Peyami Safa kitaplarından Bir Akşamdı kitap alıntıları sizlerle…
Bir Akşamdı Kitap Alıntıları
” Veya bir darbımeselimizde olduğu gibi; kalpten kalbe yol vardır. ”
Bu bir buluttur. Esrarla dolu.Kabarıyor.Dağılıyor,yayılıyor ve ruhun üstüne çöküyor. Koyu bir rengi vardır.Gün geçtikçe artan sıkletiyle kalbi çiğniyor.
Akşamları, ışıklar yanmadan evvel bu bulut kalble duvarlar arasında gidip gelmektedir.Nedir bu?Adı yoktur. Hasrete benziyor.Daha karışık bir his külçesidir.Kalbin üstüne çöktüğü zaman baygınlığa yakın hüzün veriyor.
Akşamları, ışıklar yanmadan evvel bu bulut kalble duvarlar arasında gidip gelmektedir.Nedir bu?Adı yoktur. Hasrete benziyor.Daha karışık bir his külçesidir.Kalbin üstüne çöktüğü zaman baygınlığa yakın hüzün veriyor.
“Ölüm bir eve girince, sağ kalanları da biraz öldürüyor ”
Kulak beş dakikalık sükûta âşıktır.
Gözler hiç sallanmayan ışık özler.
Gözler hiç sallanmayan ışık özler.
– Öf Bu aşk gibi bir sigara.
– Sersemletiyor ha? Diye sordu Kamil.
– Ve acı.
– Sersemletiyor ha? Diye sordu Kamil.
– Ve acı.
Ölüm bir eve girince sağ kalanları da biraz öldürüyor.
Fakat Mâlik olmak saadetinin yanından ayrılmayan bir ıstırap da vardır:Mahrum olma korkusu.Saadetin peşi sıra giden bu ıstıraptır ki,ekseriya ,duyduğumuz tatların tadını kaçırır ve saadetle felâket, hazla keder arasındaki mevhum hududu siler.
– itimat da şüphe kadar müstebittir; ruhta hüküm ferma olduğu vakit rakibine nefes aldırmaz.
Kalpten kalbe yol vardır.
Bu yol dardır, oradan çok ince duygular geçer. Susarsanız, susarım, anlaşırız. Zekâmız kelimeleri sevdiği kadar kalbimiz bunlardan nefret eder. Kalbimizin dili sükûttur. Çünkü hiçbir duyguya isim verilemez. Kendilerine birer ad taktığımız duygular, şuurumuzda kabuk bağlamış, aklileşmiş ve kalple rabıtasını kesmiş kalb unsurlarıdır. Kelime kalpazanlığı yapmadan konuşmak sırrını kalb bilir.
Yahu Vicdan bu be Sızlıyor musibet
Her ölen sevgilimizle beraber, biraz ölürüz. Ve dirilinceye kadar geçecek müddet, ölüye beslediğimiz muhabbetin şiddeti nispetindedir.
Ölüm karşısında zihnimiz durur. Hâdiseyi birdenbire kavrayamayız. Gözlerimiz açık uyuruz. Bu biraz ölmektir.
– Düşünmüyorum değil, hayır, içimde bir yerde her an babam var Oradan çıkmıyor o Fakat bazı ben onun orada olduğunu unuturum, bazı onu düşünüyorum, fakat bazı birdenbire hatırlıyorum.
Mes’udların çabuk uykusu gelir derler.
, yaşamak değişmektir.
Fakat Mâlik olmak saadetinin yanından ayrılmayan bir ıstırap da vardır: Mahrum olmak korkusu.
Fakat Mâlik olmak saadetinin yanından ayrılmayan bir ıstırap da vardır: Mahrum olmak korkusu.
– Saadet bir faraziyedir.
– Hayır, bu kendini aldatmaktır.
– Saadet kendini aldatmaktır.
– Hayır, bu kendini aldatmaktır.
– Saadet kendini aldatmaktır.
Marmara’nın uzaklarından bakılınca, İstanbul, geceleyin, ufukta yanan bir çerağdır. Şehrin alevi karanlıkta üşüyen gözleri kızdırır ve çeker.
Bu ses, evvela, bir sazın göğsü gibi boş bir koğuk içinde öter, sonra boğaza çıkar, orada sıkışır, pürüzlenir, çatallaşır, boğulur, tıkanır ve bir hava yığınına binerek ağzından dışarı fırlar. Bu ses bir hıçkırıktan ve bir haykarıştan daha yırtıcıdır.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Harp meydanı Neler de neler Meliha, gece, yatakta bunları düşündü. Harp meydanı. Orada, yüz elli kişinin bir anda berhava olması. Orada, ufka bakan bir çift güzel gözün bir anda kararması, delinmesi, kan püskürmesi. Orada, dimdik dururken yere çöküşler. Orada, haykırışların en samimileri. Orada, bir anayı hıçkırtacak bir gülle. Orada, dibi kurumuş bir matara ağzına yapışan çatlak dudakların karı ve sevgili dudaklarını özleyişi. Orada, ölüm, her saniye kulak dibinde vızıldar. Aman efendim diyor Kâmil, aman, ben anlatamam. Başını sallıyor, sallıyor, kaç kere tekrarlıyor: Harp Harp bu Harp.
Kadın, erkeğin aynasıdır.
Kalp ancak ölümü iyice benimsedikten sonra biraz rahatlayabilir.
İnsan arzusunu ümit zanneder
Kalpten kalbe yol vardır: Bu yol dardır, oradan çok ince duygular geçer. Susarsanız, susarım, anlaşırız. Zekamız kelimeleri sevdiği kadar kalbimiz bunlardan nefret eder. Kalbimizin dili sükûttur. Çünkü hiçbir duyguya isim verilemez. Kendilerine birer ad taktığımız duygular, şuurumuzda kabuk bağlamış, aklileşmiş ve kalple rabıtasını kesmiş kalb unsurlarıdır. Kelime kalpazanlığı yapmadan konuşmak sırrını kalb bilir.
Fazilet nizam-ı alemdir ve saadet bu nizamı temine çalışmaktır.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Ölüm bir eve girince, sağ kalanları da biraz öldürüyor.
Bir rüzgar Yerden bir saman çöpü gibi kalktım, uçtum, denizlerin üstünden geçtim, buralara düştüm. O gün bugün hiç kendime Mâlik değilim, hâlâ uçuyorum, hâlâ nereye gittiğimi bilmiyorum.
Önü çirkin ve arkası güzel bir mahluk gibi yalan, başkasından bize doğru geldiği zaman iğrenç, bizden başkasına gittiği zaman sevimli bir şeydi.
Erkekler mi? Hmm
– Anne! Anne! Hepsini parçalamak istiyorum, hepsini, küçücük çocuğundan beyaz sakallı ihtiyarına varıncaya kadar, hepsini!
– Anne! Anne! Hepsini parçalamak istiyorum, hepsini, küçücük çocuğundan beyaz sakallı ihtiyarına varıncaya kadar, hepsini!
Her şey geçer ama, saçlarının rengini siler, gözlerinin alevini kapar ve derinin üstüne kara kalemle bir sürü çirkin çizgiler çizer.
Her tehlike caziptir, hele yaşamak tehlikesi.
Ondokuzuncu asrın sonunda insanlık, bütün Allahlarını öldürmüştür.
İnsan yalnız kalmamak için evlenir, evlendikten sonra büsbütün yalnız kalır.
En büyük fedakârlığımızı rakibimize yapmaya hazırız. Dünya tezatların âhengi üzerine kurulur.
Her saadette eksik bir şey vardır.
Can sıkıntısı, asrın hastalığı.
Hiç kimse diri iken bir ölü kadar tesirli değildir.
Eğer kadınlar, büyük ıstıraplarda bu derece güzelleştiklerini bilselerdi, bütün tuvalet eşyası yerine kader almak isterlerdi.
Hiç kimse diri iken bir ölü kadar tesirli değildir.
Ölüm bir eve girince sağ kalanları da biraz öldürüyor.
Evlenmeye en müsait insanlar Donjuan’lardır ve en az ehemmiyet verdikleri kadınla evlenirler. Bu, onlara Donjuan olmakta devam etmek istediklerini gösterir.
Ölülerin çoğu gülümserler.
İnanmak mesutların ve ahmakların şehvetidir.
Bütün yollar bir noktaya çıkar. O nokta nedir? Sükût-ı hayal.
Yaşamak değişmektir.
Sen beni aldatmadın, ben kendimi aldattım. Sahtekâr benim hayalimdir. Ve beni kandıran odur.
Ve hatırlıyor, tıpkı böyleydi, hatırlıyor. Bir akşamdı
Şimdi kafatası bir mahbestir ve ruhu, kemik duvarlar arasında çırpınıyor
Biraz sabır
Ne için beklemek? Neyi? Ne zamana kadar?
Ne için beklemek? Neyi? Ne zamana kadar?
Bir rüzgar Yerden bir saman çöpü gibi kalktım, uçtum, denizlerin üstünden geçtim, buralara düştüm. O gün bugün hiç kendime mâlik değilim, hâlâ uçuyorum, hâlâ nereye gittiğimi bilmiyorum
-Hep kitap mı okudun?
-Hep!
-Hep!
– Şüphe etmek, düşünmek demektir.Dimağ makinesinin benzini, yağı şüphedir. Şüphe bizzat tefekkürdür diyeceğim geliyor.
İnsan birçok kadını seviyor ve daima, en son aşk, kendine en hakikî görünüyor.
Kelime kalpazanlığı yapmadan konuşmak sırrını kalp bilir.
Kalbimizin dili sükûttur. Çünkü hiçbir duyguya isim verilemez.
Kalpten kalbe yol vardır.
Bu yol dardır, oradan çok ince duygular geçer.
Bu yol dardır, oradan çok ince duygular geçer.
Tuhaf düşünüyorsun, yahu Sanki aşk bir sigortadır.
İlk şüphe, en iptidaî ifadesiyle: Beni seviyor mu? Çok mu seviyor? Ne vakte kadar sever?
Her saadette eksik bir şey vardır.
Öyle değil midir? Hayatımızın bir safhasında vehimlerle körleşerek, ihtiraslarımızın peşi sıra züğürt bir şuurla yaşamaya başlarız; bir şeyin ve bir şeylerin peşinde koşarız;
sonra, emelimize az çok kavuşunca, yatışmış hırsımızla duraklar ve korkunç hakikati duyarız: Boşluk ve can sıkıntısı!
sonra, emelimize az çok kavuşunca, yatışmış hırsımızla duraklar ve korkunç hakikati duyarız: Boşluk ve can sıkıntısı!
Boşluk Derin bir can sıkıntısı ruhu kaplar. Can sıkıntısı, asrın hastalığı
Yaşamak diye ruhunun tâ içerilerinden hissettiği kuvvetli ve derin duygunun mahiyetini anlamıyor, fakat her an varlığını duyuyordu.
Fakat yaşamak nedir? Hangi türlü yaşamak?
Başlarının içinde yakın bir mazinin hatıraları olanlar için gözlerini kapamak başka bir âlemin -derunî âlemin- havası içinde gözlerini açmak demektir; hatıraları bu kadar canlı olanlar için derunî âlem, hârici dünyadan daha vazıh ve parlaktır.
Nasıl bir kadınım ben?
Bir hayalperver.
Bir hayalperver.
Ölüm bir eve girince sağ kalanları da biraz öldürüyor.
Saadet bir faraziyedir.
Fakat Mâlik olmak saadetinin yanından ayrılmayan bir ıstırap da vardır:
Mahrum olmak korkusu.
Mahrum olmak korkusu.
Roma’nın baş dönmesi. Hadsiz hesapsız sefahatler.
Mermerli ve mozaikli salonlarda bitip tükenme bilmeyen ziyafetler, cariyeler, rakkaseler, hokkabazlar, muganniler ve şairler, davetliler, yastıklar ve yataklar üstünde bitap uzananlar, tekrar yemek için kusanlar Namütenahi sarhoşluk Bu Roma’nın son günleridir.
Mermerli ve mozaikli salonlarda bitip tükenme bilmeyen ziyafetler, cariyeler, rakkaseler, hokkabazlar, muganniler ve şairler, davetliler, yastıklar ve yataklar üstünde bitap uzananlar, tekrar yemek için kusanlar Namütenahi sarhoşluk Bu Roma’nın son günleridir.
Bir uyanık için herkesin uyuması ne ıstırap. Bu herkesin öldüğü bir yerde yaşamaya benziyor.
İnsan ölünceye kadar yaşar, fakat nasıl?
Nasıl?..
Nasıl?..
İnsan bir kere aldanır ve kadın için bu bile fazladır.
Bir şeyden gelen bir şüphe, her şeyden şüphe ettirir.
Her şeyin geçeceğini bilmek için onun yaşına gelmek lazımdı. Hem, her şey geçer ama, saçlarının rengini siler, gözlerinin alevini kapar ve derinin üstüne kara kalemle bir sürü çirkin çizgiler çizer.