Michel Foucault kitaplarından Bir Aile Cinayeti kitap alıntıları sizlerle…
Bir Aile Cinayeti Kitap Alıntıları
&“&”
Nasıl olursa olsun, öldürmek ve ölmek aynı madalyonun iki yüzüdür.
Öldürmek, sonra hayatta kalmak ve dayanmak; bu, insan olmanın tam karşıtıdır.
İnsan doğasının sınırları hakkında soru sorma fikri, sadece toplumsal ilişkiler ağından dışlanmış olanların aklına gelir.
İmkansızın ağırlığı kurşun bir pelerin gibidir.
Basit insanlar sessizliği hak ederler.
Bir şeyin, en azından bir kere mümkün olanın ötesine gitmesi, bu sınırı aşması gerekmektedir.
“Ölmek için acele ediyorum.”
Az önce babamı kurtardım, bir daha hiç mutsuz olmayacak."
İnsan doğasının sınırları hakkında soru sorma fikri, sadece toplumsal ilişkiler ağından dışlanmış olanların aklına gelir.
Daha dün canlılar arasındaydı.
Tek hedefiydi bir insanın sevgi ve ihtimamının.
Umut diyordu ki bir gün kendi diliyle
Şaşkına dönmüş büyün halklar gelecekler ona saygı sunmaya.
Tek hedefiydi bir insanın sevgi ve ihtimamının.
Umut diyordu ki bir gün kendi diliyle
Şaşkına dönmüş büyün halklar gelecekler ona saygı sunmaya.
Özet olarak, Guizot, idam cezasının, muhafeletin farklı bir biçimde oldukça yaygınlaşmış olduğu bir dönemde, her türlü muhalefeti komployla bir tutmak anlamına geldiğini; dahası, bunun devlete karşı tehlikeli olanla töre dışı olanı siyasi suç kapsamında karıştırmak anlamına da geldiğini söylüyordu .
Devrim, cezalandırıcı gücün uygulamasında Eski Rejim’in keyifliliğini ortadan kaldırmak amacıyla, cezaları tamamen kanuna bağlamıştı.
Açıktır ki, o dönemin insanlarının gözünde suçun öyküsü suçun ötesinde ve dışında, onun sebeplerini anlamalarına yardımcı olan bir şey değildi; sadece suçun rasyonelliğinin ya da irrasyonelliğinin bir parçasıydı.
Şimdi artık, kanun önünde özgür ve eşit" olarak, sonunda diğer herkese benzeyen birer insan olmuşlardı. Artık sözleşmeler yapabilirlerdi. Bundan sonra köylü yaşantısı, sözleşmelere ve sözleşmenin düzenlediği, tatmin ettiği ve atılım kazandırdığı toprak hırsına adanmıştır.
1789 olaylarına birçok sebep, birçok olay yol açmıştır. Kırsal kesimin içinde bulunduğu sefalet, insiyatifi ele alan hatırı sayılır burjuların kafasında en azından bir bahane – ya da bir vicdan azabı mı demeli? – olarak bu olayların önemli bir parçasını oluşturmaktaydı.
İnsanların içinde yaşadıkları kuralları ve düzenli toplumun kurallarını biliyordum, ama ben kendimi onlardan daha bilge olarak değerlendiriyor ve o kuralları rezil ve utanç verici olarak görüyordum.
“İnsan doğasının sınırları hakkında soru sorma fikri, sadece toplumsal ilişkiler ağından dışlanmış olanların aklına gelir.”
Kanunlara karşı çıkmak istiyordum, bana öyle geliyordu ki, babam için ölmekle kendimi ölümsüzleştirecektim, benim için bir şeref olacaktı bu.
….İnsanların içinde yaşadıkları kuralları ve düzenli toplumun kurallarını biliyordum,ama ben kendimi onlardan daha bilge olarak değerlendiriyordum ve insanları şerefsiz ve utanç verici yaratıklar olarak görüyordum…."
İmkansızın ağırlığı kurşun bir pelerin gibidir.
Babam kutsanmış su duasını söylerken neredeyse elli kişinin ağladığını duyduğumda, içimden, eğer onunla hiçbir alakası olmayan yabancılar ağlıyorlarsa, onun oğlu olan ben, neler yapmam ki, demiştim.
Başkalarına olduğundan çok daha fazla kendime saygı duyuyordum ve şimdiye kadar bunu böylece söylemekten utanıyordum, kendimi içinde bulunduğum durumdan daha yükseklere çıkaracağımı düşünüyordum.
Böylesine canice bir suçu işlemeye sanığı hangi sebepler sevk etmiş olabilirdi?
Daha dün canlılar arasındaydı.
Tek hedefiydi bir insanın sevgi ve ihtimamının.
Umut diyordu ki bir gün kendi diliyle
Şaşkına dönmüş bütün halklar gelecekler ona saygı sunmaya.
Ama o öldü!.."
Tek hedefiydi bir insanın sevgi ve ihtimamının.
Umut diyordu ki bir gün kendi diliyle
Şaşkına dönmüş bütün halklar gelecekler ona saygı sunmaya.
Ama o öldü!.."
Ortaya çıkışından itibaren bu eser, geri dönen bir suçlamanın konusu oldu: Suça övgü suçlamasının.
Kendi söz kalabalığımız altında temel sözü ezmeyecektik.
Pierre Riviere’le ilgili, o bir delidir ya da o bir canavardır demedik elbette. Cinayetinden dolayı onu aklamadık da. O da kendini suçlu buluyordu ve bedelini ödemeyi istedi. Hayatı son bulmadan önce, hapishanede, zaten ölü olduğunu söylüyordu. Ve bu doğruydu, kaba bir görüntünün ötesinde bir gerçekliğe sahipti.
Bilgilerimizin nesnesi gerçek anlamda yalnızca, bir gözlemcinin onları kavradığı gözlem raporunda ortaya çıkıyor. Gözlem protokolünü değiştirin, nesne de değişir. Karşılıklı olarak, gözlemci, onları birleştiren sistem içinde nesnenin parçasıdır.
Tek söylediğim bu hatıratın bize hitap ettiği; ve daha açık bir biçimde, bize bizi anlattığı.
Öykü aynı zamanda bizim başımızdan da, neredeyse tensel bir biçimde geçmekteydi (başımıza bir kaza ya da felaketin geldiğini söylemek anlamında), çünkü hatıratın, anlatıların, tanıklıkların, uzman raporlarının vs okunması, istemesek de olayları tekrar yaşamak zorunda bırakmaktaydı bizi. Geçmişte kalan olay bizim kişisel olayımıza dönüşüyordu.
Peki ama, hiçbir şeyin yatıştıramadığı kırık hayatlarla karşı karşıya kalan bizlerin durumu ne olacak?
İnsanların içinde yaşadıkları kuralları ve düzenli toplumun kurallarını biliyordum, ama ben kendimi onlardan daha bilge olarak değerlendiriyor ve o kuralları rezil ve utanç verici olarak görüyordum.
“İmkansızın ağırlığı kurşun bir pelerin gibidir.”
&”Bu insanlar cehennemlerini bu dünyada bulmuşlar.&”
&”Daha dün canlılar arasındaydı.
Tek hedefiydi bir insanın sevgi ve ihtimamının.
Umut diyordu ki bir gün kendi diliyle
Şaşkına dönmüş bütün halklar gelecekler ona saygı sunmaya.
Ama o öldü!&”
Tek hedefiydi bir insanın sevgi ve ihtimamının.
Umut diyordu ki bir gün kendi diliyle
Şaşkına dönmüş bütün halklar gelecekler ona saygı sunmaya.
Ama o öldü!&”
Cinayete odaklandığında,monomani, özel ama hezeyanlı bir inanışın, hayal gücünün coşmasının, yanlış bir usavurumun, hezeyanlı tutkuların ya da, eğer herhangi bir zeka ya da duygu noksanlığı gözlenmiyorsa kör bir içgüdünün, karşı konulmaz bir eğilimin ya da tanımlanamayan bir şeyin uyardığı, az çok şiddetli bir cinayet itkisiyle belirlenen kısmi bir hezeyandır.
Şayet Riviere’nin hatıratını okursak, yalnızlığı içinde Riviere’in, doktorların üzerinde bir kelime bile etmedikleri birçok başka düşünceyi de geliştirdiğini görürüz; bu yalnızlık arayışının başlangıçta bir kaçış olduğu doğrudur, bir kızın ondan zorla öpücük almasından sonra, antisosyal" planlara yol açmıştır.
Pierre riviere, aşırı köylü ve bu nedenle aşırı hayvansı.
Ne yargıçların ne de doktorların, Pierre Riviere’de bir tiranı boğazlayarak yeni bir çağ açtığını zanneden şy daima kaybeden köylüyü gördüğü söylenebilir.
Orda burda insan olmayanlar var ise-sessizce varsayılan budur-, onlarî reddederek bir sınır çizilmiş olduğundan, bu durumda önemli kişilerin uygar dünyası iddia ettiği şey olarak kalmaya devam edebilir mi ? Canavarlar mı istiyorlar ? İşte canavarlar. Ama, insanın onlarda kendisini görmemesi artık mümkün olmayacaktır.
“İmkansızın ağırlığı kurşun bir pelerin gibidir.”