İçeriğe geç

Bekaretin "El Değmemiş" Tarihi Kitap Alıntıları – Hanne Blank

Hanne Blank kitaplarından Bekaretin "El Değmemiş" Tarihi kitap alıntıları sizlerle…

Bekaretin "El Değmemiş" Tarihi Kitap Alıntıları

Cinsel ilişkiden hoşlanmayan ya da lezbiyen olan bir kadın için çoğunlukla küçümser bir şekilde hiçbir zaman doğru adama sahip olmadığı söylenir. Öyle ya, eğer sahip olsaydı, doğru adamın sihirli değneğiyle o da doğal olarak dönüştürülürdü – abrakadabra!
Erkeklerin üstün konumlarıyla diğer erkeklere gösteriş yapmak için ele geçirmeyi alışkanlık haline getirdiği şeyler söz konusu olduğunda, genç bayanların kızlıkları en az yaşlı ustaların tabloları kadar kıymetlidir.
Erkeklerin içsel olarak bakireleri arzuladığı iddiası, insanların doğuştan gelen bir insansever, akıllı ya da modadan anlayan cinsel partner arzusuna sahip olduğu iddiası kadar asılsızdır. Bu, duyarlı, iyi giyinen ve başkalarını düşünen kişileri arzu etmediğimiz anlamına değil, bu özelliklere ve kişilere duyduğumuz arzunun biyolojik ya da doğuştan olmadığı anlamına gelmektedir. Bu nitelikleri arzulamayı öğreniriz çünkü kendi kültürümüz bağlamında bunların değerli görüldüğünü ve arzulandığını öğreniriz.
Her ne kadar gelişmiş ülkelerde artık simgesel olarak yapılsa da babanın evlendirirken kızını vermesi geleneğini bugün hâlâ görüyoruz. Oysa yasaların özgürleştirilmesiyle kadınların kendi başlarına tam vatandaş olmasına izin verildiği son yüzyıla kadar, bu gelenek, kelimenin tam anlamıyla baba evinden koca evine yapılan bir mal aktarımını temsil ediyordu.
Kadınlar doğal olarak erkeklerden daha tek eşli değildir. Bir kadın, genetik olanakları en yüksek seviyeye çıkarmasını isteyen biyolojik dürtüye ömrü boyunca kulak asmayacaksa, yani bir adamla çiftleşene kadar bakire kaldığı ve ondan sonra da başka hiçbir erkekle asla çiftleşmediği bir düzene gönüllü olarak katılacaksa, bunun gerçekten çok güçlü bir nedeninin olması gerekir.
Daha çok baktıkça ve daha derini gördükçe, bekâretin, varlığını kabul ettiğimiz bin yıllar boyunca aslında hiç durağan ya da bir bütün halinde kalmadığını fark ederiz. Kısacası, bekâretin tam olarak ne olduğu sorusuna cevap vermek büyük olasılıkla imkânsızdır.
Toplumumuzda, erkeklerin evlilik öncesi cinselliklerini yaşaması doğal, hatta gerekli görülürken, kadınların evlilik öncesi cinsel deneyim edinmesi ahlâksızca bir davranış sayılarak yasak kılınmıştır.
Aslında tecavüze uğrayan kadının bekâret muayenesine zorlanması, ikinci bir tecavüzden başka bir şey değildir. Aradaki tek fark, ilkinin yasaya aykırı, ikincisinin yasal görülmesi ve devlet onayıyla gerçekleşmesidir.
Eşcinsel kadınlar kadından sayılmaz çünkü cinsel ilişki kurdukları kadınlarda, erkeğinki gibi, onları bir dokunuşta kadına dönüştürecek sihirli bir değnek yoktur.
Kadınları, fiziksel yapısı bakımından küçücük, bedendeki işlevi bakımındansa önemsiz olan, ama üzerine yüklenen anlamlar bakımından kocaman ve hayati görünen bir zarın varlığı ve yokluğuna dayanarak kız ve kadın olarak ikiye ayıran kan sevici bir kültürü yansıtır kızlık zarı terimi.
Türkiye için de geçerlidir: “Bizim Arap toplumumuzda çarpık bir namus kavramı vardır. Bir adamın namusu, ailesinin kadın üyelerinin himenleri sağlam olduğu sürece güvendedir. Namus, adamın kendi davranışlarından çok, ailedeki kadınların davranışlarıyla ilişkilidir”
Ama erkek iffetsizliğinin basit bir “kendini tutamama” olduğu ve
genellikle kolayca hasır altı edildiği ya da “erkektir ne yapsa yeridir,” diye örtbas edildiği anlamına gelir.
Kızlık zarı, “cinsel ilişkide bulunmamış kızların döl yolunu kısmen kapayan zar, himen” diye açıklanı­yor.
Kısacası evlilik kadınları tüketiyordu.
Bakire “küçük bir kızın” cinsel anlamda arzulu “gerçek bir kadına” dönüştürülmesi için “gerçek bir adama” ihtiyaç vardır ve kadın buna minnettardır. Kadınla yatan ilk kişi olduğu için adam kelimenin tam anlamıyla kadın yapar. Cinsel ilişkiden hoşlanmayan ya da lezbiyen olan bir kadın için çoğunlukla küçümser bir şekilde “hiçbir zaman doğru adama sahip olmadığı” söylenir. Öyle ya, eğer sahip olsaydı, “doğru” adamın sihirli değneğiyle o da doğal olarak dönüştürülürdü – abrakadabra!
bir kadının gerçek değeri bekâretinde ya da cinsel olarak sevilebilme becerisinde değil; sevme, sevilebilme ve aynı zamanda “bas kıçına tekmeyi, al elinden ismini” tarzında düşmanın hakkından gelme ve ne kadar zor olursa olsun yapılması gerekeni yapma becerisinde yatmaktadır.
Cinsel yönden etkin kadınların tabii ki her zaman baş belası olduğu düşünülmüştür. Zaten yüzyıllar boyunca bekâretin bir işlevi de kadınların cinsel etkinliğini kontrol altında bulundurmak ve bunu gözaltında tutulabilecek ve denetlenebilecek bir şey haline getirmek olmuştur.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Kadınların çoğu sadece toplum kendilerinden bunu beklediği için değil, Jane Austen’ın yaklaşık bir yüzyıl önce Pride and Prejudice (Gurur ve Önyargı) adlı kitabında yazdığı gibi evlilik, yoksulluğa karşı en makûl koruma”yı sağladığı için de evleniyordu.
Belki de bilmemiz gereken tek şey, en önemli organımızın bacaklarımızın arasında değil, kulaklarımızın arasında bulunduğudur.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
ilerici ve özgür düşünceli İngiliz gazeteci Richard Caride gibi yazarlar bile büyük bir ciddiyetle, kız kurularının “bir tür alı sınıf hayvan” olduğunu söyleyip “hiç cinsel münasebete girmemiş kadınların yaklaşık yirmi beş yaşına geldiklerinde çökmeye başladıkları kimsenin dikkatinden kolay kolay kaçmayacak bir gerçektir şekilleri bozulur, yüzleri çöker ve koca karılığa özgü özellikler açıkça görülür,” diyebilmektedir.
Bekâret ayrılmaz bir şekilde bedenle bağlantılı olduğu için, bakirelerin bedenlerinin ayrılmaz bir şekilde bekâretlerinin gücüyle kaplandığına inanılırdı; tıpkı azizlerin bedenlerinin, kutsallığın muhafaza edildiği yerler olduğuna inanılması gibi.
bekâret, kusurlu kadınlığı bedenin taşıdığı ruhani bir mükemmelliğe dönüştürürdü.
Tadı yasak elmaya benzeyen şeyleri reddetmek öyle zordur ki.
bedenleri zaten bir şekilde bedenden öte olanlar, başkalarının sahip olduklarının üstünde ve ötesinde özel bir şeye sahiptir.

Aziz Augustine

Kan ve acı eşittir bekâret kaybı, bekâret kaybı eşittir kan ve acı. Bir anlamda, sanki kültürümüz kadınların ilk defa cinsel ilişkiye girdiklerinde kanamaları ve acı çekmeleri gerektiğine inanıyormuş gibidir.
çünkü bekâret kimsenin göremeyeceği, dokunamayacağı, koklayamayacağı ya da kanıtlanabilir bir şekilde teşhis edemeyeceği soyut bir özelliktir.
Bugün bile kadınlar bazen gerdek gecelerini âdet dönemlerinin başlangıcıyla aynı zamana denk getirmeye çalışmaktadır.
Honi soit qui mal y pense:
kötü düşünen utansın.
Himenlerini yeniden yaptıran kadınların çoğu geçmişte kendi istekleriyle yaşadıkları cinsel bir deneyimi gizlemeye çalışmakladır. Ancak bazı kadınlar yaşadıkları bir cinsel saldırının ya da genital organlarının yaralanmasının ardından bu ameliyata başvurur.
Mahremiyetlerini her alanda kıskanan erkekler, sadece kendilerinin ve herkesten önce sahip olduğuna inandıkları şeyleri her zaman fazla önemsemişlerdir. Kızların bekâretini gerçek bir varlığa dönüştüren işte bu çılgınlığın ta kendisidir.
himen aslında işlevsiz bir artıktan, vajinanın girişi oluşurken geride kalan ufacık gereksiz bir et parçasından başka bir şey değildir.
insandan başka bekâretin varlığını ayrımsayan başka hiçbir hayvan yok.
kadın bekâretiyle aşırı derecede ilgilenen ve bekâretini “yanlış” şartlar altında kaybedenlerin cezalandırıldığı ve “doğru zaman gelene kadar saklayanların övgüye boğulduğu uzun bir geçmişe sahip olan bir kültürde yaşıyoruz.
Bir kadını elde etmeye çalışan bir adamın, kadının bekâretine verdiği büyük değer öylesine köklü ve barizdir ki bizden bunun nedenlerini vermemiz istense neredeyse aklımız karışır.

Sigmund Freud

Sadece bakire kadınlar tecavüze uğrayabilirmiş, bekâretin tecavüzle bir ilgisi varmış gibi Oysa tecavüz bekârete değil, kadının bedenine, kişiliğine ve haklarına yapılan bir saldırıdır.
Baban, amcan, dayın ya da ağabeyin; toplumun namus bekçisi kıldığı birileri çıkıyor ve kadınlık onurunu ayaklar altına alan bekâret kontrolüne sürükleniyorsun. Sürüklenen bedenin değil yalnızca, umutların, hayallerin ve körpecik yüreğinle tüm ruhun da sürükleniyor, ayaklar altına alınıyor”
tecavüze uğrayan kadının bekâret muayenesine zorlanması, ikinci bir tecavüzden başka bir şey değildir. Aradaki tek fark, ilkinin yasaya aykırı, İkincisinin yasal görülmesi ve devlet onayıyla gerçekleşmesidir.
Eşcinsel kadınlar kadından sayılmaz çünkü cinsel ilişki kurdukları kadınlarda, erkeğinki gibi, onları bir dokunuşta kadına dönüştürecek sihirli bir değnek yoktur.
Ataerkil düzende bakire kadın bedeni, henüz evlilikle sahiplenilmemiş bir et parçasıdır.
Adamın biri evlendikten iki gün sonra karısını öldürür ve ha­kim huzuruna çıkarılır. Hakim sorar, “Neden öldürdün oğ­lum karını?” Adam, Bakire değildi Hakim Bey,” der. Hakim, “O zaman neden birinci gün öldürmedin?” diye sorduğunda, adam, “Birinci gün bakireydi Hakim Bey,” diye cevap verir.

Fıkra bitti, burada gülmemiz lazım Oysa olmuyor, gülemi­yoruz. Hakim ne demek istiyor burada, diye düşünüyoruz umarsızca gülmek yerine. Neden gerekeni yapıp anında öldür­medin de bir gün daha yaşamasına izin verdin kadının, deme­ye getiriyor hakimin sorusu.

Diğer birçok ataerkil toplumda olduğu gibi, Türkiye’de de kadınlar, bedensel ve cinsel olarak birçok kontrol mekaniz­masına maruz bırakılır. Namus kavramıyla ayrılmaz bir bütün oluşturan bekâret olgusu, bu kontrol mekanizmalarından biri­dir, hem de en güçlûlerinden biri.
Soruna yol açan kadının bedeni değil, o bedene yatırım yapılma biçimleridir.
Genel olarak çocuklar ve ergenler, özellikle de yoksul çocuklar ve ergenler, gayet iyi belgelenmiş olan son derece ciddi oranda bir cinsel sömürü riskiyle karşı karşıyadır.Bu, üzücü, çıldırtıcı ve tartışmasız doğrudur
Erkeklerin cinsel taleplerine boyun eğmek, çocuk doğurmak, çocukların altını temizlemek, evi çekip çevirmek. Kısacası evlilik kadınları tüketiyordu.
Bekâretle ilgili kadınlara yönelik şiddet uygulamaları, korkunç insan hakları ihlalleridir ama aynı zamanda karmaşık kültürel sorunlardır. Ne kadın sünneti ne de namus cinayetleri, kendi başlarına kolayca ele alınabilecek konulardır. Bunlar sadece sorunlu bekâret ideolojilerine ilişkin meseleler olarak
bile ele alınamazlar çünkü kadın sünneti de namus cinayetleri de bekâretten çok daha fazlasını kapsar.
Günümüzde bekâreti farklı şekillerde düşünebilmemiz bir­ çok felsefi ve ideolojik açıdan devrim niteliği taşımaktadır,
özellikle de bunun, kadınları, kendi kararlarını veren özgür
bireyler olarak gören tarihte benzeri görülmemiş bir yaklaşımı yansıttığı düşünüldüğünde.
“Çalmayacaksınız” gibi bir kural, insanlara başkalarının mallarını çalmamalarını emreder. Ama aynı zamanda “özel mülkiyet” kavramının kültürde önemli bir
görev gördüğü mesajını da iletir.
Doğum kontrol hapı ilk başta sadece evli kadınlara verili­yordu ama 1960’ların ortalarına gelindiğinde, Amerika’daki evli kadınların neredeyse üçte biri ve İngiltere’deki işçi sınıfı­nın daha genç olan çiftlerinin yaklaşık % 25’i hapı kullanıyor­du. Bu yüzdeler daha sonra daha da arttı.
Cin­sel yönden etkin kadınların tabii ki her zaman baş belası oldu­ğu düşünülmüştür. Zaten yüzyıllar boyunca bekâretin bir işle­vi de kadınların cinsel etkinliğini kontrol altında bulundur­ çmak ve bunu gözaltında tutulabilecek ve denetlenebilecek bir şey haline getirmek olmuştur.
Sanayileşme çağı öncesinde kendi geçimini sağlama olasılığı olan sadece iki kadın sınıfı vardı: Miras yoluyla servet edinen çok zengin kadınlar ve kazanabildikleri beş kuruşla zar zor ge­çinebilen aşın yoksul kadınlar. Kadınların çoğu sadece toplum kendilerinden bunu beklediği için değil, Jane Auslen’ın yakla­
şık bir yüzyıl önce Pride and Prejudice (Gurur ve Önyargı) adlı kitabında yazdığı gibi evlilik, yoksulluğa karşı en makûl koruma”yı sağladığı için de evleniyordu. Kadınların ekonomik yönden kocalarına bağımlı olması bekleniyordu; ürettikleri eviçi emeğin bedeliyse para olarak değil, sadece ayni olarak ödeniyordu
Bekârete kafayı bu çok kadar takan bir kültürde kör kalmayı seçmiş olmamız ne tuhaftır.
Bekâret boşluğu dediğimiz işte budur. Kültürümüzde bekâ­rete gösterilen ilginin gücü ve yaygınlığına, bekâret konulu pornografinin üç yüz yıllık geçmişine, Çin Daraltma Kremleri
ve erkekler için olan Lotus Çiçeği Cep Dostu adlı mastürbasyon kılıflarına karşın, dünya
genelinde bekâretleri satılan bütün genç kadınların karşısında bile, bekâret için duyulan erotik arzunun düşünsel ve bilimsel
araştırmalara konu edilmesinden sürekli olarak kaçınılmıştır.
Sanki bu konuda soru sormak için ortada hiçbir neden yokmuş ya da bu konuyla ilgili soru sorarak hiçbir şey öğrenemezmişiz gibi.
“Pedofili” bekârete duyulan erotik çekimi tanımlamak için doğru bir sözcük değildir. Bunun nedeniyse basittir: Bütün bakire meraklıları çocuklara ilgi duymaz, bütün pedofililer de bekâreti umursamaz. Benim parthenofili (bekârete ya da bakirelere duyulan belirgin bir cinsel ilgi) olarak nitelendireceğim şey, gerçek ve ayırt edilebilir bir cinsel eğilimdir. Çok uzun zamandır böylesine belirli bir erotik çekim için kullanabileceğimiz bir
terimden yoksun oluşumuzun nedeni ise bence, çocuklara duyulan cinsel ilginin tersine, bakirelere duyulan cinsel ilginin, kültürümüzün tamamıyla normal, kabul edilebilir ve ideolojik
açıdan doğru olduğunu düşündüğü bir şey olmasıdır.
Kadınların çoğu sadece toplum kendilerinden bunu beklediği için değil, Jane Auslen’ın yakla­şık bir yüzyıl önce Pride and Prejudice (Gurur ve Önyargı) adlı kitabında yazdığı gibi evlilik, yoksulluğa karşı en makûl koruma”yı sağladığı için de evleniyordu.
Fiziksel etkinliğin gerçekten himene hasar ve­rip veremeyeceği tartışma konusudur. Himenin tek başına her durumda faydalı bir bekâret ölçüsü olup olmadığıysa, daha da büyük bir tartışma konusudur.
Âdet kanının dışarı ak­masını engellemek için tampon kullanmayı öğrenmek aynı za­manda, vajinanın içine bir nesne sokulmasının, toplumsal hiç­ bir anlamı olmadığını ve tamamıyla faydacı bir şey olabileceği­ni öğrenmek demekti.
Ekonomik ve toplumsal güçten yoksun olmakla birleştiğinde gençlik, cinsel sömürünün ve istismarın, her kültüre ve bin yıla özgü reçetesidir
Genel olarak çocuklar ve ergenler, özellikle de yoksul çocuklar ve ergenler, gayet iyi belgelenmiş olan son derece ciddi oranda bir cinsel sömürü riskiyle karşı karşıyadır.
Bu işe adı karışan genç kadınların herhangi birisinin böyle
bir işte gerçekten de isteyerek çalışıyor olması olasılığı, hem açıkça hem dolaylı olarak anında bertaraf edilmiştir.
“Çünkü çocuğun karanlıkta döktüğü gözyaşlarının laneti, öfke içindeki güçlü adamdan daha kuvvetlidir.”
Servetin getirdiği gücün utanç verici bir şekilde suiistimal edilmesinin,” “prens ve düklerin, papazların ve yargıçların ve bütün sınıfların zenginlerinin, yoksulların henüz kirletilmemiş kızları­nı satın alarak ebedi değilse bile geçici olarak lanetlendiği” bir duruma yola açtığı bir dünya görüntüsü çizdi.
Gençlikle yoksulluğun oluşturduğu aynı birleşi­min. bugün Asya’daki ve hatta genelde böyle şeylerin olmadığı zannedilen gelişmiş Batı’nın göbeğindeki çocuk seksi ticaretin­de de büyük payı vardır.
Günümüzde olduğu gibi o zamanlar da genç kadınlar ve çocuklar fahişelik yapmak için satılıyordu ve günümüzde olduğu gibi o zamanlar da bundan daha fazla mide bulandıracak bir işletme hayal etmek zordu.
küçük kızların’’ bedenlerinin önce kâr için sistemli bir biçimde kulla­nılıp sonra da öteki uçtan dışan atıldığı hayali bir seri üretim hattı,, ham bakire maddenin acımasızca kâra dönüştürüldüğü kabus gibi bir fabrika olduğu izlenimini teşvik etmiştir.
Bekâretini satan genç kadınlar, bugün güvenlik ağı dediğimiz şeye sahip değildi. Aileleri kendilerine ekonomik güvenlik sunamıyordu. Eğitime ya da fahişeliğin daha az çekici görünmesini sağlayacak kadar iyi para veren işlere erişimleri yoktu. Yenilikçiler bu genç kadınların korunmasına yardım edebilecekleri bir yol bulmakta zorlanıyordu. Bu, sözü edilen kadınları, devlet korumasını hak eden bir sınıf olarak nitelendirmenin bir yolunu bulmak demekti. Yenilikçiler de bunu yapmak için, bekâreti yasal olarak çocuklukla eşanlamlı hale getirmeyi kapsayan bir yöntem kullandılar.
“Çünkü çocuğun karanlıkta döktüğü gözyaşlarının laneti, öfke içinde­ki güçlü adamdan daha kuvvetlidir.”
“Kendilerini elimizden geldiğince azize olarak yetiştiriyor, sonra da kısrak gibi teslim ediyoruz.”
Ayrıca yoksulların kızları başkalarının gözünde zaten bir
dereceye kadar dünyevi olarak görülüyor ve bu kızların genellikle karşılarına çıkan ilk fırsatta bekâretlerinden kurtuldukları farz ediliyordu. Geleneksel olarak erkeğe ait kamu alanları olan ticaret ve sokaklardaki etkileşimlere ve baştan çıkarmalara maruz kaldıklarında nasıl saf ve temiz kalabilirlerdi ki?
Gerçekte bu kızlar çoğu zaman zannedildiğinden daha saf
ve temizdi (en azından bazı açılardan zannedildiğinden şaşırtı­cı derecede daha cahillerdi).
19. yüzyılda para için bekâretini satan ergenin vahim durumunu göz önünde bulundurduğumuzda, bu kızı günümüz
standartlarına göre düşünme lüksümüz yoktur. Bu kızdan, para kazanıp ailesinin geçimine katkıda bulunması ya da kendi geçimini sağlaması için yapabileceği her şeyi yapması bekleniyordu ve cinsel emek ister istemez söz konusuydu. Hatta anne ve baba kızlarının bekâretini paraya çevrilebilir değerli bir mal
olarak görüyor bile olabilirdi. Kızlarının bekâretini, stratejik bir evliliktense bir gıdım parayla değiş tokuş etmek, üst sınıfların kadınlara yönelik temel tutumundan farklı bir tutumun kanıtı değil, kıt kanaat geçinmenin getirdiği zorunlulukları gözler önüne seren bir örnektir.
Sadistlik, mazoşistlik, cinsel kö­lelik ve ters ilişki gibi daha az tuhaf sapkınlık çeşitlerinin ya­nında bakire düşkünlüğü, doğru kişileri tanıyorsanız ve ceple­riniz yeterince derinse, genelevlerde giderilebilecek cinsel he­veslerden sadece biriydi.
Ara sıra rastgele fahişelik yapmak, yoksul ka­dınlar arasında, düzenli olarak yaptıkları iş karşılığında aldık­ları yetersiz maaşları tamamlayabilmenin nispeten yaygın bir yoluydu; hatta bazen bunu, kocaların ya da anne-babaların bilgisi dahilinde yaparlardı.
Tek başına erdemin bo­ğazlarından nadiren bir lokma ekmek geçmesini sağladığını fark edenlerle, yiyecek ya da giyecek kıtlığı çekmeyen ve er­dem kıtlığı çekmek için de bir nedeni olmayanlar arasında sü­rekli, tedirgin ve karşılıklı bir güvensizlik vardı.
Yenilikçilerin bakire fuhuşu konusunda yazdıkları, çoğu zaman çarpıcı şekilde, aynı konuda yazılmış pornografileri andırır. Aradaki tek fark, pornocunun şehvet uyandırmak için yazarken, yenilikçinin şaşkınlık ve iğrenme yaratmak için yazmasıdır. Yenilik edebiyatının konusu hiçbir zaman doğruları göstermek değil, güçlü duygular uyandırmak (siyasi ve toplumsal eylem teşvik etmek adına) olmuştur.
Zamparaların her zamanki derdi olan zührevi hastalıklara gelince, bu, baki­relerle yatma çabalarını haklı gösteren etkenlerden sadece bi­riydi. Tedavi edilebilse de henüz iyileştirilemeyen belsoğuklugu ve frengi, modem Avrupa’nın başlangıcında dizginlenemez boyutlardaydı. Temkinli çapkınlar sırf bu nedenden dolayı ço­ğu zaman bakirelerin peşinde koşardı.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir