Mehmet Yıldız kitaplarından Benden Vazgeçme Ya Rab! kitap alıntıları sizlerle…
Benden Vazgeçme Ya Rab! Kitap Alıntıları
gelip geçecek dertlere mukabil her şeyin elinde olduğu bir Rabbimiz var iken gözlerimizi kör etmeye ne gerek var?
İçimiz hep kırıklar ülkesiyken dinlenebileceğimiz bir yer ile karşılaşmak isteriz. Çocukken oynadığımız saklambaçlar arasında attığımız çığlıklar gibi işte seni buldum, sobe demek isteriz. Yollarda dinlenmemiz gerekirken belki bir gün öylece çekip gitmişiz, bir molalık nefes alışta belki de farketmemişizdir. Sahi, olması gerekenler olup biterken biz farketmemişsek ne olacak? Hani deriz ya, başıma gelen şu olaydaki hayrı çok sonra anladım diye, demek ki biz hayrı anlamanın vakti gelene kadar fark etmesek de bir şeyler olmaya devam ediyor. Demek biz anlasak da anlamasak da yol asla bitmiyor.
Varış istikametine odaklanmışken, yolda kaç ağaç geçtik, kaç yol ayrımından döndük hesap edemiyor insan.
Şimdi hangi büyük görünen hüznün kalbinin derinliklerini sarsabilir ki? Böyle kudretli bir Allah’a inanma şerefine nail olmuşken sen, hangi büyük görünen dert seni ezebilir ki? Sen r ki Rabbine sığın, ebabiller sana da yardıma gelecektir. yeter ki Allah istesin, yeter ki sen Allah’ın sevdiği kullar ara sında olabil. Anlıyorsun değil mi, O isterse bizde kuşlar filleri yener azizim!
Cenabı Allah, Ahzâp Savaşında inanmayanların üzerine rüzgâr gönderdiğini söylüyor. Allah’ın savaştaki ordularını anlayabiliyor musunuz? Hayır, tam anlamıyla anlayamazsınız, anlayamayız çünkü Cenabı Hakk Müddessir Süresi 31. Ayetinde, Rabbinin ordularını ancak Allah bilir diyor. Bu surenin anlamını iliklerinde hissedebiliyorsan, gönlünün daraldığı zamanlarda, etrafına bunlar bana yardım edebilir mi diye baktıklarının değil, Allah kimi yardımcı gönderirse sana onların yardım edebileceğini de anlarsın. Hüzünlendi ğin ve gönlünün daralıp kendini küçük hissettiğin zaman larda, işte tam da bu sureyi hatırla. Demek zafer pek yakın, bunu unutma.
Sen hayırla bekle, gelecek olan Allah’ın iznini sırtlanıp gelecektir elbet. Sen doğru durakta bekle, inecek olan Allah’ın emriyle gelecektir elbet. Yeter ki hazer et, dikkatle bas, bir heveste batıp da kaybolma. Gelen, Allah’ın yolunun hayrını getirecektir elbet. Sonrası mı?
Sonrası Kün Fe Yekün
Sonrası, Allah ne isterse o olur elbet.
• Biçare hakikatler, kıymetsiz ellerde kıymetsiz..
• Kış mevsiminde yazı arar insan. Yaz mevsiminde kışı..
Bir elmanın yaratılabilmesi için minimum şartlar:
1670 km kendi ekseninde,
108 000 km hızla güneş ekseninde
400 milyar tane yıldız Samanyolu galaksisinde tesbih taneleri gibi dönmesi gerek.
Rabbinin sana nasıl değer verdiğini gör. Bırak şeytan ne derse desin, bırak şeytan ne kadar sağından yaklaşırsa yaklaşsın. Yok ki onun gidecek bir huzur kapısı, yok ki onun elinde bir tövbesi, yok ki onun kurtuluşu. Sen başkasın, gör artık bunu. Senin aldığın her nefes cennete aday olmana bir araç olmuşken, dönüp bakma bile ardına. Geçmişte yaptıkların boğazına kadar seni kilitlese de bu dünya zindanına, hakiki bir tövben yeter zindanların kepenklerini kırmaya ve sen şimdi yolundaki taşları merhametle al, bir köşeye bırak. Unutma, sen Rabbinin varlık sahasına çıkarttığı kulusun. Daralan ruhunu da al ve kendine hep şunu söyle:
Ya Rab, gelse Celal’inden cefa yahut Cemal’inden vefa, ikisi de cana safa:
Kahrın da hoş, lütfun da hoş ‘
Hem der ki: Mânen sevdiğin ve alâkadar olduğun ve perişaniyetinden müteessir olduğun ve ıslah edemediğin şu kâinat, bir Kadir-i Rahîmin mülküdür. Mülkü sahibine teslim et. Ona bırak, cefâsını değil, iman ile safasını çek. O hem Hakîmdir, hem Rahimdir. Mülkünde istediği gibi tasarruf eder, çevirir. Dehşet aldığın zaman, İbrahim Hakkı gibi ‘Mevlâ görelim neyler / Neylerse güzel eyler’ de, pencerelerden seyret, içlerine girme.
Pencerelerden bu olanları seyret, elin yetişmez, içlerine girme. Pencerelerden seyret, içlerine girme!
Yüreğinin sıkıştığı, ruhunun seni dört duvar arasında bir kareye sığdırdığı bazı anlar vardır. Ne yaparsan yap geçmez o dertler, orada durur sanki. Kime gitsem, kime anlatsam der durursun. Bazen ikinci bir ses dahi duymak istemezsin. Bilirsin, aslında seni anlayacak, sana ilaç olacak kimse de yoktur. İşte ben size gecelerin ay ışığı altında, sizi uyutmayan, bir sağ yanınıza bir sol yanınıza döndüren o derde bir ilaç sunmaya geldim. Beni ilacınızın kutusu sayın ve ilacı içmek de size kalsın. Yanınıza bir bardak nasip suyu alın, yürek hasret duyarken ilaca, aksın gitsin bütün damarlarda. Geceler huzura açsın kapılarını, ay hakikatler anlatsın bir uyku molasında. Bölemesin zehirli sesler yol tutmuşken kendine karanlıkları. Değemesin hiçbir nefis, şifa arayan gönüllerde mesken tutan nasiplere
Gelirken kendin getirmediğin, giderken de gitmelerine mani olamadığın için bu mülke benim diyemezsin!
İnanmamak için ııcdcıı bu kadar kör olmayı seçersin ey insan? Dünyanın en güzel manzarasına kadar dağları, tepeleri aşmışsın, istiyorsun ki bir soluklanayım. Tam karşında işte o an derken, sen gözlerini kapatıyorsun. Nasıl manzaradan hak talep edebilirsin? Manzara senden şikâyetçi olmaz mı? Gözlerine büyük bir çelişki doğmaz mı? Hadi sen yine hobi olarak inanma ama yönünü değiştir de nefsine kanma. Nefsine inanıp da heba etme o gözleri, heba etme bu hazdan kendini. Elbet anlarsın kapılar kapanıp kovulduğunda bu topraklardan ama gel etme naz, sen daha hastayken kendine yenik düşen bir bedensin. Gel, aç gözlerini, erisin bütün enaniyetin, kaybolsun bütün diklenişlerin. Yetmez bir beden bu yolda yaşamaya, sen ruhunu da al gel kırılan zincirlerin arasında. Yürü yürüyebildiğin kadar dilinde tek bir kelamla, Allah elbet vardırır seni yoluna, elbet kavuşursun var oluş amacına, sen yürü yürüyebildiğin kadar, elbet yolun sonu varıştır sana
Rabbinin sana nasıl değer verdiğini gör. Bırak şeytan ne derse desin, bırak şeytan ne kadar sağından yaklaşırsa yaklaşsın. Yok ki onun gidecek bir huzur kapısı, yok ki onun elinde bir tövbesi, yok ki onun kurtuluşu. Sen başkasın, gör artık bunu. Senin aldığın her nefes cennete aday olmana bir araç olmuşken, dönüp bakma bile ardına. Geçmişte yaptıkların boğazına kadar seni kilitlese de bu dünya zindanına, hakiki bir tövben yeter zindanların kepenklerini kırmaya ve sen şimdi yolundaki taşları merhametle al, bir köşeye bırak. Unutma, sen Rabbinin varlık sahasına çıkarttığı kulusun. Daralan ruhunu da al ve kendine hep şunu söyle:
Ya Rab, gelse Celal’inden cefa yahut Cemal’inden vefa, ikisi de cana safa:
Kahrın da hoş, lütfun da hoş ‘
Hem der ki: Mânen sevdiğin ve alâkadar olduğun ve perişaniyetinden müteessir olduğun ve ıslah edemediğin şu kâinat, bir Kadir-i Rahîmin mülküdür. Mülkü sahibine teslim et. Ona bırak, cefâsını değil, iman ile safasını çek. O hem Hakîmdir, hem Rahimdir. Mülkünde istediği gibi tasarruf eder, çevirir. Dehşet aldığın zaman, İbrahim Hakkı gibi ‘Mevlâ görelim neyler / Neylerse güzel eyler’ de, pencerelerden seyret, içlerine girme.
Pencerelerden bu olanları seyret, elin yetişmez, içlerine girme. Pencerelerden seyret, içlerine girme!
Hiç dert etme, sen de burada kalmayacaksın. Hatta istesen de kalamayacaksın! Eğer dünya ebedi olsaydı, insan içinde ebedi kalsaydı, ayrılıkları hüzünler, acılar ebedi olsaydı üzülmenin de bir manası olurdu ama üzülme, bunlar ebedi değil çünkü insan çalıştığı yerde daimi kalmaz. Göçüp gideceğiz buralardan ve dert ettiğimiz her ne varsa onlar da göçüp gidecek bu dünyadan.
Bir mola olsun hayatın dert yığınlarına, bir tutamlık gülüş olsun bu yazı rahat bir nefes almak için çabalayanlara. Nereden geldiyse dert, oranın kokusunu sindirsin üzerimize, yabancı saymayalım, şöyle buyur edelim iki kelimenin ortasına. Dinlemeyi bilelim, konuşmaktan ziyade susmayı tadalım. Belli ki uzun yollardan geliyor, belli ki anlatacakları var, dert dediğin bölüşülür iki kelimesinin anısında. Giden de müjdeler geleni, gelen de müjdeler gideceğini. Ne fark eder bir vakit diliminde mesken tutan dertler, merhemi var ise sürmek düşmez mi başa? Rafa asılan ilaçları indirelim bu yazının ortasında, bir bardak nasip suyu can versin şimdi ruhlarımıza. Akıp giderken su yolunda, satırlar sizi çıkarsın baharlara
Yüreğinin sıkıştığı, ruhunun seni dört duvar arasında bir kareye sığdırdığı bazı anlar vardır. Ne yaparsan yap geçmez o dertler, orada durur sanki. Kime gitsem, kime anlatsam der durursun. Bazen ikinci bir ses dahi duymak istemezsin. Bilirsin, aslında seni anlayacak, sana ilaç olacak kimse de yoktur. İşte ben size gecelerin ay ışığı altında, sizi uyutmayan, bir sağ yanınıza bir sol yanınıza döndüren o derde bir ilaç sunmaya geldim. Beni ilacınızın kutusu sayın ve ilacı içmek de size kalsın. Yanınıza bir bardak nasip suyu alın, yürek hasret duyarken ilaca, aksın gitsin bütün damarlarda. Geceler huzura açsın kapılarını, ay hakikatler anlatsın bir uyku molasında. Bölemesin zehirli sesler yol tutmuşken kendine karanlıkları. Değemesin hiçbir nefis, şifa arayan gönüllerde mesken tutan nasiplere
Dalından kopardığın bir çiçek kokusunda zikriyle hemhal olurken sessizce fısılda ruhuna, bir çiçek kadar kolay O Kudrete bir bahar icat etmek, bir bahar kadar kolay O Kudrete kâinatı icat etmek. Sanma ki yalnızsın bu baharlar içinde, gör büyüklüğü, yaslan o huzurun sahiline, bir çay molasında izin ver güneşe, anlatsın sana bahar ile yaratılışını. Duy ve düşün, gör ve anla baharları, şimdi doya doya çek çiçeklerin zikir esintilerini. İzin ver bedenine hemhal olurken, izin ver gönlüne bir aslan cesaretinde kükresin nefsine.
Biz kalem değil, kalemin yazılan kâğıdı olalım, çizsin bu selam bizi, doğrultsun belimizi. Ne renk isterse o renge boyasın bizi, ne şekil isterse öyle süslesin bizi. Yeter ki gelsin o selam, yeter ki o selam olsun çizen, boyayan, sunan Yeter ki bir ömrü neye harcadın dediklerinde, harcamadım, o selam için yaşadım diyebilmek nasip olsun. Akan giden nefsin son deminde bir selam ile başlasın uçsuz bucaksız bir huzur, ne dönerim geriye, ne ararım şimdi buraları. Varsın gitsin ellerimden, kaysın, bir gece de ben selam selam diye sallanıp durayım. İstemem bir an bile bakmak geriye, ben selam selam diye koşacağım, ah ettim en çok içime
Ölünce, oh be işte kurtulduk! diyebilelim. Bitti her şey, artık imtihan bitti, acılar bitti, çalışmalar bitti, şimdi Rabbimizin bizden razı olmasıyla hoşnut olma zamanı diyebilelim. Değmez mi? Değmez mi bütün çektiklerimiz Rabbimizin, Senden razıyım ey kulum!” demesine, değmez mi? Savrulup durduğumuz bu dünya koşturmasından sonra iyi gelmez mi hiç ruhlarımıza?
Dinlenme diyarları sandık bu dünyayı, oysa denenecektik sadece. Yanıldık! Sen gel en iyisi bu dünyadan Rabbin için vazgeç
Bazı dualar vardır gecenin bir yarısı sesini yükseltir de yükseltir, oturursun bir köşeye, başkalarının görmediklerine dahi ağlatır durur seni. İşte başkalarının yangınını kendine dert edinmemişlere anlatamazsın bu gözyaşlarını. Daha kendi günahına ağlama cesaretini gösterememiş ki nereden bilsin başkasının günahına yanabilme nimetini
Elinden işin mi alındı, elinden ailen, dostun mu alındı, elinden evin mi alındı, araban mı alındı, sağlığın mı alındı, üzülme! Üzülme çünkü demek ki Allah seni hiç kimseye, hiçbir sebebe bırakmayacak kadar çok seviyor, demek ki Allah bütün sebeplerden arınmış olarak yanında durasın istiyor. Demek ki Allah sana ne büyük merhamet duyuyor ki kimselerin elinde harap olmana izin vermiyor, Bazen Allah bütün kapılarını kapatır, kapatır ki dışarıdaki fırtınadan korunabil diye, Aç ellerini, hakkını ver o ellerin, dua et Rabbine. Bakma üç harf ile böyle kısa yazıldığına, içinde ne olmuşlar, ne olacaklar vardır.
Vay ki rahat evlerinde namazlarını kılamayanlara! Vay ki namaza sallana sallana kalkanlara! Vay ki gününe en ufak başka bir iş karıştığında namazını ikinci plana atanlara!
Üstad, Günahlar hayat-ı ebediyede daimi hastalıklardır, bu hayat-ı dünyeviyede dahi kalb, vicdan, ruh için mânevî hastalıklardır” diyor.
Gelip geçecek dertlere mukabil her şeyin elinde olduğu bir Rabbimiz var iken gözlerimizi kör etmeye ne gerek var?
Dalından kopardığın bir çiçek kokusunda zikriyle hemhal olurken sessizce fısılda ruhuna, bir çiçek kadar kolay O Kudrete bir bahar icat etmek, bir bahar kadar kolay O Kudrete kâinatı icat etmek. Sanma ki yalnızsın bu baharlar içinde, gör büyüklüğü, yaslan o huzurun sahiline, bir çay molasında izin ver güneşe, anlatsın sana bahar ile yaratılışını. Duy ve düşün, gör ve anla baharları, şimdi doya doya çek çiçeklerin zikir esintilerini. İzin ver bedenine hemhal olurken, izin ver gönlüne bir aslan cesaretinde kükresin nefsine.
Biz kalem değil, kalemin yazılan kâğıdı olalım, çizsin bu selam bizi, doğrultsun belimizi. Ne renk isterse o renge boyasın bizi, ne şekil isterse öyle süslesin bizi. Yeter ki gelsin o selam, yeter ki o selam olsun çizen, boyayan, sunan Yeter ki bir ömrü neye harcadın dediklerinde, harcamadım, o selam için yaşadım diyebilmek nasip olsun. Akan giden nefsin son deminde bir selam ile başlasın uçsuz bucaksız bir huzur, ne dönerim geriye, ne ararım şimdi buraları. Varsın gitsin ellerimden, kaysın, bir gece de ben selam selam diye sallanıp durayım. İstemem bir an bile bakmak geriye, ben selam selam diye koşacağım, ah ettim en çok içime
Ölünce, oh be işte kurtulduk! diyebilelim. Bitti her şey, artık imtihan bitti, acılar bitti, çalışmalar bitti, şimdi Rabbimizin bizden razı olmasıyla hoşnut olma zamanı diyebilelim. Değmez mi? Değmez mi bütün çektiklerimiz Rabbimizin, Senden razıyım ey kulum!” demesine, değmez mi? Savrulup durduğumuz bu dünya koşturmasından sonra iyi gelmez mi hiç ruhlarımıza?
Dinlenme diyarları sandık bu dünyayı, oysa denenecektik sadece. Yanıldık! Sen gel en iyisi bu dünyadan Rabbin için vazgeç
Bazı dualar vardır gecenin bir yarısı sesini yükseltir de yükseltir, oturursun bir köşeye, başkalarının görmediklerine dahi ağlatır durur seni. İşte başkalarının yangınını kendine dert edinmemişlere anlatamazsın bu gözyaşlarını. Daha kendi günahına ağlama cesaretini gösterememiş ki nereden bilsin başkasının günahına yanabilme nimetini
Elinden işin mi alındı, elinden ailen, dostun mu alındı, elinden evin mi alındı, araban mı alındı, sağlığın mı alındı, üzülme! Üzülme çünkü demek ki Allah seni hiç kimseye, hiçbir sebebe bırakmayacak kadar çok seviyor, demek ki Allah bütün sebeplerden arınmış olarak yanında durasın istiyor. Demek ki Allah sana ne büyük merhamet duyuyor ki kimselerin elinde harap olmana izin vermiyor, Bazen Allah bütün kapılarını kapatır, kapatır ki dışarıdaki fırtınadan korunabil diye, Aç ellerini, hakkını ver o ellerin, dua et Rabbine. Bakma üç harf ile böyle kısa yazıldığına, içinde ne olmuşlar, ne olacaklar vardır.
Vay ki rahat evlerinde namazlarını kılamayanlara! Vay ki namaza sallana sallana kalkanlara! Vay ki gününe en ufak başka bir iş karıştığında namazını ikinci plana atanlara!
Gözlerinizdeki yaşları akıtmaya ve vicdanlarınızı sızlatmaya geldim. İçiniz ne renkse o renk akacak gözyaşlarınız da. Sağanak sağanak yağan her bir yağmur damlası kadar ahiretinizde filizlenecek dallarınız olabilir. Siz yeter ki yeniden başlamak isteyin, siz yeter ki tövbe kapısını durmadan, ısrarla çalmayı bilin. Kahverengi dallardan pembe çiçekleri açtıracak Allah elbet sizi duyacak.
Gelip geçecek dertlere mukabil her şeyin elinde olduğu bir Rabbimiz var iken gözlerimizi kör etmeye ne gerek var?
En basitinden, birisi arkamızdan taş atsa dönüp bakıyoruz, kim attı diye. Taşı atanı arıyorsun ama koca kâinata yaratıcı aramıyor, tesadüf diyorsun.
Kimdim ben, bu eller nerede kullanılacaktı? Bir değil iki göz verilmişti, ikisi ile neyi daha iyi görmem istenmişti? İki kulak ile neyi daha iyi duymam gerekti ki aynı zamanda bir dilin etrafı böylesine sarılmışken neyden sakınmam gerekti bu adada?
Peki, sizce seven kalp, kalp denen pompa mıdır?
Kış mevsiminde yazı arar insan. Yaz mevsiminde kışı. Kendi yapraklarını döker, baharına hasretlik çeker. İnsan arar da durur, durmadan, yorulmadan sorar da durur. Bazen aramaya kendini öyle bir bağlar ki, cevaplar gözünün önünde olsa da dönüp okuyamaz. Daha soruyu okumadan kopyaya kendini sabitlemiş öğrenci gibi etrafından yardım bekler de durur. İnsanı alıp gündüzlerin içerisine de koysanız, görme kabiliyeti yok ise ne yapsanız faydasız. Gündüzler onun için bir şey ifade edemez artık. Dünya kaç kilometre olursa olsun onun için kafasındaki dünya işte o kadardır.
En basitinden, birisi arkamızdan taş atsa dönüp bakıyoruz, kim attı diye. Taşı atanı arıyorsun ama koca kâinata yaratıcı aramıyor, tesadüf diyorsun.
Eğer iman nuruyla nurlanırsan ve markan Allah olursa yeryüzüne bir halife hükmündesin. Üzerinde mücevherlere, elmaslara, yakutlara gerek yok çünkü sen Allah’ın mührünü taşıyorsun. Kalk ayağa, şahlanan nefsini eze eze yürü bu yolculukta. Üzerindeki kuruşluk kıyafetlere aldanma, hepsi yırtılıp gidecek, ki bir hiç hükmündesin! Ehemmiyet verme bu maddelere, çünkü sen Allah’ın mührünü taşıyorsun. Kalk ayağa, iman ile yoğur kalbini, insanlıktan nasibini al da yürü bu yolculukta. Yok, eğer ben iman ile süslenmem der süslenmemekte de inat edersen, kusura bakma, kasaptaki et senden daha pahalı, çünkü o yenir, sen yenmezsin, mundarsın!
Peki, sizce seven kalp, kalp denen pompa mıdır?
Üstad’ın dediği gibi, bîçare hakikatler, kıymetsiz ellerde kıymetsiz” oluyor.
Kış mevsiminde yazı arar insan. Yaz mevsiminde kışı. Kendi yapraklarını döker, baharına hasretlik çeker. İnsan arar da durur, durmadan, yorulmadan sorar da durur. Bazen aramaya kendini öyle bir bağlar ki, cevaplar gözünün önünde olsa da dönüp okuyamaz. Daha soruyu okumadan kopyaya kendini sabitlemiş öğrenci gibi etrafından yardım bekler de durur. İnsanı alıp gündüzlerin içerisine de koysanız, görme kabiliyeti yok ise ne yapsanız faydasız. Gündüzler onun için bir şey ifade edemez artık. Dünya kaç kilometre olursa olsun onun için kafasındaki dünya işte o kadardır.
Gelirken ben getirmediğim için, giderken de gitmeme mani olamadığım için, ben, benim değilim.
Eğer iman nuruyla nurlanırsan ve markan Allah olursa yeryüzüne bir halife hükmündesin. Üzerinde mücevherlere, elmaslara, yakutlara gerek yok çünkü sen Allah’ın mührünü taşıyorsun. Kalk ayağa, şahlanan nefsini eze eze yürü bu yolculukta. Üzerindeki kuruşluk kıyafetlere aldanma, hepsi yırtılıp gidecek, ki bir hiç hükmündesin! Ehemmiyet verme bu maddelere, çünkü sen Allah’ın mührünü taşıyorsun. Kalk ayağa, iman ile yoğur kalbini, insanlıktan nasibini al da yürü bu yolculukta. Yok, eğer ben iman ile süslenmem der süslenmemekte de inat edersen, kusura bakma, kasaptaki et senden daha pahalı, çünkü o yenir, sen yenmezsin, mundarsın!
Üstad’ın dediği gibi, bîçare hakikatler, kıymetsiz ellerde kıymetsiz” oluyor.
Güneş eğer olgunlaşmaya müsait bir meyveye vurursa onu pişirir, fakat leşe vurursa kokutur. Sen ise imansız bir bedende güneşin vurup kokuttuğu leşten başka bir şeye dönüşemezsin.
Bazen birine gerçekleri durmadan anlatırsınız da anlatırsınız, sonradan bir de bakarsınız ki kulak duyarken kalbinde eriyip damarlarına kadar işletememiş bazı meseleleri. Duvarın kerpiçlerine mi konuştunuz bir insanın kalbine mi bilinmez. Bir ölünün karşınıza geçip gerçekleri haykırsanız da, elinizde mikrofon ile bağırsanız da sonuç değişmeyecektir. Başında dünyanın en önemli olayını anlatsanız da size aynı tepkiyi verecek, ahireti için en önemli hakikati anlatsanız da. Duymaz olmuş kulak, kalbe sağır bir viran bedende ah etsen de işitilmez, vah etsen de. Can gitmiş elden ne gelir ki şimdi dilden, ruh da ölmüş dünyada can çekmiş de gitmiş şimdi birden! Birden değil mi? Hep birden olur Şimdi ne farkı var ki? Ruh öldükten sonra kalp kan pompalasa ne pompalamasa ne.
Ölümün o üşüten soğukluğunu hissetmemiş bir insana ne anlatırsanız anlatın içini karalar bağlamaktan öteye geçemeyecektir.
Aynadan kendimizi ters gördüğümüz sürece doğruları da çarpıtmış olacağız.
Güneş eğer olgunlaşmaya müsait bir meyveye vurursa onu pişirir, fakat leşe vurursa kokutur.
Sancıların elbet zorlayacak, elbet kıvranacaksın. Ama unutmamalısın ki sancı çekmeden asıl seni asla doğuramayacaksın.
Yol dediğin, geçmek için var olan anılardır. Ayaklarını sağlam basacaksın ki sarsıntıların seni yokladığı yerlerde sarsılmayasın. Gittiğin her yerde avuçların bir tecrübe dolusu anahtar getirecek sana. Çoğu zaman yürüyebileceksin, çoğu zaman düşeceksin. Yol, seni tutmak için var. Her düştüğünde hissedeceğin yolları, hızlıca geçip giderken eze eze geçersen bencilliğin bir miktar tuzunu dökmüş olursun o güzel içine, Tuzunu fazla kaçırdığın yemeği yiyebilecek misin gerçekten? Hadi yedin diyelim, vücudun sana nasıl tepki gösterecek biliyorsun değil mi?
Sen,” diyecek sen de benim mührümdensin, bilesin sen de yitip gideceksin . Gün dönecek ben gideceğim, senin ömrün de gidecek, bir tek şey kalacak bizden geriye. Senden, benden, bizden, koca varlık sahasından bir tek şey kalacak, Allah!
Kalk ayağa, şahlanan nefsini eze eze yürü bu yolculukta.
Kalk ayağa, iman ile yoğur kalbini, insanlıktan nasibini al da yürü bu yolculukta.
Yarın ne giyeceğini bugünden dert ederken aklına kefen geliyor mu hiç?
Bazen birine gerçekleri durmadan anlatırsınız da anlatırsınız, sonradan bir de bakarsınız ki kulak duyarken kalbinde eriyip damarlarına kadar işletememiş bazı meseleleri. Duvarın kerpiçlerine mi konuştunuz bir insanın kalbine mi bilinmez. Bir ölünün karşınıza geçip gerçekleri haykırsanız da, elinizde mikrofon ile bağırsanız da sonuç değişmeyecektir. Başında dünyanın en önemli olayını anlatsanız da size aynı tepkiyi verecek, ahireti için en önemli hakikati anlatsanız da. Duymaz olmuş kulak, kalbe sağır bir viran bedende ah etsen de işitilmez, vah etsen de. Can gitmiş elden ne gelir ki şimdi dilden, ruh da ölmüş dünyada can çekmiş de gitmiş şimdi birden! Birden değil mi? Hep birden olur Şimdi ne farkı var ki? Ruh öldükten sonra kalp kan pompalasa ne pompalamasa ne.
Ölümün o üşüten soğukluğunu hissetmemiş bir insana ne anlatırsanız anlatın içini karalar bağlamaktan öteye geçemeyecektir.
Bizler, baktığımız şeye nazar-i dikkat ile bakamıyoruz.
Aynadan kendimizi ters gördüğümüz sürece doğruları da çarpıtmış olacağız.
Sancıların elbet zorlayacak, elbet kıvranacaksın. Ama unutmamalısın ki sancı çekmeden asıl seni asla doğuramayacaksın.
Yol dediğin, geçmek için var olan anılardır. Ayaklarını sağlam basacaksın ki sarsıntıların seni yokladığı yerlerde sarsılmayasın. Gittiğin her yerde avuçların bir tecrübe dolusu anahtar getirecek sana. Çoğu zaman yürüyebileceksin, çoğu zaman düşeceksin. Yol, seni tutmak için var. Her düştüğünde hissedeceğin yolları, hızlıca geçip giderken eze eze geçersen bencilliğin bir miktar tuzunu dökmüş olursun o güzel içine, Tuzunu fazla kaçırdığın yemeği yiyebilecek misin gerçekten? Hadi yedin diyelim, vücudun sana nasıl tepki gösterecek biliyorsun değil mi?
Kalk ayağa, şahlanan nefsini eze eze yürü bu yolculukta.
Kalk ayağa, iman ile yoğur kalbini, insanlıktan nasibini al da yürü bu yolculukta.
Bizler, baktığımız şeye nazar-i dikkat ile bakamıyoruz.
• Allah’ın rızasına ermek için sancıyla durmadan koşacaksın, durmayacak ve yorulmayacaksın!
Şüphesiz ki bunda aklını kullanan bir toplum için kesin bir delil vardır.(Nahl / 67.ayet)
Gelirken ben getirmediğim için giderken de gitmeme mâni olamadığım için ben, benim değilim .
Sen hayırla bekle,gelecek olan Allah’ın iznini sırtlanıp gelecektir elbet.Sen doğru durakta bekle,inecek olan Allah’ın emriyle gelecektir elbet.Yeter ki hazer et,dikkatle baş,bir heveste batıp da kaybolma.Gelen, Allah’ın yolunun hayrını getirecektir elbet.Sonrası mı?
Sonrası Kün Fe Yekün
Sonrası, Allah ne isterse o olur elbet.
Kaybedince, “veren aldı”
diyebildin mi hiç..?
Herkes kapısının önünü süpürse temizlenecek sokaklar da, önce kendi içimizi süpürelim, temizlensin bütün dünya da.
Siz yeter ki isteyin, siz yeter ki tövbe kapısını durmadan, ısrarla çalmayı bilin. Kahverengi dallardan pembe çiçekleri açtıracak Allah elbet sizi duyacak.