İçeriğe geç

Bir Avuç Saçma Kitap Alıntıları – Refik Halid Karay

Refik Halid Karay kitaplarından Bir Avuç Saçma kitap alıntıları sizlerle…

Bir Avuç Saçma Kitap Alıntıları

Fazla nezaket kabalıktan çirkindir.
Bir gün İstanbul’a gelmiş ve İstanbullulaşmış olan akrabasını ziyarete gitmiş; galiba bir bayram vaya kandil imiş. Sormuşlar:
Direklerarasında çok adam var mıydı?
Taşralı nezaket göstermenin tam sırası geldiğine hükmetmiş ve ağzını yaya büze demiş ki:
Pek galebelikti, efendim!
Gülmekten katılmışlar. Zira İstanbul’ da galebelik, kalabalık suretinde okunur ve söylenir. Kalabalığa ‘galebelik’ demek kabalık olur. Canım ‘salı’ da elifi ve yayı uzatmak ve ‘hafta’ telaffuz ettiğimizi de ‘hefte’ yapmak, çarşambayı ‘çıharşanbe’ okumak kadar acayip görünür. Bazı kelimelerin güzelliği, spor ayakkabısı kabalığındadır. Zinciri yakaya ilişik, altın çerçeveli, nazik eski gözlüklere bakınız. Bir de bağa taklidi, kulaktan atma yeniklerine, kabalarına Elbette bunları beğenirsiniz. Fazla nezaket kabalıktan çirkindir.
Keder kendi hususi, mahrem malımızdır, ırzımızdır; onu başkalarına çıkarmamalıyız. Neşemiz ise umuma aittir, herkes görebilir. Belki neşenin fazlası da başkaları için çekilmez bir şeydir; fakat bir kere de gamın fazlasıyla kıyas edelim: Neşesinden çılgına dönüp şakır şakır oynayan birini herhalde kederinden deli olup saçını başını yolan birine tercih ederiz.
İnsan, adetlerini bilmediği memleketlerde kadından biraz yüz gördü mü, kendi lehine acayip acayip, hoş hoş şeylere hükmeder.
Köpük faydalı bir şey olurdu, su gibi hoş olan bir çıplaklığı değil, bir çirkinliği örtseydi
Ağırbaşlı su, köpüklenince hoppalaşır ve bayağılaşır. Bir çağlayanın kolları bana, kafe şantanda caz davuluna uyarak çılgınca numaralar yapan ak eteklikli oyuncu kızları hatırlatır. Bunaltıcı bir gürültü içinde yalancı bir keyif!
Teessüf olunur ki insanların çoğu, sohbetlerinden karşısındakinin zevk almadığını anlamak idrakini gösteremez; kısa kesmek veya susmak zamanının geldiğini bilemez. İnsanlık akıl, izan, idrak hususunda hakikaten yaradılmışların en şereflisi sayılabilirdi Şayet dili ile konuşup anlaşmak yerine gözle her şeyi anlasa ve anlatabilse idi!
Okullarda her şeyi öğretirler, mesela kelebeğin nasıl koza ördüğünden, maden kömürünün nasıl vücuda geldiğine kadar Fakat hayat için daha önemli olan bir mesele ders programlarına dahil değildir: Konuşmak usulü!
Kimisi olgununu, kimisi hamını, kimisi çürüğünü veya kurusunu, kimisi çiğ veya pişkinini sever, nedir o bil?
‘Kadın.’
Acı ruha işledikçe, zekâ filiz verir ve kök salar.
Keder verici hadiseler içinde bir kaçamak yolu bulup sıyrılmak İşte nikbinlik felsefesinin düsturu budur!
Nikbinlik bir milletin yaşama ve dayanma kuvvetini arttırır.
Dünya sefil ise, bize yüz çeviriyorsa ondan alınacak intikam yolumuz şudur: O dünya ile iktifa ederek mümkün olan zevkinden hissemizi koparmak!
Yani sözün filozofçası oportünist olmak. Oportünist ve neşeli olalım.
Sanatın en yüksek tecelliyatı, edebiyat, musiki ve resim ıstırap toprağında yetişen kudsî fidanın nazenin çiçekleridir. Gerek boya, gerek mermer, gerek ses şekline girsin, şiir acının nurudur. Elem yaprağında biriken çiy, ıstırap sedefinde donan incidir. Elmas gibi, büyük bir yangının, yürek ateşinin bir karbonudur.
İnsan en fazla tahassüs eden mahluktur, en fazla elem duyan Elem dehayı doğurur. Istıraptaki lezzeti duyabilenler harikalar yaratmışlardır. Acı ruha işledikçe, zekâ filiz verir ve kök salar.
Bilirsiniz ki ıstırap yüksek mahluklara has bir imtiyazdır. Teşekkülatı tekemmül ettiği derecede bir mahlukun ıstırabı artar. Denizdeki yarı nebat süngerden tutunuz da beniâdeme kadar- her canlı, hatta cansız- ıstırap duyar, lakin ne azim farklarla
Ay ışığını, yani mehtabı en çok sevenlere bakınız: Âşıklar, şairler ve kadınlar Yani hastalar!
Evet arkadaş, el verme, elimi tutma, elimi sıkma!
Zira demin, sen bu elinle kulağını kaşımış, burnunu silmiş, terini kurulamıştın. Gördüklerim bunlar Görmediklerimi hele bir hatırla!
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Arkadaş, el verme!
Lakin bazı ellere hürmet et Rafael’in fırçasını, Rodin’in çekicini, Dante’nin kalemini tutan eller, sanatkâr elleri, hürmete layıktır. Eller vardır ki gönül yapar, eller vardır ki dağı bağa çevirir, cana can katar, derde deva, aça gıda olur.
adam feryadı bile şimdi taş kalbimize tesir etmemeye başladı
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Acı ruha işledikçe, zekâ filiz verir ve kök salar.
Her şeyi bilip söyleyememek? Ne güç, ne azaplı bir iş!
Tramvayda, kahvede veya misafirlikte dinleyip tetkik ediniz: Ekseriya konuşmak bilen pek az, konuşulan şey de pek lüzumsuzdur
Hülasa dünyada konuşabilen bir nevi mahluk vardır: İnsan Onun da binde biri bunu beceremez.
Sanatın en yüksek tecelliyatı, edebiyat, musiki ve resim ıstırap toprağında yetişen kudsî fidanın nazenin çiçekleridir.
Ay ışığını, yani mehtabı en çok sevenlere bakınız : Âşıklar, şairler ve kadınlar Yani hastalar!
Ay, mütemadiyen güneşten borç alan bir müflistir. Bir gün borcunu ödemeden büsbütün batacak!
Kurbağa sesinin alafranga konserinden mahrum kalmış bir bahar eksik bir bahardır. Nitekim ağustos böceklerinin alaturka saz faslı karışmayan yaz da, öyle noksandır. Birinde su, ikincisinde ağaç yok demektir. O halde bir çöl baharı, bir çöl yazı içindesinizdir.
Ağladığınız ölü, sizin ömrünüzdür!
Kadın var kardan soğuk, kadın var kordan sıcak Kadının muhabbette ortası yoktur. Severse baldan tatlıdır, sevmezse zakkumdan acı!
Keder kendi hususi, mahrem malımızdır, ırzımızdır; onu başkalarına çıkarmamalıyız. Neşemiz ise umuma aittir, herkes görebilir. Belki neşenin fazlası da başkaları için çekilmez bir şeydir; fakat bir kere de gamın fazlasıyla kıyas edelim: Neşesinden çılgına dönüp şakır şakır oynayan birini herhalde kederinden deli olup saçını başını yolan birine tercih ederiz.
Hem kederimizden bahis neye yarar? İnsanların, farkında olmayarak, en sahte oldukları zaman kederimizi dinledikleri zamandır. Birine gamınızı söyleyiniz, sonra arkasından takip ediniz: Onu eskisinden neşeli bulursunuz.
Bir deniz manzarasının zevkini yalnız hususi bir yatta değil, Kadıköy vapurunda da duyabiliriz. Dünya bütün haksızlıklar, merhametsizliklerle dolu olduğu halde gene ölümden iyi, ne olsa eğlendirici, keçiboynuzu gibi bir okka odun, bir dirhem bal, fakat gene tatlıdır.
Dünya’da ölüm vardır, hastalık, dert, parasızlık vardır. Fakat bunların arasında kısa veya uzun fasılalar, hava açışları da vardır. Bu fasılalarda olsun hayattan zevk almalıyız; mademki yaşıyoruz, gücümüz nispetinde ömrün hoş taraflarından neşe derlemeliyiz. Sıcacık bir çorba, altın kase içinde olmasa da gene keyif vericidir. Genç ve dinç bir kadın vücudu patiska gecelikle de örtülü olsa gene güzel ve ılıktır.
Bu gelen sene, giden sene gibidir; her sene gibidir. Hiçbir seneden ne fazla iyilik, ne fazla fenalık beklemeliyiz.
İnsan, adetlerini bilmediği memleketlerde kadından biraz yüz gördü mü, kendi lehine acayip acayip, hoş hoş şeylere hükmeder.
Bence sabuna aktan başka renk yaraşmaz. Yasemin, gül, manolya rengi Başka renklere boyanan sabun bir makyaja uğramıştır.
Ben sabunu yalnızca temizliğe yaradığı için sevmem. Sabun ayrıca da güzel bir şeydir. Sokulganlığı tutan bir kedi yavrusu gibi tombul ve ılık elimize sürtünmeye başladı mı, derimiz zevk ve haz duymaya başlar, köpürür, köpürür, avucumuzda köpükten yapılmış bir kokulu çiçek gibi açılır. Bir çiçek ki ezilmez, erir. Solmaz, akar. Suya dokununca canlanır, tenimize sürtündükçe çiçeklenir.
Çağlayanın başına geçip, ‘Sen de uslanacaksın ey çapkın! Sen de durulacaksın ey deli gönül! Sen de ağırlaşacaksın ey hoppa!’ diye bir şeyler söylüyorum. Dinlemiyor. Fakat ben kendimi düşünerek söylediklerime inanıyorum ve onun da aşağıda, ırmağın kucağına düşünce bana hak vereceğini biliyorum.
Köpük hem kaba bir renktir, hem kaba bir ses. Bari sular gürültü çıkarmadan köpüklenebilselerdi
Su köpüğü bir çocuk eğlencesi olabilirdi, şu şartla ki, hamamlarda tas içinde bir sabunlu bezi üfleyerek şişirdiğimiz renkli köşkler ve kubbeler gibi hoş şekiller alabilseydi
Köpük faydalı bir şey olurdu, su gibi hoş olan bir çıplaklığı değil, bir çirkinliği örtseydi
Köpüğe bakınca hep devamsız şeyleri düşünürüm: Devamsız aşkları, devamsız ünleri, devamsız yükselmeleri Suda köpük ne ise ateşte de saman alevi odur.
Durgun akan suda ‘seksapel’ vardır, köpüklüsü yalnız ‘erotik’tir.
Köpük, dayak yiyen suyun kopardığı çığlığın notasıdır: İşitmeseniz bile ne kadar haykırdığını ona bakınca anlarsınız.
Teessüf olunur ki insanların çoğu, sohbetlerinden karşısındakinin zevk almadığını anlamak idrakini gösteremez; kısa kesmek veya susmak zamanının geldiğini bilemez. İnsanlık akıl, izan, idrak hususunda hakikaten yaradılmışların en şereflisi sayılabilirdi Şayet dili ile konuşup anlaşmak yerine gözle her şeyi anlasa ve anlatabilse idi!
Bir çift kelime ile söylenilecek cümleyi beş, on misline çıkaran adam bir cezaya müstahak olduğunu hatırlamalıdır. O bir hırsızdır, başkasının vaktini çalıyor; bir israfçıdır, kendi vaktini israf ediyor.
Tramvayda, kahvede veya misafirlikte dinleyip inceleyiniz: Çoğunlukla konuşmak bilen pek az, konuşulan şey de pek lüzumsuzdur. Ne soran, ne söyleyen, ne de dinleyen için o konuşma esnasında bir fayda ve zevk oluşmuştur. Dil boş yere dönmüş, çene hiçten yere oynamış ve kulaklar -ve beyin- lüzumsuz yorulmuş ve üzülmüştür.
Keşke söz söylemek bu kadar kolay bir iş olmasa idi de her önümüze gelen kafamızı ağrıtmasa idi Ben isterdim ki konuşabilmek her adamın değil, yalnız bazı şahısların ayrıcalığı olsun Şoförlük vesikası veya doktor diploması gibi bir tecrübe ve imtihan devresi geçirip resmi müsaade almadan insanlar konuşmaktan men edilebilseydi, insanlık herhalde bugünkünden daha rahat olur, daha fazla başını dinler ve daha faydalı eserler meydana getirirdi.
Sırf kendimize ait olanı niçin başkalarına dinletiriz ve niçin sırf başkasına ait şeyleri bize dinletirler? Dört cümle ile ifadesi mümkün mesele neden yarım saatlik sohbete zemin teşkil etmeli ve neden bana hiç zevk, fayda vermeyen bir mesele günümden iki saati çalıp götürmelidir?
Okullarda her şeyi öğretirler, mesela kelebeğin nasıl koza ördüğünden, maden kömürünün nasıl vücuda geldiğine kadar Fakat hayat için daha önemli olan bir mesele ders programlarına dahil değildir: Konuşmak usulü!
Bence hem az söylemeli, hem de az işitmelidir. Söylemek bir beladır, işitmek, yani dinlemek iki bela İnsanlık anlatmak istediği şey icap ettiği kadar kelime sarf etse idi hayatı hemen hemen bir misli uzamış olurdu. Fikrimce elli sene yaşayan bir adam, yaklaşık olarak, bu müddetin on beş senesini boş yere, lüzumsuzca konuşmaya ve on beşini de kendine hiç lazım olmayanı veya zarar vereni dinlemeye sarf etmiştir. Ömründen eksilttiği bu uzun müddete yazık değil midir?
Sanatı söz söylemek, söyleyerek öğretmek olan öğretmenler? Bunlar da aynı acıklı vaziyettedirler. İlk okullardan yükseklerine kadar kürsüsü önünde bulunduğum elli, altmış hoca arasında adam gibi konuşmasını bilen iki kişi vardı. Diğerleri, hitabette mahalle bakkalından veya kundura boyacısından farksızdılar.
Tam yerinde ve icabı derecesinde, seçme kelimeler ve zekalı işaretlerle konuşan insanlar ne kadar nadirdir. Halbuki saçma sapan, münasebetli münasebetsiz, hiç lüzumu olmadan ve yeri gelmeden konuşanlar ekseriyeti oluştururlar. Yolda giderken birini durdurup konuşunuz Konuşmasını bilmediğini görürsünüz. Bu tecrübeyi yüz kere tekrar ediniz, üstün bir şansa mazhar değilseniz hemen hepsi aynı neticeyi verir. İnsanlar konuşmak özelliğini iyi idare edemeyen mahluklardır. Güzel konuşma bir servet sayılırsa, insan ya bunun mirasyedisi, ya cimrisi, yahut da müsrifidir. Hülasa dünyada konuşabilen bir tek mahluk vardır: İnsan. Onun da binde biri bunu beceremez.
Bütün tanıdıklarınızın içinde kaç kişi hoşsohbettir, konuşmasına can atarsınız? Kaç kişi geveze ve bunaltıcıdır, konuşmasından bucak bucak kaçarsınız? İşte bir istatistik muamması ki şöyle beş dakika düşünseniz ve isimlerini bir kağıda dizip yanına açıklamasını koysanız derhal hallolur. Ve görürsünüz ki yüzde doksan dokuz adam ya çok konuşur ya hiç konuşmaz ya fena konuşur: Kafa patlatır, can sıkar, insana baygınlıklar verir Hülasa düzgün konuşabilme yeteneğini rezil ve rüsva eder.
Konuşabilmekle insanlık en kıymetli vaktini boş yere sarf etmiş, daha faydalı işlerle uğraşabileceği veya rahat edeceği zamanını havaya serpmiştir. Konuşma kabiliyetimizi, sakın, akıl ve zekamızın, marifetlerimizin nedeni gibi göstermeyiniz. Arılar, karıncalar ve kunduzlar hiç konuşmayı bilmedikleri halde en muntazam teşkilata sahip birtakım savaşçı, mimar, mühendis, üretici, olgun, medeni mahluklardır. Hatta hayvanları bırakalım, bir dilsiz insan, dili olanlardan daha az mı işgüzardır? Bilakis Belki de bizim dilimiz olmasaydı, tıpkı dilsizlerde olduğu gibi, zekamız veya başka bir özelliğimiz gelişirdi. Meydana iş koymak için söze lüzum yok demektir. İşaret veya en fazlası bir ufak ses kafidir.
Doğar doğmaz koşup yürümeye başlayan, bir bakıcı, bir de aylarca kundakta ve senelerce kucakta kalmaya mahkum çocuğa bakınız. Ya geceleri gündüzmüş gibi gören kediler? Ya hem suda, hem karada yaşayabilen kurbağalar? Ya kışın inine kapanıp tabanını yalayarak geçinen ayılar? Bir tavuğa zehirli ot veriniz yemez Biz farkında olmadan yer ve hapı yutarız. Bir köpek yavrusu ateşe elini sokmaz Bizim çocuğumuz alev tutmaya koşar. Yaralarını yalayarak iyi eden, hastalanınca kendiliğinden perhizini yapan, elbisesini tabiattan alan hayvanlara çoğu cihetten gıpta etmeliyiz.
Kışın güneş banyosu yapılan, yazın kartopu oynanan yerde kim oturabilirse bence zengin odur.
Yalan pek tatlı bir şey olmalı ki, bu günahı dilimizle işleriz.
İnsanları huyları ve hayattaki rolleri itibarıyla üç kısma ayırıyorum: Kendi oturduğu dalı kesenler; başkasının bindiği dalı kesmekle uğraşanlar; başkasının dalını kesiyorum zannıyla kendi dalını kesenler.
Gözünü dört aç: Keçe ile peçe kusur örter!
Erkeğe yakışan bir tek mücevher vardır: Kadın.
Bazı kadın giyinince çiçeğe, soyununca yemişe benzer; iki hali de hoştur. Bazısı soyunur, insana giyinse diye temenni ettirir; giyinir, artık gitse diye bekletir.
Güzele ne yakışmaz? Çiçekbozuğu bile Halbuki çirkine çiçek bile yaraşmaz.
Bazı güzel kadınlar gazı konmamış veya vidası sıkıştırılmamış süslü lüks lambaları gibidir: Ne kadar kurcalasan beklediğin ışığı veremez.
Kadın kendi başına ne gül goncasıdır, ne de diken. Koklamasını bilirsen gül olur, tutmasını bilmezsen diken
İki şey vardır ki, insanın başına dünyayı zindan eder: Ayakkabının darı, kaynananın dili! Üç şey vardır ki, çekilmez: Kaynananın nazı, baldız hanımın sazı, susuz memleketin yazı!
Kimisi olgununu, kimisi hamını, kimisi çürüğünü veya kurusunu, kimisi çiğ veya pişkinini sever, nedir o bil?
‘Kadın.’
At at oluncaya kadar sahibi mat olur, derler. Bazı koca da karısı kadın oluncaya kadar iki kat olur.
Kadın var kardan soğuk, kadın var kordan sıcak Kadının muhabbette ortası yoktur. Severse baldan tatlıdır, sevmezse zakkumdan acı!
Bir hanım dedi ki:
Eskiden erkekler bizi kafese sokardı; şimdi biz onları kafese koyuyoruz.
Çivi çiviyi söker, doğrudur. Kadın bir zehir ise panzehiri de yine kadındır. Kadın eliyle açılan gönül yarasını yine bir kadın eli sarar.
Zayıf kadını sevene bir şey diyemem; tombulunu seçene hak veririm; irisini beğenenle beraberim; fakat her çeşidini hoş görenlere aferin! Sarışın severim, kumraldan hazzetmem, esmer ruhumu okşamaz, beyaza bayılırım gibi ayırmalar zevksizlerin karıdır. Gökkuşağındaki yedi rengin yedisi de hem bir arada, hem tek başına hoştur. Birini ötekine tercih edemezsin.
Bazı güzeller tanırım, sussunlar diye mütemadiyen ağızlarından öpmeli.
Kadın ve kız bahsinde bir irdeleme: Ham muzun dışından manzarası, olgunundan güzeldir. Lakin hele bunu bir kere soy, hangisinin daha ballı olduğunu anlarsın. Ham doğrudan doğruya dişe dokunur, olgun damağa yayılır.
Şap olur mu şeker? derler. Olmaz. Fakat şekerin şap olduğu vakidir: Balayı geçtikten sonra, bazen, gelin hanımının dili!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir