İçeriğe geç

Biat 2 Kitap Alıntıları – Nuri Pakdil

Nuri Pakdil kitaplarından Biat 2 kitap alıntıları sizlerle…

Biat 2 Kitap Alıntıları

“Bombaları etkisiz kılacak tek güç ‘insan sevgisi’ dir .”
“Bir gerçek var: Ölüme alışmak.”
Olabildiği denli şişirilen maddesel iştahlar durmadan eziyor ruhun gereksinmelerini.
İçimizdeki şeytan, herşeyden önce, sorumluluktan kaçmak için zorluyor bizi.
Asıl bu çağda, Tanrı’nın ‘öldürüldüğü’ savlanan bu çağda çıkıyor Tanrı gereği ortaya. Anlıyoruz ki o ‘ölmedi’, ‘öldürülmedi’. İnsan öldürüldü sürekli bu çağda. Ölümler o denli yoğunlaştı ki göremez olur gibi olduk Tanrı’yı.
İçimizdeki şeytan her şeyden önce sorumluluktan kaçmak için zorluyor bizi.
Çağdaş insan, artık, soyut bir imge değildir. O, olaylar karşısında sorumluluk duyan somut bir varlıktır. Duymalıyız varoluşumuzun sorumluluğunu. Başka türlü, nasıl, çağdaş insan olmanın bilincine varabiliriz?
Çağımızdan tiksinmek birşeyi çözümleyemez. Bir şeyden tiksindikçe, gide gide anlamaz oluruz onu. Çünkü usumuz da, midemiz gibi çabucak bulanıyor. Usumuz, çağın acılarını, çelişkilerini sindirmek zorundadır, sindirmeden dışarı atarak geçemeyiz kendisine doğru ilerlediğimiz cehennemin ötesine. Bugün, çoğu kitaplar, kitaplıklarda çürümeye başlamıştır büyük bir olasılıkla.
Kutsal Kitabın, bir saatlik ‘derin düşünce’yi uzun süreli ‘ibadete’ yeğlemesi de bundan değil midir?
Dinin çıkarlara âlet edilmesi sorununu önlemenin çaresini bulmalidir. Din duygusu, kullanılır bir duygu olmaktan çıkarılmalıdır. Yoksa yanılgıların arkası gelmez. Ama konu bununla da kapanmıyor; ülküleştirilmiş bir dinci anlayış, bir dünya görüşü, bir yaşam biçimi önerisi, bir devlet anlayışı olarak ortaya çıkarsa, buna karşı aynı gerekçe işe yarar mi? .
Soylu yazarlık sanatı, korunması güç olan iki ödeve bağlı kalacaktır. Bile bile yalan söylememek ve insanın insanı ezmesine karşı koymak.
Camus Uyumsuz Yaşama adlı eserinde şunları söyler: Öyküler anlatmıyor artık yazar, evrenini yaratıyor. Büyük romancılar filozof romancılardır, yani savlı yazarların karşıtıdırlar.
Oysa konuşma başlangıçta vardı. Çünkü insan, yaratılışının bilgeliğini onunla kavrayabildi, düşünebildi bu bilgelik üzerine.
Vicdan rahatlığı duyarak bir günü geçirmek çok güçleşmiştir. Ezilene acıdığımız denli ezene de acıyoruz. İnsan, nasıl, böyle bir işkence makinesi oldu? diye. İnsan, yaratılışının gizini yitirmiş, bir işkence aygıtına dönüşmüştür. Öyle bir işkence düzeni ki bu, işkence edilenle işkence eden özdeşleşiyor. Başkalarının katlandıkları acıları içimde duyumsamıyorsam, çağın acıları beni baskısı altına almıyorsa, sormalıyım kendi kendime: İşkence aygıtının bir parçası mı oluyorum?
Kulluk bilincine, insanları düşündükçe varıyorum. Tanrı’nın bizi yaratışındaki bilgeliği kavrayabilmenin başka olanağı var mı?
Insanlar birbirlerini suçlayarak değil ,ancak birbirleriyle konuşarak anlayabilirler bu çağın yıkımini.
Yankısı silahların / göz yaşlarının / bittiğinde / güller zambaklar yeşerecek Gazze’de / kutlu Kudüs’te açacak çuha çiçeği / buyur şiir çağı / söyle ozana / yalgının hava kabarcığı boyayacak göğü ebem kuşağına / seç kardeş oğlu / balı mı safrayı mı / toprak dönüyor sürekli
Kaç kez okudunuz Dostoyevski’yi? Orta bir dünya vatandaşı olabilmek için iki kez, orta bir yazar olabilmeniz için de beş kez okumalısınız Dostoyevski’yi.
Hangi ülkenin tarihine, bizimkine olduğu denli bir yanlış karışmıştır? Bu yanlış yüzünden değil midir yaptıklarımızın eksik oluşu, ‘tarih’siz oluşu, köke değin inemeyişi? Bunu düşündükçe, yıkandıkça azgınlaşan bir ateş gibi büyüyor içimde yerli düşünce, yerli düşünce gereği.
Değmez mi düşünmeye düş kısırlığı içinde oluşumuz?
İnsanlar birbirlerini suçlayarak değil, ancak birbirleriyle konuşarak anlayabilirler bu çağın yıkımını.
Atom bombası denli öldürücüdür kentliler için yalnızlık duygusu.
Bir Türk yazarının kendi uygarlık değerlerine bağlanmasından, sürekli olarak bu değerleri açıklamasından, bu değerleri yüceltmesinden daha doğal ne olabilir?
Bağımsızlık, önce, bir ulusun kendi uygarlık değerlerini yitirmemesiyle, kendi uygarlık değerleri birikimiyle davranışlarda bulunmasıyla belirebilen bir olgudur. Bir ulus, kendi uygarlık değerlerinden kopuk bir düzeyde bulunuyorsa, o ulus için ne ekonomik, ne de siyasal bir bağımsızlık söz konusu olabilir. Siyasal ve ekonomik konumlanı çok çabuk değişebilir bir ulusun, değişmeyen, sürekli, sağlıklı kalan konumu ise, o ulusun, kişilikli konumudur uygarlık içinde.
Başkalarının katlandıkları acıları içimde duyamıyorsam, çağın acıları beni baskısı altına almıyorsa, sormalıyım kendi kendime: İşkence aygıtının bir parçası mı oluyorum?
Batılının da, Doğulunun da, makinayı karşısına alması, makinanın bozduğu, saptırdığı ruhunun hakkını araması, bunun için ne yapması gerekiyorsa hemen eyleme geçmesi vakti gelip çattı. Oturup yargılamalıyız makinayı. İçimizi ıssızlaştıran, içimizi kurutan, içimizi insansız bırakan makinayı.
Sol düşünce bir kültür emperyalizminin sonucu değildir de, neyin sonucudur? Hangi ‘yerli’ yanı vardır sol düşüncenin? Daha açık konuşalım, dirençle vurgulayalım: ‘Sol düşünce’ temelinde dinsizlik yatan, Dostoyevski’nin deyimiyle “yalnız bir işçi sorunu olmayıp, çağımızda bir Tanrısızlık anlayışının ortaya atılması” demek olan bir akım değil midir?
“Ben hangi uygarlığın ürünüyüm şimdi?” diye, her Türk sormalı kendi kendine. Uygarlık bilinci böyle böyle oluşur içinde insanın.
Sorun, Batı’ya baka baka ağrıyan boynumuzu, kendi uygarlığımıza çevirebilecek miyiz, çeviremeyecek miyiz sorunu değil midir?
Bu sokaklarda kirazları tabutlarda satarlar.
İnsanın ölümü durdurulamaz, ama ulusun ölümü durdurulabilir. Yeniden dönebilir erdemli yaşamına bir ulus.
Ama, ölüm de biraz anlamlı gelmelidir ki, kavrayabilelim inceliklerini. Ölüm de titizliği gerektiriyor. Bizi şaşırtması, galiba hoşuna gidiyor ölümün.
İsrailliler öldürmenin özdeşi oldular Orta Doğu’da. Bu gerçeği yazmak, bunun üstünde düşünmekse, insanlığın bizden beklediği bir davranıştır.
Değişmeyen tek evrensel, uluslar arası yer , Mekke’dir. Başka hangi öğretinin, değişmeyen böyle evrensel yer i vardır? Dine inanmış her insan, ömründe bir kez bu toplantıya katılmanın özlemiyle yaşar. Çünkü, en az bir kez oraya katılmakla varoluş nedenimizin bilincine gerçekten varmış olacağız.
Vicdan rahatlığı duyarak bir günü geçirmek çok güçleşmiştir.
Bitimsiz bir hayata inanıyorum. Ölümle bitmeyeceğime inanıyorum. Şu kadar yıl önce ben yoktum. Şu kadar yıl sonra olmayacağım. Ne ki, şu kadar yıl önce ben yokken şimdi nasıl varsam, şu kadar yıl sonra gene varolacağım. Yani gerçekleşecektir öte dünya. UMUT’ta, Bekçi, Belki çok eski bir hükmü uygulamak için geliyoruz dünyaya der.
Bu kadar ölüyü ben niçin taşıyorum? Acıları, ancak, içimizde toplayabiliyoruz. İçimiz, ölülere en sağlam, en güvenilir bir yığınaktır.
İçimizin derinliklerine inen yollar tıkandı
Bilincimizi canlı tutan tek güç aşktır.
Şimdiki yıkık El Aksâ, bütün müslümanların inançlarını yıkmayı amaçlayan bir ülküsel cinayetin, inanç cinayetinin suçsuz kurbanı olarak, yıkık duvarlarıyla, müslümanların kalplerinde, sayfaları yırtılmış kitap gibi duruyor.
Düşünebilen insan, çağın en ağır yükünü taşıyor demektir.
Dünyanın neresinde, hangi koşullar altında olursa olsun, bir müslümana yapılan haksızlığı bana yapılmış sayıyorum, o müslümanın davası benim davam oluyor.
Ahlâktan yoksunluk çürütüyor ilişkilerimizi.
Güller, zambaklar yeşerecek Gazze’de
Kutlu Kudüs’te açacak çuha çiçeği
Oysa ne zengindir insanın içi! İnsanın içdünyasına eğilmeye çalışmalıyız sürekli. Budur insanı anlayabilmenin, insanı anlatabilmenin, tek yolu.
Müslümanlık sadece bir tapınma değil, bir yaşam biçimidir, bir dünya görüşüdür.
Düşünen insan yalnızlık duymaz.
Hiç yaşlanmayan genç, zamandır kuşkusuz.
Nereye baksanız çiçekler bitiverir: gece çiçekleri.
En güç üretim düş üretimidir.
Bizi şaşırtması, galiba hoşuna gidiyor ölümün.
Yalanlı propagandaya karşı hakikatlerin tebliği,şeytansı iğvaya karşı vahiyden gelen telkin,zulme karşı adalet ,cehalete karşı irfan aydınlığı ,nefsin başkaldırısına karşı Allah’a teslim oluş,şehvete karşı oruç,insanın kendi benliğine tapınmasına karşılık namaz silahlarıyla Müslüman savaş meydanında gözükecektir,gözükmelidir her zaman.
Hakkınızdan gelmek,inancınızın ışığını söndürmek için olabilir bütün olanaklarını kullanacaklar emperyalistler.Yetinmeyecekler bununla da,iktidarları aracılığıyla hareketinizin görüntüsünü bozmaya,bu görüntüye değişik bir nitelik vermeye de uğraşacaklar.
(Hasan el Benna )
Uçanlar,iç fezada mesafeyi yenesi;
Sayıları yakacak kadar ışık senesi.
Başım çığlıklı çocuk onu nasıl uyutsam?
Ne yapsam da ölümü bir saatçik unutsam?
Onlar ki dudakları ölümsüzlük tasında;
İmzaları ,mâverâ yurdu haritasında.
Bugün, sorumluluk duymayan insan cürüm işlemektedir.
Yani: Cani
Bir ulus, kendi uygarlık değerlerinden kopuk bir düzeyde bulunuyorsa, o ulus için ne ekonomik, ne de siyasal bir bağımsızlık söz konusu olabilir.Siyasal ve ekonomik konumları çok çabuk değişebilir bir ulusun, değişmeyen, sürekli, sağlıklı kalan konumu ise, o ulusun, kişilikli konumudur uygarlık içinde.
Korku ile umut iki kanadıdır uçağın.Bunlar olmaksızın geçemeyiz acıları,yıkımları,mutlulukları.
Asıl bu çağda, Tanrı’nın ‘öldürüldüğü’ savlanan bu çağda çıkıyor Tanrı gereği ortaya. Anlıyoruz ki o ‘ölmedi’, ‘öldürülmedi’. İnsan öldürüldü sürekli bu çağda. Ölümler o denli yoğunlaştı ki göremez olur gibi olduk Tanrı’yı. Sürekli bir korku içinde insanlık. Neden korkuyoruz, hepimizin bir korkusu var, söyleyelim ıssızlıklarda bunu kendi kendimize. Tanrısızlıktan korkuyoruz. Tanrı’ya inanmadan hangi insancıl değer kalıyor savunulacak? . Benim bilinç kaynağımı Tanrı oluşturuyor çünkü. O’nsuz bilinç kaynağım kuruyor benim, anlamsızlaşıyorum ben.
– ( ) Müslümanlık sadece bir tapınma değil, bir hayat tarzıdır, bir dünya görüşüdür
İnsanlar birbirlerini suçlayarak değil, ancak birbirleriyle konuşarak anlayabilirler bu çağın yıkımını.
Atom bombası denli öldürücüdür kentliler için yalnızlık.
Bitimsiz bir hayata inanıyorum. Ölümle bitmeyeceğime İnanıyorum. Şu kadar yıl önce ben yoktum. Şu kadar yıl sonra olmayacağım. Ne ki, bu kadar yıl önce ben yokken şimdi nasıl varsam, şu kadar yıl sonra gene varolacağım. Yani gerçekleşecektir öte dünya.
Tanrıya inanılmadan tüm inanışlar tutarsızdır. O’na inanmadan, inandığımızı sandığımız tüm değerleri az sonra yadsırız da bilincinde olmayız bunun. Çünkü, gerçekte, insanın bilinçle bağlanabileceği tek değer Tanrı’dır. Sonunda, yalnız, Tanrı’ya inanması kalacaktır insanın.
Ahlâk. Yirminci yüzyıl, belki de en çok bunu bozdu insanda.
Öte dünyayı düşünmeyen insan, yaradılış bilgeliğini algılamayan İnsan, kendi kendisinin kıyıcısıdır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir