Ali Şeriati kitaplarından Bilinç ve Eşekleştirme kitap alıntıları sizlerle…
Bilinç ve Eşekleştirme Kitap Alıntıları
İnsanın kendisine olan inancını yeniden sağlayan tek şey bilinçtir.
Bir toplum kendi durumunu değiştirmedikçe Allah onların durumunu değiştirmez.
Sağlam akıl sağlam vücutta bulunur. demişlerdir. Evet, doğru. Ama sağlam vücut, iri kıyım ve biçimsiz bedenden farklı bir şeydir.
Bilinçli şükür, insanın en büyük bilinç göstergesidir. Bu da insanın öz değerlerinden haberdar olmasından ibarettir. Nimete şükreden insan o nimete karşı bilinçlidir.
Herkesin cennete tek başına gidebilmesi için kendi amellerini takip etmesi ve yalnız şu duaları okuması gerekir. Ondan sonra cennet! İyi ama halkın durumu ne olacak? Onun halk ile bir işi yoktur. İzlenecek yolu bu dua kitabında yazmışlar: Kim şu amelleri işlerse cennete girer. Yani cennete girmek için bireysel kurtuluş yolu. Bu da sapık din tarafından eşekleştirilen dindar toplumların en büyük eşekleştirme şekli ve en büyük musibetidir.
Bir evde yangın varken -iyi dikkat edin- seni namaza ve Allah’a dua etmeye çağıran kimsenin daveti haince bir davettir. Başkasının işi onun umrunda değildir. Kutsal olsun, olmasın; bu durumda yangını söndürmeyle ilgilenme dışındaki her ilgi, eşekçe bir ilgidir. Eğer ilgilenirsen eşekleşmiş olursun, ister en güzel ilmi ve edebi eserleri incelemekle uğraşmak olsun, isterse büyük bir bilimsel keşifle ilgilenmek olsun! Bunun dışında yaptığın ve uğraştığın her iş seni eşekleştirir. Artık gitmiş olursun.
Kendi gerçek tasavvuru gözünün önünde olan hiçbir kimse yoktur. Hatta günde üç dört saat aynanın önünde duran kimseler bile kendilerini bir kere dahi görmemişlerdir.
Çünkü insan başka bir insanı öldürdüğünde katil de olsa insan kalır. Fakat başkasının önünde eğilen veya dalkavukluk yapan insan, artık insan değildir. Ama o bunun farkında değildir. O, adam öldürmeyi ve hırsızlık yapmayı kötü kabul eder ama dalkavukluğu kötü kabul etmez. Çünkü bu dalkavukluk, kölelik, başkası önünde eğilme ve taklitçilikle değerini bilmediği şeyleri kaybeder.
Elbise, otomobil, ev, makam, rütbe, tahsil ve arkadaş gibi hoşlandığımız, hayalimizde canlandırdığımız ve elde etmek istediğimiz bütün şeylerin bir listesini hazırlayıp bakarsak onları ele geçirmek için neler feda ettiğimizi görürüz: Zamanı, insanı, bilinci, istidadı, insanın tanrısal gururunu, isyan etme imkanını, özgür seçim yeteneğini, reddetme gücünü ve bize dayatılan her şeyi yıkıp yerine kendi istediğimi şeyleri koyma gücünü feda ederiz.
Para olunca bugün zeka da mal gibi alınıp satılmakta; ilmî tahsiller, bilginler, mucitler ve yazarlar da tıpkı birer eşya gibi alınıp satılmaktadır.
Bireysel özgürlük, zihni, sosyal özgürlükten ve sosyal bilinçten uzaklaştırmak için kullanılan en büyük uyuşturucudur.
Lüks ne demektir? Tüketimde ilerleme, tüketim medeniyeti. Üretim şansını elimizden almak için bizi uğruna kurban ettikleri şey, hem fikrî hem ekonomik hem de mekanik üretimdir.
Sağlam akıl sağlam vücutta bulunur. demişlerdir. Evet, doğru. Ama sağlam vücut, iri kıyım ve biçimsiz bedenden farklı bir şeydir.
Bilinçli şükür, insanın en büyük bilinç göstergesidir. Bu da insanın öz değerlerinden haberdar olmasından ibarettir. Nimete şükreden insan o nimete karşı bilinçlidir.
İslam, kendisinde hem insanî bilince hem de sosyal bilince yer verir.
Eşekleştirme, söylediğim gibi, zihnin insanî ve sosyal bilinçten saptırılıp uzaklaştırılmasını ve bu iki bilincin hak veya batılla süslenmesini sağlayan bir etkendir.
Bilinç, beni daima dışarıdan ve beni kendisine kurban eden sürekli uğraşlardan kendime çağıran bir şeydir.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Biz hiçbir zaman benimize, kendimize yönelmiyoruz. Yalandan kendimize nispet ettiğimiz ama herkesten daha mahrum olduğumuz başka şeylere yöneliyoruz.
Aydını oluşturan ve benim de din adıyla andığım gibi eğer idealsiz, imansız, bilinçsiz, hem öz bilinçten hem de sosyal bilinçten yoksun bir toplum, sadece sanayinin, gücün ve kapitalizmin peşine düşer ve günümüzde endüstriyel ve bilimsel ilerleme olarak adlandırılan şeyi takip ederse, bunda başarılı olsa bile -ki olamaz- hep tüketici olarak kalacak ama kendisini üretici sanacaktır.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Para olunca bugün zeka da mal gibi alınıp satılmakta; ilmî tahsiller, bilginler, mucitler ve yazarlar da tıpkı birer eşya gibi alınıp satılmaktadır.
Bu büyük bir tehlikedir: Alim olmak ama cahil kalmak tehlikesi. Onun tehlikesi, genelde kişinin ilme doymakla birlikte fikrî açlık hissetmemesi yönündedir.
Başkasını kendi kölen haline getirmek için onu önce kendisinin aşağı ırk ve aşağı aile olduğuna inandıracak şekilde aşağılamalısın. O zaman aşağılık, onun için ürperti verici ve kötü bir şey olmak bir yana tamamen bir aşk, arzu ve dilek haline gelir. Senin kölen olur, senin efendiliğine sığınır
Üstün ırk, üstün millet ve hatta üstün insan bir kavmi, bir milleti veya bir insanı kendi güç ve otoritesi altına almak için aşağılar. O kadar ki onun dinini, imanını, edebiyatını, düşüncesini, önemli şahsiyetlerini, geçmişini ve her şeyini aşağılar. Böylece o, bu itham ve hareketlerden, sürekli suçlama vesilesi yapılan bu yerden kurtulmak için bizzat onun himayesine sığınır; artık bir daha onun aşağılamalarına maruz kalmamak icjn kendisini ona BENZETİR.
Ben şöyle düşünüyorum: Çevremizde oluşan gerek bireysel, gerek toplumsal, gerek ilmi, gerek edebi şekildeki her mesele, sanat, felsefe, estetik, din ve dinsizlik ilgili her mesele eğer insani bilinç yani kendini anlama yolunda ve toplumsal bilinç yani zamana, topluma ve kendine karşı sorumluluk hissetme yolunda olmadığını görürse adı ve unvanı ne olursa olsun, ne kadar hak ve kutsal olursa olsun eşekleştirmedir. Ya eski tip eşekleştirme ya da yeni tip eşekleştirme.
Zihinde sosyal bilinci köreltmek ve insanı ondan uzaklaştırmak için bireysel özgürlükler meselesini gündeme getirirler. Bu insan bireysel bakımdan özgür olduğunu anlayınca özgür olduğunu hisseder. Bu tıpkı kapalı bir salonda kuşun kafesini açmaya benzer. Ne fark eder? Bu sadece yalancı bir özgürlük hissidir. Hatta daha kötüsü. Çünkü insanın esaretinin farkında olması, bir kurtuluş sebebidir. Ama bu bilgi de yok olup sahte bir özgürlük duygusu yaşanınca artık Allah’a şükredecektir.
Size şöyle söyleyeyim ki tüketim medeniyeti, vahşilikten daha kötüdür. Bir vahşi, medeniyet tüketmekte olan bir insandan daha ileridir. Niçin? Çünkü vahşinin üretim yoluyla medenileşme şansı vardır. Ama tüketici olan diğeri, hiç üretici olmaksızın üreticilik şansını doğal olarak yitirir.
Tipler, Eflatun mağarasındaki boğa gibi; Biri boynuzuna, diğeri toynağına, öteki kuyruğuna dokunduğu halde hiç kimse hayvanın tümünü anlayamıyor. Aynı şekilde uzmanlık da herkesin toplumun genelinden kopuk olarak çok küçük bir çerçeve içine dalmasına sebep oluyor; dolayısıyla kimse toplumun kaderini bir bütün olarak algılayamıyor.
1941-1951 yılları boyunca İran’da petrol ortaklığı meselesi gün yüzüne çııkmasın diye on sekiz yirmi savaş yapıldı. Sömürgeciliğin etkilerinin zirveye ulaştığı 19. yüzyılda İslam ülkelerinde böyle bir meselenin ortaya çıkmaması ve bilinmemesi için Çin’den İran’ın Buşehr’ine kadar, on iki on üç yıl arayla tam 17 mehdi zuhur etti. Halkımızın, bütün İslam dünyası halklarının sömürü sultası altında can verdikleri böyle bir durumda ‘’Acaba İmam maddi alemde mi ilahi alemde mi?’’ diye binlerce İranlı köylü bu mesele uğrunda öldürüldü. İşin garibi, bu kargaşa içinde adamın biri çıkıp ‘’Hayır, hiçbirisinde değil; ancak Huri Kolyayi adlı bir alemde. Lahut alemi Nasut alemi arasında, yüce alem ile aşağılık alem arasında’’ dedi. Bu yolda binlerce köylü öldürüldü. Binlerce zavallı köylü ve şehirli bunlara karşı savaşmak zorunda kaldı. 19. yüzyılda Huri Kolyayi savaşı! Avrupa’da işçilik savaşının, kapitalizm savaşının, üretim savaşının, burjuvazi savaşının, sendikacılık savaşının olduğu bir çağda bu adam gelip burada Huri Kolyayi savaşını çıkarıyor!
Asıl cephenin yanında tali bir cephe hazırlıyor. Bir süre zihinleri oyalıyor. Yeni ve eski şiir savaşı; çarşaf ve mini etek savaşı; sakallı ve sakalsız savaşı; Latin ve Arap alfabesi savaşı; muhafazakar ve yenilikçi savaşı. Bütün bunlar yalancı ve tali savaşlardır.
Eşekleştirme metotlarının birisi doğrudan, diğeri dolaylıdır. Doğrudan eşekleştirme, zihinleri cehalete veya onları saptırmaya zorlamak yani zihinleri cahilliğe, sapıklığa ve azgınlığa sürüklemektir. Dolaylı eşekleştirme ise zihinleri büyük, acil ve hayati olan haklardan ayırıp onları süslemek suretiyle küçük, önemsiz ve aciliyeti olmayan haklara yöneltmektir.
Sahi, İbn-i Sina kimdi? Gençliğinde büyük bir dehaya sahip olan ve dünyayı hayran bırakan adam, hakan hazretlerinin dolma kalemi oluveriyor! Belli ki şuuru olmasaydı daha iyiydi.
Bir evde yangın varken -iyi dikkat edin- seni namaza ve Allah’a dua etmeye çağıran kimsenin daveti haince bir davettir. Başkasının işi onun umrunda değildir. Kutsal olsun, olmasın; bu durumda yangını söndürmeyle ilgilenme dışındaki her ilgi, eşekçe bir ilgidir. Eğer ilgilenirsen eşekleşmiş olursun, ister en güzel ilmi ve edebi eserleri incelemekle uğraşmak olsun, isterse büyük bir bilimsel keşifle ilgilenmek olsun! Bunun dışında yaptığın ve uğraştığın her iş seni eşekleştirir. Artık gitmiş olursun.
Bilinç, beni daima dışarıdan ve beni kendisine kurban eden sürekli uğraşlardan kendime çağıran bir şeydir. Beni, ikide bir kendimi görmem için sürekli aynanın karşısına geçirir. Kendi gerçek tasavvuru gözünün önünde olan hiçbir kimse yoktur. Hatta günde üç dört saat aynanın önünde duran kimseler bile kendilerini bir kere dahi görmemişlerdir!
Bilinç yani kendini bilme, felsefe bilgisinden, ilim bilgisinden, teknik bilgisinden ve endüstri bilgisinden daha üstündür. Bunlar bilgidir, bilinç değildir. Yani beni kendime gösteren, hakkımda çıkarsama yapan, beni bana tanıtan, ne kadar değerli olduğumu anlamamı sağlayan bir şey. Herkes kendisine olan imanı ölçüsünde değerlidir. Bizi ne kadar aşağılıyorlar! Toplum ve eğitim sistemine bir bakın. Aileden itibaren en son merhalesine kadar aynı şekildedir. Bizi öyle küçük görüyorlar ki birtakım şeyleri kendi gücümüzün imkanları olarak bile tanımıyoruz. Hatta hayvan yavruları bile kendilerini bu kadar âciz görmezler. Öyle ki kendimiz hakkında konuşmaktan, kendimizi eleştirmekten ve kendimize sormaktan bile âciziz. Varlığımız baştan aşağı acizliktir. Küçük bir işi yapabilmek dahi tasavvurumuza sığmaz. İşte kendi şahsiyetimize karşı bu kadar inançsızız ve küçüğüz! Kendi kendisini küçük gören bir insan, bir nesil kesinlikle küçüktür! Başkasını kendi kölen haline getirmek için onu önce kendisinin aşağı ırk ve aşağı aile olduğuna inanacak şekilde aşağılamalısın. O zaman aşağılık, onun için ürperti verici ve kötü bir şey olmak bir yana tamamen bir aşk, arzu ve dilek haline gelir. Senin kölen olur, senin efendiliğine sığınır.
Daha Küçük, Daha Daha Küçük
Meğer bizi, biz Üçüncü Dünyalıları, biz Doğuluları, biz Müslümanları ne yaptılar? Önce dinimizi, dilimizi, edebiyatımızı, düşüncemizi, geçmişimizi, tarihimizi ve aslında ırkımızı ve her şeyimizi aşağıladılar. Onlar bizi ikinci sınıf insanlar kabul ettiler. Karşılığında onlar kendilerini o kadar üstün, yüce ve değerli gösterdiler ve bütün çaba, davet, arzu ve mücadelemizin Batı’ya ușaklık etmek olduğuna bizi öylesine inandırdılar ki sonunda onlar gibi davrandık, onlar gibi hareket ettik ve onlar gibi yürüdük.
Eşekleştirme için, büyük bir hakkı, bir toplumun ve bir insanın hakkını çiğnemek için bazen seni başka bir hak ile ilgilenmeye davet ederler. Bir hakka yardım ederek başka bir hakkı çiğnerler.
Bilinç, beni daima dışarıdan ve beni kendisine kurban eden sürekli uğraşlardan kendime çağıran bir şeydir.
…
Herkes kendisine olan imanı ölçüsünde değerlidir.
Din, felsefenin, bilimin ve sanayinin ötesinde bir şeydir. Din, ‘’bilinçli olmak’’tır. Devredilen geleneksel tekrarlar toplamından ibaret olan dinden farklıdır.
Bütün atadan kalma geleneksel dinler birbirinin aynısıdır. Çünkü bana göre bilinçsiz bir şekilde miras bırakılan, tekrarlanan ve adet olarak sürdürülen her şey, adı ne olursa olsun, ister Şia, ister Ehl-i sünnet, ister İslam, isterse Budizm olsun fark etmez. Cahilliğin dereceleri olmaz. İslam’ı bilmeyen ile küfrü bilmeyen arasında fark yoktur. Matematikten sıfır çeken ile edebiyattan sıfır çeken aynı düzlemdedir. Aralarında anlam farkı yoktur. Bilimden üstün olan dinden bahsediyorum; tekrarlanan gelenekler bütününün korunması ve telkin edilmesi anlamındaki dinden değil.
Kendimizi ilmi açıdan tatmin etmekle fikri bakımdan doyum hissedemeyeceğimizi bilelim: Bu, günümüz okumuşlarına ve aydınlarına özgü çok sahte bir doyum ve büyük bir aldatma türüdür.
Cahilliğin dereceleri olmaz.
İlim, insanın kendinden geçtiği birikmiş zaman toplamının meyvesidir.
Aldatma! Aldatma!
Savaş var efendi, savaş var. başka meseleler gündeme gelmesin diye Savaş var efendi, yola kan dökülmüş, dışarı gelin, kanının önünü alın. diyor. Diğer meseleler açılmasın ve hareketsiz kalsınlar diye onları dışarı çekiyor. Asıl cephenin yanında ikincil bir cephe hazırlıyor. Biir süre zihinleri oyalıyor. Yeni ve eski şiir savaşı; Latin ve Arap alfabesi savaşı; muhafazakar ve yenilikçi savaşı. Bütün bunlar yalancı ve ikincil savaşlardır.
Hepsi de asıl mesele ortaya çıkmasın diye yapılan horoz savaşı!
Nimete şükreden insan o nimete karşı bilinçlidir. Fakat sapık din felsefesinin bahsettiği şükür, zavallılık şükrüdür, bedbahtlık felsefesinin şükrüdür.
İnsanı nelerden gafil bırakıyorlar! Zamanın itfiharlarını kurban ediyorlar. Bugünün yeteneklerini kurban diyorlar, görmezlikten geliyorlar, anlamıyorlar o zaman da geçmişle övünmeye başlıyorlar.
Aç ve zavallı bir Almani Hitler zamanında sandivicini ısırırken Savaşmak istiyorum. diye kükrüyordu. Çünkü Amerika’da 5.000.000 Germen var; ırklarının bozulmasından korkuyorum. İşte bu yüzden oraya gidip onları kurtarmak ve Almanya’ya getirmek istiyorum.
(Bu aptal adam kendi açlığının , talihsizliğinin ve zavallılığının farkında değil. Aslında bizzat kendisinin hangi propaganda ve duyguların esiri olduğunu anlamıyor. O zaman da Germen ırkından olan 5 milyon Amerikalıyı, soyları başka bozuk soylarla karışmasın diye Almanya’ya getirmek istiyor. Ne yapsın? Adamın derdi bu!)
Hırsızlık yaptığın, cinayet işlediğin, halkın geleceğini başkalarına sattığın doğru. Ama bunun telafi yolu geri vermek değil ki. Zaten geri verilmez de. Bunun daha basit bir yolu var. Nedir? Şu duayı kıbleye dönerek altı kez oku; artık işin tamamdır. Şu yediğin paradan biraz da bize ver. Artık işin bitmiş, günahların bağışlanmıştır. Yani şefaat, bağışlanma ve af! Böyle dinin Tanrı’sı bütün kötülüklere ve çirkinliklere göz yumar; günahların, çöldeki kum, göklerdeki yıldız ve denizlerdeki köpük kadar çok dahi olsa bir üflemede yok eder!
Din eşekleştirir. Eski topluluklardaki en büyük ve en güçlü eşekleştirici din dir.
Eşekleştirme, zihnin insani ve sosyal bilinçten saptırılıp uzaklaştırılmasını ve bu iki bilincin hak veya batılla süslenmesini sağlayan etkendir.
Bir evde yangın varken seni namaza Allah’a dua etmeye çağıran kimsenin daveti haince bir davettir. Başkasının işi onun umrunda değildir. Kutsal olsun, olmasın; bu durumda yangını söndürmeyle ilgilenme dışındaki her ilgi, eşekçe bir ilgidir.
Eşekleştirme metotları da vardır ve iki tanedir:
Birincisi Doğrudan Eşekleştirme: zihinleri cehalete ve kişileri sapkınlığa, azgınlığa sürüklemek şeklinde olur.
İkincisi Dolaylı Eşekleştirme: Zihinleri büyük, acil ve hayati meseleler veya haklardan uzaklaştırıp daha küçük, önemsiz ve aciliyeti olmayan şeyleri süslemek suretiyle onlara yönlendirmektir.
ŞÜKÜR: Hak dinin sağladığı bilinçli bir şükür önemli bir bilinç göstergesidir. Fakat sapık din anlayışının ortaya koyduğu ve birilerinin şatafatı sebebiyle sefalet içinde yaşayanların şükrü tam bir eşekleştirme aracıdır.
CİNSEL ÖZGÜRLÜK: Doğudan çaldığı ham maddelere karşılık Batının bize bıraktığı şeydir.
18-25 yaş aralıktaki nesli yok etmek için kullanılan silahtır.
Cinsel özgürlüğü yaşamaya izin vermek bunun ardından psikolojik ve sosyal bunalımlar.
Gençleri eşekleştirmenin en etkili yolu.
KADIN ÖZGÜRLÜĞÜ: Kadını cinsel meta olarak kullanmanın özgürlüğü.
Kadın ile erkek arasında savaş çıkarmak, aile kurumunu yıkmak ve Doğu-Batı arasındaki asıl savaşın unutulmasını sağlamaya yarayan önemli bir eşekleştiricidir.
TAKLİT: Batının Doğu toplumlarına yaymak istediği ne varsa toplumdaki popüler-önemli şahsiyetleri kullanmak suretiyle zirveden tabana yayma tarzıdır.
Batı’yı taklit ettikçe kendini mutlu sanan zavallıları ve kendi dini değerlerinden utanan tipleri üreten bir eşekleştiricidir.
Üstün ırk, üstün millet ve hatta üstün insan bir kavmi, bir milleti veya bir insanı kendi güç ve otoritesi altına almak için onu aşağılar. O kadar ki onun dinini, imanını, edebiyatını, düşüncesini, önemli şahsiyetlerini, geçmişini ve her şeyini aşağılar. Böylece o, bu itham ve hareketlerden, sürekli suçlama vesilesi yapılan bu yerden kurtulmak için bizzat onun himayesine sığınır; artık bir daha onun suçlamalarına maruz kalmamak için kendisini ona benzetir.
İnsan, hayatın, gündelik hayatın, tekrarlanan hayatın, döngüsel hayatın aynı aptal döngüsüne, amip ve mikroplardan bitki ve hayvanlara kadar bütün hayatlara hakim olan aynı döngüye düşer. O döngü içersinde sürekli yer, uyur, kalkar, yemek için çalışır, çalışmak için yer, boş kalmak için çalışır, çalışmak için boş kalır, tüketmek için üretir, üretmek için tüketir. Öyle ki neresinden tutsan döner.
Bütün atadan kalma geleneksel dinler birbirinin aynısıdır. Çünkü bana göre bilinçsiz bir şekilde miras bırakılan, tekrarlanan ve adet olarak sürdürülen her şey, adı ne olursa olsun, ister Şia, ister ehlisünnet, ister İslam, isterse Budizm olsun farketmez. Cahilliğin dereceleri olmaz.
Cahil bilgin olmak, şuursuz tahsilli kalmak, çok yüksek diplomaları ve gerçekten doktorluk, mühendislik, lisans üstü, doktora ve profesörlük gibi çok seçkin titirleri bulunan bir insan olmak; ama şuur, anlayış, bilgi, onu ve toplumu kendisiyle götüren zaman ve tarihsel hareketi belirleme karşısında sorumluluk hissetme bakımından sıfır olmak, kör ve sağır olmak. Bu büyük bir tehlikedir. Alim olmak ama cahil kalmak tehlikesi.
Bir evde yangın varken seni namaza ve Allah’a dua etmeye çağıran kimsenin daveti haince bir davettir.
Eşekleştirme için kötülükler seni ürkütmesin, olman gereken yerde bulunmadığını anlamanı sağlamasın diye seni sürekli kötülüklere davet etmezler. Davet şeklini senin tipine göre seçerler. Bazen seni güzelliklere de çağırırlar. Büyük bir hakkı, bir toplumun ve bir insanın hakkını çiğnemek için bazen seni başka bir hak ile ilgilenmeye davet ederler. Bir hakka yardım ederek başka bir hakkı çiğnerler.
Eğer sahnede değilsen, istediğin yerde ol. Hedef, sahnede olamamak şartıyla istediğin yerde olmandır. Eğer bir yerde hazır bulunman gerektiği halde orada değilsen, artık istediğin yerde bulunabilirsin. İster içki sofrasına oturmuş ol, ister namaza durmuş ol; ikisi de birdir.
Bugün düşman, yakamızın içinden çıkıyor, evet kendi yakamızdan! Artık o zamanki gibi değil: İstibdat gelsin, elinde kırbacı olsun, insanları sandıklar tarafına oy vermeye sevk etsin. Elbette Batı için söylüyorum. Günümüzde o kırbaç, sandığa sevk etmek için bu işçinin kafasının içindedir. Hem de onu canının istediği kimseye özgürce oy verecek şekle sokar. Ama bunun nasıl olacağı belli değildir. Bu işçinin gönlü Goldwater’e mi yoksa Jeanson’a mı oy vermek istiyor? Evet, hiç kimse ona karışmaz; özgürdür. Ama gönlü sadece bu ikisini ister. Öyle ki hangisine oy verirse versin sonuç aynıdır.
Peygamberler ne filozof ne teknisyen ne edebiyatçı ne şair ne estetikçi ne de sanatçı idiler. Avam içinden çıkmış birer ümmi idiler. Ama zamanın bilincine sahiptiler. Bunun için de her filozoftan, bilgin, yazar ve edebiyatçıdan daha çok ve daha iyi tarihin seyrini belirlediler, harekete geçirdiler, medeniyet kurdular ve toplumlarının kaderini değiştirdiler.
Bizi ne kadar aşağılıyorlar! Toplum ve eğitim sistemine bir bakın. Aileden itibaren en son merhalesine kadar aynı şekildedir. Bizi öyle küçük görüyorlar ki birtakım şeyleri kendi gücümüzün imkânları olarak ile tanımıyoruz. Kendimiz hakkında konuşmaktan, kendimizi eleştirmekten ve kendimize sormaktan bile âciziz. Varlığımız baştan aşağı âcizliktir. Küçük bir işi yapabilmek dahi tasavvurumuza sığmaz. İşte kendi şahsiyetimize bu kadar inançsızız ve küçüğüz! Kendi kendisini küçük gören bir insan, bir nesil kesinlikle küçüktür!
İnsan başka bir insanı öldürdüğünde katil de olsa insan kalır. Fakat başkasının önünde eğilen veya dalkavukluk yapan insan, artık insan değildir. Ama o bunun farkında değildir. O, adam öldürmeyi ve hırsızlık yapmayı kötü kabul eder ama dalkavukluğu kötü kabul etmez. Çünkü bu dalkavukluk, kölelik, başkası önünde eğilme ve taklitçilikle değerini bilmediği şeyleri kaybeder.
İsyan, sadece insanın yapabildiği bir şeydir.
Sizi rahatsız etmeye geldim!.
*İlahi değerlere ve tanrısal öze sahip olan böyle bir varlık, gündelik hayatın peşine düşer.Bu her canlı insanın katili ve içine her gün insanın en yüce değerlerinin battığı bir bataklıktır.İnsan, hayatın, gündelik hayatın, tekrarlanan hayatın, döngüsel hayatın aynı aptal döngüsüne, amip ve mikroplardan bitki ve hayvanlara kadar bütün hayatlara hakim olan aynı döngüye düşer.O döngü içinde sürekli yer, uyur, kalkar, yemek için çalışır, çalışmak için yer, boş kalmak için çalışır, çalışmak için boş kalır, tüketmek için üretir, üretmek için tüketir.Öyle ki neresinden tutsan döner.
Bir evde yangın varken -iyi dikkat edin- seni namaza ve Allah’a dua etmeye çağıran kimsenin daveti haince bir davettir. Başkasının işi onun umurunda bile değildir. Kutsal olsun, olmasın; bu durumda yangını söndürmeyle ilgilenme dışındaki her ilgi, eşekçe bir ilgidir. Eğer ilgilenirsen eşekleşmiş olursun, ister rn güzel ilmi ve edebi eserleri incelemekle uğraşmak olsun, isterse büyük bir bilimsel keşifle ilgilenmek olsun! Bunun dışında yaptığın ve uğraştığın her iş seni eşekleştirir. Artık gitmiş olırsun.
Alim olmak ama cahil kalmak tehlikesi. Onun tehlikesi, genelde kişinin ilme doymakla birlikte fikri açlık hissetmemesi yönündendir.
Varlığımız baştan aşağı acizliktir.
Bir toplum kendi durumunu değiştirmedikçe Allah onların durumunu değiştirmez. Yani insan tarihsel kaderini ancak kendisi değiştirmesi halinde değiştirebilir. Bunun parayla, bedenle, makamla alakası yoktur. Sadece insan olmasıyla ilgisi vardır.
Her zaman senden aşağı olanlara bak. İyi de karar böyleyse başka birisi neden ileri gitsin? O zaman niçin yerimizden kıpırdayalım? Böyle bir şükür, gerileme felsefesidir, büyük bir felakettir.
Nimete karşı şükreden insan o nimete karşı bilinçlidir. Fakat sapık din felsefesinin bahsettiği şükür, zavallılık şükrüdür, bedbahtlık felsefesinin şükrüdür.