İçeriğe geç

Bir Günlük Yerim Kaldı İster misiniz? Kitap Alıntıları – Engin Geçtan

Engin Geçtan kitaplarından Bir Günlük Yerim Kaldı İster misiniz? kitap alıntıları sizlerle…

Bir Günlük Yerim Kaldı İster misiniz? Kitap Alıntıları

Değişen bir şey yok, ama her şey farklı.
Geçmişte sıradan biri olmayı bilememişti, ama sadelik en zoruydu aslında.
Sormak istediğim çok şey vardı,ama cevapları verilmiş sorular artık sorulmamalı.
Her insan hayatında en az bir kez mucizeyle karşılaşır ,eğer onu fark edebilirse , demişlerdi vaktiyle .
Ölüm ! Sonduza dek huzur .
Yaşam! Ölüme dek süren hastalık.
Maske takınca herkes kendisi olur.
Bu kadar kolaysa son, neden herkes ondan bu kadar korkuyor? Ben korkmuyor muydum ki? Sonra bir ses geldi içinden ,derinden. Senin yaşadığın ölüm korkularıydı.ölümün kendisinden korkuyor olamazdın , dedi ses ,çünkü sen hep ölüyordun.Sen ya ölüydün ya da ölümsüz, hiç fani olamadin ki ! Kısa bir sessizliğin ardından sesi tekrar duydu.Bu kez daha da acımasız.
Ölümden değil, yaşamaktan korkmuşsun!
Önce kimliğin ,sonra da benliğin yok oluşunu getiren dünyasızlık.
Maske takınca herkes kendisi olur.
-Maskelere dikkatle kulak verirseniz anlattıklarını duyabilirsiniz.
Bilal çocuksu bir yüzle sordu.
-Maskelerin de ruhu mu var?
-Hayır! Onlar gizledikleri ruhları dile getirmeye çalışırlar yalnızca.
-Anlayamıyorum. Ruhlar neden gizlenir ki? Maskelere neden gerek duyarlar?
-Çıplaklığa katlanamadıklarından.
Hiç kendinizi köşeye kıstırılmış bulduğunuz oldu mu?
İnsanın , geçmişinden ve geleceğinden koptuğu,tek bir yanlışının bile sonunu getirebilecek tehlikelerle dolu bu muhteşem evrende yaşadığı her an bir sonraki adımının rehberi olacaktı.
Bileşik kaplar yasası uyarınca ,gündüz bastırılan her şey gece olunca taşıverir. Tanınmamak ,duyulmamak için sıradan bir maske takmanız yeter.
“Değişen bir şey yok, ama her şey farklı.”
“-Sormak istediğim çok şey vardı, ama cevapları verilmiş sorular artık sorulmamalı.”
“Her insan hayatında en az bir kez mucizeyle karşılaşır, eğer onu fark edebilirse.”
“-O günden sonra saatler durdu, zaman tüketmem gereken bir şey olmaktan çıktı.”
“-Beklerken yaşayabiliyor musunuz?”
Çırılçıplak dünyasızdı dünyada, başı sonu olmayan bir şehirde milyonlarca insanla birlikte sürüklenip duruyordu.
“Onu dışlamamışlardı, ama kabul de etmemişlerdi.”
“-Anlaşılan hikâyen oldukça karışık.
-Tahmin edebileceğinizden öte.”
“-Evimin olduğu bir şehirde kendimi ortada kalmış bulmam hakça değil.”
“-Kaybolmuş bir halin var.”
“Hiç kendinizi köşeye kıstırılmış bulduğunuz oldu mu?”
“Ne var ki şimdiki gibi o günlerde de, insanlar alacaklarını almadan önce verdikleri sözü sonradan unutuverirlerdi.”
Onun için çok bildikti bu, bulduğu anda kaybetmek.
“Senin yaşadığın ölüm korkularıydı, ölümün kendisinden korkuyor olamazdın.” dedi ses,
“Çünkü sen hep ölüyordun. Sen ya ölüydün ya da ölümsüz, hiç fani olamadın ki!”
(…)
“Ölümden değil, yaşamaktan korkmuştun!”
İnsanın, geçmişinden ve geleceğinden koptuğu, tek bir yanlışının bile sonunu getirebilecek tehlikelerle dolu bu muhteşem evrende yaşadığı her an bir sonraki adımın rehberi olacaktı.
Bilinmeyen korkutur, korkulan şeyin ne olduğunu bilememek dehşet verir. Bu nedenle insan, bilinen bir tehlikeden korkmayı, ne olduğunu bilmediği bir şeyden korkmaya yeğler ve ne yapar yapar, korktuğu şeyin adını koyar, bilirsiniz.
Bedenlerin ve gözlerin sessiz dansı bitiverdi nedense ve yerine bazen her şeyi berbat eden sözcüklere bıraktı dile getirilmeye çalışıldığında buharlaşıveren çoğu yaşantı gibi
Tragedya kahramanının yaşadıkları onun için yaşamın kendisidir, tragedya ise onu seyreden yaşam yoksunlarının yaratısı.
Hektor hala yürüyordu, insanlardan, ışıklardan, renklerden sarhoş, vaktiyle görememiş olduklarını görüyor olmasına şaşırıp, şaşırmasına şaşırarak. Geçmişin dumanlı masalarında saatlerce tartışılıp çözümlemeye çalışılan hangi dünyaydı acaba? Cevabı bilemedi
Oturaklı sözcükleri süslüce sergilemenin yaldız etkisiyle geçinilen zamanlar. Aydın sayılan kendine hayranların, yaşadıkları dünyaya kapılarını kapatıp kendilerine kilitlendiği, yalnız kalpler kulübü meyhanelerdeki yavşak, kısır döngü sohbetlerin kültür alışverişi sayıldığı gecelerde geçirilen yıllar
Dişiliğini yaşamaya yüreği olmayan çoğu kadın gibi bambaşka bir alana sığınmaya çalıştı. Kendinden emin tavrı kaybolmuş bakışları ürkek..
Geçmişte sıradan biri olmayı bilememişti, ama sadelik en zoruydu aslında.
O gunden sonra saatler durdu, zaman tüketmem gereken bir şey olmaktan çıktı.
Beklerken yaşayabiliyor musunuz?
Degisen bir sey yok ama her sey farkli.
Her insan hayatında en az bir kez mucizeyle karşılaşır, eğer onu fark edebilirse.
Yaşadığı şey korku değildi, dünyasızlık denilebilirdi belki. Önce kimliğin, sonra da benliğin yok oluşunu getiren dünyasızlık
Tarih insanların yaratmadığı, insanın tarihin akışında sürüklenip giden bir varlık olduğu
Senin yaşadığın ölüm korkularıydı, ölümün kendisinden korkuyor olamazdın, çünkü sen hep ölüyordun. Sen ya ölüydün ya da ölümsüz, hiç fani olamadın ki!
Yaşadığı şey korku değildi, dünyasızlık denilebilirdi belki. Önce kimliğin, sonra da benliğin yok oluşunu getiren dünyasızlık.
Değişen bir şey yok ama her şey farklı!!!
Kendisini eskisinden farklı hissettiğinin de farkındaydı, farkın ne olduğunu tanımlayamadan
– Maskeniz söyledi.
+ Maskem mi?.. O sadece bir maske.
– Maskelere dikkatle kulak verirseniz anlattıklarını duyabilirsiniz.
+ Maskelerin de ruhu mu var?
– Hayır! Onlar ruhları dile getirmeye çalışırlar yalnızca.
Ben bir yanılsamayım. Yaşamın kendisi gibi.
Ölümden değil yaşamaktan korkmuştun!
‘Degişen bir şey yok, ama her şey farklı.’
‘Her insan hayatında en az bir kez mucizeyle karşılaşır, eğer onu farkedebilirse.’
‘Bilinmeyen korkutur, korkulan şeyin ne olduğunu bilememek dehşet verir. Bu nedenle insan, bilinen bir tehlikeden korkmayı, ne olduğunu bilmediği bir şeyden korkmaya yeğler ve ne yapar yapar, korktuğu şeyin adını koyar, bilirsiniz.’
Değişen bir şey yok, ama her şey farklı.
Ölümden değil, yaşamaktan korkmuştun!
Neredeysen oranın hakkını vermen gerek, dedi ses sonra. Şimdi git ve gittiğin yeri sen yarat.
– Siz kimsiniz?
– Böyle bir sorunun cevabını vermek yaşadığım kadar yıl alır. Bu kadar zamanınız var mı?
-Peki ya yaşamın anlamı ne?
– Şu anda siz ve ben. Benim için başka bir anlamı yok
Neden hayat bir ayrılıklar dizisi sence? Yeniden arayışlar, buluşamazlıklar.
Bunu bildiğimiz halde süreklilik bekliyoruz hep.
Dünyada iki tür insan var diye düşündü sonra, değerliler ve daha az değerliler. Birinciler barlara, ikinciler mahalle kahvelerine giderler.
Bazen de kader insanın geleceğini ipotekliyor.
İçindeki doldurulmaz boşluğu sayısız kitapla tıkıştırmaya çalışmıştı yıllardır, okudukları yaşamıyla buluşamadan.
Bir an başını kaldırıp göğe baktı.
– Eskiden Tanrı’nın oralarda bir yerde olduğuna inanırdım. Benden uzakta, benden ayrı. Sonra bir gün aramızda sınır olmadığını anladım.
Dünyada olanların ne kadar farkındasın? Yoksa ayın düz bir tepsi gibi olduğuna inananlardan mısın?
Bilinmeyen korkutur, korkulan şeyin ne olduğunu bilememek dehşet verir. Bu nedenle insan, bilinen bir tehlikeden korkmayı, ne olduğunu bilmediği bir şeyden korkmaya yeğler ve ne yapar yapar, korktuğu şeyin adını koyar, bilirsiniz.
Gündüz bastırılan her şey gece olunca fışkırıp taşıverir.
Bu kadar kolaysa son, neden herkes ondan bu kadar korkuyor? Ben korkmuyor muydum ki? Sonra bir ses geldi içinden, derinden. Senin yaşadığın ölüm korkularıydı, ölümün kendisinden korkuyor olmazsın, dedi ses, çünkü sen hep ölüyordun. Sen ya ölüydün ya da ölümsüz, hiç fanı olmadın ki! Kısa bir sessizliğin ardından sesi tekrar duydu. Bu kez daha acımasız.
Ölümünden değil, yaşamaktan korkmuştun!
Yarın bir yolculuğa çıkıyorum.Gitmeden önce sizlere söylemek istediğim bir tek şey var.Hayatta olduğunuzu,güneşin doğduğu her gün,her bir günün her anında hiç,ama hiç unutmayın.
Her bir anını, belleğinden özgür,kendisini bir sonraki ana taşıyan zaman zerreleri olarak yaşamanın hafifliğiyle başını yavaşça gökyüzüne doğru kaldırdı,bir kış sonu öğle sonrasının tiril tiril havasını ciğerlerine çekip soludu,soludu.
Üne ulaşmanın kendini aşmayı gerektirmediği bir ülkede,bunalımlı erkeklerin ve kadınların anlaşılmazlıklarını anlatan anlaşılmaz hikayelere atfedilen gizemin yüceltildiği yıllardı bunlar.Oturaklı sözcükleri süslüce sergilemenin yaldız etkisiyle geçinilen zamanlar.Aydın sayılan kendine hayranların yaşadıkları dünyaya kapılarını kapatıp kendilerine kilitlendiği,yalnız kalpler kulübü meyhanelerdeki yavşak,kısır döngü sohbetlerin kültür alışverişi sayıldığı gecelerde geçirilen yıllar. Son yıllarda Hektor,artık İsa öncesinden kalmışçası bu mekanlara iyice gömülmüştü giderek.Oralardaki kasvet ve özlemi solumaktan başka besini kalmamışların dünyasında,çevresine müridlerini toplayıp,dışarıda hızla sürüp giden yepyeni dansa burun kıvırarak.
Bedenlerin ve gözlerin sessiz dansı bitiverdi nedense ve yerini,bazen her şeyi berbat eden sözcüklere bıraktı.Dile getirilmeye çalışıldığında buharlaşıveren çoğu yaşantı gibi.
Boyasız gözlerinde çocuksu saflık ve bir şeyleri zamanından önce yaşamışlığını yansıtan hüznün karışımıyla.
Bir şeyler konuşuluyor ama hiçbir şey söylenmiyor gibiydi.
Dünyada olanların ne kadar farkındasın? Yoksa ayın düz bir tepsi gibi olduğuna inananlardan mısın?

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir