Susan Blackmore kitaplarından Bilinç Üzerine Konuşmalar kitap alıntıları sizlerle…
Bilinç Üzerine Konuşmalar Kitap Alıntıları
Başka bir alternatif de, “bütün bunların mekanizmalardan ibaret olduğunu biliyorum, ama sanki bunları gerçekten kendim yapıyormuşum gibi yaşayacağım” demek. Hangi yolu seçtiğimizin bir önemi
var mı sence? Ayrıca, sen hangi yolu seçtin?
Ben ikinci seçenek olan “mış gibi yapıyorum. Ayrıca, mutlu ve sağlıklı olan hemen hemen herkesin de bu şekilde davranmaya meyilli olduğunu düşünüyorum.
Aman tanrım!
Bir sürü ilginç şey gerçekleştiren ve içinde milyarlarca devre bulunan oldukça karmaşık bir robotu kontrol ettiğini düşün. Bu robotun bir sonraki adımda ne yapacağını bilmek insana belli bir keyif verir; robotun içinde bir şey, “şimdi sola gidiyoruz, şimdi şu tepeyi tırmanacağız” dese bile. Kendi zihnimiz söz konusu olduğunda biz de aslında aynı bu konumdayız.
Bilinçli irade sahibi olmamız üzüntü verici bir yanılsama değil; ne yapıyor olduğumuzu bildiğimizi düşünmek iyi hissettiriyor.
Evet, bu bir yanılsama, fakat esas” diyebileceğimiz türden bir yanılsama. Oldukça gerçek hissettiriyor. Bilinçli irade deneyimi, yaptığımız şeyleri hissetmeye dikkatimizi çeken bir tür “sahiplik duygusu sağlamak suretiyle sadece zihin de değil bedende de meydana geliyor.
Evet. Faillik, kandırılabilir bir his; ama yine de günlük yaşamımızda unun tam tersini hissederiz: Fail olma hissimizin, zihnimizin o şekilde alıştığının kanıtı olduğu şeklinde bir sezgiye sahibizdir. Aslında kendi zihinsel süreçlerimize o kadar da vakıf değiliz.
Bulutları oynatabildiğini veya sokaktaki ışıkları kapatıp açabildiğini iddia eden birçok insanla karşılaştım. Burada da aynı etkiden mi söz ediyoruz?
Kesinlikle.
Bunun işlevi ne sence?
Birçok işlevi var aslında. Bana kalırsa bunun en önemli işlevi, neyi kimin yaptığını ortaya koymak. Yaşamı, belirli eylemlerin bizim tarafımızdan mı başkaları tarafından mı yapıldığının çok önemli olduğu kocaman bir dedektif romanı gibi düşünebilirsin. Bir şeyi yaptığımız veya bir şeyi yaptığımız çıkarımında bulunduğumuz her vakit ortaya çıkan bu his, bir şeyleri kendi eylemlerimiz olarak adlandırmamıza yarar. Bu yolla, davranışlarımıza karşı sorumlu olduğumuzu hissedebiliriz ve iyi ya da kötü şeyler yapan kişileri bu eylemlerinden ötürü ahlaki açıdan yargılayabiliriz. Bir eylemde bulunan kişileri, eğer onu kendilerinin yaptığı hissini taşıyorlarsa hapishaneye koymak; eğer öyle bir his taşımıyorlarsa da, hapishaneye koymak yerine psikiyatrik tedaviye sokmak isteriz. Hukukta, insanların sorumluluğunu hissettiği ve kasıtlı yapılan eylemler ile kasıtlı yapılmayan eylemler arasında çok güçlü bir ayrım mevcuttur. Bence söz konusu ayrım da, kasıtlı olmamızı sağlayan bu önizleme sistemi ile bir netice olarak her birimizin sahip olduğu bu faillik hissi sayesinde mümkün oluyor. Birbirinizin faillik hissine güveniyoruz ve günlük hayatta, insanları ödüllendirmeye veya cezalandırmaya karar verirken başvuracağımız bir yol olarak bu faillik hissinden faydalanıyoruz.
Kesinlikle. Bunun sonucunda da, sanki o şeyi ben istemişim gibi hissediyorum. İrade hissini bir duygu gibi bir gey olarak düşünüyorum: Seni öne doğru itiyor, deneyimi senin sahip olduğun bir şey olarak nitelendiriyor; deneyimi onaylıyor. Bunun, ne yaptığımızı anlamanın rasyonel bir süreci olduğunu düşünmüyorum; daha ziyade, hızlı bir teşhis | etme süreci olduğunu düşünüyorum. “İşte, yine yaptım, üç defa ellerimi çırptım!”
Ruh çağırma tahtasından yola çıkarak Thalia Wheatley ile gerçek leştirdiğimiz bir dizi başka çalışma daha var. Deneydeki katılımcılarda “ bilgisayar faresinin üzerinde duran küçük bir tahtanın üstüne elleri koymalarını istiyoruz. Bu fare ekrandaki imleci hareket ettiriyor. E randa çeşitli nesneler -diyelim ki 1-Spy kitabından bazı resimlerv minik plastik oyuncaklar bulunuyor. Odada bir de işbirlikçimiz var. İkisinin de kulağında kulaklıklar var ve ikisinden de imleci ekranda hareket ettirmelerini ve birkaç saniyede bir müziği duyduklarında bir nesnenin üzerinde durmalarını istiyoruz.
Yani ikisinin de eli ruh çağırma tahtasının üzerinde, öyle mi?
Evet, ikisi birlikte hareket ediyor. Çoğu kulaklıktan bir ses duyuyor ve bu seslerin bazılarında ekrandaki bir şeyin ismini söylemiyor. Bazı denemelerde bizimle işbirliği yapan kişiden katılımcımızı belirli bir nesnenin üzerinde durmaya zorlamasını istiyoruz. Yani hareketi 4 kişinin kendisi yapmıyor ama buna zorlanıyor. Sanki ruh çağırma tahtasında bir hile yapılıyormuş gibi düşün. Katılımcının elini zorla hareket ettirmeden önce veya sonra, belirli bir zaman aralığında katılımcıya o nesnenin ismini kulaklık aracılığıyla söylüyoruz. Bunun sonucunda yaptıklarım söylüyorlar. Nesnenin ismini epey önce -mesela 30 saniye kadar önceçalarsak, bu deneyime sahip olmuyorlar. Aynı şekilde, nesnenin ismini o nesneye doğru uzanmaya zorlanmalarından hemen sonra çaldığımızda da bu deneyimi yaşamıyorlar.
Sanki özgür iradem varmış gibi geldiği kesin. Bu sıralar özgür bir şekilde eyleme hissimizle ilgili çalışmalar yapıyorum. Bu hissin nasıl açığa çıktığını anlamaya çalışıyorum, çünkü bu his olmadan da eyleyebiliyoruz. Bilinçli irade hissiyle yapılmış bir eyleme tamamen benzeyen fakat yine de istenmeden yapılmış hissi veren birçok eylem mevcut.
Birkaç örnek vereyim. Otomatizm olarak adlandırdığımız bir dizi davranış var. Bunların en bilinen örnekleri 100 yıl öncesinin ruhçu (spiritualist) geleneğinde kullanılan ruh çağırma tahtaları ve otomatik yazma gibi basit numaralardı. Masanın eğilmesi de gözdelerimden biri: İnsanlar bir masanın etrafında oturup bir ruhun bu masayı eğmesini bekliyor ve birkaç dakika içinde masa odanın etrafında dönmeye başlıyor. Çubukla maden arama da başka bir örnek. İnsanlar ellerinde maden arama çubuğuyla yürürlerken, sanki bu çubuk bir güç tarafından dünyaya doğru çekiliyormuş gibi hissediyorlar. Bu insanlar onun iradi olduğu hissini kesinlikle taşımıyorlar; ama gerçekte, söz konusu eylemler tümüyle iradi bir şekilde gerçekleştiriyormuş gibi görünüyorlar. Bu masayı ruhların oynatıyor olduğu hipotezini sınamaya çalışmıyorum; ben daha çok, kendisinin o şeyi hareket ettirdiği çok açık olmasına rağmen, hareketin niçin kişiye gayri iradi geldiğiyle ilgileniyorum.
Her şey mekanik. Tabii ya.
Tabii ki. Bir de, özgür iradeye sahip olma hissi olmadan yaşamanın imkansız olduğunu söyledin ya, işte ben o konuda şüpheliyim . Bu his olmadan yaşamak için çok uğraştım ve bir yere kadar başardım da.
Zamanla yok olabiliyor.
Onsuz yaşayabileceğini düşünmüyorum, çünkü eğer öyle olsaydı bir sonraki anda ne söyleyeceğine karar veremezdin. Bir eylem içerisinde olmak ile kendine dair eski bir film kaydını izlemek arasındaki farkı düşün: O kayıtta bir sonraki sahnede ne olacağı tümüyle bellidir. Kaydı izlerken, “O zaman aptalca bir şey yapmıştım, umarım bir sonraki ıynı şeyi yapmam” gibi bir şey düşünmezsin. Çünkü olacakların peşinen belli olduğunu bilirsin.
Seçeneklerden biri bu ve ona epifenomenalcilik deniyor. Bu görüşe göre, zihnin aslında herhangi bir önemi yok, [beyindeki nörol etkinliklere -çev.] öylesine eşlik ediyor sadece. İlerleyen zamanlarda bunun doğru olduğu ortaya çıkabilir ve eğer öyle olursa, doğa bize gelmiş geçmiş en büyük oyunu oynamış demektir.
Onların da birer robot olduğunu biliyordum, yalnızca robot olmadıkları yanılsamasına kapılmışlardı.
Tümüyle bu alana dalmış vaziyettesin, bu deneyleri yapıyorsun ve insanların görüşlerine meydan okuyorsun; artık bu görüşlere sahip biri olarak insanlarla ilişkide olmanın senin açından daha kolaylaştığını söyleyebilir miyiz?
İnsanlar beni biraz daha fazla dinliyor ama hâlâ epey keyifleri kaçıyor, çünkü gerçekten de önlerindeki her şeyi gördüklerini hissediyorlar; gerçekten de birer robot değil de birer insan olduklarını hissediyorlar,
İnsanların senin hayatından uzaklaştığını hissediyor musun?
Hayır, hem de hiç. Bir robot olmam acı çekmediğim, âşık olmadığım ve sanattan hoşlanmadığım anlamına gelmez. Bir şeyler his-tmediğim anlamına da gelmez; aksine bu, o hisleri ve deneyimleri açamanın büyülü bir mekanizma gerektirmeyen bir yolu sadece.
Ölümden sonra da bilincin devam edebileceğini düşünüyor musun Önümüzdeki yıllar içerisinde kişiliklerimizi bilgisayarlara yüklemenin ve biz öldükten sonra kişiliğimizin sanal dünyada yaşamasını sağlamanın mümkün olacağını düşünüyorum. O zaman bilincimiz ölümde sonra da devam etmiş olacak.
Peki, özgür iradeye inanıyor musun?
Evet, herkes inanır, Özgür irade sahibi olmamalarına rağmen robotlar bile özgür iradeleri olduğuna inanır.
Bana kalırsa, bir şeylere isim vermeksizin ve onları geçmişteki herhangi bir şeyle ilişkilendirmeksizin, yalnızca içedönük dikkatle bilinçli deneyimin gerçek, derin yapısına ulaşmamız ve bütün tanımlarımızdan ya da kulağa hoş gelen o ideolojilerden bağımsız bir şekilde “benlik [selfhood]’ diye bir şeyin var olup olmadığını görmeye çalışmalıyız.
. Bunun romantik olmayan kısmı ise, onu bilişsel sılahlanma yanında ortaya çıkmış bir silah olarak ele almaktır. Milyonlarca yıl be. bu gezegendeki organizmalar arasında sabit, gaddar ve zalım bı kabet vardı. Belleğe, düşüncelere ve daha iyi bir algıya sahip olmak iyi bir ayağa, karaciğere veya kalbe sahip olmak kadar önemliydi. benlik-modeline, nörohesaplamaya dayalı bir silah ya da beynin zaman zaman etkinleştirebileceği belirli bir veri yapısı (sabahleyın uyandığında, duyusal algılarını motor davranışınla bütünleştirmek 20runda olman gibi) şeklinde bakmayı seviyorum. Ego makinesi, fenomenal benliğini çalıştırıyor ve o anda sen devreye giriyorsun. İyi bir benlik modeline sahip olmak, belirli bir ortamda başarılı olmak anlamına gelir. Bu, oldukça basit niteliklerle başlar: Ne kadar uzağa zıplayabilirsin, bedenin nelere muktedir, ne büyüklüktesin, sınırların ne Bazı ilkel hayvanlar ile psikiyatrik sorunlar yaşayan kimi insanlarda olduğu gibi kendi bacaklarını yemek istemiyorsan bunları bilmen lazım. Mesele, bir benlik modelini iyi bir benlik modeli yapanın ne olduğudur. Modelin uygunluğu, bir sürü çocuk ve torun sahibi olman ya da belirli bir sosyal çevre üzerinden belirlenebilir.
Cumartesi gecesi saat üçe çeyrek kala sarhoş bir haldeyken sahip olduğun benlik modeli, sonraki sabah saat onda kahvaltı için anne babanı ziyaret ettiğin vakit sahip olduğun benlik modelinden genellikle farklıdır. Yani aslında benlik modelinin değişken olması, farklı benlik deneyimlerine, farklı sosyal durumlarda farklı fenomenal bilinçli kimliklere sahip olmak, akıl sağlığının bir göstergesi olabilir. Ama çoklu kişilik bozukluğunda veya siyasilerde gördüğümüz gibi, iş çığırından da çıkabilir
Sorun, bilincin diğer bütün durumlarla çelişiyor olması. Fiziksel bir urum, biyolojik bir durum veya kimyasal bir durum ancak dışarıdan, üçüncü şahıs bakış açısından bilinebilir. Bilincin farkı ise, onunla ilgili ’em içeriden hem de dışarıdan bilgi alıyor olmamızdır -bu ifadenin na anlama geldiğini dahi gerçekten bilmiyoruz. Bilinç aynı zamanda birinci şahıs bakış açısından, deneyimleyen benlik üzerinden de bilinebilir diyoruz. Bu nedenle, bu fenomene ilişkin bilgi edinmenin iki farklı yolu var. Filozoflar bunu ‘epistemik asimetri’ olarak adlandırır filozofların bu gibi şeyler için her zaman anlaşılması güç kelimeleri olur. Bir insan fiziksel niteliklerine, mesela bedenine bakarak nesnel üçüncü şahıs ilgisine sahip olabilirsiniz. Ayrıca, ilkece, bir insanın bedenini oluşturan kimyasal durumlara ilişkin tüm kimyasal bilgileri edinmeniz de mümkündür; insanların biyolojisini, nörobiyolojisini yani bütün o nesnel bilimsel niteliklerini tanımlayabilirsiniz. Kişinin beynini nitelendirebilirsiniz, hatta daha üst tanımlama düzeylerine bile erişebilirsiniz: Beyinlerinin şu anda bilgileri nasıl işliyor olduğunu, ne tür temsili içerikleri (felsefi bir terim daha) etkinleştirdiğini tanımlayabilirsiniz. Ama asıl ilginç düzeye yani bilinçli deneyim düzeyine geldiğinizde ve kişinin bilinçli durumlarına ilişkin bilgi sahibi olmak istediğinizde, bu durumlara iki farklı türden erişim olduğunu fark edersiniz: Bir tanesi içeridendir, yani birinci şahıs bakış açısındandır ve yalnızca o kişinin kendisi tarafından kullanılabilir. Bir diğeri ise, fiziksel bağıntılar üzerinden yani o kişinin beyninde olup bitenler üzerinden sağlanan erişimdir.
Dolayısıyla bilinç, hem içeriden hem de dışarıdan bilinebilen tek doğal fenomendir -ki ben onun tümüyle doğal bir fenomen olduğuna ikna olmuş durumdayım ve sorun da, bu içerisi ile dışarısının nasıl bir iliş” kide olduğunu ve “içeriden bilmek? gibi bir şey dediğimizde tam olarak neyden söz ettiğimizi bilmememizde yatıyor.
“Özgür irade” derken, “irade” derken ve “ben derken neyi kastettiğimize bağlı. “Bilinçli zihnim, kendime dair modelim ve rüya meselesiyle ilgili konuşurken sözünü ettiğim kişi ne yapmak istediğine karar verir, aksi halde bu soruları nasıl cevaplayacaktı?” diyorsak; hayır, öyle olduğunu düşünmüyorum. Ama cümleyi, “Bütün bir ben, ben olan her şey bu soruya nasıl cevap vereceğime karar veriyor” diye kurarsak eğer, o zaman evet. Buradaki sorun, ‘ben [me]’ derken neyi kastettiğimizde. Özgür iradem var dediğimde, buna sahip olan o ben [I] kim?
Evet ama bu, “kendin” derken ne kastettiğine bağlı. “Daha çok kendim gibi hissediyorum” manasında mı diyorsun; yoksa bu, insanların Susan Blackmore dediği o kişi mi? Kendine dışarıdan bakıyormuş gibi hissetmiyorsun da sanki kendi içindeymiş gibi hissediyorsun, mesele de bu zaten: Bu kimliği hissetmek, kar taneleri arasındaki fark gibi biraz. Diyelim ki belirli kristal biçimlere sahip birer kar tanesiyiz hepimiz. Kesinlikle iki kar tanesi arasında bir fark bulunur, çünkü farklı yapılara sahipler. Kar tanelerinden biri okyanusa düşüyor olsun; neyden korkacak? “Mahvolacağım, yok olacağım, öleceğim, hiçbir şeyim artık.” Ama belki de asıl olan, sonsuz bir genişlemedir (ki bu, ölüm veya aydınlanma için kullanılan bir metafordur), Artık bir donmuş su tanesi değil de, suyun kendisi olduğunu hatırlarsın. O yüzden bu töz metaforu, biçim ile birlikte aynı anda var olan başka bir düzeydir. Ayrılık ortadan kalkmaz; ortadan kalkan, biçimdir. Töz, birliktir.
Evet, her iki durumun da, aynı beynin iki farklı durum altında aynı şeyleri yapmaya çalışan -istediklerini almak ve istemediklerinden kaınmak için etrafta neler olduğunu anlamaya çalışan halleri olduğunu üşünüyorum. Televizyonda gördüğün her şey nasıl bir yanılsamaysa, ünya da aynı şekilde bir yanılsama. İster bilgisayarlarda üretilmiş olTin ister sahnede isterse bir haber akışında, bunun yanılsama mı gerçek i olduğuna karar veremezsin. Aynısı dünya için de geçerli. Evet, dünya bir yanılsama; ama bazı mistik geleneklerin öne sürdüğü gibi, gerçeklik de hep orada gösteriliyor.
Ama bana öyle geliyor ki, berrak olduğun zaman sanki uyanmışsın gibi hissediyorsun. Yaşadığım ilk berrak rüyaları hatırlıyorum da, birinde kayak teleferiğiyle yukarı çıkıyordum, alacakaranlıktı ve güneş doğuyordu. O esnada, “Kayak teleferiklerinin sabahın bu sastinde açık olması çok garip” diye düşündüm. Sonra, neredeyse tepeye yaklaştığımı ve inmem gerektiğini, ama ayaklarımda kayakların olmadığını fark ettim. “Bu korkunç, ayağımda kayaklar olmadan nasıl ineceğim teleferikten?” diye düşündüm. Sonra da, “E, ayağımda kayaklar olmadan nasıl bindim ki buna?” diye düşündüm. İşte o anda bunun bir rüya olduğunu fark ettim ve o vakit her şey canlı, güzel ve berrak bir hal aldı. Bunun bir rüya olduğunu fark eder etmez her şey çok daha gerçek gelmeye başladı. Neydi bu Allah aşkına? Bu, bilinç hakkında bize ne söyler?
Evet, bir paradoks gibi görünüyor değil mi? Bir şeyin gerçek olmadığını fark etmek, neden onun daha gerçek görünmesini sağlasın ki? Bence daha canlı görünmesinin sebebi, o ana yoğun bir şekilde odaklanmaktan kaynaklanıyor. İşte buradayım! Şu anda bile, eğer bilinç büyüsünün ve şimdi ve burada olmanın farkına varsan, yine benzer bir deneyim yaşardın.
Bu, bir rüyada olup da etrafına baktığın vakit her şeyin hayatın boyunca gerçek diye gördüğün şeyden -yani, uyanık var oluş kadar batta belki de ondan daha gerçekçi görünmesinin acayipliğinden kaynaklanıyor, Bu o kadar inanılmaz bir deneyim ki, insanlar onu coşku verici buluyor ve bu da o ana dair farkındalığı arttırıyor.
Hayır, bunun doğru olduğunu hissediyorum. Çok abartıyor gibi görünebilirim, fakat gerçekliğin kendisi büyük bir ihtimalle bir yanılsama. Bununla birlikte, evet, bir bakıma her şey bir yanılsama. Ama yandan, kendi özgür irademin olduğuna da inanıyorum. Senin, Susan Blackmore tarzınla orada oturup, “Bu kız ne karar verecek şimdi?” demeni anlayabiliyorum. Belki bu çok eğlenceli de olabilir; ama hayatının her bir dakikasında, “Şimdi bu kızın ne yapacağını merak ediyorum dediğini sanmıyorum. Şizofren olsaydın öyle yapabilirdin belki, faka çoğu insan için durum böyle değil. Başka kişilerin de özgür irade göre davrandığını ve senin kendinin de tutarlı bir varlık olduğunu var sayman gerekiyor.
Libet deneylerini biliyoruz hepimiz. Hatta bir defasında ben de « deneylerden birinde denek olmuştum. Hani sen daha bir şey yapmay istemeden önce EEG’nin çoktan değişim gösterdiği deneyler var ya, işte onlardan birinde. Bu durum bende bir tedirginlik yaratmıyor. Ayrıca bazılarının tuhaf bir şekilde düşündüğü gibi, tanımlanamaz bir ben’i beynim tarafından kontrol edildiği anlamına da gelmiyor, bedenimd olup bitenlerin işleyişini gösteriyor yalnızca, hepsi bu.
Bence sorun şu: Neden bilinçli olduğumuza dair çizdiğin taslakta, sanki bilinç sonradan eklenen bir şeymiş gibi konuşuyorsun. elimizde bir makine var, bir şeyler yapıp duruyor. Sonra bir sorunu çözmek için, “Böyle hissetmek nasıl bir şey” veya “Uf, gerçekten çok acıttı” gibi bir şey ekliyor. Köpeklerin başka bir biçimde evrimleşmiş olabileceğini ima ettin; yani bir köpek, kuyruğuna basmana rağmen viyaklamayabilirdi. Kuramın, sanki bir eklenti kuramı gi Nitelceler eklenen bir şeylermiş gibi.
Kesinlikle. Evrim sürecinde ekleniyorlar işte. Daha önceki mekanizmada, anlık hareket mekanizmasında bilinç diye bir şey yok.
Ama bir işlevselci bunun bir eklenti olmadığını, viyaklayabilen bir sinir sistemine sahip olmak ile birlikte zorunlu olarak geldiğini söylerdi.
Aynı zamanda refleksler kadar duyarlı da olmaması vs. nedeniyle, sinir sistemiyle değil de bilişle el ele gittiğini düşünüyorum. Bana kalı bilinç, davranış ve algı büyük ölçüde bilgiye bağlı olduğu zaman -mesela geçmişten yola çıkarak şimdiyi okuduğun zaman- sistemin içine giriyor
VA Kant okursan (yine bir filozof, pardon!) onun özgür irademiz varmış gibi hareket etmemiz gerektiğini, çünkü bunun öznel deneyimimizle uyumlu olduğunu söylediğini görürsün. Kimse elimi kaldırmam için beni zorlamıyor. Elimi kaldırmam için beni zorlamadın. Bunu soğuk özgür irademle ben kendim yaptım. Hukuki açıdan özgür iradenin mevcut olduğunu varsayıyoruz. Kanunlara aykırı hareket ettiklerinde, özgür iradeleri olduğunu varsayarak, insanları cezalandırıyoruz (ki bence de öyle olduğunu varsayarak insanları cezalandırmalıyız). Peki bu, metafizik bağlamda gerçekten özgür irade midir? Bunun oldukça zor bir soru olduğunu düşünüyorum.
Metafizik bağlamda özgür irade, kendisini önceleyen ya da onun ortaya çıkmasını sağlayan bir fiziksel etkinin yokluğunda gerçekleştirilen eyleme işaret eder. Bilim insanları veya düşünen herhangi bir birey olarak bunun gerçek olamayacağını biliyoruz. Her zaman fiziksel önceleyiciler olmak zorundadır. Dolayısıyla ‘özgürüm’ dediğimde, eylemlerimi belirleyenin sen ya da kör bir güç veya kaderin değil; benim yetişme tarzım, genlerim, tercihlerim ve arzularım olduğunu kastediyorum. Bunların hepsine bir de beynimdeki dalgalanma ve gürültüye dayanan rastlantısal bir bileşeni eklediğimizde, bir kararın öyle mi böyle mi olacağı belirleniyor.
Bu beni çok rahatsız etmiyor, hayır.
Kesinlikle. Evrim sürecinde ekleniyorlar işte. Daha önceki mekanizmada, anlık hareket mekanizmasında bilinç diye bir şey yok.
Ama bir işlevselci bunun bir eklenti olmadığını, viyaklayabilen bir sinir sistemine sahip olmak ile birlikte zorunlu olarak geldiğini söylerdi.
Aynı zamanda refleksler kadar duyarlı da olmaması vs. nedeniyle, sinir sistemiyle değil de bilişle el ele gittiğini düşünüyorum. Bana kalı bilinç, davranış ve algı büyük ölçüde bilgiye bağlı olduğu zaman -mesela geçmişten yola çıkarak şimdiyi okuduğun zaman- sistemin içine giriyor
Hayır, bunun doğru olduğunu hissediyorum. Çok abartıyor gibi görünebilirim, fakat gerçekliğin kendisi büyük bir ihtimalle bir yanılsama. Bununla birlikte, evet, bir bakıma her şey bir yanılsama. Ama yandan, kendi özgür irademin olduğuna da inanıyorum. Senin, Susan Blackmore tarzınla orada oturup, “Bu kız ne karar verecek şimdi?” demeni anlayabiliyorum. Belki bu çok eğlenceli de olabilir; ama hayatının her bir dakikasında, “Şimdi bu kızın ne yapacağını merak ediyorum dediğini sanmıyorum. Şizofren olsaydın öyle yapabilirdin belki, faka çoğu insan için durum böyle değil. Başka kişilerin de özgür irade göre davrandığını ve senin kendinin de tutarlı bir varlık olduğunu var sayman gerekiyor.
Libet deneylerini biliyoruz hepimiz. Hatta bir defasında ben de « deneylerden birinde denek olmuştum. Hani sen daha bir şey yapmay istemeden önce EEG’nin çoktan değişim gösterdiği deneyler var ya, işte onlardan birinde. Bu durum bende bir tedirginlik yaratmıyor. Ayrıca bazılarının tuhaf bir şekilde düşündüğü gibi, tanımlanamaz bir ben’i beynim tarafından kontrol edildiği anlamına da gelmiyor, bedenimd olup bitenlerin işleyişini gösteriyor yalnızca, hepsi bu.
Tamam, diğer adaylara bakalım hadi: Bence ikimiz de şu varsayımda -ki bunun bir varsayım olduğu görüşündeyimhemfikiriz: Pan-psişik değiliz ya da ben öyle değilim ve senin de öyle olmadığını düşünüyorum. Ayrıca, bilincin beyin tarafından oluşturulduğunu da varsayalım. Bu ise, fiziksel beyindeki adaylara bakacağız demektir.
Peki, genler olabilir mi bu? Elbette ki hayır, bilinç geni diye bir şey yok. Böyle bir düşünceyi çok ciddiye almazdım açıkçası. Peki, “bilinç kimyasalları diye bir şey var mı? Bazı insanlar bunu kastetmeye çalışıyor ama aslında söyledikleri, “bilinç üzerinde değişiklikler yapabilen kimyasallar var” demenin kısa bir yolu ve bu, o kimyasalların içinde bilinç olduğu anlamına gelmiyor. Diğer bir uçta da şu soruya dönebiliriz: Bilince özel beyin bölgeleri var mı acaba? Hayır, beyinde bir bilinç merkezi diye bir şey yok. Böyle böyle bütün argümanları tekrar edebiliriz. Ama sanırım Dennett bunu çoktan yaptı ve hepimiz de biliyoruz bunları; bu konuyu artık anladığımızı sanıyorum. Elimizde fazla seçenek dkalmamış gibi görünüyor, değil mi? Dolayısıyla, tüm bunlardan sonr beyin organizasyonunun hiyerarşisine baktığımızda, elimizde kalan te. şey kimyasallar, sinapslar, proteinler arasında ve makro beyin bölgele arasında kalan orta düzeydir. Bu düzey, aslında en dinamik nöron şebekeler düzeyidir.
Peki, özgür irade derken neyi kastediyorsun?
Benim açımdan anlamlı olan her şeyle ilgili, en önemli şeyin ne ol uğuna ve o şeyin niçin önem arz ettiğine dair bir değerlendirme yapın arar verebileceğimi kastediyorum. Takıntılı, bağımlı veya sebepleri aklımda tutamayacak kadar kafası karışık biri olsaydım ya da bir plan, akika dakika takip edemeyecek derecede bir bellek sorunu yaşasaydım, özgür iradem olmazdı. Öyle bir durumda özgür irademin bir anlam, omazdı.
Sahip olmayı istediğimiz özgür irade modelinde otonom bir özne ya. tıyor; ama bu, metafizik bağlamda bir otonomluk değil; öznenin kendisi için önemi olan sebeplere göre hareket edebilmesi ve zamanına uygun bir biçimde hareket edebilmek için gerekli bilgiye de sahip olması bağlamında bir otonomluktan bahsediyorum. Bunun önemini kavrayabilmek için beyinlerin ne işe yaradığını fark etmeniz gerekir. Beyinler, gelecekle alakalı beklentiler üretmek için vardır. Beynin yapabileceği çok basit şeylerden birini düşün; örneğin, yere düşen tuğladan başını kurtarmanı sağlamak gibi. Tuğlanın geldiğini görürsün. Sana doğru geldiğini görürsün. Başını eğmek için küçük bir enerji harcarsın ve tuğla sana çarpmaz. Hayatta önüne geçilmesi gereken çok fazla şey vardır; gerçi başarmaya çalışacak da çok şey vardır ama hadi önüne geçmek (avoid) filini ele alalım önce. “Kaçınılmaz” kelimesinin de buradan gelmesi de, belirli bir açıdan anahtar bir nokta. Kaçınılmaz linevitablel, önüne geçilemez demektir; ve önüne geçmenin mümkün olmadığı bir bağlamda aslında bir anlam ifade etmez. Önüne geçmek diye bir şey ‘kaçınılabilir’ şeyler vardır. Bir şeylerin Özgür iraden olduğunu düşünüyor musun? Evet.
Peki, özgür irade derken neyi kastediyorsun?
Benim açımdan anlamlı olan her şeyle ilgili, en önemli şeyin ne ol uğuna ve o şeyin niçin önem arz ettiğine dair bir değerlendirme yapın arar verebileceğimi kastediyorum. Takıntılı, bağımlı veya sebepleri aklımda tutamayacak kadar kafası karışık biri olsaydım ya da bir plan, akika dakika takip edemeyecek derecede bir bellek sorunu yaşasaydım, özgür iradem olmazdı. Öyle bir durumda özgür irademin bir anlam, omazdı.
Sahip olmayı istediğimiz özgür irade modelinde otonom bir özne ya. tıyor; ama bu, metafizik bağlamda bir otonomluk değil; öznenin kendisi için önemi olan sebeplere göre hareket edebilmesi ve zamanına uygun bir biçimde hareket edebilmek için gerekli bilgiye de sahip olması bağlamında bir otonomluktan bahsediyorum. Bunun önemini kavrayabilmek için beyinlerin ne işe yaradığını fark etmeniz gerekir. Beyinler, gelecekle alakalı beklentiler üretmek için vardır. Beynin yapabileceği çok basit şeylerden birini düşün; örneğin, yere düşen tuğladan başını kurtarmanı sağlamak gibi. Tuğlanın geldiğini görürsün. Sana doğru geldiğini görürsün. Başını eğmek için küçük bir enerji harcarsın ve tuğla sana çarpmaz. Hayatta önüne geçilmesi gereken çok fazla şey vardır; gerçi başarmaya çalışacak da çok şey vardır ama hadi önüne geçmek (avoid) filini ele alalım önce. “Kaçınılmaz” kelimesinin de buradan gelmesi de, belirli bir açıdan anahtar bir nokta. Kaçınılmaz linevitablel, önüne geçilemez demektir; ve önüne geçmenin mümkün olmadığı bir bağlamda aslında bir anlam ifade etmez. Önüne geçmek diye bir şey ‘kaçınılabilir’ şeyler vardır. Bir şeylerin
önüne geçilmesini mümkün kılan, neler olacağına dair bir önbilgi sahibi olmaktır. Beyinlerimiz de bu işe yarar.
Bu ekipmana sahipsen ve bunu kullanırsan, harekete geçmek için güzel ve sana ait sebeplerin olur. Bunları yoktan var etmezsin. O zamana kadar göz önünde bulundurduğun ve üstüne düşündüğün bilgiler ve değerlerden damıtırsın bunları. İyi ya da kötü bir dizi değer olur elinde, artık hareket etmeye hazırsındır.
Hamle yapan bir satranç oyuncusunu düşün sadece. O hamleyi neden yaptı? Şöyle diyebiliriz: “İşte saat işliyordu, öyle ya da böyle karar vermem gerekiyordu. Evet, yeteri kadar düşündüm, artık hamle yapma vakti. Bu benim hamlem. En iyi hamle olmayabilir. Belki pişman olacağım. Birkaç saniye içinde daha iyi bir hamle aklıma gelebilir. Belki de yenileceğim. Ama oyun tahtasının konumu hakkında aldatılmış değilim. Kurallar hakkında da aldatılmış değilim. Oyunun amacı hakkında da aldatılmadım. Yapabileceğimin en iyisi buydu. Bu benim özgür iradem,
benim hamlem bu.”
Özgür iradeyi tarif ederken sürekli “Ben, ben, benim, benim deyip durdun. Bunu ve içinde hiçbir seyircinin bulunmadığı Kartezyen tiyatro fikrini, yani benliğin yararlı bir kullanıcı yanılsaması olduğu vs. şeklindeki fikrini nasıl ilişkilendiriyorsun, merak ediyorum. Özgür iradeye sahip olan kişi kim?
Fail.
‘Fail’ derken, bütün bir bedeni mi kastediyorsun?
Eibette.
O zaman bu görüşünü başkalarının özgür iradeden anladığı şeyden “özgür irade sahibi olan onlardır, yani Kartezyen tiyatrodaki seyirci ya da içerideki özel ufak bilinçli bendir” görüşündenayırman sence
de önemli değil mi? Bu konular hakkında daha yeni yeni yazmaya başlamışken, Elbow oom kitabımdaki en önemli cümleyi parantez içine aldım ve bu cümle kimsenin dikkatini çekmedi. Bence bu başıma gelen en tuhaf ironilerden Tiydi. İronik bir şekilde şunu demiştim: Kendini gerçekten küçültürsen, neredeyse her şeyi dışsallaştırabilirsin.
Herhangi bir anda birlikte ateşlenen bir nöronlar koalisyonunun mevcut olduğuna ve bunların hemen hemen aynı anda ve muhtemelen de belirli bir eşiğin üstünde ateşlendiğine inanıyorum. Edelman ve Tononi bu örneği vermeyi çok sever; belirli bir görüntü görüyorsanız aslında bu, görebilmenizin mümkün olduğu uçsuz bucaksız görüntüler içerisinden yalnızca bir tanesidir.
Örneğin, şu anda motosikletler hakkında düşünüyor olabilirim, ama bunu söylememden önceki anda düşünmüyordum. Gördüğünüz gibi, gerçekleşmeyen birçok etkinlik de mevcut. Bu yüzden BNB’ler de, belirli bir andaki nöronların yalnızca küçük bir kısmına bağlıdır. Bunun yüzdesini söylemekten hoşlanmayız ama yüzde bir, hadi bilemedin yüzde on olsun.
Pat: “Kararlarım bir şeylerin sonucu değildir” gibi bir şey ise bundan | kasıt, hayır inanmıyorum. Bildiğimiz kadarıyla beyin, nedensel bir makine. Önceki koşulların bir sonucu olarak bir durumdan diğer duruma geçer ve önceki koşullar farklı olduğu vakit, geçilen durum da farklı olur. Ama bunlar bir tarafa, kişinin-kontrolünde diyebileceğimiz davranış ile kişinin-kontrolünde-olmayan davranış arasındaki fark bizim için hâlâ önemli ve en azından bir noktaya kadar bu farkların nörobiyolojik nitelendirmesini gerçekleştirebileceğimizi düşünüyorum. İlgili parametreleri teşhis etmekle işe başlayabiliriz ve sorunu, bir parametreler alanında ele alabiliriz. Bunu üç boyutlu bir parametreler alanı olarak gözünde canlandırabilirsin, ama n-boyutlu bir parametreler alanı olacak tabii.
Paul: Hem de büyük bir n.
Pat: Ve orada kişinin-kontrolünde olan davranışlara da yer olacaktır. Muallak sınırları komik bir şekli ve dinamik nitelikleri olacak ve aynı zamanda denetim olmanın da farklı şekilleri olacaktır. Mesela ergenlikte hormonların açığa çıkması, kişinin kontrolü-altındaki alanın şeklini değiştirecektir.