Uğur Nazlıcan kitaplarından Bir Dükkanı Beklemek kitap alıntıları sizlerle…
Bir Dükkanı Beklemek Kitap Alıntıları
Çıraklığımdan artakalanlardan oluşan kalfalığımın gözleri taş zeminde, süpürgenin ne süpürdüğünü görmeden, ortalığa dökülenleri süpürüyordum; toz kaldırmamak için yavaş yavaş hareket ediyor, girişteki büyük masada oturmuş, göz ucuyla beni süzen ustalığıma giden yolda kalfalığımdan dökülenleri de çıraklığımın süprüntülerine katıyordum. Dökülenler birikiyordu uzun saplı çalı süpürgesinin altında, benden dökülenler; süprüntülerin arasında bir ben birikiyor, dökülenlerin ardından ayakta bir ben kalıyordu.
yolu bulamamaktan, eve dönememekten de korkuyordu. korku bir insanın başına bir defa gelir ömrünce, insan yolu bir defa bulamaz, eve bir defa dönemez.
Ceketimin yakalarını kaldırdım, boynumu iyice içeri çektim. Yağmurun ve karanlığın içinde kaybolmakta olan gölgenin peşinden koşmaya başladım.
Tuhaf bir hikaye bu. Bana yıllar önce başımdan geçen bir olayı hatırlattı. Müsaade varsa
Kendisinin çırağı olacaktı Şeref Ali. Hangi kendisinin çırağı olacağını ise, kendisinin çırağı olan pek çoğumuz gibi, bilmiyordu. Ocağa yürüyordu; duyup duymadığını, anlayıp anlamadığını kendisinin bile bilmediği siparişler verecekti kendine.
Arada sönen cılız bir sokak lambası ışığının aydınlattığı dünya, durmadan yağan karın altında usul usul yitmekteydi.
“Oysa, sabırla her şeyin kendine, sonra biraz daha kendine ve nihayet, sıkıcı bir tekrarla, biraz daha kendine benzediği bilinirdi.”
insanın zaman içinde başka bir şeye olan benzerliğinin azalmasının, kendine olan benzerliğinin ise artmasının alışıldık hikâyesi misali.
Hayir, camekanin ustundeki bir suret degildi, dupeduz, ote yanda duran kendi cocuklugumdu. Dehsetle karisik bir sukunetle kapiyi acip iceri buyur ettim kendimi : Hos geldin.
Aklımda çay demlemek vardı ama demleyemiyeceğim çayı, karşımda oturan çıkraklığımın beğenmeme ihtimalinden korkuyorum. Çıraklığım karşısında kalfalığımın çayına güvenmiyordum. Belki şimdi burada ustalığım olsa, onun demleyeceği çayı her ikimizde beğenirdik. Ama ustalığımın burada olmasından da korkuyorum; daha doğrusu, ustalığımın demleyeceği çayı çıraklığımın beğenmesinden ve devamında ustalığım ile çıraklığım arasında doğacak şefkatten pay alamamaktan, ayrı düşmekten korkuyorum
Hayatında hiçbir değişiklik olmadığı için bir türlü silikleşmeyen o hatıranın, nihayete ermeyen iç tartışmalarının ayağına nerede takılacağını, hem kendi ezberindeki alışkanlıklardan hem de başkalarının gözlerindeki takdirlerden, ayıplamalardan biliyordu.
Ben kendimin masal kuşu olmaktan, kendi yolumu kendime kaybettirmekten kurtulur muyum? Ta derinimde, bu ara sıra kıpırdanan huzursuzluk sakinleşince mi başka biri olurum ben? İnsan baştan aşağı mı, yoksa içten dışa mı değişir?
Vakti gelmemiş bir şeyi henüz kaçırmadan kesin olarak kaçıracağını bilmenin ve bunu kabullenmenin tuhaf sükunetiyle oyalandı bir süre
Genç kadın raftan seçtiği bir avuç kalemi denesin diye, düşüncelerini beyaz bir kağıt yaptı da kadın önüne koydu Ferhat Bey.
yeni kir yeni insan yaratır
Boş bir tabure buldum, ateşi kendimle konuşmaya yeni başlayacak anlatıcının arasına alacak şekilde karşısına oturdum
Çocukluğum gençliğime doğru ölüyordu, ölerek büyüyordum, çıraklıktan kalfalığa ölerek geçiyordum
Demek benim saklı levhama yazılan başkalarına yazılanı dağıtmak
İnsan baştan aşağı mı, yoksa içten dışa mı değişir?
İnsanın zaman içinde başka bir şeye olan benzerliğinin azalmasının, kendine olan benzerliğinin ise artmasının alışıldık hikayesi
ben kendimin masal kuşu olmaktan, kendi yolumu kendime kaybettirmekten kurtulur muyum?
İnsan baştan aşağı mı, yoksa içten dışa mı değişir?
Önümizdeki yolun rüya mı, yoksa ölüm mü olduğunu aynadaki suretten daha iyi kim bilebilir ki.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Hatırlamak ya da umursamak çaresiz kalıyordu; boşlukta yol alır gibiydik, ilerleyip ilerlenediğimizi bile bilmiyorduk.
Kirleri döküldükten sonra insanlar eksilirler, yeni kirlerle kendilerini tamamlasalar dahi eski kendileri olamazlar artık, yeni bir kir yeni bir insan yaratır.
Sonunda sözü arttıran, hikayeyi kısaltan böyle yarım yamalak bir çözüm buldular, her şeyi bir defa daha tekrarlıyorlardı. Sonunda sözü arttıran, hikayeyi kısaltan böyle yarım yamalak bir çözüm buldular, her şeyi bir defa daha tekrarlıyorlardı.
Sanki onunla benim aramda dumanlar vardı da, benimle onun arasında yoktu.
Elimi uzattım ateşe, ısınsın ki soğuk ellerimi tutunca ürpermesin Melek-ül Mevt.
Kendisinin çırağı olacaktı Şerif Ali. Hangi kendisinin çırağı olacağını ise, kendisinin çırağı olan pek çoğumuz gibi, bilmiyordu.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Sokak, defin ve terkinden sonra herkesin kendi ölümüne ilerlemek için hızlıca terk ettiği bir taze mezar başı kadar sessizdi.
Ben bir yeri ev bilmesem de, elimde filmler, cebimde kırıntılarla dolaşmasam, ben kendimin masal kuşu olmaktan, kendi yolumu kendime kaybettirmekten kurtulur muyum? Şimdi saçlarıma konduğu gibi eriyen kar taneleri erimese de birikse de birikse, beni başka bir adam yapar mı? Yoksa ta derinimde, bu ara sıra kıpırdanan huzursuzluk sakinleşince mi başka biri olurum ben? İnsan baştan aşağı mı, yoksa içten dışa mı değişir?
keyifle mırıldanan kediye sordu: Sen amel misin? Kedi Hayır, dedi, ben kediyim.
Hurdacı Mahfuz, ağır ağır itelediği el arabasının üstüne fırlatıp attığı hurda parçalarının yavaş yavaş kendisine benzemesini, neye hayret ettiğinin farkında olmadan hayretle izliyordu.
Arada sönen cılız bir sokak lambası ışığının aydınlattığı dünya, durmadan yağan karın altında usul usul yitmekteydi.
İki ihtimal var; ya bu bir rüya ya da ben öldüm. Diyelim ki rüya görüyorum; bu bir yoldur, ben buradan bir yere çıkarım. Diyelim ki ben öldüm; bu da bir yoldur, ben buradan da bir yere çıkarım. Diyelim ki, bu iki ihtimal de mümkün değil, o zaman benim bir ayna bulmam lazım. Bakalım, aynaya bakınca ne göreceğim. Önümüzdeki yolun rüya mı yoksa ölüm mü olduğunu aynadaki suretten daha iyi kim bilebilir ki?
Etrafında gördüğü insanları birilerine az çok benzetiyor, gördüğü suretlerin kime ait olduğunu hafızasının kuyusundan zar zor yukarı çekiyor, tam kuyunun ağzında ip kopuyor, bütün suretler ve bu suretlerin hafızasındaki karşılıkları kuyunun dibine çöküp bir daha karışıyordu birbirine.
Aklımda çay demlemek vardı ama demleyeceğim çayı karşımda oturan çıraklığımın beğenmeme ihtimalinden korkuyordum. Çıraklığım karşısında kalfalığımın çayına güvenmiyordum. Belki şimdi burada ustalığım olsa, onun demleyeceği çayı her ikimiz de beğenirdik. Ama ustalığımın burada olmasından da korkuyordum; daha doğrusu, ustalığımın demleyeceği çayı çıraklığımın beğenmesinden ve devamında ustalığımla çıraklığım arasında doğacak şefkatten pay alamamaktan, ayrı düşmekten korkuyordum.
“ küçük bir kıyamet gibi kendisini beklemekte olan kendisiyle karşılaşmaya gidiyordu ”
“ben kendimin masal kuşu olmaktan, kendi yolumu kendime kaybettirmekten kurtulur muyum?”
İnsan baştan aşağı mı, yoksa içten dışa mı değişir?
Yalnızlığını vücudunun devamıymış gibi, bir uzvuymuş gibi ustalıkla kullanmaya başlıyor.
Sokak, defin ve terkinden sonra herkesin kendi ölümüne ilerlemek için hızlıca terk ettiği bir taze mezar başı kadar sessizdi.
kirler döküldükten sonra insanlar eksilirler, yeni kirlerle kendilerini tamamlasalar dahi eski kendileri olamazlar artık, yeni kir yeni bir insan yaratır.
ben kendimin masal kuşu olmaktan, kendi yolumu kendime kaybettirmekten kurtulur muyum?
Bir korkudan, bir önceki korkuma kaçarak kurtulmaya çalışıyordum.
Bir hayatı kendi taziyemde ölüm acımı kendime unutturmak için kendimi oyalayarak, içimdeki yarayı elimdeki bıçakla oyarak, üstüne bir de o yarayı yutarak yaşadım.
Kendisinin çırağı olacaktı Şerif Ali. Hangi kendisinin çırağı olacağını ise, kendisinin çırağı olan pek çoğumuz gibi, bilmiyordu.
içimdeki yarayı elimle bıçakla oyarak, üstüne bir de o yarayı yutarak yaşadım. Bunun hesabı -elbette defnimden ve terkinimden sonra – benden sorulacaktır.
Kirleri döküldükten sonra insanlar eksilirler, yeni kirlerle kendilerini tamamlasalar dahi eski kendileri olamazlar artık, yeni kir yeni bir insan yaratır; bu, Keseci Fahri dışında pek az kişinin bildiği bir gerçektir.
Kar ve karanlık sokağın iki ucunda birikiyor, biriktikçe yükseliyor, yükseliyordu; dibinde benim olduğum bir çukura dönüşüyordu dünya.
Adetinin aksine, yavaş yavaş içiyordu sigarayı. Çünkü sigarası bitince nereye gideceğini bilmiyordu.
Kirleri döküldükten sonra insanlar eksilirler, yeni kirlerle kendilerini tamamlasalar dahi eski kendileri olamazlar artık, yeni kir yeni bir insan yaratır.
elimde filmler, cebimde kırıntılarla dolaşmasam, ben kendimin masal kuşu olmaktan, kendi yolumu kendime kaybettirmekten kurtulur muyum.?
Şerif Ali, kendini aynalardaki kaçıncı yansımanın Şerif Alisi’nin yetiştireceğini bilmiyor, bıyıkları yeni terlemişinden köpek dişi altın kaplısına kadar birçok Şerif Ali ihtimalinden birine doğru, ocağa yürüyordu. Kendisinin çırağı olacaktı Şerif Ali. Hangi kendisinin çırağı olacağını ise, kendisinin çırağı olan pek çoğumuz gibi, bilmiyordu. Ocağa yürüyordu; duyup duymadığını, anlayıp anlamadığını kendisinin bile bilmediği siparişler verecekti kendine.
Gençliğinde ayın ve güneşin karardığı zamanlarda haykırdığı salavat-ı şerifler geçti aklından. İşte, diye düşündü, bir manavın erken gençliği ile erken yaşlılığı arasında, bir salavat-ı Şerif ile bir sarı elma arasındaki mesafe kadar mesafe varmış.
“Oysa, sabırla her şeyin kendine, sonra biraz daha kendine ve nihayet, sıkıcı bir tekrarla, biraz daha kendine benzediği bilinirdi.”
Sokak, defin ve terkinden sonra herkesin kendi ölümüne ilerlemek için hızlıca terk ettiği bir taze mezar başı kadar sessizdi.
“Oysa, sabırla her şeyin kendine, sonra biraz daha kendine ve nihayet, sıkıcı bir tekrarla, biraz daha kendine benzediği bilinirdi.”
“Yaşım ilerledikçe, küskünlüğüm gibi zaman da önemini yitiriyordu; çayın demlikten bardağa yavaş yavaş akması, sanki bardağın içine şeker değil de dünyalar atılmış gibi şıkır şıkır karıştırılması, arka masada oturan kendimle, girişteki masada oturmakta olan kendim için zamanın ne kadar farklı hızlarda aktığını gösteriyordu. İşte, bir kış gecesinin bu saatinde boş bir kahvehanede üçümüz, farklı zamanların aynı kişisi, içinde olduğu zamana tutunabilmek, büründüğü surette kalabilmek için, kendi suretinden çıkmamaya, gerçek olan ötekine karışmamaya çalışıyor; bunun için her biri diğer ikisinin varlığını düşlememeye, sadece bu varlıklara inanmakla yetinmeye çalışıyordu; biri zamanın yavaş akışından sabırsız, diğeri hızlı akışına anlayışlı, öteki zamanın kendi üstünde durmasına, sabitlenmesine kayıtsız.”
“Gittikçe zayıflamasından, hükmünün düşmesinden midir, bilinmez; ışık, hiçbir eşyanın aklına gelmiyordu aslında. Kahvehaneyi dolduran eşya, gelişigüzel serpiştirilmiş üç beş masa yani, sandalyeler, karşılıklı duvarlara yerleştirilmiş aynalar, ayna çerçevelerine sıkıştırılmış fotoğraflar, girişteki masada soğuyan çay, bir başka masanın üstünde dağılmış oyun kartları, kartların arasında bakışlarını tavana dikmiş maça kızı ve anlatımın şiddetinden kaçıp saklanmış diğer eşya, kahvehaneyi kendilerinin doldurduğunu sanıyorlar, değil sadece hacimlerinin, cisimlerinin bile üstlerine serpilen turuncu ışıkla çizildiği gerçeğini göz ardı ediyorlardı.”
“Otobüsümüz sigara dumanı, hikâye fısıltıları, kesif uyku kokusu, belli belirsiz insan gölgeleri taşıyordu. Kaç saattir yolda olduğumuzu, daha kaç saat yolda olacağımızı unuttuğumuz, umursamadığımız bir zamandı. Hatırlamak ya da umursamak çaresiz kalıyordu; boşlukta yol alır gibiydik, ilerleyip ilerlemediğimizi bile bilmiyorduk.”
“(..) yalnızlığını vücudunun devamıymış gibi, bir uzvuymuş gibi ustalıkla kullanmaya başlıyor.”
Şerif Ali, kendini aynalardaki kaçıncı yansımanın Şerif Alisi’nin yetiştireceğini bilmiyor, bıyıkları yeni terlemişinden köpek dişi altın kaplısına kadar birçok Şerif Ali ihtimalinden birine doğru, ocağa yürüyordu. Kendisinin çırağı olacaktı Şerif Ali. Hangi kendisinin çırağı olacağını ise, kendisinin çırağı olan pek çoğumuz gibi, bilmiyordu. Ocağa yürüyordu; duyup duymadığını, anlayıp anlamadığını kendisinin bile bilmediği siparişler verecekti kendine.