İçeriğe geç

Beyaz Kaplan Kitap Alıntıları – Aravind Adiga

Aravind Adiga kitaplarından Beyaz Kaplan kitap alıntıları sizlerle…

Beyaz Kaplan Kitap Alıntıları

.
Bakın, fakirler hayatları boyunca yeterince yemek yemeyi ve zenginler gibi görünmeyi hayal ederler.

Ve zengin ne hayal ediyor ? Kilo vermek ve fakir gibi görünmek.

.
Gübre yığınındaki bir adamın tatlı kokmasını bekleyemezsiniz.

Bu inanılmaz bir şey. Nakit para gösterdiğiniz anda herkes sizin dilinizi biliyor.
Zenginlerin düşleri ile fakirlerin düşler asla kesişmezler öyle değil mi?
Fakirler hayatları boyunca yeterince yiyecekleri olmasını ve zenginler gibi görünmeyi düşlerler. Peki zenginlerin düşlerini ne süsler?
Kilo verip fakirler gibi görünmek
Bunlar bu ülkedeki üç temel hastalıktır bayım. Tifo, kolera ve seçim ateşi. Bu sonuncusu en kötüsüdür; insanları söz sahibi olmadığı şeyler hakkında konuşturur durur.
.
Sen insan mısın yoksa iblis misin ? Diye soruyorsun, ben de diyorum :

Uyandım ve geri kalanınız uyuyor ve aramızdaki tek fark bu.

.

Ben politikacı değilim onlar öldürüp devam edebilen insanlar.
Bu dünyada neyin güzel olduğunu anladıysan köle olmayı bırakırsın.

İkbal

Yıllardır anahtarı arıyordum ama kapı hep açıktı.
Benim ülkemde işler çift taraflı ilerler:Hintli bir girişimci aynı anda hem namuslu hem sahtekar, hem alaycı hem inançlı, hem sinsi hem de samimi olmak zorundadır
Yeni Delhi’deki Ulusal Hayvanat Bahçesi’nde, beyaz kaplanın olduğu kafesin yakınında bir tabela var; üzerinde şöyle yazıyor: Kendinizi kafesin içinde hayal edin.
Delhi’de her gece, yolun kenarında dilenciler bir şeyler satar; kitaplar, heykeller ya da kutuda çilekler
Eğer bir şoförseniz hiçbir zaman resmin tamamını göremezsiniz.
Ben eğer bir ülke yapıyor olsaydım, önce kanalizasyon borularını hallederdim, sonra demokrasiyi ve ondan sonra insanlara broşürler ve Gandi heykelcikleri vermeye başlardım ama ben ne bilirim ki? Ben yalnızca bir katilim!
Zengin bir adamın vücudu iyi kalite pamuk yastık gibidir; beyaz, yumuşak ve boş.
Benim ülkemde işler çift taraflı ilerler: Hintli bir girişimci aynı anda hem namuslu hem sahtekar, hem alaycı hem inançlı, hem sinsi hem de samimi olmak zorundadır.
Müslümanların sadece bir tanrısı var. Hristiyanların üç tanrısı var. Biz Hinduların ise 36 milyon tanrımız var. Bu, toplamda içlerinden seçim yapabileceğimiz 36.000.004 tanrı yapar.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Bırakın hayvanlar hayvanlar gibi yaşasın ; insanlar da insanlar gibi. Tek cümleyle benim tüm hayat felsefem budur işte.
Ama ben polisten zenginlerin yakındığı şekilde yakınıyorum; fakirlerin yakındığı şekilde değil.
Bu fark her şeydir.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Dedikleri gibi, hırsızlar aradında dürüstlük vardır.
Belki yüz yılda bir, fakirleri özgürleştiren bir devrim yapılır.
Her şey şimdi yerli yerindeydi, hiçbir şey ters gidemezdi ama size söylediğim gibi, ben cesur bir adam değilim.
Yalnızca otuz santim önünüzde, aklından cinayet ve soygun fikirleri geçen deli bir adam var ve siz bunu bilmiyorsunuz.
Öyle bir köleliktir ki, bu bir adamın eline özgürlüğünün anahtarını verseniz küfredip anahtarı size geri atar.
“Efendim böyle şeyler yapmıyor. O iyi bir adam.”
Hastalıklı dudaklar aralanıp gülümsedi. “Hepsi öyle değil midir?”
Anlatırken bile bu hikayenin anlatılacak doğru hikaye olduğundan emin olamıyorum.
Ölümü çok asil olmuştu ve ben birden anladım ki çok acınası bir hayat yaşamıştı.
Kafataslarımızı açın, ışık tutup içine bakın ve orada garip bir fikir müzesi bulacaksınız.
Ben bir filozof ya da şair değilim, gerçeği nereden bilebilirim?
Sorun şu ki, o muhtemelen yani, iki-üç yıl mı eğitim görmüştür? Okuyup yazabilir ama okuduğunu anlayamaz. Tam pişmemiştir. Bil ki, ülke onun gibi insanlarla dolu. Ve biz muhteşem parlamenter demokrasimizi, -beni göstererek- bunun gibi tiplere emanet ediyoruz. Bu ülkenin tüm trajedisi bu işte.
Bu dünyada neyin güzel olduğunu anladığınız anda köle olmaktan kurtuluyordunuz.
Yıllardır arıyordun anahtarı / Oysa kapı daima açıktı!
Bok çuvalındaki adamın güzel kokmasını bekleyemezsiniz.
kesikler, sıyrıklar ve yaralar, derisinin üzerinde küçük kamçı izleri gibi, göğsünden beline, kalça kemiğinin altından kaba etlerine dek iniyordu. Fakir bir adamın hikayesi, keskin bir kalemle onun vücudunun üzerine yazılmıştı.
Bu ülkedeki insanlar hala özgürlükleri için verilecek mücadelenin başka bir yerden gelmesini bekliyorlar; ormanlardan, dağlardan, Çin’den, Pakistan’dan. Bu asla olmayacak. Her adam kendi Benares’ini kendisi yapmak zorundadır.
Devriminin kitabı göbek deliğinde oturuyor, genç Hintli. Onu oradan çıkar ve oku.
Neden babam bana hiç dişlerimi süt gibi köpükle fırçalamayı öğretmemişti? Neden beni hayvan gibi yaşamam için büyütmüştü? Neden bütün fakir insanlar bu kadar pislik, bu kadar çirkinlik içindeydi?
Fırçala. Fırçala. Tükür.
Fırçala. Fırçala. Tükür.
Keşke insan kendi geçmişini de böyle kolayca tükürüp atabilseydi.
Delhi hakkında bilinecek temel şey yolların iyi, insanların kötü olduğudur.
İşte, başarılı bir kaçışın sırrını açıklıyorum. Polisler beni karanlıkta aradı ama ben aydınlıkta saklandım.
Özetle: Eski günlerde Hindistan ‘da bin tane kast bin tane kader vardı. Bugünlerde ise iki kast var: Büyük Göbekli Adamlar ve Küçük Göbekli Adamlar.
Ve yalnızca iki kader : Yemek ya da yenilmek.
Müfettiş sopasını bana doğrulttu. Sen, genç adam, bu geri zekalı ve haydutlar arasındaki akıllı, dürüst, hayat dolu bir delikanlısın. Herhangi bir vahşi ormanda, en nadir rastlanan hayvan hangisidir- bir nesilde yalnızca bir kere görülen yaratık?
Düşündüm ve şöyle dedim:
Beyaz kaplan.
İşte bu vahşi ormanda sen busun.
Çocuklar, yaşlarına göre aşırı cılız ve kısa boylular, normalden büyük olan kafalarında canlı gözleri parlıyor, tıpkı Hint hükümetinin suçlu vicdanı gibi.
Ekselansları, lütfen Hindistan’ın bir tane içinde iki ayrı ülkeden oluştuğunu anlayınız: Aydınlık Hindistan’ı ve Karanlık Hindistan’ı.
Ben Hindistan’ın en sadık seçmeniyim ve hala seçim kabininin içini görmedim.
Seçim tarihi belirlenip radyoda duyurulduğu için seçim ateşi yeniden yayılmaya başladı. Bunlar bu ülkedeki üç temel hastalıktır bayım: Tifo, kolera ve seçim ateşi.
Hizmetkarlarınızı Çin’de nasıl organize ediyorsunuz tam bilmiyorum. Ama Hindistan’da – ya da en azından Karanlık’ta – zenginlerin şöförü, aşçısı, berberi ve terzisi olmaz. Onların yalnızca hizmetkarları olur.
İnsanların çocuklarına isim koymayı unuttuğu bir yer nasıl bir yerdir?
Tanrı der ki :Ben güçlüyüm.Ben büyüğüm.Tekrar benim kulum ol.
Şeytan der:Ha ha!
Yıllardır arıyordun anahtarı
Oysa kapı daima açıktı.
Özgür insanlar özgürlüklerinin değerini bilmiyor, sorun bu.
Yıllardır arıyordum anahtarı
Oysa kapı daima açıktı.
Onlar köle olarak kalır çünkü göremezler bu dünyada neyin güzel olduğunu.
B.k çuvalındaki adamın güzel kokmasını bekleyemezsiniz.
Bok çuvalındaki adamın güzel kokmasını bekleyemezsiniz..
Yıllardır arıyordun anahtarı,
Oysa kapı daima açıktı!
Onlar köle olarak kalır çünkü göremezler bu dünyada neyin güzel olduğunu.
Ne kadar büyük düşünebilirsiniz?
Bir gün Buda’yı kandırmaya çalışan kurnaz bir Brahma rahibi ona Efendim, kendinizi bir insan olarak mı tanrı olarak mı görüyorsunuz? diye sormuş.
Buda gülümsemiş ve İkisi de değil. Ben yalnızca geri kalan sizler hala uykudayken uyanmış olan birisiyim, demiş.
Bu ülkedeki insanlar hala özgürlükleri için verilecek mücadelenin başka bir yerden gelmesini bekliyorlar; ormanlardan, dağlardan, Çin’den, Pakistan’dan. Bu asla olmayacak. Her adam kendi Benares’ini kendisi yapmak zorundadır.
Devriminin kitabı göbek deliğinde oturuyor, genç Hintli. Onu ordan çıkar ve oku.
Bunun yerine, hepsi televizyonların önüne oturup kriket ya da şampuan reklamı izliyorlar.
Yıllardır arıyordun anahtarı
Oysa kapı daima açıktı!
İnsanların beni kullanmasına izin veriyorum Balram. Asla kendi istediğimi yapamadım, hayatım boyunca.
Iste o anda, daha önce hiç olmadığı şekilde, zenginlerin nasıl hayatta daima en iyi şeylere sahip olduklarını ve bizlere de yalnızca onların artıklarının kaldığı kafama dank etti.
Seçimler mi? Her şey halledildi. Ezici bir zafer olacak. Bakan bu sabah böyle söyledi. Seçimler, Hindistan’da yönetilebilir bir şey dostum. Amerika’daki gibi değil.
Ama sonra arkadaşlığımız tüm hizmetkârlar arası arkadaşlıkların mahkum olduğu şekilde sona erdi.
Istemediği hâlde nasıl da Bay Ashok’un ayaklarını gördüğüm anda koşup sıkmaya başlamıştım! Neden ayaklarının dibine girip, onlara dokunmak ve masaj yaparak rahatlatmaya çalışmak zorundaymış gibi hissetmiştim, neden? Çünkü bir hizmetkâr olma arzusu bende doğuştan vardı: Çivi ardına çiviyle kafatasıma çekiçle işlenmiş ve ardından, lağım ve endüstriyel atıkların Ganj Ana’nın içine akmasi gibi, kanıma karışmıştı.
Gözümün önünde alevin içinden çıkan kaskatı, cansız bir ayağın görüntüsü belirdi.
Hayır, dedim.
Hizmetkârların diğer hizmetkârlara kötü davranmaya ihtiyacı vardır. Alsas çoban köpekleri nasıl yabancılara saldırmak üzere yetiştirilirse biz de bunun için yetiştiriliriz. Biz tanıdık olan herkese saldırırız.
Özgür insanlar, özgürlüklerinin değerini bilmiyor, sorun bu.
Dünyadaki en iyi dört şairden biri olan İkbal – diğerleri Rumi, Mirza Galip ve adını unuttuğum başka bir Müslüman- köleler hakkında şöyle söylediği bir şiir yazmış:
Onlar köle olarak kalır çünkü
Göremezler bu dünyada neyin güzel olduğunu.
Okuldaki ilk günümde öğretmen tüm erkek çocuklarına sıraya girip adımızı kaydettirmek için tek tek masasına gelmemizi söylemişti. Ben ona adımı söylediğimde, ağzı açık bakakaldı:
Munna mı? Bu gerçek bir isim değil.
Haklıydı: Bu sadece erkek çocuk anlamına geliyor.
Benim tek ismim bu efendim, dedim.
Bu doğruydu. Hiçbir zaman bir isim konulmamıştı bana.
Annen sana bir isim koymadı mı?
O çok hasta efendim. Yatakta yatıyor ve kan kusuyor. Bana isim koyacak zamanı yok.
Peki baban?
O bir çekçek sürücüsü efendim. Bana isim koyacak zamanı yok.
Bir büyükannen yok mu? Halan? Amcan?
Onların da zamanı yok.

İnsanların çocuklarına isim koymayı unuttuğu bir yer nasıl bir yerdir?

Büyük şair İkbal çok haklıydı. Bu dünyada neyin güzel olduğunu anladığınız anda köle olmaktan kurtuluyordunuz.
Yine de,bütün avizelerimi parçalanıp yere devrilse de ,beni hapse atıp diğer tüm mahkumlara gagalatsalar da,darağacına giden tahta basamakları çıkartsalar da asla o gece Delhi’de patronumun gırtlağını kesmekte hata yaptığımı söylemeyeceğim.

Sadece bir gün, sadece bir saat, sadece bir dakika için bile bir hizmetkar OLMAMAMIN nasıl bir şey olduğunu bilmeye değdiğini söyleyeceğim…

Eski günlerde Hindistan ‘da bin tane kast bin tane kader vardı. Bügünlerde ise iki kast var: büyük göbekli adamlar ve küçük göbekli adamlar
Bu dünyada neyin güzel olduğunu anladığınızda kölelikten kurtulursunuz.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir