İçeriğe geç

Bir Astronotun Sonsuz Yolculuğu Kitap Alıntıları – Jaroslav Kalfar

Jaroslav Kalfar kitaplarından Bir Astronotun Sonsuz Yolculuğu kitap alıntıları sizlerle…

Bir Astronotun Sonsuz Yolculuğu Kitap Alıntıları

Olasılık kuramı, deterministik olmayan olayların matematiksel soyutlamalarını irdeler. Aynı zamanda ise tekil bir olaydan ibaret kalabilecek veya zamanla, görünüşte rastgele biçimde değişebilecek olan ölçülmüş sayısal miktarları da inceler.

Rastgele bir olay dizisi birkaç kez tekerrür ederse, belli düzenler tespit edilip incelenebilir ve böylece insan gözlemcilerin kaosu gerçekten çözdüğü ve anladığı yanılsaması yaratılır.

Ama bizzat varlığımız, evrenin olasılık alanında yaptığı bir saha araştırmasıysa? Hepimiz bir simgeden, ufak tefek değişikliklerle önceki deneklerden kopyalanan niteliklerden kurulmuş matematiksel bir soyutlamadan ibaret olup benzer içgüdülerle dünyaya salınmışızdır.

Akıbetlerimiz, yukarılarda bir araştırmacı tarafından toplanır, mutluluk olasılığının, dört başı mağrurluk olasılığının, hayatı kendine zehir etme olasılığının hesaplandığı kozmik bir çetele tutulur. Şans olasılığının.

Bir denek fukara ve hastalıkla doğup hayatının sonunda kendisini en şanslı dilim arasında bulabilir mi? Bir denek zengin ve sağlıklı doğup sefalet içinde ölebilir mi? Hepsine tanık olduk. Tanık olduk olmasına ama hani nerede bu belli düzenler, evren bulgularını ne zaman saygı duyulan bir hakemli dergide yayımlayacak? Belli bir kozmik olayın diğerlerinden daha fazla gerçekleşme olasılığının oranı ne?

Ne kadar da olasılık dışı. Gene de buradayız işte.

Derinlikli laflar, ölüm döşeğinde söylenmiş birkaç meşhur lakırtı bulmayı beceremedim ama şayet varoluş, dil aracılığıyla böyle kolayca nihayete erdirilebilecekse, neden bütün hayatımızı nefes almaya hakkımız olduğunu gerekçelendirmeye çalışmakla geçirelim ki?
Nitekim Zıddıyla gözümüze sokulmadan içinde bulunduğumuz Gerçek Durumu asla göremiyor, hep fazlasını istemekten sahip olduğumuzun değerini bilmeyi beceremiyoruz.
Hayatımızı tarihten kopuk olarak devam ettirmiyoruz.
Gelmeyecek birini bekleyen biri hep olur.
Medeniyet keşmekeşiyle çevrili olmasaydı, ölümle yüzleşmek daha kolay olurdu.
Hayat, başka hayatlar bulmak uğruna daima mesafeler katedecektir.
Tuhaf olan şu ki, diyor. Geçen gün televizyondaki adam, hayatlarındaki anlamı kaybettikleri için işsizliğin insanları mutsuzlaştırdığını söylemişti. Bir işte çalışmanın, anlam dolu bir haz kaynağı olduğunu söyledi sonra. Kim oluyor ki bu herif? Kahve haz verir. Karpuzlu votka ve tiyatro da. Ağzında sevgilinin saçından bir tutamla uyanmak. Asıl haz bunlardır. Söylesene, bizim için her şeyi robotlar yapsaydı, hepimiz depresyona girer ve toplu intihar anlaşmaları yapar mıydık? Hepimiz kendimizi sanata versek, günlerimizi dağlara tırmanarak ya da okyanuslara dalarak geçirseydik ve her işi robotlar hallettiği için hepimiz zengin ve gözümüz doymuş olsaydı, hayatları anlamdan yoksun diye birbirlerine ateş eden manyaklarla dolup taşar mıydı dünya? Haysiyet parayla orantılıdır, derler. O zaman, düzgün bir işte düzgün para kazanan birinin nirvanaya ulaşması gerekirdi. Bu adamın teorisine göre, sırf otel resepsiyonunda telefonlara cevap veriyorum diye haysiyet sahibi biriyim yani. Eh, buradayım gördüğün gibi, haysiyetten eser yok, bir yabancıyla sarhoş muhabbeti yapıyorum.
-çoğu şeyin kaderinde olduğu üzere- varlığım son bulana dek. Sonsuzluğun karanlığına elimi uzatabilir ve hiçliği tutabilirdim.
Uzay boşluğu, attığı her kahkahanın ardından uzun bir sessizlik gelince hissettiğim çaresizliğin yanında devede kulaktı.
Varolan her şey, bilinçten tutun da insan bedeninin sindirim sistemine, ses dalgalarına ve pervanesiz vantilatörlere kadar, olağanüstü derecede olasılıkdışıdır. Hiçbir şeyin aslında varolmaması çok daha olasılıklıdır ama kozmos yoklama alırken dünya her sabah derse katılır.
Mekik karın üstü dönerken, tepe penceresinden dışarı baktım ve resmi olarak dış uzay diye sınıflandırdığımız şeyi son kez gördüm: yeni bir keşfedilmemiş bölge bulunana dek son keşfedilmemiş bölge olmaya devam edecek şeyi.
Burada varlığıma yer yoktu. Yokluğumla varlık kazanan bu dünyada.
Nitekim Zıddıyla gözümüze sokulmadan içinde bulunduğumuz Gerçek Durumu asla göremiyor, hep fazlasını istemekten sahip olduğumuzun değerini bilmeyi beceremiyoruz.
Dünya öylesine geniş ve insanların sessiz sedasız ölüp gittiği öyle çok yer var ki. Ne işe yararım ki ben, çıtkırıldım kemiklerden ve bozulmuş etten yapılma inceceik bi keseden ibaretken?
Keşke çektiğin duygusal sıkıntıya yardımcı olabilme yetim olsaydı, sıska insan. Sana Nutella’nın tesellisini sunamam, zira hepsini bitirdim.
Sen ne dersin bilmem ama, toplulumuzun sosyakültürel adetleri biyolojik gerçeklere zıt gibi.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
“Varolan her şey , bilinçten tutun da insan bedeninin sindirim sistemine, ses dalgalarına ve pervanesiz vantilatörlere kadar , olağanüstü derecede olasılıkdışıdır. Hiçbir şeyin aslında varolmaması çok daha olasılıklıdır ama kozmos yoklama alırken dünya her sabah derse katılır.”
“Şu hayatta insan mümkün olduğunca seyahat etmeli , kafasına zorla sokulan her şeyden uzaklara gitmeli.”
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
“Yaşayabilirsin,”dedi Hanuš güçsüz bir sesle . “Niye direniyorsun?”
“Yoruldum , Hanuš.”
“Belki de hayatına anlam kazandırmak için ölmesi gereken şu insanlardan biriydim bende .”
“Belki de ölümüm, hayatımdan daha fazla anlam ifade edecekti .”
“Belki de bundan önce başka bir başlangıç vardı , belki de yoktu .”
“Her şeyin ne zaman başladığını bilmek imkânsızdır.”
Kum saatindeki, tane tane, atom atom akıp giden kumlar gibi geçtim zamanın düğümünün içinden
“Kadere inanır mısınız? Ben inanmam. Ama bazen bizlere sunulan şu salt tesadüfün gücü tahsilimi , kitaplarımı ve kaos anlayışımı yenebiliyor.”
“Dünya öylesine geniş ve insanların sessiz sedasız ölüp gittiği öyle çok yer var ki .
“Nitekim zıddıyla gözümüze sokulmadan içinde bulunduğumuz gerçek durumu asla göremiyor , hep fazlasını istemekten sahip olduğumuzun değerini bilmeyi asla beceremiyoruz.” *

*Robinson Crusoe

“Barbarca bir şey, derdi, bu dünyada öylece yaşayıp giden hayvanlara zarar vermek . Asıl adi olan insanlar .”
“Bilinmeze doğru yolculuğa çıkmış , kayıtsız ve sessiz teknolojinin merhametine kalarak hayatını sürdüren , kimsesiz bir insan olacaktım .”
“Zira bir maskeden ibarettir her şey .”
Ne kadar da olasılıkdışı!
Gene de buradayız.
Loş ormanda parıl parıl bir göl var
Gizli bir sırdan yakınır kasvetle,
Çepeçevre saran kıyılarınca sahiplenilir yine;
Semanın berrak güneşi ise aşağı sarkar
Bir yol tutar derinliklerin masmaviliğinde,
Yakıcı gözyaşları gibi âşıkların gözlerinde.
Evet. Zihnin cevapsız kalan şeylerle delik deşik olmuş. Fayda sağlamak uğruna suyun vahşi neşesini tutsak eden barajlar. Şair bir insan demiş bunu.
şayet varoluş, dil aracılığıyla böyle kolayca nihayete erdirilebilecekse, neden bütün hayatımızı nefes almaya hakkımız olduğunu gerekçelendirmeye çalışmakla geçirelim ki?
Hayat, başka hayatlar bulmak uğruna daima mesafeler katedecektir.
Gelmeyecek birini bekleyen biri hep olur.
Yeni hayatlar bulmak uğruna yaşamın kat ettiği mesafelere ne demeli.
Zamanın bellekle çarpışan iç çemberlerine ait bir noktada, bir saatin tiktakları duyuluyordu.
Varoluşun yakıtı olan enerji, değişken bir ileri devinimdir, gene de başlangıç noktasını, bizi kaçınılmaz rotamıza sokan Büyük Patlama’yı araştırmayı asla bırakmadık.
Kum saatindeki, tane tane, atom atom akıp giden kumlar gibi geçtim zamanın düğümünün içinden.
Her fedakarlık beyhudedir.
“ Sırf profesörün teki kara tahtaya ismimi yazsın ve ismimi ezberleyemedikleri için öğrencileri cezalandırabilsin diye hattatımın büyük kısmı boyunca kendimi mutsuz ettim. Nasıl ama?”
“O niye kaçmıyor? Bizi farklı kılan ne?”
“Sapıklar ülkeyi altmış sene işgal etmediler.” diyor dedem.
“Dünya kuruldu kurulalı gezegeni işgal ediyorlar.” diyor babaannem.
Şu hayatta insan mümkün olduğunca seyahat etmeli, kafasına zorla sokulan her şeyden uzaklara gitmeli.
Bu dünyayı terk etmek aklını yitirmiş bir adamın hakkıydı.
Rahimde iradedışı doğuşumuzu düşününce, hayat denen şey hayaletvari bir varoluş biçimi değilmiydi zaten ?
Mekik iman gücüyle çalışıyordu sanki
Ne kadar da olasılık dışı! Gene de buradayız işte
Kuyrukluyıldızlar evrenin çöp karıştırıcılarıdır, galaksilerarası ıvır zıvırla dolu alışveriş arabalarını yorulmak bilmeden yüzyıllarca ittiren berduşlardır
Aşk herkesi bir savaş suçlusuna çevirebilir
Gelmeyecek birini bekleyen biri hep olur
Neden büyük şeylerin bedeli de büyük olsun ki ?
Gurur duyuyor muydu?
Benimle mi?
Genel olarak
Elli yıl boyunca aynı kadını sevmesiyke gurur duyardı
Hayat,başka hayatlar bulmak uğruna daima mesafeler katedecektir.
espirilerini daima seyircilere yap,kendine değil
Ölümümden sonra insanların sınıflarda ismimi dillendirmesini isterdim. Sırf profesörün teki kara tahtaya ismimi yazsın ve ismimi ezberleyemedikleri için öğrencileri cezalandırabilsin diye hayatımın büyük kısmı boyunca kendimi mutsuz ettim. Nasıl ama?
Tůma’nın sesinde korkutucu bir kibarlık var, dedim içimden. Taşa sarılmış ipek gibi aynı. İmparatorlukları parçalayabilecek türden teskin edici bir tını. Dinlerken ölünebilecek bir tını.
Nitekim Zıddıyla gözümüze sokulmadan içinde bulunduğumuz Gerçek Durumu asla göremiyor, hep fazlasını istemekten sahip olduğumuzun değerini bilmeyi beceremiyoruz.
İnsana ilham veriyor, yol yani, dedi. Şu hayatta insan mümkün olduğunca seyahat etmeli, kafasına zorla sokulan her şeyden uzaklara gitmeli. Sen ne düşünüyorsun? Öksürdü sonra, dedeminkiyle aynı tiryaki kükremesi.

Sevdiğin her şey ya burnunun dibindeyse? diye sordum.

O zaman sevecek yeni şeyler bul sen de. Mutlu insan göçebe yaşamalı.

Demek ki sen hiç sevmemişsin, diye karşılık verdim. Şayet sevdiğin şey elinden kaçmışsa, nihayetinde çıkışsız bir labirentte yürüyorsun demektir.

Evet, zaten günümüzde herkes böyle yaşamıyor muydu, tüket ve gerisini unut? Uygarlık her an çökebilirdi sonuçta.
Bir kitapta, babanın kahraman olduğu yazar. Başka bir kitapta ise canavar olduğu. Üzerine kitaplar yazılmamış insanların işi daha kolay.
Ee siz vejetaryendiniz, dedim.
Kapılar ardında ben de bir insanım. Bu sırrı saklayacağına güvenim tam
Başımıza gelecekleri kabullenemeyecek kadar çok seviyoruz hayatı.
Şu hayatta insan mümkün olduğunca seyahat etmeli, kafasına zorla sokulan her şeyden uzaklara gitmeli.
Kimse mutlu bir hayatın, harici yahut ebedi ihlallerden azade bir hayatın garantisini veremezdi.
Seni dinleyen olmadığı halde konuşmak nasıl bir his biliyor musun?
Bu an asla etkisini yitirmeyecek, aşk bitince etkisini yitiren diğer anların aksine. Daima kusursuz kalacak.
Biz de daima ahmaklar olarak kalacağız.
Geri dönmek istiyor muyum, bilmiyorum. Hayatı gündüz ve gece diye bölmeyi. Dimdik yürümeyi, ayaklarımın yere değmesini.
O hâlde gitme, sıska insan.
Ölüm fazla kolay bir seçenekti.
Gelmeyecek birini bekleyen biri hep olur.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir