İçeriğe geç

Beni Asla Bırakma Kitap Alıntıları – Kazuo Ishiguro

Kazuo Ishiguro kitaplarından Beni Asla Bırakma kitap alıntıları sizlerle…

Beni Asla Bırakma Kitap Alıntıları

Beyniniz yorgunken bir matematik problemini çözmeye çalışmak gibiydi, bir çözüm olduğunu bilirsiniz, ama onu bulmaya harcayacak enerjiniz yoktur.
Biz ayaktakımından kopyalandık. Eroinmanlar, fahişeler, tırlaklar, seks düşkünlerinden. Mahkûmlardan, belki sapık olmadıkları sürece tabii,. Böyle insanlardan kopyalandık işte. Hepimiz biliyoruz bunu, o halde niye açıkça söylemiyoruz? Böyle bir kadın mı? [..] oradaki diğer kadın, bizimkinin arkadaşı, galerideki yaşlı kadın. Sanat öğrencileri olduğumuzu sandı. Gerçekte kim olduğumuzu bilseydi, bizlerle öyle konuşur muydu sanıyorsunuz? Ona, ‘Afedersiniz, acaba arkadaşınız bir klon modeli mi?, diye sorsaydık ne cevap veriridi sanıyorsunuz? Olası modelleri aramak istiyorsanız, bunu doğru düzgün yapmak istiyorsanız, o zaman sefil yerlere bakın. Çöp teneklerine bakın. Klozetin içine bakın, nerden geldiğimizi göreceksiniz.
Tıpkı satrançta olduğu gibi: Biri hareket yaparsanız ve elinizi çeker çekmez yaptığınız hatayı görürsünüz, paniklersiniz ama felaketin boyutlarını henüz bilmiyorsunuzdur.
Bu arada Kulübeler’deki eski çiftler hakkında bir şeyi fark ettim [..] hal ve tavırlarının büyük bölümü televizyondan kopyalanmıştı.
Ama sen neden farklı olasın ki? Buradan çıkan öğrenciler hiçbir zaman pek bir şey öğrenmiyorlar. Senden farklı olasın?
Ama tabii ki bir yere kadar anlıyorduk bize anlatılanları, bu sayede bütün her şey biz doğru dürüst araştırmadan önce kafamıza yerleşmiş oluyordu.
Hayatlarınız sizin için önceden kararlaştırıldı. Yetişkin olacaksınız ve sizler yaşlanmadan, hatta orta yaşa bile gelmeden hayati organlarınızı bağışlamaya başlayacaksınız. Her biriniz bu nedenle yaratıldınız. Filmlerini seyrettiğiniz aktörler gibi değilsiniz, benim gibi bile değilsiniz. Bu dünyaya belli bir amaçla getirildiniz ve geleceğiniz, hepinizin geleceği önceden belirlendi.
Böyle birinin gözlerinden kendinize ilk kez baktığınızda, buz kesersiniz. Her gün önünden geçtiğiniz ayna bir gün aniden size bambaşka bir şey, rahatsız edici ve tuhaf bir şey göstermiştir.
Eninde sonunda birisi, artık yeter, fazla ileri gittik
diyecek sandım, ama hiçbir şey değişmedi ve kimse bir şey demedi.
O kaseti benim için özel kılan, içindeki tek bir parçaydı, kasetin üçüncü şarkısı: Beni Asla Bırakma.”
Eğer o kadar aptallarsa, bırak inansınlar!
Hatıraların, hatta en değerli hatıraların bile ne kadar çabuk yok olduğunu görmekten şikâyetciydi.
Beyniniz yorgunken bir matematik problemini çözmeye çalışmak gibiydi, bir çözüm olduğunu bilirsiniz ama onu bulmaya harcayacak enerjiniz yoktur. İçimde bir şey vazgeçti.
Tıpkı satrançta olduğu gibi: Bir hareket yaparsınız ve elinizi çeker çekmez yaptığınız hatayı görürsünüz, paniklersiniz ama felaketin boyutlarını henüz bilmiyorsunuzdur.
Böyle birinin gözlerinden kendinize ilk kez baktığınızda buz kesersiniz. Her gün önünden geçtiğiniz ayna bir gün aniden size bambaşka bir şey rahatsız edici ve tuhaf bir şey göstermiştir.”
Resimler, şiirler, bütün bu tür şeyler gerçekte nasıl insanlar olduğumuzu gösterir.
Değerli bir şey kaybettiğimizde ve arayıp bulamadığımızda, kalbimizin kırılması gerekmiyordu.Hala biraz da olsa umudumuz vardı
Gölgelerimizde yaşamaktan vazgecmeliyiz.
Çünkü sanatınız sizin ruhlarınızı sergiler.
Hatıraların, hatta en değerli hatıraların bile ne kadar çabuk yok olduğunu görmekten şikâyetciydi.
Ağızları var ve konuşuyorlar, üzerinde düşünmeye bile değmez.
Gölgelerimizde yaşamaktan vazgecmeliyiz.
Yanından geçip giderken eleştirmek kolay, dünyadaki en kolay şey.
Sohbeti sürdürsek bile, konuşmamız uzadıkça giderek daha yapmacık ve tutuk bir hal alıyordu.
Böyle birinin gözlerinden kendinize ilk kez baktığınızda buz kesersiniz. Her gün önünden geçtiğiniz ayna bir gün aniden size bambaşka bir şey rahatsız edici ve tuhaf bir şey göstermiştir.
“- O gün senin dansını izlediğimde, başka bir şey daha gördüm. Yepyeni bir dünyanın hızla yaklaştığını gördüm. Daha bilimsel, verimli bir dünya, evet. Eskiden beri var olan hastalıklara çareler bulunan bir dünya. Çok iyi. Ama aynı zamanda katı, zalim bir dünya. Sonra gözlerini sıkıca kapatmış, küçük bir kız gördüm, eski iyi yürekli dünyayı göğsüne yaslamış, artık kalamayacağını yüreğinde hissettiği bu dünyayı tutuyor ve ona yalvarıyor, onu asla bırakmasın istiyordu.”
Aslında yalnızlığı bile sevmeyi öğrendim.
Doğru insanı bulursan, kendini bulursun.
Eninde sonunda, birisi artık yeter, fazla ileri gittik diyecek sandım, ama hiçbir şey değişmedi ve kimse bir şey demedi.
Bir yerlerde bir ırmak olduğunu düşünüp duruyorum dedi. Suları coşkun bir ırmak. Suyun içinde iki kişi var ve birbirlerine tutunmaya çalışıyorlar, bütün güçleriyle uğraşıyorlar, ama sonunda dayanamıyorlar. Akıntı çok kuvvetli. Birbirlerini bırakmak, ayrı yerlere sürüklenmek zorundalar. Sanırım bizim durumumuz da bu.
Beyniniz yorgunken bir matematik problemini çözmeye çalışmak gibiydi, bir çözüm olduğunu bilirsiniz ama onu bulmaya harcayacak enerjiniz yoktur. İçimde bir şey vazgeçti.
Tıpkı satrançta olduğu gibi: Bir hareket yaparsınız ve elinizi çeker çekmez yaptığınız hatayı görürsünüz, paniklersiniz ama felaketin boyutlarını henüz bilmiyorsunuzdur.
Ama asla yeterli zamanınız yoktur. Ya aceleniz vardır ya da kimseyle konuşacak mecaliniz kalmamıştır.
Bazen kendi kendime vakit geçirmeye o kadar dalıyorum ki, tesadüfen tanıdık birine rastlarsam küçük bir şok yaşıyorum ve uyum sağlamam biraz vakit alıyor.
”O çalışmaları neden yaptık biz? Niye bizi eğittiniz, bütün o şeyleri neden yaptırdınız? Niçin bütün o kitapları okuduk, tartıştık? ”
”Sanat çalışmalarınızı aldık, çünkü bunların ruhlarınızı gösterdiğinize inanıyorduk. Ya da ince bir ifadeyle söyleyeyim; sizin ruhlarınız olduğunu kanıtlamak için yaptık bunu. ”
“Böyle birinin gözlerinden kendinize ilk kez baktığınızda, buz kesersiniz. Her gün önünden geçtiğiniz ayna bir gün aniden size bambaşka bir şey, rahatsız edici ve tuhaf bir şey göstermiştir.”
Sanki uzun zamandır sırtımda taşıdığım bir yükten kurtulmuştum, her şey düzelmemişti ama daha iyi bir yere açılan bir kapı aralanmıştı.
Beyniniz yorgunken bir matematik problemini çözmeye çalışmak gibiydi, bir çözüm olduğunu bilirsiniz, ama onu bulmaya harcayacak enerjiniz yoktur.
Hepimiz yeni hayatımıza uyum sağlamaya çalışıyorduk ve galiba hepimiz sonradan pişman olacağımız şeyler yaptık.
Ama asla yeterli zamanınız yoktur. Ya aceleniz vardır ya da kimseyle konuşacak mecaliniz kalmamıştır
Sadece organlarımızı verip ölçeceksek niçin bütün o derslere girdik? Niçin büyük o kıtaları okuduk, tartıştık!
Çünkü sanatınız sizin ruhlarınızı sergiler
Beyniniz yorgunken bir matematik problemini çözmeye çalışmak gibiydi, bir çözüm olduğunu bilirsiniz ama onu bulmaya harcayacak enerjiniz yoktur. İçimde bir şey vazgeçti
Ama onu kucaklamam işe yarayabilirdi çünkü sözler bizi daha da aşağılara çekerdi
Beni hayal dünyamdan çekip çıkaran ses belki de onun hıçkırıklarının sesiydi
Eninde sonunda birisi, artık yeter, fazla ileri gittik diyecek sandım, ama hiçbir şey değişmedi ve kimse bir şey demedi.
Başlarda tekrar tekrar sormasının nedenini ilaçlara bağlıyordum, ama sonradan zihninin yeterince açık olduğunu fark ettim. Hailsham’ı sadece duymak değil, hatırlamak istiyordu; sanki kendi çocukluğu orada geçmiş gibi. Tükenmesine az kaldığını biliyordu ve bu yüzden böyle yapıyordu; bana bir şeyleri anlattırıyordu ki iyice sindirsin; belki bu sayede, bütün o ilaçlar, acı ve bitkinlikle uykusuz geçen gecelerde, benim anılarımla onunkiler birbirine karışırdı.
Aslında yalnızlığı bile sevmeyi öğrendim.
Ama asla yeterli zamanınız yoktur. Ya aceleniz vardır ya da kimseyle konuşacak mecaliniz kalmamıştır.
O gün senin dansını izlediğimde, başka bir şey daha gördüm. Yepyeni bir dünyanın hızla yaklaştığını gördüm. Daha bilimsel, verimli bir dünya, evet. Eskiden beri var olan hastalıklara çareler bulunan bir dünya. Çok iyi. Ama aynı zamanda katı, zalim bir dünya. Sonra gözlerini sıkıca kapatmış, küçük bir kız gördüm, eski iyi yürekli dünyayı göğsüne yaslamış, artık kalamayacağını yüreğinde hissettiği bu dünyayı tutuyor ve ona yalvarıyor, onu asla bırakmasın istiyordu. Ben bunu gördüm.
Ne kadar iyi dayanabildiğimizi okuduğumuz kitap sayısı ile ölçüyorduk.
Değerli bir şey kaybettiğimizde ve arayıp bulamadığımızda, kalbimizin kırılması gerekmiyordu. Hala biraz da olsa umudumuz vardı,
Sessiz yerler çoğunlukla en kötü olanlardı, çünkü büyük olasılıkla konuşulanlara kulak misafiri olacak biri mutlaka geçerdi.
Sonra bir an geldi ki direnmeyi bıraktım.
O gün senin dansını izlediğimde, başka bir şey daha gördüm. Yepyeni bir dünyanın hızla yaklaştığını gördüm. Daha bilimsel, verimli bir dünya, evet. Eskiden beri var olan hastalıklara çareler bulunan bir dünya. Çok iyi. Ama aynı zamanda katı, zalim bir dünya. Sonra gözlerini sıkıca kapatmış, küçük bir kız gördüm, eski iyi yürekli dünyayı göğsüne yaslamış, artık kalamayacağını yüreğinde hissettiği bu dünyayı tutuyor ve ona yalvarıyor, onu asla bırakmasın istiyordu.
Tabii ki başka insanların da bu yolları kullandığını biliyordum, ama o gece, sanki ülkenin bütün yan yolları sadece bizim gibilere ayrılmıştı. Büyük işaret levhalarının ve kafelerin bulunduğu aydınlık otoyollarsa diğer herkese aitti.
Bayan Emily, Bir oyunda sadece piyonmuşsunuz gibi hissedebileceğinizi anlıyorum dedi. Durum bu şekilde görülebilir tabii ki. Ama şöyle düşünün. Sizler şanslı piyonlardandınız. Belli bir iklim vardı, sonra yok oldu. Bu dünyada bazen işlerin böyle yürüdüğünü kabul etmelisiniz. İnsanlar bazen bir şekilde düşünür, hissederler, sonra başka bir şekilde. Siz de bu sürecin belli bir noktasında büyüdünüz tesadüfen.
Sadece bir akım, ortaya çıkıp sonra yok olmuş bir akım olabilir dedim. Ama bizim için, hayatlarımız söz konusu.
Onun yapmak istediği şey, insanlara özel yetenekli çocuklara sahip olma imkânı vermekti. Üstün zekâ, üstün atletik güç, bu tür şeyler. ( ) Dediğim gibi, bu hiçbir zaman büyük bir olay olmadı. Ama belli bir atmosfer yarattı. İnsanlara, her zaman içlerinde olan bir korkuyu hatırlattı. Bağış programı için sizin gibi öğrenciler yaratmak sorun değildi. Ama toplumda onların yerini alacak bir çocuk nesli yaratılması? Hepinizden üstün olan başka çocuklar? Ah, hayır. Bu, insanları korkuttu. Bundan çekindiler.
Kanseri tedavi edilebilir bir hastalık olarak gören dünyaya bu tedaviyi bırakmalarını, eski karanlık günlere dönmelerini nasıl söyleyebilirsin ki? Geriye dönmek imkânsızdı. İnsanlar sizin varlığınızdan ne akdar rahatsız olurlarsa olsunlar, onların esas ilgilendiği kendi çocukları, eşleriydi, anne babaları, arkadaşlarıydı; onların kanserden, felçten, kalp hastalığından ölmemesiydi. Bu yüzden uzun süre ortaya çıkarılmadınız ve insanlar sizleri düşünmemeye çalıştı. Düşünseler bile onlar gibi olmadığınıza inanmaya çalıştılar. Sizin insan olmadığınızı düşündüler, bu yüzden öneminiz yoktu.
( )Sanat çalışmalarınızın sizin kim olduğunuzu gösterdiğini söyledin. İçinizde neler olduğunu. Boylde söyledin, değil mi? Evet, yanlış bir yorum değildi. Sanat çalışmalarınızı aldık, çünkü bunların ruhlarınızı gösterdiğine inanıyorduk. Ya da daha ince bir ifadeyle söyleyeyim; sizin ruhlarınız olduğunu kanıtlamak için yaptık bunu.
“İçimizden birini azarlamak zorunda kaldıysa, sanki ona bir şey borçluymuş gibi, sonraki birkaç gün fazladan ilgi gösterirdi.”
.
Suyun çok hızlı aktığı bir yerde bu nehri düşünüp duruyorum.

Ve sudaki bu iki insan, birbirlerine tutunmaya çalışıyorlar, ellerinden geldiğince sıkı tutuyorlar, ama sonunda bu çok fazla. Akım çok güçlü. Bırakmaları, uzaklaşmaları gerekiyor.

Yıkıma götüreceğini bile bile kendi kaderini kabul edenler..

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir