İçeriğe geç

Bir Darbenin Anatomisi Kitap Alıntıları – Yılmaz Öztuna

Yılmaz Öztuna kitaplarından Bir Darbenin Anatomisi kitap alıntıları sizlerle…

Bir Darbenin Anatomisi Kitap Alıntıları

Hz.Ali’nin Sefillerin çocuklarına ilim öğretmeyiniz; onlar tahsil edilince yüksek işler isterler; istediklerine erişince şerefli insanları alçaltmaya itina ederler. manasındaki sözünün, gerçeğin ta kendisi olduğuna Avni Paşa misali kâfidir.
Son başkâtibi Âtıf Bey’in ifâdesi:
– Türkçe’yi iyi yazar ve kullanırdı.Hatt-ı hümâyûnlarının çoğu kendi ifâdesidir ve güzel bir hatla lâl (kırmızı) mürekkeple yazmıştır.Yazdığı bir risale,kendi yazısı ile Dolmabahçe Sarayı Kütüphanesi’ndedir (şimdi Istanbul Üniversitesi Kütüphanesi’nde). Her sazı bilir ve az çok çalardı.Fakat ney’i üstâdane üflerdi.Mevlevi muhibbi idi.Ne içki,ne tütün kullanırdı.Hattâ bunların aleyhine bir güzel makale kaleme almıştı.Resimdeki istidadı çok büyüktü.Meşhur Rus deniz ressamı Ayvazofski ile konuşurken,bir kâğıda rastgele çizerek sandal resmi yapmış,bu kâğıdı ressam rica ederek almış,Çar İkinci Aleksandr’a hediye etmişti.Bu resim Mecmü’a-i Ebü’z Ziyâ’da neşredilmiştir.Resimden anlayanlar,çizgilerdeki orijinalliği hayranlıkla seyrederler.Diğer resimleri de öyleydi.Bilhassa gemi resimleri çizmeyi severdi.Arada güzel levhalar da yapardı.
Sadrâzam Rüşdü Paşa:
-Paşa Hazretleri diye başlayıp mazur olduğunu gösterecek birkaç söz söylemek istedi.Kâmil Paşa sözünü kesti:
-Mâzeret yoktur,dedi;yetmiş yıldır unutulan bir meş’um fiili hortlattınız,padişah hal’ ettiniz.Şahsî menfaatleriniz için devletin ve milletin menfaatlerini pâymâl eylediniz (ayaklar altına aldınız).Utanmadan bu haltınız için devlet ve millet adını kullandınız.Allah belânızı versin!
Olayı yazanlardan büyük tarihçi Mahmud Celaleddin Paşa ise: Padişahın birkaç cesur,fedaķâr ve uyanık adamı bulunup da onu alıp askerin yanına götürselerdi Süleyman Paşa’nın işi bitmişti Avni Paşa için tek çare intihar olurdu. der.
Sultan Aziz,Mütercim Rüşdü Paşa’ya kızdığı bir gün,paşa huzurundan ayrıldıktan sonra,yanındaki Başmâbeyncisine:
-Benim ecdâdım (atalarım) bu gibilerin aklıyla hareket etmiş olsaydı,Konya Ovası’nda koyun sürüleriyle çadırda yaşamaktan kurtulamazdık! demişti
Bir imparatorluğun yönetimi,bir millî devletin yönetiminden çok farklıdır.
Öyle fırsatlar olmuştu ki, tek bir cesur adamın ileri atılması, darbeyi o anda akamete uğratırdı. Fakat böyle bir adam çıkmamıştı.
Mazeret yoktur, dedi; yetmiş yıldır unutulan bir meş’um fiili hortlattınız, padişah hal’ ettiniz. Şahsi menfaatleriniz için devletin ve milletin menfaatlerini ayaklar altına aldınız. Utanmadan bu haltınız için devlet ve millet adını kullandınız. Allah belanızı versin! Bu yüzden göreceksiniz, tez zamanda memleket dahilinde ve haricinde ne fenalıklar zuhur edecektir!
Ama asıl intikam alacak kişi, bu olayı penceresinden kanlı yaşlar dökerek seyrediyordu. Bu, Şehzade Abdülhamid Efendi idi. Amcasının ve ailesinin nasıl kayıklara bindirilip zırhlıların açığından geçirilerek Sarayburnu’na çıkarıldığı sahnesini, hayatının sonuna kadar unutmayacaktı.
Padişahın annesi bile olsa bir faninin elini öpmesi, temsil ettiği Türk Milleti’ne karşı saygısızlık sayılırdı
Osmanlı Devletinde askeri veya mülki bir görevde yıl geçirerek değil, liyakat ve başarı veya teveccüh üzerine rütbe alınırdı
Bir imparatorluğun yönetimi, bir milli devletin yönetiminden çok farklıdır. İmparatorluklar normal devletler değillerdir. Bugün çağı geçmiş acayip devlerdir
1876’da
Dünyada sadece sekiz şehrin nüfusu 1 milyonu aşıyordu ve Osmanlı Devleti’nin taht şehri Istanbul bunlar arasında beşinciydi.
Rabb-i izzet Cennet etsin kabrinî Çerkes Hasan
Kaamet-i Avnî’ye ol esnâda biçmişdî kefen
Nasıl yanmam kime, oldû olanlar Şah-ı Devrân’a
Bilinmez oldu hâli kıydılar ol Zıll-ı Yezdân’a
O gitdî mülk-i ukbâyâ firâkı geçti tâ câna
Sarâyâ velvelê saldı cihânı koydu efgaana
Nasıl hemşîresî bû Âdile yanmaz o hâkaana
Ki kıydı bunca zâlimler karındâşı cihanbâna
Bugünkü Türkiye’de Atatürk ne ise, o günkü Türkiye’de de Sultan Mahmud o idi. Mezarından rejimi yönetiyordu. Nice memnuniyetsizlik, nice muhâlefetler oldu, hiç kimse II.Mahmud’un yolunu bırakmaya cesaret edemedi.
Ağlasın şâh-î şehîde halk-ı âlem, ağlasın Çağlasın hûn-âb-ı çeşm-i ehl-i matem çağlasın
Dîn-ü devlet hâinî birkaç melâîn-û Yezîd Eylemişler Hazret-î Abdü’l-Aziz Hân’î şehid
Ruslar, Yeşilköy’de karargâh kurdular. Türk’ün boğazına bıçak dayayarak, akıl almayacak fecaatteki Ayastefanos (Yeşilköy) anlaşmasını 3 Mart 1878’de imzalattılar. İşi oldu da bittiye getirmek istiyorlardı. Fakat Dolmabahçe’de, Türk’ün yetiştirdiği son diplomasi dehası oturuyordu. Bu feci anlaşma asla yürürlüğe girmedi. İkinci Abdülhamid, bütün Avrupa’yı ayaklandırmaya muvaffak oldu. Şahsi diplomasi eseri, her oluşma ve gelişmeyi değerlendirerek, bu derecede büyük bir milli başarı elde eden İkinci Abdülhamid, Meclis-i Mebusan’ı kapadıktan sonra, böyle felaketli bir ortam içinde şahsi idare devresini açtı. Sezar gelmişti.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
1876 Türkiye’sinin ihtiyacı şüphesiz İngiliz demokrasisi, Midhat Paşa Meşrûtiyeti değildi. İhtiyaç bu olsa idi bu rejimi, o tarihte İspanya, Japonya, Rusya, Avusturya-Macaristan, Almanya gibi bizden daha ileri toplumların yaşadığı imparatorluklar tatbik ederlerdi. İhtiyaç, Tanzimat’ın geliştirilmesi idi. Bu suretle XX. asra gelip de imparatorluk makul bir çerçeve içine girince demokrasiye çok rahat geçilecekti.
Sultan Abdülaziz Vak’ası, 93 felâketinin başlıca sebebi ve büyük yıkımın başlangıcı, imparatorluk rejiminin de sarsılması olduğu halde, hâlâ resmî görüş tarihçileri, Tâif mahkûmlarına ve onların kafadaşlarına methiye düzer, Sultan Hamid’i alçaltmak için masallar uydururlar.
Bu dengesizlikler; ilme, tarihe ve gerçeğe oturmayan bu tutum insanı şaşırtır, tarafsız tarihçiyi hayretler içinde bırakır. Fakat en kötüsü, millî şuur ve mâşerî vicdanı bozar. Zira millî şuur ve mâşerî vicdan, gerçeklerle yücelir. Yalanlarla şaşar. Bugünkü ortama gelişte, gayri millî bir eğitim ve hain bir kültür politikasının mutlak şekilde en büyük rolü oynadığı hakkındaki fikrimi asla değiştirmem!
Meşrûtiyet, 1878 Türkiye’sinin gerçeklerine asla uygun değildi. Bugün nasıl Türkiye demokrasiden gayrı bir rejimle idâre edilemezse, o yılların Türk imparatorluğu da demokrasi ile yönetilemezdi. Yoksa bazı budalaların ileri sürmek istedikleri gibi, Midhat Paşa’yı tutmamak demokrasi düşmanlığı, İkinci Abdülhamid’i tutmak gene demokrasi düşmanlığı değildir. Böyle eblehçe ithamlardır ki, tarih gerçeklerinin üzerine şal atmıştır.
Midhat Paşa’nın hususî asker yazmaya kalkışması, artık İkinci Abdülhamid’in sabrını taşırdı Bu yeni asker“Millet Askeri”namıyla müstakil bir ordu teşkil edecek ve paşanın şahsına bağlı bulunacaktı. Artık Fransız İhtilâli’nden ilham alındığı âşikârdı
Önce tarihin gerçeklerini değiştirmeye Hitler ve Stalin bile muvaffak olamamıştır. Gerçek kadar merak edilen ve cazip hiçbir şey yoktur. İnsan tabiatinin bu hassası, daima gerçeği bulur. İkincisi, ancak zayıf rejimler ve şartlar, iyi olan devirleri kötü, kötü olanları iyi göstererek güçlenmeye ihtiyaç duyarlar.
İkinci Abdülhamid’den sonra gelen rejimler birbirinden inkılâpçı oldukları için, bu hükümdarın muhafazakârlığını beğenmemek durumunda kalmışlardır. Ancak tarih, siyaset değildir. Tarihçi siyâsî cereyanları tarafsız şekilde incelemeye alışmışadam demektir. Bu alışkanlığı edinememiş, günün modasına göre söz söyleyen yazar, tarihçi değildir.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Aslında meşrûtiyeti, Türkiye’de tek vatandaş istemiyordu. Hiç kimse hürriyetsizliktenşikâyetçi değildi. Meşrûtiyetçiler, bir avuç aydın ve gazeteciden ibâretti. Bunların kahir ekseriyeti meşrûtiyeti, yeni rejimde külah kapmak için istiyorlardı. Meşrûtiyet içe değil, dışa dönük olarak kullanılmak isteniyordu. Bilhassa Midhat Paşa, meşrûtiyeti ilan ettirirse, hem Avrupa’da –zâten yerinde olan- itibarının çok artacağını, hem de devletler üzerindeki bazı baskıların, hem liberal devletler (İngiltere, Fransa), hem müstebit devletler (Rusya, Avusturya) tarafından hafifletileceğini, hâtta kaldırılacağını sanıyordu. Bu düşünceler tamamen yanlıştı ve devleti Rus harbi felaketine sürükledi. Yanlış olduğu felâketten sonra anlaşılabildi. Delikanlılığından beri meşrûtiyetçi olan ve en ateşli en cesur kaleme sahib bulunan Namık Kemâl bile, meşrûtiyetten vazgeçti.
1875 Türkiyesi, demiryollarının uzunluğu bakımından dünya devletleri arasında 9. ve telgraf hatlarının uzunluğu bakımından ise 5. idi. Bu sırada ne Çin’de, ne Japonya’da tek kilometre ne demiryolu, ne de telgraf hattı bulunuyordu
Niye Âl-i Osman olur da, Âl-i Midhat olmaz? diyecek kadar işi ileri götürmüştü..
(Midhat Paşa) Dış politikadan hoşlanmadığı için meşgul olmazdı. Aklı fikri hayat boyu iktidarda kalmak, rakiplerini aşağılamak, onları iktidardan uzak kılmak, zenginleşmek gibi şeylerde idi. Bunun için de sloganı meşrutiyet ve anayasa idi.
Ancak tarih, siyaset değildir. Tarihçi, siyasi cereyanları tarafsız şekilde incelemeye alışmış adam demektir. Bu alışkanlığı edinememiş, günün modasına göre söz söyleyen yazar, tarihçi değildir.
Hazreti Ali’nin Sefillerin çocuklarına ilim öğretmeyiniz; onlar tahsil edince yüksek işler isterler; istediklerine erişince şerefli insanları alçaltmaya itina ederler. manasındaki sözünün gerçeğin ta kendisi olduğuna Avni Paşa misali kâfidir.
Devleti vuran ve ihtilali yapan adamın saltanatı ancak 16 gün sürmüştü. Halbuki Avni Paşa, 54 yaşını henüz tamamlamıştı. Kendisine biçtiği saltanat asla 16 yıldan az değildi.
Teşekkür ederim Cerrah Bey, dedi; tedavinize lüzum yoktur. Beni ya asarlar, ya kurşuna dizerler. Bu işi hemen yapacaklardır. Yaralarıma baktırmak abestir.
İşte insanı gırtlağına kadar batırarak şahsi menfaatlerine alet ederler, vatan ve millet diye kandırırlar, işlerine gelmeyen en ufak bir şey zuhur ederse bir kenara atıverirlerdi.
Resmi ölüm raporuna, daha ilân edildiği gün tek kişi inanmamıştır. Umumi kanaat, Sultan Abdülaziz Hân’ın şehid edildiği merkezinde idi.
Bizim millete yaranılmaz! Başımıza felaket getirenleri el üzerinde tutar, bize hizmet edenleri alaşağı ederiz!
Düşünülmelidir ki Sultan Abdülaziz Han’ın Türkiyesi, bugünkü Türkiye’nin -toprak bakımından- tam 15 mislidir. Demek on beşte on dördü, yabancı devletler hesabına budanabilmiştir. Bugün de birçok devlet, 800 bin kilometre kareden küçük olan Türkiye Cumhuriyeti’ni, Türkler için büyük görmektedir.
Şahsi menfaatleriniz için devletin ve milletin menfaatlerini pâymâl eylediniz (ayaklar altına aldınız). Utanmadan bu haltınız için devlet ve millet adını adını kullandınız.
Bir rütbe atlamak için din de, millet de, hakan-halife de, sevgili nefislerine kurban olsundu!
Zira politikacıların içinde haksız olduğunu itiraf eden henüz kimse çıkmamıştır!
Kibrin vakar ile alakası yoktur. Bambaşka şeylerdir.
Ama Abdülaziz Han, babası Sultan Mahmud değildi. Sultan Mahmud olsa, elinde pala, yıldırımlar yağdırırdı.
Zira layık olmadıkları mevkiye getirilenlerin, kendilerini o mevkiye yükseltenlere karşı en küçük bir iğbirarda(gücenme) nankörlük ve ihanet gösterdikleri değişmez bir kaidedir.
Osmanlı Devletinde halife olan padişahlar, ancak şeyhülislam vasıtasıyla dini işleri yönetirler, şahsen din işlerine karışmadıkları gibi, şahsen fetva da vermezler.
Şeyhulislâm Hasan Hayrullah Efendi adındaki bu kişi, menfaatlerine son derece düşkün genç bir yobazdı. Kasımpaşalı mütevazı bir ailenin çocuğu olarak 1834’te doğdu..
Zaten demokrasi 1876 yılında cihanşümül bir rejim değildi. Fransa, İngiltere, İtalya ve Birleşik Amerika’da uygulanıyor, fakat asla bu devletlerin sömürgelerine teşmil edilmiyor, yalnız anayurtlarında tatbik ediliyordu. Osmanlı İmparatorluğu’nda ise, anayurt-sömürge ayrımı yoktu. Aydın ve Ankara eyaletleri nasıl yönetiliyorsa, Yemen ve Tuna(Bulgaristan) eyaletlerinin ds statüsü aynı idi.
İkinci Mahmud.. Yeni Türkiye’nin kurucusu oldu. Harbiye’yi, Tıbbiye’yi açtı, Mühendishane’yi modernleştirdi. Avrupa tekniğine aid neyi faydalı gördüyse aldı Yalnız teknik medeniyeti Türk kültürüne dokunmadı. Kanuni Sultan Süleyman’dan, 1566’dan beri gelen padişahların en büyüğü sıfatıyla öldü
Yeryüzünde Sultan hamidin ki kadar kansız hiçbir şahsi idareyi tarih kaydetmez.
II. Abdülhamid Han, fevkalede heyette ekseriyetin değil, azınlığın fikrine uydu. Yani idam cezalarının hepsini müebbet hapse çevirdi.
Benim şahsi kanaatime göre Sultan Hamit davayı, aynı zamanda amcasının hali için açmalı idi. Zira padişahı tahttan indirmek, Tanzimat esaslarını çiğnemek, yeniçerilik devrine dönmekti.
Padişah ve Şehzade, bir Osmanoğlu tahtından indirildi veya öldürüldü yahut hakaret gördü ise, onun intikamını almak, ailenin başı olan padişaha aittir. Bunun hiçbir istisnası yoktur.
İlk Meclis-i Mebusanın feshini, II. Abdülhamit’in büyük hizmetlerinden biri şeklinde değerlendirmek lazımdır.
Meşrutiyet, 1878 Türkiyesinin gerçeklerini asla uygun değildi. Bugün nasıl Türkiye demokrasiden gayrı bir rejimle idare edilemezse, o yılların Türk imparatorluğu da demokrasi ile yönetilemezdi.
“Niye Ali Osman olurda Ali Mithat olmaz.”
Hazreti Ali’nin “Sefiller’in çocuklarına ilim öğretmeyiniz; onlar tahsil edince yüksek işler isterler; istediklerine erişince şerefli insanları alçaltmaya itina ederler” manasındaki sözünün gerçeğin ta kendisi olduğuna Avni Paşa misali kafidir.
İstisnasız herkes Çerkez Hasan’ı milli bir kahraman olarak gördü. Halk, kendi hissettiklerini eylem haline dönüştüren bu kahramanı tebcil etti. Cuntacı Nazırlar dahil herkes neşe ve sevinç içindeydi. Çünkü Avni Paşa belası artık yoktu.
Mithat Paşa, egosu ve egoistliği ile çok meşhurdur.
Din-ü devlet haini birkaç melain-i Yezid
Eylemişler Hazret-i Abdülaziz Han’ı şehit
“Beni kadınlarım ve kızlarım bitirdi.”
Bununla beraber Sultan Abdülhamit, âdeti olduğu üzere “ceza şahsidir” hukuk prensibine çok sadık kalacaktır. Mücrimleri mahvedecek, fakat çoluk çocuklarının rızkı ile oynamayacaktır. Zira halife, adil olmaya mecburdur.
Amansız Sezar’in* sahneye çıkmak üzere olduğunu, piyeste başrolü alanlardan figüranlarına kadar kimse bilmiyordu. Hepsini silip süpürecek ve sahnede tek başına kalmaya çok dikkat edecek olan Sezar hepsine “Allah’ım keşke doğmasaydık” dedirtecektir.
Yıldırım Beyazıt, düşman tarafından tahttan indirildikten sonra 7 ay 6 gün yaşamış, 1403’de eceliyle ölmüştü.
Zira ihtilallerde roller cunta tarafından tevzi edilemez. Hiçbir cunta bugüne kadar bunu başaramamıştır. Hiç beklenmedik anlarda sahneye, o piyeste rol alması akıldan geçirilmemiş şahsiyetler çıkıp başrolü oynayanları sahnenin kenarında itiverirler.
Elimizdeki vesikaların bugünkü durumuna göre Mithat Paşa’nın cinayetten haberi yoktur ve cinayeti düzenleyenler arasında değildir. O sadece sultan Azizi tahttan indirmek ve cinayetten sonra olayı örtbas etmekle suçludur.
İntihar Eden Şahıs, Her iki kolunun damarlarını kesebilir mi?
Ömer Efendi, cennet mekanın* kalbi üzerinde büyük bir mor leke olduğunu yeminle beyan etmiştir. 7 Enderun ağası bu ifadeyi desteklemişler, cesedin, sakalının sol tarafının yolunmuş ve iki dişinin de gayrı muntazam bir şekilde kırılmış olduğunu eklemişlerdir.
“Bu cenaze Ahmet ağa, Mehmet ağa değildir. Bir padişahtır; her tarafını açıp size gösteremem!”
Halkın en çok şaştığı ve teessüf ettiği husus, sarayda padişahı hakkıyla koruyacak tek tedbirli, cesur ve uyanık adamın bulunmaması idi. Öyle fırsatlar olmuştu ki tek bir cesur adamın ileri atılması darbeyi o anda akabe uğratırdı. Fakat böyle bir adam çıkmamıştı.
Darbeyi yapanlar 63 kişiden ibarettir.
Siz İngiliz ve Fransızlar, Mithat Paşayı çok tutarsınız ama, ona bile darbenin ancak bir kısmını ifşa ettim. Zira sarhoş olduğu zamanlar dilini tutamaz, her türlü sırrı ağzından kaçırır!
Darbeyi ben yaptım. Bazı arkadaşlarım benim yaptığım emri vakiden sadece istifade ettiler.
Sultan Murat darbenin bir gün önce alındığını bilmiyordu. Kendisinin Sultan Aziz tarafından tevkif edildiği zanlı ile aklı kaydı. İlerleyen zamanda iyice kaydı.
Murat Efendi ihtiyatsız ve boşboğaz, Abdülhamit Efendi ihtiyatlı ve sıkı ağızlı idi
O da ağabeyi gibi Batı Musikisini öğrenmişti ve bu Musikiyi seviyor,Türk Musikisini bilmiyordu.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir