İçeriğe geç

Bir Dağcının Güncesi Kitap Alıntıları – Nasuh Mahruki

Nasuh Mahruki kitaplarından Bir Dağcının Güncesi kitap alıntıları sizlerle…

Bir Dağcının Güncesi Kitap Alıntıları

Yeni doğan günün ilk ışıklarında,gökteki yıldızlarda,ısıtan güneşte,üşüten rüzgarda,denizin mavisinde,karın soğuğunda,ağacın yeşilinde hep ruhumu besleyen bir şeyler var.
Jean Anouilh, insanı baştan aşağı güç, güven ve yüreklilik, bir bakıma da baştan aşağı günah, şehvet ve pislik olarak tanımlamış. Bir fahişenin yatağından fırlayıp küçük bir çocuğun hayatını kurtarmak için azgın bir atın önüne atılan insan, bu ikiliğiyle mucizenin ta kendisidir.
Bizimle aynı mağarada üç Moskovalı dağcı var.Üç dört gün önce önümüzdeki sırtta bir arkadaşlarını kaybetmişler, dik bir bölümde dengesini kaybederek Pobeda’nın güney duvarından aşağıya Çin tarafına uçmuş, hepsinin morali bozuk.
Şu anda haritada bile zor bulduğum bir yerde olduğumu düşünmek çok hoş
Fikirler ancak paylaşılırlarsa yaşarlar.

İyi geceler

Her şeyin zevki bizi itmesi gereken tehlike ile artar.
Plotinus, tanrıya giden üç ana yol vardır demiş; sanat, sevgi, felsefe. Sanatçı, doğanın duyularla algılanan güzelliğinde, seven insan ruhundaki ve bedenindeki görülebilir güzellikte, filozof ise doğal olarak sahip olduğu düşünme yeteceğiyle gerçekleri görebilmesiyle tanrıya ulaşır.
her insani doğruyu bulabilecek, iyi davranışı seçebilecek kapasiteye sahiptir. Benim kabul edemediğim de, işte bu zeka ve seçme özgürlüğüne rağmen, kişisel çıkarlar uğruna kasıtlı olarak yapılan insan onuruna sığmayan davranışlar.
Özgürlüğün en iyi yanı doğal olması ve doğallığıyla, sorumluluğu da beraberinde getirmesi.
Bilginin cesaret, cehaletin ise cüret verdiğini bilirim
Doğa sporlarıyla uğraşmamın en büyük sebebi de bu; her tırmandığım yeni dağda her girdiğim yeni mağarada, her gördüğüm değişik çiçekte, kuşta, böcekte benim ruhumu besleyen bir şey var.
Zorba’dan beş yüzyıl önce, Erasmus da mutluluğa ulaşması için kişinin deli olması gerektiğini söylemiş.
Kim bilir belki de bu dünya için delilik gerekli.
Doğayla savaşılmaz onunla ancak bir uyum yakalanabilir.
Dağlar yalnızca kendilerini küçümseyenlere ya da abartanlara kötü yüzlerini gösterirler, haklarını verene onlar da haklarını verirler.
İnsan yaşlandığında —eniştem buna yaşlanmıyorsunuz, yıllanıyorsunuz diyor— yıllandığında anlatacak çok şeye sahip olmalı, bunun için de dolu dolu yaşamalı, zaman o kadar hızlı akıyor ki ne zaman üniversiteye girdim de ne zaman bitirdim hâlâ şaşırıyorum; her ânın tadını çıkarmaya çalışmalı. Kleinbaum’un Ölü Ozanlar Derneği adlı eserinde Carpe diem sözleriyle ifade ettiği gibi, günü yakalamalı, yaşamın özsuyunu içmeli
Pobeda, benim mücadelem seninle değil, senin kayanla, buzunla, karınla, soğuğunla değil, benim mücadelem kendimle, bırak senin üzerinde kendimle yarışayım, kimbilir belki kendimi bir kez daha geçerim
Hep merak etmişimdir, nedir bu bazı insanları dayanılmaz bir şekilde kendine çeken çağrı; kimini yollara, kimini denizlere, kimini dağlara götüren çağrı. Neden ve nasıl bazılarını her yerden, her şeyden kopartır da çoğu insan tarafından hissedilmez, anlaşılmaz bile. Sanırım bazı ruhlarda bu dünyaya karşı çok büyük bir açlık var
Bu dünyada iz bırakanların çoğu uslu uslu oturmayan, akıllı uslu öğütleri dinlemeyen ve kendi kararlarını kendisi verip , kendi yolunu çizenler , gemilerini yakmaktan korkmayanlardır.
O da bunun farkında ama sevgisi ağır bastığı için idare edebiliyor
Onu tamamen kaybetmek bu çok büyük bir bedel ve göze alamıyorum
Var olmak için yalnızca düşünmek yeterli değil, yapmak da gerekli.
Bugüne dek yaptığım bazı şeyler için pişman oldum, ama yapmadığım her şey için pişmanım
Yaşam, büyük ve güvenli gemilerle sakin bir gezi mi, yoksa kendi teknenizle soluk soluğa bir yolculuk mu olmalı, bunun seçimi size kalmış.
zaman o kadar hızlı akıyor ki -ne zaman üniversiteye girdim de ne zaman bitirdim hâlâ şaşırıyorum-
Fikirler ancak paylaşılırlarsa yaşarlar.
Ama onu tamamen kaybetmek; çok büyük bir bedel ve göze alamıyorum.
doğayla savaşılmaz, onunla ancak bir uyum yakalanabilir, sizi sadece seyreden bir şeyle nasıl savaşabilirsiniz ki? savaş kişinin kendi içinde, ruhunda, bedenindedir.
Dağcı, bir zirveye ulaştığında kimseden tebrik almayı, övgü duymayı beklemez. Önce sağ salim aşağı inmelidir. O, kendi özbenliğine ispat etmiştir kendisini, onun mutluluğu kendisinin daha iyisini yaptığını görmektir. O, bir gün önceki kendisini aşmıştır ve kendine saygı duyma, takdir etme eylemi diğer bütün insanların övgülerinin üzerindedir.
Allah’a şükür her şey hayırlısıyla bitiyor ve iki yıl süren arayışım sona eriyor. Mevlana’nın Kişinin değeri nedir? sorusuna verdiği Aradığı şeydir, cevabı geliyor aklıma. Aslında iki yaz önce Khan Tengri’nin eteklerinde yarı donmuş parmaklarımla bitkin bir halde otururken, Kar Leoparı’nı bulacağıma dair kendime söz verdiğim gün yarı yarıya yaklaşmıştım bu güzel yaratığa.
Ben gezginim ve dağa tırmananım diyordu gönlüne, ovaları sevmem, anlaşılan uzun süre sessiz de oturamam. Başıma yazgı ve yaşantı olarak ne gelirse gelsin, bir gezinme, bir dağa tırmanma vardır onda; kişi sonunda ancak kendini yaşar.

Nietzsche

Bize zevk veren, yemeklerin bolluğu değil lezzetidir, yaşamın da uzunluğu değil güzelliğidir.

Epikuros

Birbirimize şans dileyerek tırmanışa gittiğimiz Nikolay ve iki İspanyol’un başı dertteymiş. Daha sonra detaylı bilgiyi alıyorum; İspanyollardan biri, Ignio, 6600 metrede son kampta hastalanmış, zorlu rota ve kötü hava yüzünden onu aşağıya indirememişler. Nikolay ve öbür İspanyol bizden iki gün sonra bitkin bir halde Ana Kampa indiler. Yukarıdaki İspanyol dağcıda muhtemelen akciğer ve beyin ödemleri peş peşe gelişerek onu tamamen güçsüz bırakmış. Onu o rotadan sağ indirmek için hemen oksijen ulaştırmak gerekiyor, ancak dört gün boyunca onun yanına ulaşmaya çalışan on beş kişilik kurtarma ekipleri kötü hava yüzünden birer birer geri dönüyor. Beşinci günün sonunda hayatından ümit kesiliyor ve bir haftadır buradaki bütün kamplarda süren telaş sona eriyor, arkadaşları da durumu kabullenmiş durumdalar, artık bir an önce buradan gitmek istiyorlar.
Yaklaşık 6500 metrede kim bilir ne zaman ölmüş bir dağcının çadıra sarılı cesedinin yanından geçiyoruz. Bu dağda ceset taşımak çok zor olduğu için bütün ölen dağcıları olduğu yerde bırakıyorlar.
Böylece saat 10.30 gibi toplanıp inişe geçiyoruz. Rotada müthiş kar birikmiş, inişte yer yer belimize kadar gelen karla boğuşmak zorunda kalıyoruz. Çığ tehlikesi çok yüksek, bir an önce aşağıya inmek istiyoruz, ancak daha Batı Pobeda’dan 100-150 m inmeden altımızdaki kar yarılıyor ve 40-50 cm aşağıya kayıyor. Hepimiz birbirimize bağlı olduğumuz halde Gena öbür tarafta, dördümüz üst tarafta kalıyoruz. Çok kötü bir an, bir daha asla yaşamak istemediğim bir an, üç-dört dakika hiç hareket etmiyoruz, çok kabuk bir karar verip uygulamamız lazım, altımızdaki 300 metrelik tepedeki binlerce ton kar aşağıya inmek üzere ve böyle bir çığın sonucunda değil sağ kurtulmamız, bizi bulmaları bile mümkün değil. Şiddetli rüzgâr altında ne yapmamız gerektiğini konuşuyoruz, bu hareketsiz beklemede ayak parmaklarımın yavaş yavaş uyuştuğunu hissediyorum. Ancak en son düşündüğüm şey onlar, önce buradan kurtulmalıyız. Sonunda geriye dönmeye karar veriyoruz, son derece dikkatli, inişteki izlerimizi hiç bozmadan bu yükseklik için müthiş bir hızla önümüzdeki dik tepeyi geriye tırmanıyoruz. Hepimizin ayak parmakları donmak üzere, geçen yıl Khan Tengri’de yaşadıklarımı bir daha yaşamak istemiyorum, bütün gücümle tırmanıyorum. Sergey benden daha kötü durumda olacak ki biraz yükseldikten sonra ipten çıkıyor ve karda 50-60 santimetrelik bir yer kazıp içine giriyor ve parmaklarını kurtarmaya çalışıyor. Ben kar mağarasına kilitlenmiş durumdayım, tepeye vardığımda kalbim çılgın gibi atıyor, üç-dört dakika deli gibi nefes alıp veriyorum, sonra kendime geliyorum ve hemen sırt boyunca yürüyüp kar mağarasına varıyorum. Rüzgâr kar mağarasının ağzını tamamen karla kapatmış, ancak onu açmaya uğraşacak durumda değilim. Sürünerek içeri giriyorum, hemen matımı serip oturuyorum ve iki Trental yutuyorum. Geçen yıl bu ilaçlar sayesinde çok daha kötü bir sonuçtan kurtulmuştum. Tam kırk beş dakika parmaklarıma masaj yapıp hareket ettiriyorum, neden sonra normale dönüyorlar. Daha sonra iyice sarıp sarmalayıp bir saat kadar dinleniyorum. Bu arada diğerleri de kar mağarasına geliyorlar, hepimiz rüzgârın biraz azalmasını bekliyoruz.
Kemancı çalar,
Kimse dinlemese bile
Kemancı yine de çalar.
Ey Tanrı, beni ister kurtar ister mahvet, ben dümenimi kırmadan dosdoğru gideceğim.
Ne bir söz, ne düşünce, yalnız bitmeyen bir düş
ve yüreğimde sevgi; büyük, sonsuz, umutlu,
çekip gideceğim, çingene gibi, başıboş,
doğada, bir kadınla birlikte gibi mutlu.

Arthur Rimbaud

Bu günlüğün üzerinden iki yıl geçti, o dönemde çevremde olan insanlardan bazılarıyla her nasılsa yollarımız ayrıldı, hayatıma yeni insanlar girdi. Şimdi daha iyi anlıyorum ki her şeyin başı insan, her şeyin sonu insan. Yoluna girilen amaç ne kadar soylu olursa olsun, yol arkadaşı doğru insan olmazsa, ulaşılan mutluluk ve başarı hep eksik kalır. Arayışın sebebi de, yolu da, sonucu da doğru insandan geçerse ve kişi aynı dili konuşabildiği, kendisini tam olarak ifade edebildiği ve karşısındakinin bunu tam olarak anlayabildiği bir dostla, bir sevgiliyle — idealde Richard Bach’ın özeşiyle— paylaşırsa, bu yaşamı çok daha mutlu ve tamamlanmış olarak yaşayabileceğini düşünüyorum. Yanlış insanlar çok şey kaybettirebiliyor kişiye.

Bir filozof şöyle demiş: Doğa dostluğu ve sevgiyi, erdemin yardımcısı olsun diye vermiştir. Erdem tek başına en üstün iyiye erişemediğine göre oraya başkasıyla birleşip ortak olarak varsın.

Pek çokları mutluluğu insandan daha yüksekte ararlar, bazıları da daha alçakta, oysa mutluluk insanın boyu hizasındadır.

Konfüçyüs

Gitme zamanı geldiğinde seyyahın artık duramayacağını bilen Tagore, onu yalnızca gözyaşları ve türküleriyle durdurmaya çalışır. Ancak o da bilmektedir ki seyyah gitmelidir, kapısı açık, atı da eyerlenmiş onu beklemektedir.

Bazı insanlar için mutluluğa ulaşmanın yolları çok daha zorlu, sarp ve çetin görülse de onlar için doğal olan budur. Bazı ruhların tutkularının sınırları, bizim ölçülerimizin çok ötesinde

Yine de bu dünyada iz bırakan insanların çoğu uslu uslu oturmayan, akıllı-uslu öğütleri dinlemeyen ve kendi kararlarını kendisi verip kendi yolunu çizenler, geilerini yakmaktan korkmayanlardır.

Yaşam, büyük ve güvenli gemilerle sakin bir gezi mi, yoksa kendi teknenizle soluk soluğa bir yolculuk mu olmalı, bunun seçimi size kalmış

Nereye bu yolculuk peki?
Evimize, hep evimize.
İnatçı insan sonunda yalnızca kendisine zarar verebilir, ancak işin içine hırs girerse o zaman her şey değişir, hırslı insan başkalarını da zarara sürükleyebilir.

Bilginin cesaret, cehaletin ise cüret verdiğini bilirim ve benim cesaretim, kendimive doğayı iyi tanımamdan, sınırlarımı iyi bilmemden ve Allah’ın, doğru olduğuna inandığı şeyleri yaparken insanları yalnız bırakmayacağına duyduğum sonsuz güvenden kaynaklanıyor.

Bugün yürürken bir ara, on dakika kadar, içimi müthiş bir coşku kapladı. Kendi kendime konuştum, güldüm, Allah’la konuştum, ona defalarca teşekkür ettim ve bana yardım etmesini istedim. Yaşamayı seviyorum, seni seviyorum Allahım diye bağırmak geldi içimden, ama yanımdakileri şaşırtmamak için kendimi frenlemek zorunda kaldım.
Stoacı Epiktetos, insanın tamamıyla farklı iki doğadan oluştuğunu söyler: Hayvanlarla ortak olarak sahip olduğu bir beden ve tanrılarla ortak olarak sahip olduğu bir ruhtan oluşur.

Jean Anouilh, insanı baştan aşağı güç, güven ve yüreklilik, bir bakıma da baştan aşağı günah, şehvet ve pislik olarak tanımlamış. Bir fahişenin yatağından fırlayıp küçük bir çocuğun hayatını kurtarmak için azgın bir atın önüne atılan insan, bu ikiliğiyle mucizenin ta kendisidir.

Bundan beş bin yıl önce Mısır’da yaşayan ermiş Hermes ise İnsanlar ölümlü tanrılar, tanrılar ölümsüz insanlardır, demiş. Buna göre, insanca ölümlü olmak da, tanrıca ölümsüz olmak da elimizdedir.

O kadar güzelsin ki, geçme dur deyip, hiç bitmesini istemediğim o kadar çok an var ki, bunlara doğalıkla sahip olabildiğim için kendimi çok şanslı görüyorum.
Allah’a inanıyorum, çünkü bugüne dek ne zaman ihtiyacım olsa hep yanımda oldu ve iki defa açıkça bunu hissettim. Birincisi üç yıl önce Kaçkar tırmanışında; ikincisi, sanırım bir yıl oldu, Erciyes tırmanışında; ikisinde de gruptan önde yalnız başıma tırmanıyordum ve bir an, bir süre Allah’ın benimle ilgilendiğini, gözlerinin o an üzerimde olduğunu, beni koruduğunu, beni desteklediğini hissettim. Doğada genellikle coşkuyu yaşarım, bu iki olayda daha güçlü, daha yoğun, daha süzme, daha serin bir coşku vardı. Ben çağırmadan geldi ve ben yollamadan gitti. Yalnızca sarhoşluk-dalgınlık arası bir gevşeklikle ama tırmanışın, bastığım-tuttuğum kayanın, güneşin ve rüzgârın farkında, sonsuz bir güvenlik içinde bu duyguyu yaşayarak tırmanışa devam ettim. Bu iki olay hayatım boyunca mutluluğa en çok yaklaştığım anlardı. Kaçkar tırmanışından sonra her faaliyete acaba bu sefer yine olacak mı umuduyla gittim, ancak aynı şeyi bir daha yaşayabilmek için iki yıl beklemem gerekti, son bir yıldır da bir daha olmadı.
Allah’a inanıyorum, ama ona din kitaplarında yazıldığı gibi korkuyla değil de sevgiyle yaklaşıyorum. Ondan korkmamı gerektirecek bir sebep olduğuna inanmıyorum, sonuçta ondan gelecek her şeyi iyi kötü kabul etmek zorundayım. Allah’tan korkmuyorum, çünkü bana vereceği her şeyi hak ettiğim için vereceğine inanıyorum ve ben yaptıklarımın sonuçlarına katlanmayı bilirim. Allah’ı seviyorum, çünkü bana verdiği şeylerle mutlu olabiliyorum, sağlıklı bir beden ve akıl, imkânlar, dostlarım ve her şey.
Bilinçli bir doğa sporcusu, doğada girdiği bu mücadelede, mücadele ettiğinin doğa değil de kendisi olduğunu bilir. Doğayla savaşılmaz, onunla ancak bir uyum yakalanabilir, sizi sadece seyreden bir şeyle nasıl savaşabilirsiniz ki? Savaş kişinin kendi içinde, ruhunda, bedenindedir. Çünkü dağcının -kişinin- yenmesi gereken kendisidir. Dağcı- her zirveye ulaştığında kendini aşmış, geliştirmiş lur, bu gelişim sürecinde bir de dost kazanmıştır; o dağ.
Maslow’un ihtiyaç hiyerarşisinde de, açlık-susuzluk-cinsellik (temel güdüler) ve güvenlik-barınma-sevgi-ait olma ve öz-beğeninin (yüksek güdüler) üstünde self-actualization —kendini gerçekleştirme— yer alır. Eksiklikten doğan tüm gereksinimler doyurulduğunda davranış artık güdülmez, algı ve kavrama çarpılmaz, kişi sahip olduğu en yüksek potansiyeli harekete geçirir, bu kendini gerçekleştirmedir.
Belki size bir, üç, beş, ondan sonra zirvelere çıkmanın bir anlamı kalmazmış gibi gelebilir, ama işin aslı öyle değil, doğa sporlarının farkı da burada. Örneğin dağcılık, izleyicisi olmayan bir spordur. Dağcı, bir zirveye ulaştığında kimseden tebrik almayı, övgü duymayı beklemez — önce sağ salim aşağıya inmelidir. O kendi öz-benliğine ispat etmiştir kendisini; onun mutluluğu, kendisinin daha iyisini yaptığını, başardığını görmektir. O, bir gün önceki kendisini aşmıştır ve bu kendine saygı duyma, takdir etme eylemi diğer bütün insanların övgülerinin ve takdirlerinin üzerindedir.
Öbür dünyada —bunun yerine bu yaşamdan sonraki yaşamda demek daha doğru olacak— mutlu olmak için bu dünyada acı çekmenin, çileciliğin ya da bu dünyanın zevklerinden kendimizi mahrum etmenin gerekliliğine inanmıyorum. Buda’nın istememeyi öğrenmek konusunda söylediklerini de ancak bir yere kadar kabul ediyorum; doğallığımı bozmadan, içimde bir çatışmaya yol açmadan, kendimi mutsuz etmeden isteklerimin azaltılabileceğine katılıyorum. Nereye kadar istemeli ya da nereden sonrasını istememeli konusu çok kritik ve esnek bir konu, ama kişinin doğal eğilimleri ve istekleri, sağduyudan gelen bir ölçü, tecrübe ve bilgiyle süzülerek sanırım ileriye yönelik bir iyileştirme yapılabilir. Zaten doğal olarak yaşanan da bu.
Dostlarımın —hatta sevgililerimin— herhangi bir konuda benden daha iyi, daha üstün olmalarını istemişimdir hep ki onlara bakıp kendimi geliştireyim.
Dostlarımı büyük bir titizlikle seçerim ve uzun zamandır dostlarımda aradığım özellikler, iyiliğin, dürüstlüğün çok ötesinde. İnsan zaten iyi, dürüst, açık olmak zorunda; bunlar birer meziyet değil, insan olmanın gereklerindendir. Benim aradığım insanlar ise daha üstün yeteneklere sahip olanlar, ne istediğini bilenler, kendilerini tanıyanlar, kendi yeteneklerinin ve isteklerinin farkında olup yollarını buna göre çizenler, hep daha iyiyi, daha mükemmeli arayanlar. Bu tür insanlara her zaman büyük saygı duymuşumdur.
İnsanları, doğruya ulaşabilecek yetenekte olmalarına rağmen, kendi çıkarları uğruna bu yeteneklerini kullanmamalarından ya da kötüye kullanmalarından dolayı sevemiyorum.
Ben sadece incelemekle görevimi yerine getireceğim. Doğa, sırası gelince, gerçeği açıklayacak olan adamı da ortaya çıkaracaktır.

Kant

Her insan kendine has bir ruhtur, bu ruhun yaşamının kendine ait tecrübeleri, acıları, mutlulukları, başarıları, sorunları vardır. Bazı gelişmiş ruhlar arayış içindedirler ve yaşamlarındaki tecrübelerinden sürekli bir sonuç çıkarmaya çalışırlar; hep daha iyiyi, daha mükemmeli ararlar. Mutasavvıflar, dünya hayatını gerçeğe-Allah’a ulaşmak için yapılan bir ruh yolculuğu olarak görürler, bu yol da kişinin kendini tanımasından geçer. Aynı şekilde Zen Budizmi de kişinin gerçeğe ulaşması için kendini tanıması gerektiğini salık verir, çünkü gerçek, kişinin kendi içindedir, öğretilemez ve anlatılamaz, ortak bir yolu yoktur. Buna göre herkes kendini dinlemeli ve kendi yolunu kendi içinde bulmalıdır.

Allah’ı ararsan gönlünde ara
Mekke’de, Kudüs’te, Hac’da değildir.

Hacı Bektaş Veli

Her insan yaşamı boyunca yaptığı bütün iyi, kötü, güzel, çirkin, erdemli, erdemsiz davranışlarının toplamının ürünüdür. Bir tek hatasını ya da iyi davranışını yapmamış olsaydı artık o insan değil, başka bir insan olurdu.
Ve görevini (Svadharma) yerine getir, alçakgönüllü olsa da, büyük olmasa da, başka birininki olmasındansa, kişinin kendi görevinde ölmesi yaşamdır, başkasınınkinde yaşamak ölümdür.
Erdem kavramı yaklaşık son altı aya kadar benim için ulaşılabilecek en üst noktaydı, ancak son aylarda erdemin de üstünde olması muhtemel yeni bir düşünce şekillenmeye başladı zihnimde: misyon düşüncesi. Buna göre yaşamda herkesin kendi çapında, kendi potansiyeline uygun insanlığa karşı bir misyonu ya da misyonları var ve bizim yapmamız gereken şey, bir an önce bu misyonun ne olduğunu bulup onu gerçekleştirmeye çalışmak.

Hint felsefesinde buna benzer bir düşünce bulmuştum, Dharma düşüncesi: Dharma (yasa), ideal adaletin gerçekleşmiş halidir. Kendi doğruluk yolunda ilerleyen her olay, her varlık, kozmosun düzenine katkıda bulunur.

Islak-karlı ve gevşek kayalardan inmek zor oluyor. Birisi, emniyetli inmemize rağmen düştü ve 8-10 m sonra ipin boşluğu alınınca durabildi. Allahtan başında kaskı ve sırtında çantası vardı. Takla atarak düşerken kayalara onlarla çarpınca pek bir şey olmadı, biraz korktu o kadar. İpte o kadar boşluk olmasaydı, çok daha az bir tehlikeyle atlatırdı, ama bu Ruslar ipte çok boşluk bırakıyorlar, zaten emniyet sistemleri de bence pek güvenli değil.
Gelen altı dağcı ve buradaki diğer grubun sporcuları, bütün grup geleneksel karşılama törenlerini yaptılar; altı dağcı daha çantalarını bile indirmeden kampın ortasında yan yana dizildiler, karşılarına da kamptaki diğer dağcılar dizildi. İkisi de sıralarının başında olmak üzere, tırmanışı yapan grubun lideri, kampın liderine tırmanışın başarılı geçtiğini rapor etti. Kamp lideri de kamptakilere üç defa Spor başarınıza tebrikler gibi bir sözü yüksek sesle söyletti. Altı dağcı da liderlerinin eşliğinde bir defa Kampa merhaba! diye bağırdılar. Sonra hepsi birbirleriyle el sıkıştı ve kişisel tebriklerini sundular.
Akşamüstü atları ziyarete gittim, kırk kadar at bir düzlükte toplanmıştı. Benden pek rahatsız olmadılar, yakınlarına bir yere sessizce uzanıp onları seyrettim, fotoğraflarını çektim. 210 mm bu sefer işe yaradı. Atların doğal vahşiliği ve özgürlüğünden etkilendim ve onları seyretmekten çok zevk aldım.
Soluk soluğa yaşadı kentleri, aşkları
Bağlanacak kadar kalmadı hiçbirinde
Pervasız bir acemi, bir çılgın
Soyu tükenen bir bilgeydi belki

Ahmet Telli, Soluk Soluğa

Kim bilir belki de bu dünya için delilik gerekli. Yine de özgürlük ve mutluluk için ağır bir bedel değil; insan zamanı geldiğinde iplerini kopartmaktan korkmamalı.
Ben sizleri dostlarım her zaman sevdim
yanınızda olmasam da
katılmasam da sazlı sözlü günlerinize
katmasam da kahkahamı kahkahanıza
hep sizlerle başladı sabahlarım
ben sizleri dostlarım
her zaman sevdim

Hasan Hüseyin

Yalnızlık konusunda bir şey daha fark ettim; yalnızlığın en iyi ilacı, insanın yanında sevdiklerine ait bir şeylerin olması; Tunç’un sırt çantası, batonları ve daha bir sürü şeyi, Ahmet’in verdiği fular, Hakan’ın gözlüğü, D.’nin bu defterdeki üç-dört satırlık yazısı, DOST’un emniyet kemeri, çadırı, yanımdaki fotoğraflar hep bana onları hatırlatıyor ve desteklerini hissettiriyor.
İyi sandığımız işleri yaparken gösterdiğimiz kararlılık.
Yalnızlıkla ilgili düşündüklerim aklıma, Yalnızlığı sevmeyen özgürlüğü de sevmez diyen ve yalnızlığın, mutluluğun ve ruh dinginliğinin kaynaklarından biri olduğunu düşünen kötümser filozof Schopenhauer’i getirdi. İnsanları toplumcul kılan şeyin, yalnızlık içinde kendilerine katlanma yeteneklerinin olmamasına, bunun da içsel boşluklarından kaynaklandığına inanan Schopenhauer toplumculuğa da yan yana duran insanların birbirlerini tinsel olarak ısıtması diye bakmış ve zeki insanların —kendinde çok şeye sahip olan insanların— dışarıdan o denli az şeye ihtiyaç duyacaklarını, bu yüzden yalnızlığı seçeceklerini söylemiş ve yalnızlığı olağanüstü kafaların yazgısı olarak görmüş.
Şu bir hafta içinde şunu öğrendim ki, insan yalnızlığını sadece dostlarıyla, sevdikleriyle ve değer verdikleriyle paylaşabilir ve artık yalnız olmaz. Şu anda etrafta birçok insan var, onlarla beraber yemek yiyorum, uyuyorum, dağlara tırmanıyorum, riske giriyorum, ancak gene de kendimi bu gruba dahil hissedemiyorum. Bunun sebebi belki de buraya bir amaç için bir buçuk-iki aylığına gelmiş olmam ve sonra herkesin tekrar eski olağan hayatına dönecek olması. Belki de aynı dili konuşamadığımız için pek çok şeyin dışında kalıyor olmam. Belki de Türkiye’deki dostlarımı özledim, belki de, belki de, belki de Şimdilik bilemiyorum.
Dağlara tırmanan atlar gibi
Soluk soluğa yaşamak istedi dünyayı
Bir şahan gibi bulutlara kurdu
Dumanlı sevdaların yörük çadırını

Ahmet Telli, Soluk Soluğa

Önce gerçekten ne istediğimizi bulmalı (Buda buna doğru amaçlar diyor) —çünkü sınırlı zamana karşı dünyada istenebilecek ve yaşanabilecek sınırsız güzellik var— ve onlara ulaşmak için çaba (doğru çaba) göstermeliyiz.
İnsan yaşlandığında —eniştem buna yaşlanmıyorsunuz, yıllanıyorsunuz diyor— yıllandığında anlatacak çok şeye sahip olmalı, bunun için de dolu dolu yaşamalı, zaman o kadar hızlı akıyor ki ne zaman üniversiteye girdim de ne zaman bitirdim hâlâ şaşırıyorum; her ânın tadını çıkarmaya çalışmalı. Kleinbaum’un Ölü Ozanlar Derneği adlı eserinde Carpe diem sözleriyle ifade ettiği gibi, günü yakalamalı, yaşamın özsuyunu içmeli
Kişilik olarak oldukça mükemmeliyetçi sayılırım, bu yüzden bugün yaptığım, düşündüğüm, yazdığım bir şeyi daha sonra tekrar gözden geçirince yetersiz kalma fikri hoşuma gitmiyor — zihinsel gelişimin kaçınılmaz ve çok iyi bir sonucu olmasına rağmen. Bu yüzden hep daha çok bileyim, göreyim, okuyayım, yaşayayım diye diye bir türlü kalemi elime alacak cesareti bulamadım. Ahmet ve Hakan’ın beni bu konuda o kadar desteklemesine rağmen bir türlü kendimi hazır hissedemedim — sanırım evlilik kararı vermek gibi bir şey; insan kendini hiçbir zaman hazır hissetmez, ancak sahip olduğu güzellikleri kaybetmemek için bir yerden başlamak zorundadır.
Jönye, Leningrad Üniversitesi Ekonomi Bölümü’nde matematik hocası ve 3000 ruble alıyormuş (22 dolar gibi bir para). Bir otobüs şoförü 7000 ruble, madenciler ise 15.000 ruble alıyorlarmış.

Şimdilik 30 dolar bozdurdum, ama harcayacak pek yer yok. Yemek işi de genellikle 30-40 rubleye halloluyor.

Her tarafta, evlerini satmak isteyen Rusların ilanları var. Bu devletler bağımsızlıklarını ilan edince onlar da artık yabancı gibi olmuşlar ve bundan hiç hoşlanmıyorlar. Çoğu Rusya’ya gitmek istiyor, ancak para problemleri yüzünden pek kolay olmuyor.

Kırgızlar toprağa, tarıma bağlı insanlar; madenlerde ise Ruslar çalışıyor.

Pobeda’dan da 7000 civarında dönmek zorunda kalmış. Çünkü başka gruptan akciğer ve beyin ödemine yakalanan genç bir dağcıyı indirmişler. Son derece kötü bir havada yirmi beş kişi çalışmışlar, ancak Ana Kampa dağcının cesedini getirebilmişler ve sonra da hiçbirinde tırmanışa devam edecek hal kalmamış.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir