İçeriğe geç

Ben Hiçbir Şey Söylemedim Kitap Alıntıları – Ahmet Telli

Ahmet Telli kitaplarından Ben Hiçbir Şey Söylemedim kitap alıntıları sizlerle…

Ben Hiçbir Şey Söylemedim Kitap Alıntıları

‘KİTAPLARIN ÇOKTANDIR KİTABA
BENZEMEKTEN ÇIKTIĞI BİR DÜNYADA,
GERÇEK KİTAP DA BİR KİTAP OLAMAZ ARTIK ‘

-Adorno

Açılışlarda, kokteyllerde pek görülmezdi Ahmed Arif. O herkesin elde kadeh dolaşıp durduğu mekanlara bakar da, ayakta işer gibi rakı mı içilir he canım, rakı içmenin adabını da bilmiyor pezevenkler deyiverir.
Zamanın birinde, beş-altı yaşlarında bir çocuk varmış ve annesiyle yaşarmış. Kadın yorgun argın işten döndüğünde ne görsün, her taraf darmadağın.
– Eh be çocuğum, demiş anne, yine her yeri dağıtmışsın. Hadi git, odanı bari topla.
Çocuk şöyle bir diklenir, annesine döner, en pervasız edasıyla:
– Toplamıcam işte!
Anne çaresiz, koltuğa oturur.
– Hadi benim tatlı çocuğum, annene bir bardak su ver, bak annen çok yorulmuş.
Çocuk yine o diklenen sesiyle:
– Vermicem işte!..
Anne yine sakin, birkaç ricada daha bulunur ama çocuk ayak direr. Sonunda:
– Peki çocuğum, sen odana git, ben de ortalığı toplayıpsana yemek hazırlayayım.
– Gitmicem işte!..
– Eh, peki, oyuncaklarınla oyna.
– Oynamıcam işte!
– Tamam tamam, ne istersen onu yap.
Çocuk, sözcüğün her hecesine, özel bir vurgu yaparak:
– Yapmıcam, yapmıcam, yapmıcam işte!..
Bir gün anne, çocuğun elinden tutup alışverişe gitmektedir. Sokakta değişik kıyafette iki adam yürümektedir. Çocuk, meraklı bakışlarla onları süzdükten sonra sorar:
– Anne, şunlar kim, bak şu yürüyen elbiseler?
Kadın bakar, bunlar, belli ki nöbetten dönen iki jandarmadır.
– Candarma, çocuğum!
Çocuk, o bildiğimiz hırçın, inatçı sesiyle ortalığı çınlatır:
-Candaracaam, candaracaam, candaracaam işte!..
Buraya bakın, burada, bu kara mermerin altında
Bir teneffüs daha yaşasaydı
Tabiattan tahtaya kalkacak bir çocuk gömülüdür
Devlet dersinde öldürülmüştür

-Ece Ayhan, Meçhul Öğrenci Anıtı

Efsane yaratamayan insanın efsanelere inanmasından doğal ne olabilir!
Sistemin ideolojik aygıtları olmayı seçen bu gazeteler, sistemi yeniden üretmekte ve egemenlikçi ideolojinin bir yazgı olduğunu dayatmaktadırlar.
Koflaşmış değerlerin çirkefini yaşamaktansa, bu değerleri silebilme eziyetine katlanmak yeğdir. Eziyet erdeme dönüşebilir.
SİL, YENİ BAŞTAN diye bir deyim var Türkçede. Beceriksizliğin, yaşam birikiminden yoksunluğun karşılığı olsa gerek.
TC’nin kendisinin çıkardığı Türk Parasını Koruma Kanunu na rağmen, en çok değersizleştirdiği şeylerden biri de paradır. Dünyanın kaç ülkesi vardır, parasının altbirimlerini tedavülden kaldırmış olan?
Egemenlik, bir ideoloji olarak gerçekle ilişkisini kendi ikiyüzlü ahlakına göre düzenliyor. (Ama aynı ideoloji, bize durmadan gerçek’i öneriyor. )
Aşağılanma, kulluğu kabulle başlıyor.
Zaten suç olmayan ne kaldı ki yaşamımızda? Düşünce suç, kadın olmak suç, Kürt, Türk, Çerkez olmak suç, dinsiz olmak suç, hayır demek suç
Utanç bitti mi küstahlık nasıl da sırıtkan, nasıl da Sözcükler bile utanıyor, boyalar utanıyor, matbaalar utanıyor, ama utanmayanlar öylesine egemen ki, bir kez daha her türlü egemenliğe karşı olmanın insan olmak olduğunu duyumsuyorum.
Şu anlamıyorum lafı bana bir kaytarmaca, bir kolaya kaçma gibi geliyor. Düşünmeyi, yorulmayı göze alamayışın bahanesi sayıyorum bunu.
Egemen olanın gözü doyar mı?
ÖNCE SÖZ VARDI ve söz, gücü yarattı. Peygamberler, sözün asıl sahibinin Tanrı olduğunu beyan ederek, gücün, Tanrı adına kendilerinde bulunmasını istediler. Bütün çabalarını bu uğurda harcadılar. Öyle de oldu ve güç, hep peygamberler tarafında oldu. Sözün Tanrı’ya ait olduğunu sananlar da bu egemenliğe boyun eğip, sözün gücü altında kaldılar.
BU SON GÜNLERDE DÜNYAMIZ BOZULUYOR;
HER TARAFTA RÜŞVET VE YOZLAŞMA;
HERKES KİTAP YAZMAK İSTİYOR VE ÖYLE
GÖRÜLÜYOR Kİ DÜNYANIN SONU YAKLAŞIYOR. . .

-Bir Asuri Kitabesi

Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
İnsanlar hızla yitiriyorlar sezgilerini.
Bu kitapları okuduğum yıllarda kimler vardı yaşamımda ve şimdi onlar neredeler?
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Ah şu büyüğün haklılığı!
sözcükler bile utanıyor, boyalar utanıyor, matbaalar utanıyor, ama utanmayanlar öylesine egemen ki
İnsaf ve Vicdan:
Hemen sığınılacak bir liman gibi görünseler de,
her gemi, bu limanlara uğramayı kendine yediremez
Delikanlı, elindeki 25 bin madeni parayı uzatıyor.
– Demokrasi lütfen, diyor.
Büfenin dar aralığından bir ses:
– Kalmadı.
Genç yeniden soruyor:
– Kalmadı mı, gelmedi mi?..
Suç olmayan ne kaldı ki yaşamımızda?..
Düşünce suç, kadın olmak suç, hayır demek suç
Bundan sonrası, göğe bakmak ve ipinden kopan bir uçurtmayı izlemek gibi bir şeydi
Onlar: Yeryüzünün iyimserliğidirler ki, yakınmaları yoktur, pişmanlıklarıda.
Ve onlardan biri, suların kulağına şöyle fısıldar sanki:
-Ben, hiçbir şey söylemedim.
SABAH Pencereden içeri sızan güneş, yaşama sevincini bir ıslıkla sese dönüştürüyor dudaklarımda. Bir sevgi­liyle aynı anda uyanıp göz göze gelivermek gibi bir şey bu. İşte o an sımsıcak bir gülümseme yayılıverir ya in­sanın yüzüne; sımsıcak ve öylesine güzel. Güneş, bir gü­lümseme tadında ısıtıyor içimi.
Yazmak, cehenneme bir bilet lütfen de­menin bir yolu olsa da. Cehennemi seçiyorum. Orada Şeytan, insana, yanı Tanrı’ya, yani akla tapınmıyor.
Haklı olan benim, üstelik toplum benden ya­na. Ha! diyorum, şu mesele. Haklı olmanın yet­mediğini, haklı olmanın masum olmadığını, haklılığın egemenlik ürettiği yerde yenilginin erdem olduğunu haykırıyorum. Sesim rüzgarlara karışıyor, uçup gidiyor.
Davul, Bir kez daha kazandık! diye çalıyor
ÖNCE SÖZ VARDI ve söz, gücü yarattı.
Meşruiyet yerine eleştirelliği ,egemen olma yerine eşitlikçi duruşu yeğlemek, belli ki sistemle aramıza koyacağımız mesafe ile mümkün olacaktı.
Bakım istiyor çiçekler, arkadaşlık istiyor.
Dostluklar da öyle;
Aşklar da
Dil ile hayat büsbütün örtüşebilseydi çelişki de biterdi. Ama o zaman ne dil sürdürebilirdi ömrünü ne de hayat
Tüketimin hızına yetişmek telaşı, bir mutsuzluk yaratıp sevinci ve sevgiyi de yok etmektedir.
Bilinen anekdot: Yahya Kemal’e sormuşlar, Ankara’nın neyini seviyorsun? Üstadın cevabı hazır: İstanbul’a dönüşünü Üstad, Ankara özelinde bütün bir Anadolu’yu küçümserken, yıllar sonra nice yazar çizer aynı sözleri eder olmuştur. Elli yıldır Ankara’dan İstanbul’a transfer olan yazarların sayısı birkaç kara treni
doldurur.
Çocuk annesine: Afedersin anneciğim, bidaha yapmam! ; memur amirine: Afedersiniz efendim, bir daha olmayacak! diyor ve annenin ya da amirin haklılığı, büyüklüğü, karşıçıkılmazlığı bir kez daha böylece onaylanıyor.
Ah şu büyüğün haklılığı!
Belli ki, haklılık değil, güç’tür kabullenilen.
Zaten suç olmayan ne kaldı ki yaşamımızda?
Bugün bakıyorum da, en sahtekarlar, en utanmazlar gerçek, gerçek diye ortaya düşmüşler.
Zaman zaman bu dünya yalan deseler de, bir sürüngen gibi sarıldılar hayata. Dahası peygamberleri, Tanrıları ve tüm egemenleri övdüler. Kendilerini ödüllendirenleri daha da fazla övdüler.
Söz ve eylem: Arınmanın ve arınıp kendimiz olmanın olanaklarını içeriyor diye düşünüyorum. Yalnızca sözü giyinip sokağa çıkmanın bizi düşürebileceği hazin durum ile, bir başına eylemin, trajik olana bile bile gitmek olduğunu anladığımız yer ve zamanı, hiç
kestiremeyeceğiz galiba.
Bir gün Pir Sultan’ın sesine ses verenler Sivas’a doğru yola çıktı. Şiirlerle ses olmak istedi şairler: Behçet Aysan, Metin Altıok, Uğur Kaynar Ezgileriyle selam olsun diyedir Hasret Gültekin’in Sivas’a gidişi. Azım Bezirci, Muhlis Akarsu ve hepsi, diğer bütün canlar
Ama Prometheus’un elleri yana yana taşıdığı ateş zorbaların ve tanrının eline düşmüştür yeniden.. 2 Temmuz 93’den bu yana kanayan hiçbir yara kabuk bağlamıyor..
Bakım istiyor çiçekler, arkadaşlık istiyor. Dostluklar da öyle; aşklar da
Öznenin pratiğini aklileştiren burjuva sistematiği, en
çok, yeteneksiz ünlülerle kendini onararak, eleştirel sezginin rasyonel kanallarda tutukluk yapmasını sağlamaya çalışır.
Koflaşmış değerlerin çirkefini yaşamaktansa, bu değerleri
silebilme eziyetine katlanmak yeğdir. Eziyet erdeme
dönüşebilir.
Para , kuruşun altbirimi. Kırk para bir kuruş, yüz
para da ikibuçuk kuruş.
TC’nin kendisinin çıkardığı Türk Parasını Koruma
Kanunu na rağmen, en çok değersizleştirdiği şeylerden
biri de paradır.
Son sayfası çevrildiğinde, bir ayrılık gibi dokunur
kimi kitaplar.
Sıcak, bir demirci körüğüyle alazlanan
korda kızdırılmış ince bir bıçak gibi dolaşıyor bedenimde.
Cümleler, susuz kalmış kuşlar gibi kanatlarını
güçlükle kaldırıyor.
O güzelim insanlarımın kişiliklerini, kimliklerini, özelliklerini nasıl da aynılaştırıyor bu tüketim ahlakı?
Söylemlerin ideolojik konumlanışı, tüketim paradigmasının
omurgasını oluşturadursun, coğrafyanın keder ırmağında
kulaç atmak, direnmenin ve dayanışmanın
senfonisi oluyor bana kalırsa.
Burjuva paradigmasının bize
yutturduğu şey, kendisinin sonsuz bir ilkbahar vaadetmesiyle
başlayan ikiyüzlü gerçek tir.
ÖNCE SÖZ VARDI ve söz, gücü yarattı. Peygamberler, sözün
asıl sahibinin Tanrı olduğunu beyan ederek, gücün,
Tanrı adına kendilerinde bulunmasını istediler. Bütün
çabalarını bu uğurda harcadılar. Öyle de oldu ve güç,
hep peygamberler tarafında oldu. Sözün Tanrı’ya ait olduğunu
sananlar da bu egemenliğe boyun eğip, sözün
gücü altında kaldılar.
Bir dostun gülü yaralar beni.
Yine kamyonlar kavun taşır
Fakat içimdeki şarkı bitti
Sevdiğimiz kitapları kitaplığımızın ayrı bir köşesine koyup, onlara yeniden dönme isteği kimde olmamıştır ki? Son sayfası çevrildiğinde, bir ayrılık gibi dokunur kimi kitaplar. Onlar artık bizim bir parçamızdır. Yaşamışızdır, anılar edinmişizdir.
Zaten suç olmayan ne kaldı ki yaşamımızda? Düşünce suç, kadın olmak suç, Kürt, Türk, Çerkez olmak suç, hayır demek suç.
Utanç bitti mi küstahlık nasıl da sırıtkan, nasıl da Sözcükler bile utanıyor, boyalar utanıyor, matbaalar utanıyor, ama utanmayanlar öylesine egemen ki, bir kez daha her türlü egemenliğe karşı olmanın insan olmak olduğunu duyumsuyorum.
Kalbimi vatanıma gömün
Vicdanlar , kanayan sessiz yaralardır
Kitapların çoktandır kitaba benzemekten çıktığı bir dünyada, gerçek kitap da bir kitap olamaz artık
Büyük saatin durduğu yerdir her ölüm.
Bu son günlerde dünyamız bozuluyor;
her tarafta rüşvet ve yozlaşma;
herkes kitap yazmak istiyor ve öyle görülüyor ki,
dünyanın sonu yaklaşıyor
İnanca dayalı ve egemenlikçi sistemler, belli ki şairle ve şiirle iyi geçinemiyorlar. Çünkü sistem, kendine bağlı ve bağımlı söz üretimleri isterken, şair, bağlı ve bağımlı olmayı reddediyor.
Tüketimin hızına yetişme telaşı, bir mutsuzluk yaratıp sevinci ve sevgiyi de yok etmektedir.
Toprak verimsizse o toprağın insanı da verimsizleşiyor nedense.
“Bu son günlerde dünyamız bozuluyor;
her tarafta rüşvet ve yozlaşma;
herkes kitap yazmak istiyor ve öyle
görülüyor ki, dünyanın sonu yaklaşıyor ”
“Onlar, yeryüzünün iyimserliğidirler ki, yakınmaları yoktur, pişmanlıkları da Ve onlardan biri suların kulağına şöyle fısıldar sanki:
—Ben hiçbir şey söylemedim.”
“Kitapların arasından bazen yirmi beş kuruşluk bir belediye otobüs bileti, bir liralık sinema ya da tiyatro bileti düşüyor yere. Bir diğerinde bir takvim yaprağı, hani şu Saatli Maarif Takvimi cinsinden. Ne çok anı, ne az yıl ”
“Güneyde iki gün
Soran, okuyan, sorumlu gençler, ben de sizi seviyorum.”
“Suç kavramının kaynağı Tanrı. O oldukça ben suç işlemeye devam edeceğim belli ki ”
Kadın hep var olacak, belki şiir de..
“İnsaf ve vicdan Hemen sığınılacak birer liman gibi görünseler de, her gemi bu limanlara uğramayı kendine yediremez. Bunun yerine bir rota çizmeyi yeğler. Haritalarda görünmeyen küçücük adalara yönelir belki. O küçücük adalardır ki, adları bile yoktur çoğu zaman ve okyanusun dalgalarına karşı direnir dururlar ”
Ama galipler, hayalden yoksun akıllılardı.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir