İçeriğe geç

Bir Gemide Kitap Alıntıları – Ferit Edgü

Ferit Edgü kitaplarından Bir Gemide kitap alıntıları sizlerle…

Bir Gemide Kitap Alıntıları

Öyleyse niçin yazıyorsun?
Susmak için.
Eksik bir şey var.
O akşam da eksik bir şey vardı.
Tüm yaşamım boyu eksik bir şey vardı.
Hiçbir zaman bulup çıkaramadım.
Neyi dolduruyorsun? Hangi boşluğu? Boşluklardan hangisini?
Hangi bir boşluğunu delik deşik yaşamının?
Yapılacak bir şey olmalı. Yapılacak tek şey, kaptan olmaktır, dedim. Ben de öyle düşündüm ilk zamanlar, dedi. Ama bu neyi çözümler? Amacımız ne? Kendimizi mi kurtarmak, yoksa gemiyi mi?
Gencimiz yaşlımız hepimiz aynı durumdayız. Bu geminin üstündeyiz. Adı belleğimizin derinliklerinde silinmiş bu geminin üstündeyiz. Hoş adını bilsek de neye yarar? Ne nereye gittiğini biliyoruz, ne için gittiğimiz.
Şunu gözden uzak tutmamak gerek; yarın bizim başımıza gelen bir olay da başkalarını ilgilendirmeyecek
Öyleyse niçin yazıyorsun?
Yazmak için?
Öyleyse niçin yazıyorsun?
Kurtulmak için.
Öyleyse niçin yazıyorsun?
Anlatmak için.
Öyleyse niçin yazıyorsun?
Susmak için.
Öyleyse niçin yazıyorsun?
Kusmak için.
Öyleyse niçin yazıyorsun?
Mutlu günler için.
Öyleyse niçin yazıyorsun?
Bilinmek için.
Öyleyse niçin yazıyorsun?
Umutsuzluğu yenmek için.
Öyleyse niçin yazıyorsun?
Güçlüğü yenmek için.
Öyleyse niçin yazıyorsun?
Çünkü
için –
yazıyorum.
Çünkü
artık
kendimden
söz etmekten
yoruldum.
Oturmak bile, otururken düşünmek bile, düşünürken oturmak bile yoruyor insanı. İşte bunu bilen yok. Bunu anlayan yok. Bunu saptayan yok. Herkes başka yerlerde. Hiç kimse gerçeği söylemiyor.
Nereye gideceğimi bilmiyordum.
Niçin gideceğimi bilmiyordum.
-Ama bu benim seçtiğim bir yaşam değil, dedim.
-Hangimiz kendi yaşamımızı seçiyoruz ki, dedi iskele memuru. Hangimiz dilediğimiz yaşamı seçiyoruz ki?
Eksik bir şey var.
O akşam da eksik bir şey vardı.
Tüm yaşamım boyu eksik bir şey vardı.
Hiçbir zaman bulup çıkaramadım.
Hiçbir zaman bulup çıkaramadım, değil mi?
Bu eksikliği mi aramaya döndüm bu eve?
Bu yaştan sonra? Bulsan ne çıkar? Bulsan da artık neye yarar?
Neyi doldurursun? Hangi boşluğu? Boşluklardan hangisini?
Hangi bir boşluğunu delik deşik yaşamının?
-Ortak bir kurtuluş yok, dedim.
-Var, dedi. Olmalı. Bu köhne geminin üstünde yaşasak bile var. Gemi su almaya başlasa bile var. Kayalara çarpsak bile var. Batarken bile var. Suyun dibini boylasak bile var. Giderek, asıl o zaman var diyesim geliyor. Gerçek bir umutsuzluktan doğan gerçek bir kurtuluş. Bir gün göreceksiniz bunu.
Ama ben yaşarken görmek istiyorum. Daha doğrusu bu batışı yaşamak istiyorum.
Yıkılmıştım. Sanki son gününü yaşayan bir dünyada, son gününü yaşayan ve her ikisinin de bilincinde olan (bunaltı bu değil mi? -bilincinde olmak) bir insandım.
Ah, keşke yitirmiş olsaydım belleğimi. Keşke. Her şeyi unutmak, adımı, sanımı, işimi, karımın yüzünü, borçlarımı, sıkıntılarımı. Keşke yitirmiş olsaydım o beni sıkmaktan başka bir işe yaramayan, adına bellek denilen o murdar hazineyi.
Beynimin de patlayacağı varsa, patlasın!
Önünde sonunda sen de bu halkın bir çocuğusun, dedim kendi kendime. Onun felsefesini benimse. Her şey olacağı yere varır. Doğru. Her şey olacağı ya da varacağı yere varır.
On yaşındayken İstanbul’a ayak bastım. Ülkenin en büyük şehrindeyim ve danışacak, sığınacak kimsem yoktu. Başkasının kâbusu olur ama benim için ucu nereye gideceği bilinmeyen bir macera
Bak dağ dağa kavuşmuyor, ama insan insana kavuşuyor, hem de en beklemediğin yerde.
Oturmak bile, otururken düşünmek bile, düşünürken oturmak bile yoruyor insanı. İşte bunu bilen yok. Bunu anlayan yok. Bunu saptayan yok. Herkes başka yerde. Hiç kimse gerçeği söylemiyor.
”Bir tek Tanrı’nın kuluna derdimi anlatamadım. ”
-N’ oldu, yatmadın mı?
-Uyku tutmadı.
-Seni de mi?
-Işığı yakayım mı?
-Gereği yok, gel otur.
”Yaşamana bak ”
”Ah, keşke yitirmiş olsaydım belleğimi. Keşke. ”
”Eksik bir şey var. ”
-Biliyor musun, senden önce ben burda yok gibiydim.
Bazen ne kadar iyi top sürersen sür, topu sadece kendinde tutmaktan zarar gelir.
Eksik bir şey var.
O akşam da eksik bir şey vardı.
Tüm yaşamım boyu eksik bir şey vardı.
Hiçbir zaman bulup çıkaramadım.
Hiçbir zaman bulup çıkaramadım, değil mi?
Çünkü
artık
kendimden
söz etmekten
yoruldum.
Burdan çıkmalı,dedim kendi kendime.
Kendi kendime.Yani içimden.
Gençler! Güldüm.
Dünyada sanki yalnız onlar vardı bir süredir.
Artık tamam.En sonunda tamam.Çok şükür tamam.Artık yok.Dayanacak gücüm kal–
Kimseye bir borcumuz yok,ama gerekirse öderiz. dedim kendi kendime.
Sonra içimden bir ses, Ama ödenmeyecek şeyler de vardır dedi.
–Öyle günler yaşayacağız ki bu geminin üstünde,yalnız gençler bilecek.
–Önemli olan bu değil,dedim.Benim kurtulmam değil.Genel bir kurtuluş.Acıların ve anlamsızlığın ve bir rastlantının sona ermesi.
Kendimizi kandırmayalım.Nasıl olsa bir gün yakıt bitecek.Bugün değilse,yarın bir fırtına patlayacak,atlatamayacağımız bir kasırga.
Önünde sonunda sen de bu halkın çocuğusun,dedim kendi kendime.Onun felsefesini benimse.Her şey olacağı yere varır.Doğru.Her şey olacağı ya da varacağı yere varır.
– Ama bu benim seçtiğim bir yaşam değil, dedim.
– Hangimiz kendi yaşamımızı seçiyoruz ki, dedi iskele memuru.
Hangimiz dilediğimiz yaşamı seçiyoruz ki?
Gün sensen, söyler misin gece kim?
Gerçek bir umutsuzluktan doğan gerçek bir kurtuluş. Bir gün göreceksiniz bunu.
Çocuklar böyledir, her şeyi söylerler ve hiçbir şey söylemedim derler.
Keşke yitirmiş olsaydım o beni sıkmaktan başka bir işe yaramayan, adına bellek denilen o murdar hazineyi.
– Öyleyse ben gidiyorum, dedi.
– Güle güle, dedim. Cehenneme kadar yolun var.
Her şey olacağı yere varır. Doğru. Her şey olacağı ya da varacağı yere varır.
Oturmak bile, otururken düşünmek bile, düşünürken oturmak bile yoruyor insanı. İşte bunu bilen yok. Bunu anlayan yok.
şunu gözden uzak tutmamak gerek; yarın bizim başımıza gelen bir olay da başkalarını ilgilendirmeyecek.
“Oturmak bile, otururken düşünmek bile, düşünürken oturmak bile yoruyor insanı. İşte bunu bilen yok. Bunu anlayan yok.”
“Oturmak bile, otururken düşünmek bile, düşünürken oturmak bile yoruyor insanı. İşte bunu bilen yok. Bunu anlayan yok.”
-Biliyor musun, senden önce ben burda yok gibiydim.
buradan çıkmalı, dedim kendi kendime.
Kendi kendime. Yani içimden.
Sonra yazı makinesinin tuşlarına vurmaya başladı
boşluğa yönelmiş
bir makineli tüfeğin
tetiğine basar gibi.
Öyleyse niçin yazıyorsun?
Susmak için.
Acını dindireceğini mi sanıyorsun?
Hayır, acımı dirilteceğini sanıyorum.
Kendine kızıyordu, ama yerden yere vurduğu bendim.
bir söz söyledi ki delinmez sandığım ciğerimi deldi.
Çocuksu bir sevinç içimde.
Yitirdiği bir şeyi, çok sevdiği bir şeyi, onsuz yapamayacağı bir nesneyi bulmuş bir çocuk sevinci.
Neyi dolduruyorsun? Hangi boşluğu? Boşluklardan hangisini?
Hangi bir boşluğunu delik deşik yaşamının?
Eksik bir şey var.
O akşam da eksik bir şey vardı.
Tüm yaşamım boyu eksik bir şey vardı.
Hiçbir zaman bulup çıkaramadım.
Gerçek bir umutsuzluktan doğan gerçek bir kurtuluş. Bir gün göreceksiniz bunu.
Ne nereye gittiğini biliyoruz, ne niçin gittiğimizi. Yiyip, içip, yatıyoruz.
Dilersen bir mektup yazayım.
Kime?
Kime dilersen.
Mektup yazılacak kim var?
Sen söyle.
Sevgiline yaz.
Çoktan soldu.
Dostlarına yaz.
Tüm dostlarımı unuttum.
Ne acı!
Çünkü
artık
kendimden
söz etmekten
yoruldum.
Oturmak bile, otururken düşünmek bile,
düşünürken oturmak bile yoruyor insanı. İşte bunu bilen yok. Bunu anlayan yok. Bunu saptayan yok. Herkes başka yerlerde. Hiç kimse gerçeği söylemiyor.
Çürümüş döşeme tahtalarından bir ikisini söktüm; getirdim, sönmekte olan ateşin üstüne attım.
“Biraz da kendimizden bir şeyler yakalım.”
Eksik bir şey var.
O akşam da eksik bir şey vardı.
Tüm yaşamım boyu eksik bir şey vardı.
Hiçbir zaman bulup çıkaramadım.
Hiçbir zaman bulup çıkaramadım, değil mi?
Bu eksikliği mi aramaya döndüm bu eve?
Bu yaştan sonra? Bulsan ne çıkar? Bulsan da artık neye yarar?
Neyi doldurursun? Hangi boşluğu? Boşluklardan hangisini?
Hangi bir boşluğunu delik deşik yaşamının?
Gözlerimin kapanmasıyla birlikte patlayan binlerce havai fişek. Sonra çöken karanlık. Karanlığın içinde parıldayan, düşen… düşen, yüzlerce, binlerce yıldız. Bağırmak, parçalamak, parçalanmak isteği. Sonra unutuş. Olduğun yeri. Nerden geldiğini. Nereye gittiğini. Ne zaman geldiğini. Ne zaman gideceğini. (Çünkü zaman çoktan silindi. Çünkü zaman çoktan yok oldu. Ne mutluluk!)
Denedi.
Olmadı.
Denedi.
Olmadı.
Yardım ettim.
Olmadı.
Kendimizi kandırmayalım. Nasıl olsa bir gün yakıt bitecek. Bugün değilse, yarın bir fırtına patlayacak. Onu atlatsak bile, bir başka fırtına patlayacak, atlatamayacağımız bir kasırga.
-Ne demek istiyorsunuz? dedim.
-Demek istediğim şu, dedi, önünde sonunda dibi boylayacağız.
Azgelişmiş ya da az geliştirilmiş, gelişmesi önlenmiş ya da gelişmekte olan bir ülkenin azgelişmiş ya da gelişmemiş ya da geliştirilmeleri önlenmiş çocukları.
Bu geminin üstündeyiz. Adı belleğimizin derinliklerinde silinmiş bu geminin üstündeyiz. Hoş adını bilsek de neye yarar? Ne nereye gittiğini biliyoruz, ne niçin gittiğimizi. Yiyip, içip, yatıyoruz.
O tüm saflığı içinde bir söz söyledi ki delinmez sandığım ciğerimi deldi:
-Biliyor musun, senden önce ben burda yok gibiydim.
Hangimiz kendi yaşamımızı seçiyoruz ki, hangimiz dilediğimiz yaşamı seçiyoruz ki?
Tüm yaşamım boyu eksik bir şey vardı.
Hiçbir zaman bulup çıkaramadım.
Çocuklar böyledir, her şeyi söylerler ve hiçbir şey söylemedim derler.
O tabutun içindeki sen olabilirdin şu anda. Eğer değilsen, bu bir rastlantıdır. Öyleyse bu rastlantıdan yararlanmasını bil. Borçlarını düşünme. Karının dırdırından tasalanma. Yaşamana bak.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir