İçeriğe geç

Billy Budd Kitap Alıntıları – Herman Melville

Herman Melville kitaplarından Billy Budd kitap alıntıları sizlerle…

Billy Budd Kitap Alıntıları

&“&”

Kim gökkuşağında morun bitip kavuniçinin başladığı çizgiyi kesinlikle gösterebilir? Renkler arasındaki farkı açıkça görürüz, ama birinin tam nerede öbürüne karıştığını seçebilir miyiz? Delilik ve akıllılık konusunda da durum böyledir.
Öyle bir dünya ki, insanoğlunun masumluğu, gerektiğinde ne zekasının parlamasına ne de dileklerinin, amaçlarının gerçekleşmesine pek katkıda bulunmuyordu.
Gençliğinin düşlerine sadık kal!
Denizci için hayat, uzun uzun kafa yormayı gerektiren çetrefil bir satranç oyunu değildir: dosdoğru, açık seçik hamlelerin pek seyrek yapıldığı, amaçlara ancak dolambaçlı yollardan varılan, hamleler sırasında yanıp biten muma bile değmeyen yorucu, ters ve verimsiz bir oyun!
İnsanlar için ölçü ve biçim her şeydir
Yüreğinde alev alev yanan ateş, yanaklarının esmerleşmiş pembesine yansımıştı.
yüzü de içten gelme bir gücün etkisiyle aydınlıktı
Yürek, erkeğin içine konmuş bir kadındır
Öyle bir dünya ki, insanoğlunun masumluğu, gerektiğinde ne zekasının parlamasına ne de dileklerinin, amaçlarının gerçekleşmesine pek katkıda bulunmuyordu.
Bir adamın aklının başında olup olmadığını kestirmenin hemen hemen imkânsız olduğu durumlar vardır.
Kim gökkuşağında morun bitip kavuniçinin başladığı çizgiyi kesinlikle gösterebilir? Renkler arasındaki farkı açıkça görürüz, ama birinin tam nerede öbürüne karıştığını seçebilir miyiz? Delilik ve akıllılık konusunda da durum böyledir. Bariz vakalarda şüpheye gerek olmayabilir. Ama durumun açık seçik ortada olmadığı, aradaki farkın derece derece değiştiği birçok vakada pek az kimse sınır çizgisini çekmek gibi bir işe kalkışır.
Gizli fesatlığa alışılmamış bir ihtiyat eşlik eder çünkü fesatlığın saklayacak çok şeyi vardır..
Öyle bir dünya ki, insanoğlunun masumluğu, gerektiğinde ne zekâsının parlamasına ne de dileklerinin, amaçlarının gerçekleşmesine pek katkıda bulunmuyordu.
Her çağda, her yerde, Amerika’da da dahil olmak üzere bütün devletlerin başına gelen diğer bazı olaylar gibi Büyük İsyan da öyle özellikler taşımaktaydı ki, milli gurur kaygıları ve siyasal hesapların onu ister istemez tarihin arka planını atarak bastırması gerekiyordu. Oysa böyle olayları önemsememek mümkün değildir; tarihsel açıdan onlara ele almanın mantıklı yolları vardır.
Sağduyu sahibi bir kişi, kendi ailesi içindeki herhangi bir kusur ya da ayıbı ortalığa ilan etmekten nasıl kaçınırsa, benzer koşullar içindeki bir ulus da haklı olarak aynı şekilde tedbirli davranacaktır.
Kötülüğün nedensizliği içinde delice görünebilecek bir amaca ulaşma yolunda o size son derece serinkanlı bir biçimde akıllı ve mantıklı bir fikir yöneltecektir..
Bunlar çılgın adamlardır ve en tehlikelileridirler..
Gökkuşağında mor rengin nerede bittiğini, turuncunun nerede başladığını kim söyleyebilir? Oradaki ayrı renkleri açıkça görebiliriz ama bir rengin diğeriyle nerede karıştığını görebilir miyiz? İşte akıllı olmakla delilik arasındaki ayrım da böyledir.
…yüreğinin en derin yerinde basit bir sessizlik ve barıştan daha çok sevdiği şey yoktu.
Karanlık sözler bunlar," diyecekler. Peki, ama niçin? Kutsal Kitap’ ta sözü edilen "alçaklık muammasını" hatıra getirdikleri için mi?
Bazı insanların para karşılığında yapmayacakları hiçbir şey yoktur.
Gökkuşağında mor rengin nerede bittiğini, turuncunun nerede başladığını kim söyleyebilir? Oradaki ayrı renkleri açıkça görebiliriz ama bir rengin diğeriyle nerede karıştığını görebilir miyiz? İşte akıllı olmakla delilik arasındaki ayrım da böyledir.
İnsanlar kuralları konulmuş, göze batmayan bir güvensizliğe öyle alışmıştır ki iş adamlarıyla olmasa da daha az ilişki içinde oldukları belirli dünya insanlarına karşı da güvensizlik duyarlar; bazıları, bu duygunun genel özellikleri durumuna geldiğini görünce belki de çok şaşırır.
Onun gibi insanların dürüstlüğü onları doğru yola yönlendirir, öyle ki göçmen kuşlar misali çok uzaklara uçarken asla sınır tanımazlar.
…bu duygu beyinde değil de yürekte yerleşmiş olduğundan, bir kimsenin akıl ya da zekâ seviyesi hiçbir zaman kıskanmaya karşı güvence sayılamaz.
Ne acayiptir ki, mahkeme önünde hesap vermek durumuna düşmüş nice insanoğlu, cezanın hafifletilmesi umudu içinde işlediği korkunç suçları açıkça kabul etmiştir; oysa kıskandığını, birine gıpta ettiğini ciddi olarak itiraf eden var mıdır?
Gençliğinin düşlerine sadık kal!
Ruhu cömert, yüreği tertemiz bir gencin bazı insanlarda vücut bulan şeytanlığın ta kendisiyle ilk karşılaşmasından duyduğu acının şiddeti artık geçmişti."
Kamarada oyun masasının başında keyifleri pek yerinde olanlar, seyir köprüsünde gözüne uyku girmeyen adamın sorumluluk duygusundan habersizdir."
Vicdanî kuşkularınıza gelince: Sisler içinde mi gizleniyor bunlar? Onlara meydan okuyun! Onları karşınıza çağırın, aydınlığa çıkartın!
“İnsanlar için ölçü ve biçim her şeydir,” derdi; “Ormanların vahşi sakinlerini çalgısıyla büyüleyen, alteden Orpheus hikayesindeki derin anlam da budur.”*

*Orpheus’tan sözederken müziğin de öğeleri olan biçim ve ölçünün bu ozan sayesinde barbarlığı altettiğini, düzen demek olan uygarlığın Orpheus’un eliyle hayvanlığa, güdülere üstün geldiğini anlatmak istiyor. Billy’nin davranışı düzene, uygarlığa karşı gelmek, Orpheus’un insanlığa getirdiği mesaja başkaldırmak oluyor.
Bir savaşın üzerinden kırk yıl geçtikten sonra, o savaşa bilfiil katılmamış birinin çarpışmanın daha iyi nasıl yönetilebileceği konusunda eleştirici fikirler ileri sürmesi kolaydır. Bizzat ateş altında bulunup çarpışmayı yerinden, görüşü zorlaştıran savaş dumanları içinden yönetmek başka şeydir. Hem pratik hem de pratikten öte kaygıların söz konusu olduğu, derhal eyleme geçmeyi zorunlu kılan birçok diğer acil durumda da böyledir. Sis ne kadar yoğunsa, vapur için tehlike o derece büyüktür; buna rağmen, çarpışmak pahasına da olsa, makinaya hız verilir. Kamarada oyun masasının başında keyifleri pek yerinde olanlar, seyir köprüsünde gözüne uyku girmeyen adamın sorumluluk duygusundan habersizdir.
İnsan denen yaratığın ne biçim bir varlık olduğunu, iş ilişkileri kadar sığ olmayan başka türlü ilişkiler içinde görüp tanımış bazı hayat adamları, insanlara karşı genel olarak gizli bir kuşku, denetim altında tutulan bir güvensizlik taşımağa o derece alışmışlardır ki, bu hallerinin farkında bile değillerdir; davranışları sanki bilinç dışı bir yerden yönetilir. Üstelik kendilerine, bu hallerinin onları niteleyen en önemli özelliklerden biri olduğu söylenecek olsa heralde şaşırırlar, böyle bir özelliğe sahip çıkmak istemezler.
Ne acayiptir ki, mahkeme önünde hesap vermek durumuna düşmüş nice insanoğlu, cezanın hafifletilmesi umudu içinde işlediği korkunç suçları açıkça kabul etmiştir; oysa kıskandığını, birine gıpta ettiğini ciddi olarak itiraf eden var mıdır? Kıskanma duygusunda bütün insanlığın tanıdığı, en aşağılık suçtan bile daha utanç verici bir şey vardır. Bu duyguya yalnızca hiç kimse sahip çıkmamakla kalmaz, üstelik aklı eren, zeki birinde de görüldüğü ciddiyetle ileri sürüldüğü zaman, hali vakti yerinde beyefendilerce reddedilir. Ama bu duygu beyinde değil de yürekte yerleşmiş olduğundan, bir kimsenin aklı ya da zeka seviyesi hiçbir zaman kıskanmaya karşı güvence sayılamaz.
Cennet’in fesat, kıskanç başbelası olan o arabozanlar pîrinin yeryüzü denen bu gezegene yapılan beşer sevkiyatında hâlâ parmağı olduğunu gösteren çarpıcı örneklerden biriydi.
Sayısız tuzaklarla dolu olan, ince oyunları ve gizli niyetleri kolay kolay anlaşılmayan, çirkin savunma becerilerinin tümünden uzak saf bir cesaretin pek işe yaramadığı bu dünyaya bırakılmış, tecrübeden, meramını anlatabilme yeteneğinden yoksun birinin başına sonunda acaba neler gelebilir ? (…)
Öyle bir dünya ki, insanoğlunun masumluğu, gerektiğinde ne zekâsının parlamasına ne de dileklerinin, amaçlarının gerçekleşmesine pek katkıda bulunmuyordu.
Orta Çağ’daki kanun kaçaklarının kilisenin çatısı altına sığınarak kavuştukları rahata benzer bir güven duygusu veriyordu.
Bazı ilkel ve saflığı bozulmamış erdemlerin uygarlık üniforması içindeki bir kişiyi özel bir biçimde nitelediği durumlarda, eğer yakından incelenecek olursa bu erdemlerin gelenek ya da göreneklerden türememiş oldukları, daha çok bunlara ters düştükleri gözlemlenebilir. Böyle durumlarda bu erdemler, sanki Kabil’in kentinden ve kentleşmiş insanından daha önceki bir çağdan akıl almaz yollardan geçerek bize ulaşmış gibidirler. Böyle erdemler, yozlaşmamış damakta yaban yemişlerininkine benzer hilesiz bir tat bırakır. Oysa tamamıyla uygarlaşmış bir kişi, uygarlaşmanın vasat örneklerinden olsa bile, aynı damakta su katılmış şarap gibi şüpheli bir tat bırakacaktır.

“Yoksul ve dürüstsün, dosdoğru özün sözün,
Kente seni getiren, söyle, hangi afsun?”*
Birçok anlama gelebilen çapraşık sözlerle, dolambaçlı anlatma yollarıyla uğraşmak onun yaradılışına tamamıyla yabancıydı.
(..) zoraki konuğu elden gelen bütün konukseverlikle ağırlamaya çalışan ev sahibi rolünü oynamaktan başka yapacak şey kalmıyordu.
Bir insanın,ne kadar zararsız olursa olsun, eğer sebep bu zararsızlığın bizzat kendisi değilse, sırf görünüşüyle bile kimi istisnai insanlarda yarattığı anlık ve derin nefreti açıklamak için gizemden
daha uygun bir sebep olabilir mi?
Kim gökkuşağında morun bitip kavuniçinin başladığı çizgiyi kesinlikle gösterebilir? Renkler arasındaki farkı açıkça görürüz, ama birinin tam nerede öbürüne karıştığını seçebilir miyiz? Delilik ve akıllılık konusunda da durum böyledir.
Ne kadar masum ve zararsız olursa olsun, herhangi bir ölümlüyle sırf yüz yüze gelmekten dolayı bazı müstesna ölümlülerin içlerinde uyanan derin ve ani nefretten daha anlaşılmaz, daha esrarlı bir şey var mıdır? Belki de böyle bir nefret duygusunu onlarda yaratan, karşılaştıkları insanlardaki masumluğun kendisidir.
Kim gökkuşağında morun bitip kavuniçinin başladığı çizgiyi kesinlikle gösterebilir? Renkler arasındaki farkı açıkça görürüz, ama birinin tam nerede öbürüne karıştığını seçebilir miyiz? Delilik ve akıllılık konusunda da durum böyledir. Bariz vakalarda şüpheye gerek olmayabilir.
Sayısız tuzaklarla dolu olan, ince oyunları ve gizli niyetleri kolay kolay anlaşılmayan, çirkin savunma becerilerinin tümünden uzak saf bir cesaretin pek işe yaramadığı bu dünyada bırakılmış, tecrübeden, meramını anlatabilme yeteneğinden yoksun birinin başına sonunda neler gelebilir…
Öyle ki, göçmen kuşların yaptığı gibi, uçuş sırasında sınırları aştıklarını hiç fark etmeden akıp giderler.
Yoksul ve dürüstsün, dosdoğru özün sözün,
Kente seni getiren, söyle hangi afsun?"
… gönül panayırlarının müdavimleri olan denizciler kötülüklerden arınmış insanlar mıdır? Hayır; fakat karada yaşayan insanlara oranla onların kötülükleri pek daha seyrek olarak yüreklerinde yer etmiş bir açıklıktan ileri gelir.
… kaba dalgalı sular üzerinde yıllar yılı sabanını süren bir rençper misali gidip gelmiş olsa da, ömür boyu doğanın başıbozuk güçlerine karşı durmuş olsa da, yüreğinin en derin yerinde basit bir sessizlik ve barıştan daha çok sevdiği şey yoktu.
İçinde yuva kurmuş, kökleşmiş kötülük eğilimlerini gizleyebiliyorsa da, onları ortadan kaldıracak gücü kendinde bulamıyordu. İyiliğin ne olduğunu kavrıyor, fakat iyi olamıyordu."
Kıskanma duygusunda bütün insanlığın tanıdığı, en aşağılık suçtan bile daha utanç verici bir şey vardır."
Sanki boğa burcunun boynuzları tarafından uğuldayan gökyüzüne fırlatılıp oradan, aşağıdaki serenler boyunca dizilip terler döken tayfaya coşkun bir sesle bağıran insanüstü, olağanüstü bir yaratıktı.
Öyle bir dünya ki, insanoğlunun masumluğu, gerektiğinde ne zekâsının parlamasına ne de dileklerinin, amaçlarının gerçekleşmesine pek katkıda bulunmuyordu."
Özünde dürüst, insancıl olan bir kişi, kendi türünden gelen sinsi tehlikeleri ya çok geç fark eder ya da hiç fark etmez.
“Sağduyu sahibi bir kişi,kendi ailesi içindeki herhangi bir kusur ya da ayıbı ortalığa ilan etmekten nasıl kaçınırsa benzer koşullar içindeki bir ulusu da haklı olarak aynı şekilde tedbirli davranacaktır”
“Bazı ilkel ve saflığı bozulmamış erdemlerin uygarlık üniforması içindeki bir kişiyi özel bir biçimde nitelediği durumlarda eğer yakından incelenecek olursa bu erdemlerin gelenek ya da göreneklerinden türememiş oldukları,daha çok bunlara ters düştükleri gözlemlenebilir”
“Okuması yazması yoktu,ama güzel şarkı söylemeyi bilirdi.Tıpkı okuması yazması olmayan bülbül gibi,o da bazen şarkılarını o anda içine doğduğu gibi söylerdi.”
Oysa genel olarak görünüşünüzden, hal ve tavırlarınızdan anladığıma göre, içinizde kıpırdanan yalnızca yürekleriniz değil, bir de vicdan konusu var, kişisel ve özel vicdan. Söyleyin bana, şimdiki mevkilerimizde bulunduğumuza göre, kişisel vicdan, bizlerin resmen uymak zorunda olduğumuz askerî yönetmeliklerde belirtilmiş yüce imparatorluk vicdanı önünde boyun eğer mi, yoksa eğmez mi?
Kralın subayları olarak aldığımız ödevler doğanın bizden istediklerine uygun olabilir mi? Eylem ve davranışlarımızda doğal olmamak bizler için gerçek bir zorunluluktur. Kutsal ödevlerimizi almakla birlikte birçok bakımlardan serbest ve doğal davranışlara son vermeyi kabul ettik. Savaş ilân edilmeden önce bizlere, mesleği savaşmak olan muvazzaf subaylara danışıldığı görülmüş müdür? Bizler emir üzerine savaşırız. Kişisel yargılarımızın savaşı onaylaması ancak mutlu bir rastlantı olabilir. Diğer konularda da durum aynıdır. Bu konuda da durum budur. Burada hüküm giydiren, mahkûm eden biz kendimiz miyiz, yoksa bizler sayesinde yürüyen harp kanunu mudur? Bu harp kanununun ve onun şiddetinin sorumluluğu bize ait olamaz. Bizlerin andiçerek yüklendiğimiz sorumluluk şudur: Harp kanunu ne kadar insafsız, ne kadar merhametsiz olursa olsun, bizler ona yine de bağlı kalır, onu uygularız.
Öyle bir dünya ki, insanoğlunun masumluğu, gerektiğinde ne zekâsının parlamasına ne de dileklerinin, amaçlarının gerçekleşmesine pek katkıda bulunmuyordu.
Vatanseverlik bir alçağın son barınağıdır.
Bilirsin, ben örgütlenmiş, kurumlaşmış hiçbir dine, sistem haline konmuş hiçbir felsefi görüşe bağlı değilim.
Avrupa’nın ilk ateşli silahı olan işe yaramaz düzenekle, birçok şövalyenin âdi bir alet" ve "meydana çıkıp kılıç kılıca dövüşmekten korkan ödlekler için tutunacak bir dal" diye dalga geçtiği bilinir.
Öyle bir dünya ki, insanoğlunun masumluğu, gerektiğinde ne zekasının parlamasına ne de dileklerinin, amaçlarının gerçekleşmesine pek katkıda bulunmuyordu.
Oysa Billy’nin bütün ailesi, bütün hısım akrabası(…) kendi içindeydi.
Yüreklenin canım, bu kadar üzgün durmayın!
Gençliğinin düşlerine sadık kal!
Kıskanma duygusundan bütün insanlığın tanıdığı en aşağılık suçtan bile daha utanç verici bir şey vardır.Bu duyguyu yalnızc hiç kimse sahip çıkmamakla kalmaz,üstelik aklı eren zeki birinde de görüldügü ciddiyetle ileri sürüldüğü zaman,hali vakti yerinde beyefendilerce reddedilir.
Düşünün bir kere;ne kadar masum ve zararsız olursa olsun,herhangi bir ölümlüyle sırf yüz yüze gelmekten dolayı bazı müstesna ölümlülerin içlerinde uyanan derin ve ani nefretten daha anlamsız daha esrarlı bir şey var mıdır?
Ne acayiptir ki mahkeme önüne hesap vermek durumuna düşmüş nice insanoğlu, cezanın hafifletilmesi umudu içinde işlediği korkunç suçları açıkça kabul etmiştir;oysa kıskandığını,birine gıpta ettiğini ciddi olarak itiraf eden var mıdır?

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir