimizin her zerresinde mevcuttur.
Bir kadının duyguları,söze dökmeden ve bilincinde olmadan da herşeyi bilir.
insan bir kez olsun,bir an olsun aptalca davransa ne olur sanki
Tüm acılar korkaktır, kendisinden daha güçlü olan yaşama isteği karşısında geri çekilir, çünkü bedenimizin her hücresinde yerleşmiş olan yaşama isteği, ruhumuzdaki ölüm tutkusundan çok daha güçlüdür.
İnsanların çoğu sınırlı bir hayal gücüne sahiptir.
Böyle üzüntülü anlarda, insan doğasına çöken gerginlik onun üzerinde öyle acılı bir etki yapar ki, bu ne resimlerle ne de sözcüklerle aynı yıldırım hızıyla tasvir edilebilir.
Burada bir insan var, ölümün eşiğinde, henüz hayatta, nefes alan genç bir insan, ben onu kurtarmak zorundayım.
Hiçbir heykeltıraş, hiçbir şair, ne Michelangelo ne de Dante, son ümitsizliğin jestlerini, kendini sağanak halinde yağan yağmura teslim etmiş, kendini korumak için parmağını bile oynatmayacak kadar kayıtsız ve yorgun olan bu yaşayan insan kadar güzel hissetmemi sağlayamazdı.
Şahsen ben insanları yargılamak yerine, onları anlamaya çalışmaktan zevk alıyorum.
yalnızlık korkunç bir işkenceydi.
Yarım gerçeğin hiçbir kıymeti yoktur, sadece tam gerçek önemlidir.
Her etik yargı tamamen anlamsız.
Az konuşurdu, ama hoşa giden ilgiyle insanları dinlerdi
oysa bir kadının duyguları, söze dökmeden ve bilincinde olmadan da her şeyi bilir.
zaten belli bir amacı olmayan her şey bir yanılgıdan ibarettir.
Bir insan için bütün yaşamınızı bir kenara itiyorsunuz, o ise kayıtsızca elinin tersiyle kovduğu bir sinekten daha fazla değer vermiyor size.
“ Şahsen insanları mahkûm etmektense, anlamak beni daha mutlu kılar.”
Minnettarlık; insanlarda bu duyguyu görmek çok enderdir ve özellikle en çok minnet duyan insanlar bu minnetlerini ifade edemezler..
(Adına hatıra dediğimiz, aslında ise kendini aldatmanın sihirli bir şekli olan şey sayesinde) şimdi kaybolup gitmiş olan o heyecanları kat kat yaşayıp yeniden tatmak istiyordum. Bunlar öyle şeylerdi ki, ya anlaşılır, ya da anlaşılmaz. Onları anlayabilmek için ateşli bir kalp lazımdır belki de.
Değerli olan her zaman için gerçeğin yarısı değil, tamamıdır.
Meslek seçmem gerekiyorsa, savunma cephesinde olmayı yeğlerim. Şahsen insanları mahkûm etmektense, anlamak beni daha mutlu kılar.
Bir insan için bütün yaşamınızı bir kenara itiyorsunuz, o ise kayıtsızca elinin tersiyle kovduğu bir sinekten daha fazla değer vermiyor size.
Bildiğim tek şey, her zaman ölme isteğimin olduğuydu ama bu çok arzulanan şeyi hızlandırmak için bile gereken gücüm yoktu.
hareketlerinin her biri, bende, tıpkı saf saf içime yerleştirdiğim onun bendeki altın varaklı zeminde parlayan diğer suretini öldürüyordu.
hayatımda biriktirdiğim, yığdığım, bir araya getirdiğim ne varsa her şeyi bir anda sokağa atmaya hazırdım, ama birden önümde bir saçmalık duvarı, tutkumun kendinden geçmiş halde tosladığı bir duvar buldum.
Bütün yalnızlar gibi özgür ve bütün özgürler gibi yalnızız
İnsanları yargılamak yerine, onları anlamayı tercih ederim.
Ama bir kadının duyguları sözcükler olmasa, her şey açıkca ortaya dökülmese bile, her şeyi hisseder.
“…zaten belli bir amacı olmayan her şey bir yanılgıdan ibarettir.”
Belli bir amacı olmayan yaşam bir hatadır.
Yarım gerçeğin hiçbir kıymeti yoktur, sadece tam gerçek önemlidir.
Buradaki adamın yüzü farklıydı, çok çocuksu, bir oğlan çocuğunun yüzüydü, saflık ve neşe yayıyordu adeta.
İnsanlar birbirlerine yaklaşmıyorlar,sadece birbirine dokunuyormuş gibi yapıyorlar.
Bu adam her duygusunu hareket ve jestle anlatabilme gibi esrarengiz bir güce sahipti. Fakat hiç bir şey, yeryüzündeki hiç bir şey, bir insanın çaresizliğini, kendisinden böyle tamamen vazgeçtiğini, yaşayan ölü haline geldiğini, bu hareketsizlik kadar sarsıcı biçimde ifade edemez.
Bütün yalnızlar gibi özgür ve bütün özgüler gibi yalnızız.
Ben savunmayı tercih ediyorum. İnsanları yargılamaktan değil, anlamaya çalışmaktan zevk alıyorum.
Belli bir amaç için yaşanmayan her hayat da bir yanılgıdır.
Yeniden başlamak için çok yorgunum,çok usandım.
Kaybetmek ve kazanmak, beklenti ve hayal kırıklığına dair her evre, tutkunun esir aldığı bu yüzdeki sinirler ve jestlerin oluşturduğu hummalı çizgilerden okunuyordu.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir