Burak Abatay kitaplarından Bir Dünya Şarkısı Şükrü Erbaş kitap alıntıları sizlerle…
Bir Dünya Şarkısı Şükrü Erbaş Kitap Alıntıları
İnsanın tortusu çoktur, damıtılması zordur.
Yabancı bir şehrin seslerinin nüfuz ettiği bu odada, hiçbir şeyin beni bir evin ya da başka yerin sevgi dolu ışığına çekemeyeceğini biliyorum. Birine seslenebilecek miyim, bağıracak mıyım?
“Bu şehir üstüme geliyor. Kaçacak, sığınacak bir yer bulamıyorum.”
Umudun inceliğine inmiyorsa söz, çekil suskunluğun tüneklerine; ucuz etme anlamı
Herkesin içinde sustuğu bir yer var abi. Sustukça çoğalttığı bir yer. Durmadan kanattığı bir yer orası, kanatıp kanatıp yeniden sardığı ve bunu artık bir yaşama biçimi haline getirdiği bir yer. Sahi orası bir yer mi, bir acı mı, bir insan mı yoksa bir duygu mu sadece. Ne fark eder? “Herkesin başkalarını konuştuğu bu aynalar pazarında seni kimselere söylemeden öleceğim.” diyebilmenin erinci belki de.
Şiir, tabii ki Nâzım’dı. Gürül gürül Nâzım, gürül gürül Ahmed Arif
Göğsümdeki çiçeklerin dili yok unutma.
Yalnızlık, ah canımızla çerçeveli kapımız, penceremiz. Ey anıların dalsız gölgesiz günbatımı bilmem ki bir gün açılır mısınız zamanın gök bahçelerine
Hiçbir şeye boyun eğmez de şair, aşk bahsine rehin gider.
“Seni unutacak ömrüm kalmadı
Bir soğuk zamanın akşamında
Dönüp yine sana başlıyorum ”
Bir soğuk zamanın akşamında
Dönüp yine sana başlıyorum ”
İnsan aynı şekilde ağlar, farklı şekillerde güler.
İnsan seni sevmeden çocuğunu sevemez ki
Eşik, onda sanki diyalektiğin karşılığı. Geçmekle kalmak arasında, olmakla olmamak arasında, şiir ile hikaye arasında, benle sen arasında ve gözlerle kirpikler arasında: “insan yüreğinin eşiğidir, dersin.”
Şimdi hepimiz, elimizde bir ölü dünya, koşa koşa bütün iyilikleri unutmaya çalışıyoruz.
Unutmayalım diye yazarız çünkü şiiri. Hatırlatmak bile sonra gelir. Şiir bizim anı, acı, keder, vicdan belleğimizdir.
Kimsenin sevinci kimseye bir şey demiyor/ Kimseler duymuyor başkasının hüznünü
Şiir bizim eski yalnızlığımızdır. Şiir bizim en kalabalık, en verimli, en yaratıcı, en merhametli yalnızlığımızdır.
Unutma diye bir şey yok.Yaşadığımız ne varsa sonraki bütün hayatımızın mayası oluveriyor.
Odalarda yürüyen boşluk erken bir kışa değiyor.
Bir ferdi olduğum insanlık, ah ne kadar az idi gerçekten; derinliklerine erişemediği yeraltı ile sonsuzluğa uzanan gökyüzü arasındaki dünyasında, ancak basabildiği toprakla ve varabildiği menzille sınırlıydı; ne kadar âciz, bilgisiz ve çaresizdi!
Yalnızlık , dedim , alışkanlıktan başka ne ki
İnsanın içini dökmesi ayrılık .
Mazlumu anlamayı ve sevmeyi türkülerden öğrendim ben.
Herkesin başkasını konuştuğu bu aynalar pazarında seni kimselere söylemeden öleceğim.
Herkesin içinde sustuğu bir yer var abi. Sustukça çoğalttığı bir yer.
Yalnızlık , ah canınızla çerçeveli kapımız , penceremiz .Ey anıların dalsız gölgesiz günbatımı bilmem ki bir gün açılır mısınız zamanın gök bahçelerine
İletişim çatışmalarının bir başka kaynağının ise “İlişki Tükenmişliği” olduğu düşünülmektedir. Uzun süre devam eden çatışmalardan sonra karşınızdaki kişiyle anlaşamadığınızı fark edersiniz. İlk tanıştığınızda ilişkiniz ne kadar renkli ve eğlenceliydi. Daha sonra eleştiriler, küçümsemeler arttıkça ilişki tükenmişliği ortaya çıkar. İlişkiden dolayı kişi kendisini yorgun, tükenmiş, çaresiz, yalnız hisseder. Bu durum aile ya da romantik ilişkilerde sıkça rastlanır. Sorunlu ebeveyni ile uzun süre iletişim kuran kişiler bir zaman sonra tükenmeye başlar. Romantik ilişkilerde ise tükenmişlik ayrılıklarla sonuçlanır.
İnsan , unutabilseydi yazmazdı, yazamazdı.
Söz lâtif ; yazı , keşiftir.
Kalbinizi açmak için, kendinizi değişime açmalısınız. Görü- nürde sağlam dünyada yaşayın, onunla dans edin, meşgul olun, eksiksiz yaşayın, bütünüyle sevin ama yine de bunun geçici ol- duğunu ve sonuçta tüm formların çözülüp değiştiğini bilin.
Önüne bakan insan , marş söyleyen binlerce kişiden daha etkileyici gelir bana.
Aşka başımı eğmeseydim , ne bir inceliğim olurdu , ne şiire sahip olurdum , önce yokluğu ile eğitti beni , sonra varlığı ile.
Katmer katmer insan sıcağını onda gördüm.
Bir iyilik duygusudur , çare umududur her zaman .
Yeniden güneşe bakmak , yeniden sevgiye bakmak gibi bir duygudur bu .
Bilincinizi yakan harflerin toplamıdır Şükrü Erbaş ve şiiri.
Tüm yaşamı boyunca sevgiye hasret kalmıştı. Doğası sevgiye açtı. Varlığının en temel arzusuydu bu. Buna rağmen hayatını onsuz sürdürmüş, sonucunda da katılaşmıştı. Sevgiye ihtiyaç duyduğunu bilmezdi. Şimdi de bunu bilmiyordu. Bildiği şey sadece, sevgiyle hareket eden insanların onda bir heyecan uyandırdığıydı. Sevginin inceliklerini, yüce ve olağanüstü olduğunu düşündü.
Acı tek taraflı değildir.
Yaşamak sevmeye bağlıdır, insan sevmezse ölür.
Sessizce yaşıyorsa bir bildiği vardır elbet
İyi ki abimi tanıdım , şiirini ve hayatını sevdim .
Ömrüne , yüreğine şiirine bereket.
Ömrüne , yüreğine şiirine bereket.
Bütün gözyaşlarını toplasam kirpiklerden.
Yaşamayı kimse bağışlamaz bize.
Bir şairin ruhunu mısra mısra söküp önümüze dökmesi , şiir.
Dediğim gibi bir yanıyla çok kalabalıkken bir yanıyla adamakıllı yalnızdır.
Kutsal bir metne dokunmak her şeyden önce bir risktir. Ona inanmayı değil onu samimi olarak anlamayı istediğimizde karşımızda koca bir tari- hin yükünü buluruz. Tarih boyunca insanların kitabı taşıdığı gibi, kitap da insanı taşıdığından, bu yük hem kitabın kendisine hem de onu anlamak isteyene aittir.
Yüreği bu kadar güzel , vicdanı bu kadar derin ve tüm evreni kucaklayacak kadar geniş bir insan , bir şair var mıdır bilemiyorum .
Arınma ve olgunlaşma ,çok eskiden bu yana hep acı çekmeyle , kendine kapanıp içinde kavgayla elde edikecek bir yükseliş olarak görüldü.
İnsanın tortusu çoktur , damıtılması zordur.
Bir de mayası çürükse değme gitsin
Bir de mayası çürükse değme gitsin
Nasıl kuytu mağaralarda gizlenmiş bir hasret ve bunun nasıl bir örtülü , sessiz çığlık halinde içe işleyişi!
Yüksek minarede okunur ezan
Dizlerim tutmuyor haneni gezem
Okumuş değilim bir mektup yazam
Ellerin yazdığı bu kadar olur .
Dizlerim tutmuyor haneni gezem
Okumuş değilim bir mektup yazam
Ellerin yazdığı bu kadar olur .
Unutma diye bir şey yok. Yaşadığımız ne varsa bizim sonraki bütün hayatımızın mayası oluveriyor
Ne diyor Dostoyevski, her şey fazlasıyla anlamak hastalıktır baylar! Kim bilir, belki de öyledir.
İnsanın içini dökmekten vazgeçmesi ayrılık
Nedenini bilmediğim bir keder akıyor damarlarımdan
Kalbimin üstünde binlerce bıçak ağzı
Kalbimin üstünde binlerce bıçak ağzı
Umduğun inceliğe inmiyorsa söz,
Çekil suskunluğun tüneklerine;
Ucuz etme anlamı
Böyle zamanlarda insan çokluk yalnız kalmalı
Çekil suskunluğun tüneklerine;
Ucuz etme anlamı
Böyle zamanlarda insan çokluk yalnız kalmalı
Herkesin başkasını konuştuğu/ bu aynalar pazarında/ seni kimselere / söylemeden öleceğim.
Göğsümdeki çiçeklerin dili yok, unutma.
Harfler bu uzaklığı ölümümden kurtarır mı? yahut Ey gönül haresi keder, insan kendinden ne kadar uzağa gider
Aşk, en karanlık, baskı altında tutulmuş yerlerde bile kendini var ediyor.
İnsanın dünyaya karşı, karşılık beklemeden içini açmanın duygusu.
Şükrü Erbaş ve söze katar: aşka başımı eğmeseydim, ne bir inceliğim olurdu, ne şiire sahip olurdum, önce yokluğu ile eğitti beni, sonra varlığı ile.
Bir kez olsun aynı şeyleri başarabilen iki insan birbirini hep anlayacaktır.
Acı da, aşk da, ölüm de yeni insanda yeni bir deneyim olarak kayıt altına alınacaktır.
Hayat-Ölüm-Hayat sürecinde bu yinelenen ancak her yinelenmenin başka hayatlarda bir başlangıç olduğu sistemli dönenceyi de temsil eder.
Aşk bizi doğuran annemizdir
Bağıran bir susma biçimi şiir. Kalabalık bir yalnızlığın içinde çoğalmak, acıyı ortak lisan bellemek,dağların ardına çekilen,insana dair her ne varsa saçlarından sürükleyip getirmek ve dünya denen köyün orta yerine atmak. Biraz hoyrat,biraz merhamet,biraz gerçek,biraz hülya
Nietzsche ‘nin şu sözüyle açıklar bu durumu:Bana sen haklısın diyorlar. Hayır, ben çok haklıyım!
İnsan ki Anılardan bir buluttur
Hayatın sonsuzluğa akıp giden göğünde
Savruldukça çoğalır çözüldükçe birikir
Düşmeden son damlası toprağın rahmine
Kim bilir kaç mevsim görür
Kaç rüzgâr geçirir
Hayatın sonsuzluğa akıp giden göğünde
Savruldukça çoğalır çözüldükçe birikir
Düşmeden son damlası toprağın rahmine
Kim bilir kaç mevsim görür
Kaç rüzgâr geçirir
Bu kalabalık bu tenhalık
Sevgilim, bütün sözlerimi
Mazlumların rüyasından seçtim ben.
Budur, düşmeden bildiğim
Budur, ayaklarına serdim has bahçe
Sevgilim, bütün sözlerimi
Mazlumların rüyasından seçtim ben.
Budur, düşmeden bildiğim
Budur, ayaklarına serdim has bahçe
Erkeğin kadına uzattığı ilk yasağı sevdaya boyayan bir sevgi sözcüğü güneşten önce doğ an serçelerin küçücük yürek çarpıntısı.
Kuş uçar, yağmur yetmez , insan gözyaşını, kederi erken öğrenir, ama yine de biraz üzgünlükten yapılır insan!
Kirpiğin şiire değdiği zaman , Şükrü Erbaş şiirinin zamanıdır : kirpikleri sizin tek harfiniz sanki
Şimdi hepimiz, elimizde bir ölü dünya, koşa koşa bütün iyilikleri unutmaya çalışıyoruz.
İnsan tanrıdan önce sevgiye inanır diyor Şükrü Erbaş ve bizi de fena inandırıyor.
Şükrü Erbaş şiirinde, tam da olması gerektiği gibi her şiirde, ‘kendimizi bulmayız’ ve ‘kendimizle karşılaşırız’.
Kimsenin sevinci kimseye bir şey demiyor / kimseler duymuyor başkasının hüzününüzü
iki kişilik bir yalnızlığın fotoğraflarının önünde/ Birisi alıp götürdüğün, öteki bırakıp gittiğin
Şiir bizim eski yalnızlığımızdır. Şiir bizim en kalabalık, en verimli, en yaratıcı, en merhametli yalnızlığımızdır.