İçeriğe geç

Bir Ermeni Gencin Hatıra Defteri Kitap Alıntıları – Ömer Seyfettin

Ömer Seyfettin kitaplarından Bir Ermeni Gencin Hatıra Defteri kitap alıntıları sizlerle…

Bir Ermeni Gencin Hatıra Defteri Kitap Alıntıları

Hep yazmak, hatıralarımı kağıtlara geçirmek istiyorum.
Arnavutlar ve Araplar, hep hassa ordusuna gelirler. Yıldız’ın rahat kışlalarında askerliklerini yaparlar. Yemen’e, Fizan’a, Makedonya’ya hep Türkler, yani Anadolu çocukları gider. Hatta Yemen’e ”Türk Mezarı ” derler. Şimdiye kadar hastalıkla, savaşla bir milyondan fazla Türk’ün Yemen’de öldüğünü söylerler.
Hayat bir uykudur, aşk onun rüyasıdır.
Hayat bir uykudur, aşk onun rüyasıdır.
Olmayan şeyde hakikat mi olur?
Daha çok gençken öğrendiğim şey «ciddi olmak»tı. Dersimi okurken, arkadaşlarımla konuşurken, yolda giderken böbreklerim sancıyormuş gibi yüzümü ekşitir, kaşlarımı çatardım.
Çocuklarım, siz her gün değişeceksiniz. Her gün siz büyürken zihniniz, düşünceleriniz de büyüyecek; fazilete yaklaşacak, anlayışsız ve bilinçsiz geçen günleriniz için üzüntü duyacaksınız. Düşündüklerinizi, duyduklarınızı beş – on dakikaya
acımayıp yazınız. Yarın yazdığınızı öbür gün bilmeyeceksiniz.
Bir yıl önce yazdığınızı öbür yıl okurken ne kadar değiştiğinizi anlayarak hayretler içinde kalacaksınız
Zaten hakiki bir kadın aşkıyla milliyet aşkının arasında ne fark vardır?
Evet, hayat rüyadan başka bir şey değil.
Okumak; suratsız, güneşsiz kış günlerinin zorunlu eğlencesidir.
Siyaset patlamış bir lağım iğrençliği ile memleketin her tarafını basmış, kaplamış
Ey ihtiyar Ayasofya Demek beş yüz bu kadar sene sonra kubbene yine haç dikilecek ha
”Türkçe konuşan bizler de beş bin yıllık bir tarihin, hatta çok eski bir esatirin sahibi olan bir millet idik. Osmanlı Devleti’nin ülkesinde, Kafkasya’da, Azerbaycan’da, Türkistan’da, Kaşgar’da hasılı nerede yaşarsak yaşayalım, gene halis – muhlis Türk’tük… ”
”Milletleri uyandıran büyük felâketlerdir. Ya Türkler de bir felâkete uğrayıp uyanırlarsa ”
”Arnavutlar ve Araplar, hep hassa ordusuna gelirler. Yıldız’ın rahat kışlalarında askerliklerini yaparlar. Yemen’e, Fizan’a, Makedonya’ya hep Türkler, yani Anadolu çocukları gider. Hatta Yemen’e ”Türk Mezarı ” derler. Şimdiye kadar hastalıkla, savaşla bir milyondan fazla Türk’ün yemende öldüğünü söylerler. ”
Milletleri uyandıran büyük felâketlerdir..
Aşksız aile olamadığı gibi, kinsiz, taassupsuz bir milliyet de olamaz.
Ey milletini inkâr eden alçak sefiller!
Biz Türk’üz, ne milletimizi inkâr ederiz, ne de dinimizi değiştiririz, diyorlardı.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Nitekim Memalik-i Osmaniye’de kimse:
-Ben Türk’üm.
Demez. Milliyeti sorulunca yalnız:
-Müslüman’ım Elhamdülillah, der.
Ya Türkler’de bir felakete uğrayıp uyanırlarsa.
Türkler yine çadırlarına girerek yaylalara çekilecekler. Namazlarını daha rahat kılmak için, geldikleri tenha, saf, asude Türkistan’a dönecekler…
Zavallı Hoca Bali Efendi… İstanbul’u, vilayet merkezlerini dolduran; tömbeki, çay, kağıt, kalem ticaretini ve ameleliği ele geçirmiş olan Azerbaycan’lı Türk oğlu Türkler’e giyimlerine bakarak Acem diyordu.
Sözde Türkler’in içinde en demokrat, en milliyetperver olan Ahmed Mithat bile Meşrutiyet’in ilk günlerinde yayınladığı makalede padişahın hanedanından başka Türkiye’de hiç bir Türk ailesi bulunmadığını yazıyordu.
Ne tezad Ya Rabbi!.. Halbuki biz Kürtler’in bile Ermeni olduklarını iddia ederiz.
‘Türk sözü kanunlardan, tarihlerden, coğrafyalardan, hatta bütün dimağlardan silinmiştir. Osmanlı!.. Osmanlı!.. Osmanlı!..
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Osmanlılar ”Memalik-I Osmaniye ”nin dışındaki Türkleri asla tanımazlar. Onlarla hiç bir ilişkileri yoktur. Hem olamaz da…
Bizim şairler; ne yeni, ne de eski Türklüğe dair bir kelime yazmadıkları gibi kendi milliyetlerinden söz etmek gerekince ”Etrak-u bi idrak ” (Anlayışsız Türkler) demişlerdir.
Hiç bir mekteb kitabında, hiç bir coğrafra kitabında ”Türkiye ” diye bir memleket ismine tesadüf edemezsiniz. Avrupa’ya Osmani, Asya’ya Osmani, Afrika’ya Osmani; ve sonra hepsine birden ”Memalik-I Osmaniye ”deriz.
Arnavutlar ve Araplar, hep hassa ordusuna gelirler. Yıldız’ın rahat kışlalarında askerliklerini yaparlar. Yemen’e, Fizan’a, Makedonya’ya hep Türkler, yani Anadolu çocukları gider. Hatta Yemen’e ”Türk Mezarı ” derler. Şimdiye kadar hastalıkla, savaşla bir milyondan fazla Türk’ün yemende öldüğünü söylerler.
Türkler ne gariptir. Kendi milletleri gibi çok şeyi inkar ederler.
Bütün genelevler, meyhaneler ihtilalcilerle dolmuştu. Hepsi ölecek derecede şarhoştu. Aşüftelere sarılıyorlar:
-Şeriat isterük!..
Diye bağırıyorlardı.
Pekala efendim, siz Türk müsünüz?
-Hayır, Türk filan değilim…
-Arnavut musunuz?
-Hayır, hiç bir şey değilim…
-Ya nesiniz?
-Müsliman!..
İtiraf ederim ki, Türkler çok samimi! Tanzimat, Kanun-I esasi, Osmanlılık uğrunda kendi milliyetlerinden vazgeçiyorlar. Mektebde okuttukları kitablarda, tarihlerinde, gazetelerinde hatta bir tek ”Türk ” kelimesi ağızlarından kaçırmıyorlar.
Fakat hala millet-severliğe, Türkçülüğe aleyhdar geçinenlerin; lisanda, edebiyatta, sanatta, siyasette açıkça itiraf edemedikleri gayeleri nedir? Eğer varsa, hep bu boş hulyalar değil mi?
Ben en çok Türkler’in yenilmesinden korkuyorum. Milletleri uyandıran büyük felâketlerdir. Ya Türkler de bir felâkete uğrayıp uyanırlarsa?
Halâ kendi milliyetlerini çoktan terk etmiş olan zavallı Türkler’den çekinmek Bu çok anlamsız. Türk olmayan yalnız ben miyim? Rum, Arnavut, Sırp, Arap yani her milletten insan var. Benim milliyetim tehlikeye uğrarsa, onlarınki de uğrar.
Halâ kendi milliyetlerini çoktan terk etmiş olan zavallı Türkler’den çekinmek Bu çok anlamsız. Türk olmayan yalnız ben miyim? Rum, Arnavut, Sırp, Arap yani her milletten insan var. Benim milliyetim tehlikeye uğrarsa, onlarınki de uğrar.
Osmanlı hükümetinin benimsediği esaslardan biri Cins ve mezhep ayrımı yapılmaksızın cümlesinin içindedir. Hele bir Türk, asla bir Rum, bir Ermeni, bir Arnavut, bir Bulgar gibi tarihi ve milliyeti adına en küçük bir hak bile iddia edemez. Türk sözü kanunlardan, tarihlerden, coğrafyalardan, hattâ bütün zihinlerden silinmiştir. Osmanlı! Osmanlı! Osmanlı!
Osmanlılar, kendi toprakları dışındaki Türkleri asla tanımazlar. Onlarla hiçbir ilişkileri yoktur.
Edebiyatta biraz daha çalışma olsa, birkaç yıla kadar nasılsa kalan Türkçe kelimeler, sıfatlar, fiiller de yazı dilinden kaldırılacak. Birlik içinse birinci araç dildir.
Osmanlıca’ya arapça, farsça kurallar ve edatlar da girmiştir. Bir dile tabiata aykırı, yabancı dillerden alınma kurallar konulamaz. Çünkü, dil, başlı başına bir düzen olduğundan değiştirilemez. diyenlerin yalanları ortaya çıkmıştır. Türkçe’nin özünde hiç olmayan kuralları biz arapça’dan ve farsça’dan almışız. Her ne kadar köylüler ve halk tabakası, bu sunî ve zengin dili kabul etmemişlerse de, şairler, edipler ve hükümet erkânı söz konusu olan Osmanlıca’yı yazmışlar ve konuşmuşlardır. Genç ediplerimiz bu dili daha da bilinmez hale getiriyorlar.
Türkçeyi bizde yalnız alt tabaka ve kadınlar kullanırlar.
Hiç bir okul kitabında, hiç bir coğrafya kitabında Türkiye diye bir memleket ismine rastlayamazsınız. Avrupa’ya Osmanî, Asya’ya Osmanî, Afrika’ya Osmanî ve sonra hepsine birden Memâlik-i Osmaniye yani Osmanlı toprakları deriz. Kendi tarihinizi bilirsiniz. Bir de bizim okullarımızda okuttuğumuz tarihlere bakın. Bir Türk kelimesi dahi bulamayacaksınız. Bundan başka bizim tarihlerimiz bilhassa Türklük aleyhinde düzenlenmiştir.
Vatanımızda, yaşadığımız memlekete kim Türkiye der?
Rene Peynun bir kitabında Türkler aldıkları askerin içinden ırkça Türk olanları İstanbul’da, Edirne’de, Makedonya’nın güzel yerlerinde istihdam ederler. Türk olmayanları, Yemen’e, Fizan’a en uzak yerlere gönderirler. diyor. Halbuki Osmanlı hükümeti tamamıyla bunun aksini yapmıştır. Arnavutlar ve Araplar, hep en özel ordulara gelirler. Yıldız’ın rahat kışlalarında askerliklerini yaparlar. Yemen’e, Fizan’a, Makedonya’ya hep Türkler, yani Anadolu çocukları gider. Hatta Yemen’e Türk mezarı derler. Şimdiye kadar hastalıkla, savaşla bir milyondan fazla Anadolu’lu Türk’ün Yemen’de öldüğünü söylerler.
Türkler ne garip. Kendi milletleri gibi çok şeyi inkâr ederler. Gayet mükemmel, yüce, fedakârane olan ermeni ihtilâllerine isyan bile demeye tenezzül etmiyorlar. Söz arasında geçerse yalnız ermeni gürültüsü, diye gülümsüyorlardı.
Bütün genelevler, meyhaneler ihtilâlcilerle dolmuştu. Hepsi ölecek derecede sarhoştu. Fahişelere sarılarak bağırıyorlardı:

-Şeriat isterük!

Dünyada bu kadar amaçsız, bu kadar anlamsız bir ihtilâl olamazdı.

Tanzimat, hürriyetin aslı olamaz. Her millet, bir millettir. Toplanıp bir millet gibi bir kanun altında, bir vatan içinde rahat rahat geçinemezler.
Düşüncelerim gibi duygularımda da, kısmetimde de sabitlik yok. Her şey değişiyor. Eğer gerçeğin ne olduğunu bilmeden her gün bin defa söylediğimiz bu kelimenin bir aslı varsa; artık bence şüphe yok ki, dünya sabitlikte değil, değişikliktedir.
Okuduğum kitaplar, bozulan inançlarım, yok olan masum yanım bugünkü kişiliğimi doğurdu.
Dikkate değer bir şeydir ki, bu Os­manlılık kaynaşma iddiasnı güden zatlar içinde Türk’ten başka unsurlardan kimse yok.
Bütün Anadolu «Ben Türk’üm» diye haykırıyordu!
Ben en çok mağlûbiyetten korkuyorum. Mil­letleri uyandıran büyük felâketlerdir.
Ya Türkler’de bir felâkete uğrayıp, uyanırlarsa!..
Rumlar’ın fikri İstanbul’u, İzmir’i filân işgâl edip bu on dört milyonu «Kızılırmak»ın sağ tarafına atmak. Ermeniler’in fikri «Büyük Ermenis­tan»ı teşkil edip ne kadar Türk varsa hepsini «Kı­zıl ırmak»ın sol tarafına atmak Eğer bu iki mil­let aynı zamanda muvaffak olursa, Anadolu’da bîr tek Türk kalmayacak, hepsi Kızılırmak’a döküle­rek denize akacaklar.
Lâkin! Türkler de Rumlar, Ermeniler, hatta
Arâblar, Arnavutlar gibi milliyetlerine sarılırlar­ sa! Ondört – onbeş milyonluk toplu bir kuvvetin, karşısında biz ne olacağız? Çok dağınık, çok az olan biz Ermeniler bunu düşünmeliyiz.
Os­manlılar «Memâlik-i Osmaniye» nin dışındaki Türkler’i asla tanımazlar. Onlarla hiç bir ilişkileri yok­tur.
Arnavutlar ve Arablar, hep hassa ordusuna ge­lirler. Yıldız’ın rahat kışlalarında askerliklerini ya­parlar. Yemen’e, Fizan’a, Makedonya’ya hep Türk­ler, yani Anadolu çocukları gider. Hatta Yemen’e «Türk Mezârı» derler.
Türkler ne garibdir. Kendi milletleri gibi çok şeyi inkâr ederler.
Gayet mükemmel, yüce, fedakârane olan Ermeni ihtilâllerine «isyân» bile demeğe tenezzül etmiyor­lar. Söz arasında geçerse yalnız «Ermeni gürültü­sü» diye gülümsüyorlardı. O kadar fedakâr veren koca ihtilâl Evet bu memlekette buna adeta bir «gürültü» deniyordu.
Biz Genç Türkler’in taassubundan, îttihad-ı îslâm taraftarı olduklarından nefret eder, her fırsatta kendilerine hücûm ederiz. Tükler de onlara «dinsiz» derler. Öyle, bir tezat ki Lâkin hangisi doğru?..
Orada tıbkı Ashâb-ı Kehf’in mağarasına düşmüş bir demet yosun gibi uyu Ama sakın Türkçe satırlarınla sevgilimin gözüne ilişme Onu kıskandırıp ağlatma
Kirpiklerinden kopan inci yanağına düşüyor.
Uyanmış bir milletin dinç, ateşli rûhundan taşan neşîdeler bir bahar, bir saâdet fırtınası gibi dalgalandı.
Hayat bir uykudur, ‘aşk onun rüyâsıdır! derler.
Milletleri uyandıran büyük felâketlerdir. Ya Türkler de bir felâketle uğrayub uyanırlarsa
Bilmiyorlar ki târîhde, ictimâ’iyâtsa mantık iş göremez.
Çocuklarım, siz her gün değişeceksiniz. Her geçen gün siz büyürken, zihniniz, düşünceleriniz de büyüyecek. Bilinçsizce geçirdiğiniz günleriniz için üzüleceksiniz. Düşündüklerinizi, duyduklarınızı yazınız. Bugün yazdığınızı öbür gün bilemeyeceksiniz. Bir yıl önce yazdığınızı öbür yıl okurken ne kadar değiştiğinizi anlayarak hayretler içinde kalacaksınız.
Zavallı Hoca Bali Efendi İstanbul’u , vilayet merkezlerini dolduran ; tömbeki, çay, kağıt, kalem ticaretini ve ameleliği ele geçirmiş olan Azerbaycan’lı Türk oğlu Türkler’e giyimlerine bakarak Acem diyordu.
Okuduğum kitaplar, bozulan inançlarım, yok olan masum yanım bugünkü kişiliğimi doğurdu.
Hayat bir fırtına ki, bizi önüne katmış, değiştirerek sürüp götürüyor.
Bugünkü gözüm, dünü gerçeğe en yakın renkleriyle göremez.
Bütün genelevler,meyhaneler ihtilalciler ile dolmuştu. Hepsi ölecek derecede sarhoştu. Fahişelere sarılıyorlar:
-Şeriat isterük!
Diye bağırıyorlardı.
Milletleri uyandıran büyük felaketlerdir.
Allah bir olduğuna göre, dinler neden bir kaç tane olsun?
Güldüm, işte Türkiye’de de muhtelif cereyanlar başlamak üzere idi. Tekrar sordum:
-Gayeniz ne olacak efendim,
– ‘Osmanlılık
– ‘Osmanlılık olan bir şey vâr olan bir şey nasıl bir gâye, bir hedef olabilir.
Ah zavallı Türkçe defter! Seni şimdi yırtayım mı? Lâkin hayır, hayır Ben kadın değilim. Asla Hayganoş kadar hassas bir milliyetperver olamam. Seni, onun göremeyeceği bir yere atacağım Orada tıbkı Ashab-ı Kehf’in mağarasına düşmüş bir demet yosun gibi uyu Ama sakın Türkçe satırlarınla sevgilimin gözüne ilişme
Onu kıskandırub ağlatma
29 Kanun-ı Sani 1925

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir