İçeriğe geç

Bir Ateistin İnanç Tarihçesi Kitap Alıntıları – Matthew Kneale

Matthew Kneale kitaplarından Bir Ateistin İnanç Tarihçesi kitap alıntıları sizlerle…

Bir Ateistin İnanç Tarihçesi Kitap Alıntıları

Aztekler kuraklık dönemlerinde uğraşıp Tanrı Tlaloc’u yağmur getirmeye ikna etmek için dağ zirvelerinde çocukları öldürürlerdi. Inkalar ise Tanrıları daha çok memnun edeceğini düşündükleri için en güzel çocukları seçerler ve aileler çocuklarının seçilmesinden büyük onur duyardı.
Sözde mütevazılara adanmış bir dinin liderlerinin paralı ve güçlü kişilere ulaşmaya bu denli meraklı olması tuhaftır.
Gitgide daha çok kişi artık yaşamlarında doğaüstü güçlere inanmadan ilerlemeyi tercih etmektedir. Bilimin daha temkinli tesellileriyle idare edebileceklerini hissetmektedirler. Hatta Ortadoğu gibi dünyanın çok dindar olarak görülen bölgelerinde bile dünya inatla daha karmaşıklaşmakta ve eski itikatlar kaypaklaşmaktadır.
Dünyayı değiştiren metinlerin çoğu kısadır.
Malleus Maleficarum’un basılması cadı çılgınlığı olarak isimlendirilen şeyin başlangıcını tetiklemişti. Ellerinde Kramer’in onlara rehberlik edecek el kitabı olan Engizisyon mahkemesi üyeleri şevkle cadı avına koyuldular.
Ortaçağ’da Avrupalıların çoğu okuyamıyordu, Kitabı Mukaddes ise sadece Latince dilinde mevcuttu. Bu durum rahiplerin son derece işine geliyordu, çünkü böylece tüm teolojik konularda her şeyin denetimine kuvvetlice sahip oluyorlardı. Rahipler yüzyıllar boyunca, bir düzine yazarın derlediği kitaplardaki kaçınılmaz biçimde sorunlu ya da çelişkili bölümleri yok sayarak kutsal metinlerle bir nevi seç karıştır uygulamasına gidebilirdi.
Moğollar aynı zamanda Sünnilerin kesintisiz silsile çizgisi iddialarına da bir son verdi. O dönemde İslâmiyet’in sahip olduğu en birleştirici lider olmaya aday olan ve -biraz kuşkulu biçimde- doğrudan Muhammed’in soyundan geldiğini iddia eden Abbasi Halifesi Mutasım bir halıya sarılıp üzerinden atlar geçirilerek öldürüldü.
Zerdüşt gibi Muhammed de müritlerinin günde beş defa dua etmelerini istiyordu.
Muhammed doğduğunda Arapların çoğu, en yücesi Allah olan bir tanrılar panteonuna tapıyorlardı.
Bakire Meryem, özellikle Osiris aile üçlüsünün son derece iyi yerleşmiş olduğu Doğu Akdeniz’de hemen başarı sağladı. Aslında Meryem kısa zamanda o kadar popüler olmuştu ki, -Hristiyan teolojisini yarım yamalak kavramış gibi görünen- Muhammed, Üçleme’yi İsa, kutsal babası ve annesi Meryem olarak yanlış anlamıştı.
Peygamberlerin, gizemden yoksun oldukları kendi bölgelerinde başarılı olmaları nadirdir; gerçek başarıyı elde etmek için Zerdüşt’ün de Muhammed’in de uzaklaşmaları gerekmiştir.
Daniel, Yahudiler Greklerle “üç buçuk” yıl mücadeleye “katlandıktan” sonra nefret edilen kral IV. Antiokhos’un Tanrı tarafından öldürüleceğini kehanet etmişti. Bu da MÖ 164 itibarıyla öleceği anlamına geliyordu. Bu yıl gelip geçtiğinde ve kral hâlâ son derece hayattayken apar topar yeni bir bölüm eklendi (8. bölüm) ve Daniel bu bölümde Antiokhos’un üç buçuk yıl daha yaşayacağını kehanet etti. Ne yazık ki, bu sefer de kehanetin süresi uzun gelmişti: Antiokhos, sadece bir yıl sonra beklenmedik biçimde hastalıktan ölüverdi.Böylece yeni bir bölüm daha (9. bölüm) eklendi; bu bölümde Melek Cebrail, yardımseverlikle kralın ölümünün yeniden hesaplanması için karmaşık bir yol öneriyordu.
Musevilik ayrıca Zerdüştlüğün üç evreli tarih anlayışını özümsemişti; bu anlayışta insanlar kötüyü yenip nihai, üçüncü evrede kusursuzluğu getirmeyi umut edebiliyordu. Zerdüştlükten alınan bir diğer fikirse insanları kötülüğe karşı nihai zafere taşıyabilecek Mesih fikriydi. Son olarak ama en az bunlar kadar önemlisi, görünüşe bakılırsa sürgünler iyi hikâyelerden anlıyordu: Nuh ve tufanla ilgili hikâye zaten çok iyi bilinen antik Mezopotamya başyapıtı Gılgamış Destanı’ndan intihal edilmişti.
Hoşea, tek tanrının İsrail Yahudilerinin bir halk olarak birleşmesine yardımcı olacağını düşünmüş olmalı.
Asurlular, ele geçirilen şehirlerin son sakinine kadar öldürmekle, tüm halkları imparatorluklarının en uzak köşelerine sürmekle ve Asur başkentinin kapılarında bekçi köpekliği yaptırmak için esir alınan kralları yanaklarından iplerle bağlamakla meşhurdular.
MÖ 14. yüzyılda başına buyruk bir Mısır firavunu olan Akhenaton, tüm tebaasına tek bir tanrıyı, Aten’i zorla kabul ettirmeye çalışmıştı, ancak Hoşea’nın onun bu çabası hakkında fazla bir şey bildiği şüphelidir. Akhenaton,Hoşea’nın döneminden altı yüz yıl önce hükümdarlık etti ve monoteist devrimi korkunç bir başarısızlıkla sonuçlandı. Hoşea’nın bu fikri kendi başına ileri sürmüş olması daha olası görünmektedir.
Eski Ahit’te derlenen ilk tarihçelerinin en erken aşağı yukarı İÖ 950-850’ye tarihlendiği düşünülmektedir,ancak zaman içinde çok fazla değişikliğe uğramıştır -üzerinde sahtecilik yapıldığı söylenebilir-. Bu tarihçeler Yahudilerin nasıl anavatanlarından alınıp köle olarak Mısır’a götürüldüklerini fakat sonra tanrıları Yahve’nin muhteşem doğaüstü müdahalesinin yardımıyla kaçtıklarını anlatan meşhur toplu göç hikayesini içermektedir.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Cennet fikri bir kere yerleşince son derece cazip oldu ve sonunda dünyanın çoğunu büyüledi. Böyle olunca da en olanak dışı yerlerde akıl çelmeyi başardı.
Tarih boyunca insanlar tanrılarının zayıf muamelesine bekleneceği gibi içerlemeyle değil daha ziyade daha çok adanmışlıkla karşılık vermiştir. Tanrılarını memnun etmedikleri için kendilerini suçladılar ve daha iyisini yapmaya çalıştılar.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Aşağı yukarı 725’te İsrailoğullarının saygısızlıklarından büsbütün sıkılan Asurlular krallığı işgal ettiler ve üç yıl sonra Kral II. Sargan nüfusun çoğunluğunu sürdü. Kimi Asur ordusunda savaş arabası sürücüsü oldu, İsrailoğullannın bu roldeki hünerleri meşhur olmuştu. Çoğu güney Mezopotamya’ya gitti. İsrailoğullarının kaderi son derece net olsa da anısı kısa zamanda bulanıklaşmıştı ve İsrail’in On Kayıp Kabilesi olarak ölümsüzleştiler, bulundukları yerler de iki bin yıl sonra bitmez tükenmez bir merakın konusu oldu: İspanyol kaşifler anlan Amerika kıtalannın yerli halkı olarak tanımladı ve 19. yüzyılın sonlannda tuhaf bir İngiliz kültü olan İngiliz İsrailoğulları onların İngiliz olduğunda ısrar etti.
Cenneti en sabırsızlıkla bekleyenlerin ayrıcalıklı elitler olmasında hiç kuşkusuz bir ipucu vardır. Bu insanlann kendi toplumlarında biraz huzura ve boş vakte sahip ilk insanlar oldukları tahmin edilebilir. Ölümden sonraki yaşamları için endişe duymaya başlayanlar ilk önce elitler oldu, çünkü herhalde fiili hayatları o kadar da endişe verici değildi. Bu değişimin ilk önce senelik taşkınların Mezopotamya’dan daha öngörülebilir olduğu ve işgallerle toplumsal çöküşün nispeten nadir görüldüğü Nil’de gerçekleşmiş olması anlamlıdır; böylece insanlar istikrarlı bir yaşam sürmeyi umabilmiştir. Eğer daha önce ileri sürdüğüm gibi din en başta bir güvence elde etme aracıysa ve bu nedenle insanlann en büyük korkularını yansıtıyorsa o halde cennetin icadında insanlann yaşam kalitelerinin yavaş yavaş iyileşmesinin ipuçlarını görmek mümkündür.
Peki ya daha önemli sorular? Cennet neden icat edilmişti ki? Ayrıca şimdi din için böylesine anahtar önemde görülen bir fikir neden çok daha önce düşünülmemişti? Her iki soruya da çünkü hayat daha iyiye gidiyordu cevabı verilebilir. Gördüğümüz gibi erken dönem tarım toplumlarında insanların yaşamları genellikle zorlu, kısa ve endişelerle doluydu. Başlıca endişeleri muhtemelen felaketten sakınmaktı. Felakete öfkeli tanrıların neden olduğu düşünüldüğünden insanlann ilahlannı durmadan sunularla yatıştırmaya odaklanmış olmaları akla yatkındır. Ancak lö ikinci bin yıldan itibaren bu dünya görüşü değişmeye başladı. İnsanlar günlük hayat mücadelelerinin ötesine bakıp yeni bir şeyle zihinlerini meşgul etmeye başladılar: Öldükten sonra onlara ne olacaktı. Neden?
Çağlar boyunca aristokratların doğuştan gelen üstünlük iddialarına en etkili cevap erdemden gelen üstünlük iddiası olmuştur.
Cennet hem Mısır’da hem de İran’da başlarda eski bir düşünce olan herkes için sefil bir yeraltı dünyası, sadece zenginler içinse bir imtiyaz dan doğmuştur. Daha sonraki dönemlerde Mayalarda, Azteklerde ve Vikingler’de benzer bir düzenleme görülebilmesi ilginçtir.
Birinin davranışı nasıl yargılanıyordu? Tabii ki, doğaüstü bir mahkemede. Yeni Krallık’ın ölü Mısırlıları en az kırk iki tanrının bulunduğu bir mahkemeyle karşılaşmayı umuyorlardı, bizzat Osiris’in de bu süreçten geçtiğine inanılıyordu. Sırasıyla her tanrıya yaşamları esnasında günah işlemediklerine dair yemin etmek zorundaydılar. Ondan sonra bir dizi terazinin bir yarısına kalpleri öteki yarısına da gerçeğin tüyleri konulup tartılırdı. O zaman Kader Tanrıçası Shai, merhumun karakteri hakkında hüküm verirdi. Eğer merhum ya da merhume masumsa terazi tam dengede duracak ve ölen kişi doğrudan mutlu bir ahirete geçebilecekti. Ancak eğer kalp tüyden daha ağır gelirse birey suçlu sayılıyordu ve kalp, açlık içinde bekleyen efsanevi bir hayvana atılırdı. Zavallı talihsiz, mutlu bir ahiretin keyfini sürmektense faniler gibi ölürdü.
Aşağı yukarı 725’te İsrailoğullarının saygısızlıklarından büsbütün sıkılan Asurlular krallığı işgal ettiler ve üç yıl sonra Kral II. Sargan nüfusun çoğunluğunu sürdü. Kimi Asur ordusunda savaş arabası sürücüsü oldu, İsrailoğullannın bu roldeki hünerleri meşhur olmuştu. Çoğu güney Mezopotamya’ya gitti. İsrailoğullarının kaderi son derece net olsa da anısı kısa zamanda bulanıklaşmıştı ve İsrail’in On Kayıp Kabilesi olarak ölümsüzleştiler, bulundukları yerler de iki bin yıl sonra bitmez tükenmez bir merakın konusu oldu: İspanyol kaşifler anlan Amerika kıtalannın yerli halkı olarak tanımladı ve 19. yüzyılın sonlannda tuhaf bir İngiliz kültü olan İngiliz İsrailoğulları onların İngiliz olduğunda ısrar etti.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir