Nuri Pakdil kitaplarından Biat 1 kitap alıntıları sizlerle…
Biat 1 Kitap Alıntıları
“Çünkü, insan bir yerde apansız anlayıverir yalnızlığını.”
“Çağ, bir uğultu çağı oldu.”
insan bir yerde apansız anlayıverir yalnızlığını..’
Bunalımı gün gün artan, insanı yoğun bir aceleciliğe iteleyen bir çağ kesitindeyiz. Nereye dönsek çember daralıyor. Her yerde bir araf sıkışıklığı.
Çağ, bir uğultu çağı oldu.
Sorumluluk duymayan kişinin çağımızda yeri yoktur.
Yazarlarının kişilikleri kalmamış olan ülkeler, kendi tüzel kişiliklerini de yitirirler.
Kişi yüreğine bir tutku yerleştirmeden, ondan olağanüstü atılımlar yapması beklenebilir mi?
Varolmak isteyen bir ulus, varoluş sorusunun sorulmasından kaçınamaz, bunu sürekli sorar yazarına, eylemcisine.
Yazar, ulusun varoluş sorusunu cevaplayan kişidir.
Ne ki, amaç, sürekli yapıcı olmaktır, yerli düşünceyle halkı ve devleti birbirine kaynaştırmaktır. Bunu düşünmek uygarlığımızın gereğidir.
Direniyorum. Ama bu toprak için yıkımları, mutsuzlukları kimse artık yorgan gibi üstüne çekemez olsun diye.
Beni en çok, bir sayı olmak korkutuyor. Kişinin bir sayı olmaktan önce, bir sayı olmaya karşı durması şart.
Bütün yüzler içe dönüktür.
Güven gidince, kişilik de gider.
Çağ, bir uğultu çağı oldu.
Aç ve susuz yaşanabilirdi bir süre, ama onursuz yaşanamazdı. İnsan, onurunu koruyamıyorsa, seçiminin de anlamı kalmıyordu, çünkü seçimin sonuçları, onur yitirilmişse bir şeye yaramayacaktı.
İnsanlara, en çok onuru gerekli görüyordu
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Umut, içimizde tükenmez bir coşku kaynağıdır.
Çağ, bir uğultu çağı oldu.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Güven gidince, kişilik de gider.
Beni en çok, bir sayı olmak korkutuyor.
Kişinin, bir sayı olmaktan önce, bir sayı olmaya karşı durması şart.
Şehadet kelimesi, bir seçimdir gerçekte, inancı seçmektir sözle, yürekle.
Absürd bir ölüdür yabancılaşma.
İnsan, kendi kendisinin cellâtı olmak için varolmamıştır.
En büyük fetih, insanı yeniden anlama, onun tüm ruhsal gereksinmelerini ona hissettirme eylemi olabilir.
İnsan bir yerde apansız anlayıverir yalnızlığını.
Bütün yüzler içe dönüktür.
Makinanın uydusu olan çağımız insanı, ibadetsiz yaşadıkça, daha katılaşıyor, daha anlamaz oluyor birbirini.
Absürd bir ölüdür yabancılaşma. Hepimiz bir parçasından tutarak evin dışarısına çıkartıyoruz.
Ev, uygarlığımızın yüzyıllar boyunca içinde oluştuğu yurttur.
Gezegenimizdeki bütün ülkelerde ibrahim’ler vardır.
Ve çoğalıyoruz da.
Uyarıyoruz insanları.
Bu dünya, öte dünyadan ayrı değil. Bu dünyada da yargılanmıyor muyuz?
Sorumluluk duyunca ulaşırız barışa, kardeşliğe.
Kaç yüz bin yıl sonra olacak bilmem,zamanın tanıklığa çağrılacağı öte dünya yargılmasına inanıyorum.Ne görüyorsam Tanrı’nın varlığın belgeleridir.Gerçekten tanıklarıyız O’nun.
Sorumluluğu her yerde her zaman duyuyorum.
Bu dünya öte dünyadan ayrı değil .Bu dünyada yargılanmıyor muyuz?
Sorumluluk duyunca ulaşırız barışa,kardeşliğe..
Ülkeye dışarıdan gelenler,kentte özgür insanlar sanıyorlar bizleri.
Kentle gök barışık olmadıktan sonra,özgürlüğümüzün neye yarayacağını tartışıyoruz aramızda
İnsan,kendi kendisinin cellâtı olmak için varolmamıştır.
Çünkü insan, kendi yaptığı makinayı Tanrı’nın yerine koyarak onun kölesi olunca, korku başlamıştır . Korku, tutsaklığın doğal sonucudur.
Beni en çok, bir sayı olmak korkutuyor. Kişinin, bir sayı olmaktan önce bir sayı olmaya karşı durması şart.
Direniyorum. Ama bu toprak için, yıkımları, mutsuzlukları kimse artık yorgan gibi üstüne çekemez olsun diye..
Şehadet kelimesi, bir seçimdir gerçekte, inancı seçmektir sözle, yürekle.
Bunalımın kökenini araştırıyorum. ( ) Yanlış bir şartlama bizi bu noktaya getirdi.
Çağ pas tutmuştur, iyice görünüyor.
Sorumluluk duymayan kişinin çağımızda yeri yoktur.
Beni en çok, bir sayı olmak korkutuyor. Kişinin, bir sayı olmaktan önce, bir sayı olmaya karşı durması şart.
Niçin yazıyoruz? Nedir ereği kalemi elimize alışımızın? Yazar, önce bunları düşünerek masaya oturan kişidir.
Halk artık , yüreğinde zaten saklı tuttuğu kutsal değerleri,düşünceyle beslemeye başladı.
Yazarlarının kişilikleri kalmamış olan ülkeler, kendi tüzel kişiliklerini de yitirirler.
Yabancılaşma, uygarlığından kopan bir ulusun alın yazısıdır.
Yazarken eylem de geliyor kalemin yedeğinde.
En büyük fetih, insanı yeniden anlama, onun tüm ruhsal gereksinmelerini ona hissettirme eylemi olabilir!
Halkı ulus durumuna getiren de halkı büyük ulus yapan da halkın inançlarıdır, halkın gönlündeki yüce değerlerdir.
Boynumuz ağrıdı batıya bakmaktan
(Üstelik Batının mil çektiği gözlerle bakıyoruz batıya)
Yerli düşünce kaynağımızı kurutanları, Batılılaşma adına bizi uygarlığımızdan koparmak isteyenleri, bizi özümüze aykırı bir ulus yapmak isteyenleri biliyoruz.
Ülkemiz Batıya yöneldiğinden beri, Batının değer yargılarını aldığımızdan beri içtenlikle saptayalım ki özgün bir ulus olma niteliğini yitirdik. Boşlukta bir ulusuz şimdi. Yabancılaşmanın sarsıntılarını derinden duyan yazarlar da yetişmektedirler. Ulus yabancılaşmaya başından beri direniyor. Düşman yazarları kızdıranda asıl budur. Ne ki, ulusun direnci durduramaz yabancılaşma girişimlerini
(Yadsınmaz gerçeği bildirelim: Müslümandır Türk Ulusu. Düşüncesinin, duygularının kaynağı Müslümanlıktır. Batıcılıkla koşullandırılmış eğitimden geçenlerimiz bu kaynağa eğilemediler.)
Kişinin, bir sayı olmaktan önce, bir sayı olmaya karşı durması şart.
Köklülerin doygunluğu, köksüzlerin kıskanç saldırılarını çeker üstlerine.
Şehadet kelimesiyle yapılan budur:
Insanın kazandığı ilk bağışıklık .
Çünkü insan, kendi yaptığı makinayı Tanrı’nın yerine koyarak onun kölesi olunca, korku başlamıştır . Korku, tutsaklığın doğal sonucudur.
Zulüm, bir ulusu, yığın yığın bunalımların önüne, çaresiz bırakıvermektedir.
Insanın bir de duygu yanı vardır. Duygu yanını hesaba katmazsak, insanın gelecekte ne yapacağını bilemeyiz.
İnsan ruhuna giden tüm yollar edebiyattan geçiyor.
Vehim, kalbin kanseridir.
Mutlak Kitap’la şartlanarak ancak sürekli varolabiliyor insan. Tutsaklık değil bu, şanlı özgürlüktür.
Kaç yüz bin yıl sonra olacak bilmem,zamanın tanıklığa çağrılacağı öte dünya yargılmasına inanıyorum.Ne görüyorsam Tanrı’nın varlığın belgeleridir.Gerçekten tanıklarıyız O’nun.
Sorumluluğu her yerde her zaman duyuyorum.
Bu dünya öte dünyadan ayrı değil .Bu dünyada yargılanmıyor muyuz?
Sorumluluk duyunca ulaşırız barışa,kardeşliğe..
İnsan,kendi kendisinin cellâtı olmak için varolmamıştır.
İnsan ruhuna giden tüm yollar edebiyattan geçiyor.
Çağ içinde, özgün bir ulus olarak yaşayabilmek için, uygarlığımıza sahip olmaktan, yerli düşüncenin değer yargılarını, yeniden ölçü birimleri olarak ele almaktan başka olanağımız yoktur.
Aç ve susuz yaşanabilirdi bir süre, ama onursuz yaşanamazdı. İnsan, onurunu koruyamıyorsa, seçiminin de anlamı kalmıyordu, çünkü seçimin sonuçları, onur yitirilmişse bir şeye yaramayacaktı.
İnsan ruhuna giden tüm yollar edebiyattan geçiyor.
Çünkü insan, kendi yaptığı makinayı Tanrı’nın yerine koyarak onun kölesi olunca, korku başlamıştır. Korku, tutsaklığın doğal sonucudur.
Kapitalizm de, Marksçılık da insanlık için bir karabasandır.
Beckett’e göre, insan kendini yalnız bulmaktadır. Bağlı mıdır, bağımsız mıdır, neye bağlanmalıdır? Beklenen birisi vardır. O beklenen gelmezse insan yaşayamayacaktır.
Kapitalizmin ve Marksçılığın bir bencillik öfkesine dönüştürdüğü insanın karşısına mistik bir insan çıkarmanın vakti geldi.
Bunalımı gün gün artan, insanı yoğun bir aceleciliğe iteleyen bir çağ kesitindeyiz. Nereye dönsek çember daralıyor. Her yerde bir araf sıkışıklığı.
Ancak yazardır aslında çağının en etkili, en sorumlu, en yiğit, kendisinden en çok korkulan eylemcisi. Sartre’ı, çağdaşları arasında öne alan eylemci tutumu olmadı mı? Örneğin Cezayir savaşlarında Fransız yönetimine kafa tutanların en başında o geliyordu.
Bir gün kitaplarınızı açacaksınız ki, kitaplarınızdan yazılar silinmiş, böyle bir gün olacak, ne yapacaksınız?
Bunalımı gün gün artan, insanı yoğun bir aceleciliğe iteleyen bir çağ kesitindeyiz.
Beni en çok, bir sayı olmak korkutuyor. Kişinin, bir sayı olmaktan önce, bir sayı olmaya karşı durması şart.
Birgün kitaplarınızı açacaksınız ki kitaplarınızdan yazılar silinmiş, böyle bir gün olacak, ne yapacaksınız?
Aç ve susuz yaşanabilirdi bir süre, ama onursuz yaşanamazdı. Insan, onurunu koruyamıyorsa seçiminin de anlamı kalmıyordu, çünkü seçiminin sonuçları, onur yitirilmişse bir şeye yaramayacaktı.