İçeriğe geç

Bedenin Tarihi Cilt 1 Kitap Alıntıları – Alain Corbin

Alain Corbin kitaplarından Bedenin Tarihi Cilt 1 kitap alıntıları sizlerle…

Bedenin Tarihi Cilt 1 Kitap Alıntıları

Vesalius’un yapıtı bedenin keşfinin kaynağıdır. Can alıcı bir devrimdir bu, her ne kadar ilk başta işlevlerin değil de, yapıların daha iyi anlaşılmasına zemin hazırladıysa da. Bir kültür, anatomiyi tıp biliminin temeli haline getiren bir iklim yaratmıştır.
Rönesans döneminde melankoli, o zamanın seçkinlerinin gözünde kabul edilebilir bir rahatsızlıktı; fakat benzer belirtilerden -depresyon diyebiliriz kısaca- mustarip yoksullar sarsaklıkla, somurtkanlıkla suçlanırdı. Cinsiyetlerin de bir rolü vardı: 1800’lü yıllarda, bir kadında isteri olarak değerlendirilen belirtiler, erkek kardeşini de hastalık hastası yapabilirdi.
Mondino ve ondan sonra daha niceleri, teşrih işlemi ilerledikçe içi boşalan, parçalanan bir bedeni anlattılar; dersler ilerledikçe skalpelin altında giderek küçülen bir beden. Kesmek, incelemek, sonra atmak. Metnin herhangi bir yerinde, okunmak üzere geriye kalan kısım, teşrih masasında kadavradan geriye kalanlara tekabül ediyordu. Kitapların şeması, aynı zamanda bedenin tahribinin de şemasıydı.
Oyunların tarihi onları belli bir çerçevenin içinde tutmak, mimlemek için yapılanların da tarihidir. Daha geniş anlamda, bedenlerin fark ettirilmeden denetlenişinin tarihidir. Sonuç olarak denetimle amaçlanan şiddetli davranışları ve taşkınlıkları daha rahat bastırmaktı. Bir taraftan da bu tarih, deyim yerindeyse cinsiyetlerin ya da toplumsal grupların ortak olmayan alışkanlıklarının gelişimini, beden üzerinden bunların arasındaki mesafeleri ve farkları ortaya koymanın da son derece somut bir yoludur.
İktidarın bedende uzantıları vardır: Gürbüz görünmelidir insan, hatta basbayağı kasları sıkı olmalıdır.
Modern Fransa’nın doğumunun öncesinde, bedenin güçlü olması ve bunun böyle olduğunu ortaya koyan alametler hâlâ bir iktidar, bir güç simgesi olarak görülüyordu.
Beden oyunlar sırasında tutkularını toplumsal ilişkilerin nasıl işe karıştığını yansıtır: Yakınlaşmaları, gerilimleri, çatışmaları, yerel coşkuların nasıl boşaltıldığını ya da davranış biçimlerinin toplumsal olarak çok çeşitli kategorilere bölündüğünü bir toplumda farklılıkları nasıl sergilendiğini.
Ortaçağ sonu ve Eski Rejim Avrupası’nda, bedene tıbbi, ahlaki, toplumsal ve dini bakış, biyolojik işlevlere, fiziksel itkilere ve öznel arzulara gösterilen tepkileri şekillendirdi. 18. yüzylın başına kadar insan bedeni öncelikle, cinselliği yaşa göre değişebilen ahlaki bir araç olarak görüldü. Onaylanmış, hoş görülen ve baskı altına alınan erotik davranışlar arasındaki sınırlar, cinsiyete ve toplumsal sınıfa göre de dalgalanabiliyordu.
Tecavüz, kadının erkekten aşağı görüldüğü, ama bu kadarla kalmayıp, özellikle yoksulların dünyaya sırf güçlü cinsin ihtiyaçlarını karşılamak için geldiği kanısının hâkim olduğu bir kültürün ürünüydü. Tecavüzün nispeten cezasız kalması da, cinsiyetler ve toplumsal sınıflar arasındaki ilişkilerin bu temel kuralından kaynaklanıyordu: Efendiler hizmetçilere, askerler seyyar satıcılık yapan kızlara, yerel eşraf köy kızlarına saldırmakta serbestti.
Üreme için sadece yatar pozisyon meşru görülüyordu; kadın uzanır, erkek de onun üstüne uzanırdı, bu duruşla cinsiyetler hiyerarşisi tezahür ettiği gibi, kadının pasifliğine karşı erkeği daha etkin diye tarif eden kültürel inançlar da pekişmiş olurdu. Kadınla erkeğin normal in tersi bir pozisyonda birleşmesinin, hermafroditlerin doğmasının sebeplerinden biri olabileceği düşünülüyordu: Kadın üste çıkmıştı mutlaka.
Çıplak bedenin o hakiki kaybedilmiş cennet mitiyle bağlantılı olduğu ve insan cennetten kovulduğundan beri, günahkárlarla dolu olan bir dünyada ona eski gözle bakılamayacağı düşünülürse, giyinik bedenden bahsetmek neredeyse bilinen bir şeyi gereksiz yere tekrarlamak gibi oluyor. Tıpkı bir kumaş gibi ölümlü olan, kendi kumaşında da birbirine benzemez dokular ve kemikler olan beden, Hıristiyanların tanrısının gözünde gerçekten var mıdır? Bir kefenle bir mezardan başka bir şey midir sahiden?
Benliğin metaforu ve mükemmel bir kalıntısı olan kıyafet, bütünü anlatan bir parçadır. Temas ettiği insanların özsuları içine sindiği için hem bedeni kurar hem de (o) bedendir.
Bedenin kıyafetiyle özdeşleştirilmesi kıyafetin ilk işlevinin aidiyeti ifade etmek olduğunu gösteriyor, aidiyetlerin her zaman çoğul ve değişken olmasına rağmen: Herkes bir cinsiyetin, bir yaş grubunun, bir yerin, bir ortamın, bir cemaatin (şehirde, mesleğinde, orduda ya da dini açıdan ) bir parçasıydı ve bunların ayırt edici alametlerini (üzerinde) taşımak zorundaydı.
Kadının erkekle eşit bir şekilde, onunla tam bir bütünlük içinde kendini ifade edebildiği yegâne beden dili olan dans, toplum içinde namuslu geçinenlerin her çağda ihtiyaç duyduğu teşhirciliğin zarif şekillerine de zemin hazırlıyordu. Dans bir disiplin dersi, toplumsal bir görev, sıkıntıyı gidermenin bir yoluydu, Katolik ve Protestan din adamlarının çekincelerine rağmen toplumun en tepesinden en alt katmanlarına kadar da bu böyle kabul edilirdi.
Ayakkabı hareket yeteneğinin bir başka simgesiydi ve ben onu taşıdığım sürece beni taşıdığı için korunmak, dünyaya tutunmak ve süslenmek anlamına gelirdi. Dolayısıyla ayrıcalıklılarla yoksulları, erkeklerle kadınları, şehirlerle kırları, her iki cinsten topuklu giyenlerle düztabanları birbirinden ayıran, kurulu düzeni koruyan ahlak anlayışının bir aracıydı.
Yazın dünyasının içinde olanların izlenimleri’ne göre, insan olmanın ilk kıstası olan dik duruş, fizyolojinin, dinin ve psikolojinin iç içe geçtiği toplumsal kalıpların ürettiği pozisyonlar sayesinde (ayakta durarak, oturarak, çömelerek ya da uzanarak) edinilir ve muhafaza edilirdi. Esneklik arzusunun sürekli olarak yeniden şekillendirdiği, ahlaken ve bedensel olarak doğru düzgün olma hayalleri.
Ruhunu kaybetmiş bile olsa bir bedeni cezalandırmak, onu sonsuz bir cezaya, cehenneme mahkûm etmekten farksızdı. Bedende her şeye rağmen, son bir saygı işaretine layık görülecek kadar insaniyet, yani kutsiyet kaldığını gösteren en önemli kanıt, onun örtülmesiydi.
Bütün ceza mucizeleri, insani hataların düzeltilmesi mantığına hizmet ederdi. Tanrı’nın eserinden şüphe duymak kibire dalaletti ve beden de bunun bedelini ödeyebilirdi.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Mucize, şiddetin dünyasında, genellikle bedenen ya da zihinsel olarak zayıf olanların dertlerinin devasıdır. İnsanoğlunun mantığına meydan okuyan bu olay sayesinde bahtsızlar kah yollardaki haydutlardan ya da askerlerden kâh onları korkunç bir hücreye atan yargı makamlarından kurtulurlar. Her şey bitti sanılırken imdada yetişir. Beden haksızlığa uğradığında, hırpalandığında, pusulası şaşmış bir dünyaya biraz çekidüzen veren içkin bir adaletin tezahürü olarak ortaya çıkar.
İnsanın kendi doğasını yenmesi, içgüdülerine gem vurması, yanındakinin acısını hafifleterek nefsini ezmesi, Kurtarıcı’ya yaklaşmak için en güvenilir yollardı. Karşı konulmaz bir saadet vardı bunda: Seçilmişlerin yolu, bedenin uçurumlarına galip geldiği için.
Hastalık günahkar için şans, selametini riske atan çürümüşlük miyasmasından ruhunu arıtması için bir fırsattı. Vücudun ateşi yükseldikçe, tutkuların daha yakıcı ateşini söndürür, dünyevi arzuların kızgınlığını zayıflatır diye yazar Büyük Arnauld. Bütün taşkınlığını bedenin içine hapseder ve dermansız bırakarak onu yere serer, tıpkı yenilen, devrilip kalan bir düşman gibi. Ruhla bedenin bitmeyen mücadelesinde bedeni zayıflatan her şey ister istemez ruhu yüceltecektir.
Üzerine isim kazınan ağaç kabuğu misali, etteki yara da duyguların daimi olduğunu anlatırdı: günü gelip de şüphelerden bunaldığında rahibenin içini o rahatlatacaktı. Mühür, zamanı ortadan kaldırarak bir hakikat yaratırdı. Bu dini imzaların, bu sessiz, konuşkan ağızların her biri seçilmişliğin işaretiydi.
Istırapların İnsanı’nın tattığı bütün çilelerden geçerek Mesih’in bedeni haline gelmek, en büyük özlem budur işte. Mesih’i taklit etme arzusu, pek çok farklı fenomenle bedene yansır: Stigmata, insanın yüreğinin bir meleğin okuyla delinmesi, kalpte birtakım yazıların belirmesi ve bu olayların hakiki olduğunu kanıtlayan, kişinin seçilmiş biri olduğunu gösteren bütün o izler.
Hayat zaten kamufle edilmiş bir ölümdür sadece. Kokuşma, canlı bedenden yayılan çürük kokular teması, azizlerin hayat hikayeleriyle ilgili yazında yaygındır: Ölüm, zaten hayatın içindedir.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Sıkıntılarını paylaşmak amacıyla, gözünü budaktan sakınmadan acılar içindeki Mesih’e yaklaşmaya niyetlenen herkes için beden hem en büyük engel, en büyük düşman, hem de Kurtarıcı’nın yanında olmanın bir yoludur: Alt edilmesi gereken beden, kendini kurban etme çabasının ana ekseni olan beden. Değersizleşmek, benliğinden tamamen geçmek ilkesiyle hareket eden bu müşkülpesent, yaralı insanlar, aşağılanmanın her yolunu tecrübe ettiler.
Ortaçağ’dan beri kafirleri cezalandırmak için başvurulan dil sakatlama -delerek dili hadım etme – bu bağlamda sözlerinden korkulan birini susturmanın bir yolu olarak karşımıza çıkıyor.
İsa’nın bedenini, onu kırbaçlayan işkencecilerin sadistliğini cümle âleme göstermeyi hedefleyen bir gerçekçilikle çizdiler: ama o capcanlı, cerahatli yaralar, gövdeden, kollardan, bacaklardan oluk oluk boşanan kan, küçük düşürülmüş bir bedenin işkenceye çekilişi, aynı zamanda maraziliğin ne kadar büyük bir zevk verdiğini de ortaya koyuyordu, gizli acıların iyice derinleştirdiği bir zevkti bu.
Ecce Homo ya da Sövülen Mesih, Direğe Bağlanmış Mesih, Kırbaçlanan Mesih, Bağlanmış Mesih, Merhametli Mesih veya Istırapların İnsanı; bütün bu sıfatlar, bedenle Tanrı’nın insanlanmış ruhunun korkunç işkencelerden geçtiği bir Çile’nin birbirini izleyen aşamalarını dile getirir.
Reform karşıtı kilise, dini makamlarda ruhun o iğrenç giysisi olan bedene karşı daha ortaçağda uyanan kuşkuyu iyice derinleştirdi. Günahkarın horgörülen bedeni, insanın yoldan çıkması gibi bir tehlike varsa, bunun bedenden geleceğini hiç aralıksız hatırlatırdı. Günah ve korku, beden korkusu, özellikle kadın bedeninin yarattığı korku, uyarıcı ya da kınayan nakaratlarda sürekli karşımıza çıkar.
Köleleşmek ya da özgürleşmek: Birbirine karışan, modern bedeni tamamen özgün bir çehreye kavuşturan iki dinamik.
Bedeni tarihsel açıdan ele almak, öncelikle maddi uygarlığın merkezinde olan şeyi, eylem ve hissetme biçimlerini, teknik yatırımları, doğal güçlere karşı verilen mücadeleyi; Lucien Febvre’in deyişiyle somut insanı, yaşayan insanı, etten kemikten insan ı yeniden kurgulamak demektir.
Bedenin verdiği zevkler,tamamıyla bizim olmaktan çıkmış olan bir dilde itiraf edilirdi.
Gençler eş seçiminde özgür bırakıldığında ana-babalar oldu bittiyle karşı karşıya kalabilirdi, özellikle de oğlan ya da kız, ailesinin tasvip etmediği birini beğendiğinde. 18. yüzyılda üst tabakalarda bile genç aşıkların duygularıyla hareket ettiği birliktelikler giderek artmıştır.
Kadın bedeninin tarihi, aynı zamanda sırf estetik kriterlere bakınca bile anlaşılabilen bir baskının tarihidir: Geleneksel olarak çok uzun süre güzelli­ğin namuslu , el değmemiş olması, denetim altında tutulması istendi.
Eşitsizlik, vücutlarda ve anatomik yapılarda da elle tutulur haldedir.
bireyleri hep daha uysal ve yararlı hale getirmek için yüzyıllardır geliştirilen disiplinlerin, ya da modern çağın başlarında bedenin adeta şiddetle kontrol altında tutuldu­ğu yöntemlerin yerine zamanla hesaplı bakışların kesintisiz ve daha gizli etkisini getiren o baskı anlayışının ağır ağır inşa edilişinin tarihi yazılabilir.
Birbirine uzak yığınla şey vardır: Mahremiyet duygusundan toplum içinde görünmeye, cinsellikten yemek zevkine, fiziksel tekniklere, hastalıklarla mücadeleye kadar.
1700’lerde üst sınıflara mensup Fransızlar ilaç alıp kusarak, müshillerle, sülüklerle, lavmanlarla, neşterlerle içlerini temizlemenin derdindeydiler. Ayrıcalıklı olmanın da, kendine bakmanın da yolu bu bağlamda bedenin içini arındırmaktan geçiyordu: Kişi toplum içinde ne kadar önemli bir mevkie sahipse o kadar çok kan çektirir, bağırsaklarını temizletirdi. Böylece zihinde beliren tasavvurlara, salt birtakım teknikleri uygulama hedefinin ötesine geçtiğinde bedenin iletişimde temel bir role sahip olduğuna dair, son derece somut bir mesaj eklenmiş oluyordu.
Bedenin asil yerleriyle ayıp yerleri arasında bir hiyerarşi vardır, namus anlayışı Tanrı’nın tasvip ettiği şeylere göre şekillenir. İnançların da beden üzerinde daima etkili olduğu, birtakım krizlere yol açabileceği, modern çağın ilerleyen zamanlarında bile hız kesmedikleri gözardı edilmemelidir: Birtakım kötü güçlerin işi olarak ya da takdiri ilahi diye açıklanan hezeyan nöbetlerinin, stigmata olaylarının, canavar hikayelerinin çoğalmasında olduğu gibi.
Sevginin ifadesinde çok aşırıya mı kaçılmış? Beden konuşurdu.
Yürek, ruhun tutkularıyla mühürlenmiş balmumuydu.
Seks ticareti orta çağ biterken halkın ahlakını ve toplum sağlığını koruma gayesiyle kurumsallaştırıldı. 14. yy sonunda ve 15 yy. da Fransa’da ve İtalya’da yerel idareler kabarık bekar nüfusunun – çıraklar, işçiler, hizmetkarlar- ortalığı karıştırmasından dolayı özellikle sıkıntı çekiyordu; bunların aşk meşk merakı, namuslu vatandaşların karılarının, kızlarının iffetini de tehdit ediyordu. Giderek büyüyen bir korku vardı. Bu başıbozuklar en sonunda bütün şehir halkının üstüne Tanrı’nın Tanrı’nın gazabını çekecekti.
1550’lerden itibaren metoposkopi* kitapları piyasaya çıktı.12 Metoposkopi, el yerine yüzden okunan faldır. Herkesin kaderi alnında yazılıdır: Aynı anda hem insanın bahtının açık ya da kapalı olduğunu, hem bir huyunu, hem hastalığını, hem de toplumdaki yerini gösteren bir damgayla. Dolayısıyla fizyognomoni felsefesinde astroloji hakimdir; bedeni inceleyen bakışa kılavuzluk eden de büyük alemle insan bedeni denen mikrokozmos arasında bir bağ olduğunu gösteren sonsuz yakınlıklar ve benzerliklerdir.
Zira bu noktada söz konusu olan, bedenden öte ettir, nitekim cinsel arzu etin bir dürtüsüdür, cinsel ilişki ise etin eseri, tensel alışveriştir. Daha zarif bir dil kullanıldığında bile- bu durumda kucaklaşma tercih edilir- yananlamlar yüklenmiş, gayet somut bir bedene işaret edilir. Beden, dinsel tecrübenin zemini ve dinin kazanmayı umduğu şeydir.
Tıbbi açıdan mastürbasyonun temel sakıncası, sağlık için dengelenmesi şart olan beden salgılarının düzenini bozmasıydı. Hekimlere göre, yetişkin kadınlar ve erkekler rahatlamak için cinsel salgılarını düzenli olarak boşaltmalıydı: Yoksa aşırı sıvı birikmesi bünyeyi zehirler, insanın sağlığını bozardı. İşte bu nedenle günah çıkarma kılavuzlarıyla** tıbbi araştırmalar arasında, mastürbasyonun gerekli olup olmadığı konusunda ihtilaf vardı
Mastürbasyon Teologlara göre doğaya aykırı bir günahtı bu, tıpkı coitus interruptus, oğlancılık ya da hayvanlarla ilişki gibi. Bu nedenle de en aykırı cinsel davranışlardan biri sayılıyordu. Kendi kendini tatmin eden gençlerin evlenmeye ilgi duymayacağı farz ediliyordu: Bu yolla iffetsiz arzularını giderebildikleri sürece erkekler evlenmek, kadınlar kocaya varmak istemez, yıllar boyunca, hatta ne yazık ki ölene kadar böyle devam ederler. 72 Daha beteri, bu gençler evlenseler bile alışkanlıklarını yatak odasına taşıyabiliyor, böylece Eski Alıit’te Onan’ın yaptığı gibi (Tekvin, 38, 6-10) çoğalmanın önüne geçebiliyorlardı. Mastürbasyon yapan, teologlara göre hem evlilikteki görevi reddederek, hem de coitus interruptus yöntemiyle gebeliği önleyerek suç
işlemiş sayılırdı.
Hücrede ”samimi bir tövbekâr olarak ” kuru toprakta yatmak, pürtüklü, üstünkörü dikilmiş bir aba giyip, bir iki tane de insanın etine batan cinsten, at kılından gömlek edinmek, gece yarısı kalkıp değnekle ya da demir zincirle kendini terbiye etmek, azizlerin iddialarına göre bedeni hizaya sokmak için en basit yöntemlerdi.
Bedene saygı duymak ya da bir zayıflık olarak görülen her şey, kötü düşüncelerin kaynağı olarak kabul edilir; dolayısıyla beden sürekli olarak gözlenmeli, baskı altında tutulmalıdır.
Yemeden, uyumadan, dışkılamadan yaşayabileceğini ilan eden etrafındakileri büyüler, bu yeteneğe sahip olan canı gönülden aziz kabul edilir.
Mesih’le bütünleşme isteği oruç ve çileye girme gibi iki uç davranışa ve bir umuda zemin hazırlıyordu: Çile’nin simgelerinin günün birinde vücutta belirmesi umuduna.
Hayat zaten kamufle edilmiş bir ölümdür sadece.
Şahadete özlem, şahadetin imkansızlığı. Bu çelişki yüzünden mistikler bedene şiddet uygulamak için yeni yöntemler aramaya koyuldular. Pagan, sapkın ya da kâfir; artık müminleri aşağılayan ya da öldüren kimse kalmadığından, varoluşsal kaygılarını gidermek için kendi kendilerine eziyet etme yöntemini benimsediler; bedenlerine her gün işkence ediyor, Kurtarıcı’nın Çile’siyle büyülenmiş vaziyette, onu çarmıha giden yolun bir aracı haline getiriyorlardı.
Bir kibar fahişenin başarıya ulaşması için düzgün bir fizik, yeterli bir silah değildi. Zeka, eğitim, edebiyat ya da müzik yeteneği ve karşısındaki büyüleyebilme becerisi, rekabetin son derece yüksek olduğu bir meslekte basamak atlayabilmek için olmazsa olmaz niteliklerdi. Bir keresinde Venedik’e geldiğinde Fransa Kralı III. Henri’yi bile ağırlayan ünlü fahişe ve şair Veronica Franco (1546-1591), ya da kah hizmetçilik, kah fahişelik, kah metres hayatı derken sonunda bir soyluyla evlenen Leydi Emma Hamilton (1765-1815) gibi kadınların baş döndürücü yükselişi, hiç kuşkusuz pek çok kadının bu mesleğe girerkenki umutlarını beslemiştir. Namusları zaten elden gitmiş olanlar, bundan böyle her şeyi kazanç hanesine yazabilirlerdi. Hastalıklara kurban gitmeyecek kadar şanslı olanlar, evlenmeye, kendi genelevlerini kurmaya, veya kiralayarak karınlarını doyurabilecekleri ev eşyası ve mobilya almaya yetecek kadar para biriktirmeyi umut edebilirlerdi. Kimileri fuhuşa daha iyisini bulana kadar geçici bir çare gözüyle bakardı. İşinden ayrılmış, yenisine henüz girmemiş hizmetçiler, anlık olarak işsiz kalmış iplik eğiren kızlar, terziler, ancak bazı mevsimlerde iş bulabilen ipek işçileri, düzensiz fuhuş yapanlar olarak büyük bir grup oluşturuyordu, bunlar hayatlarını -aynı zamanda çocuklarının ve baktıkları başka insanların hayatlarını- zaman zaman bu işi yaparak sürdürebiliyorlardı.
Soyluların anıları, babalarının evindeki hizmetçilerin onları cinsellikle tanıştırmasına dair anekdotlarla doludur, o kadar ki bu tür olaylar edebiyatta bir kalıp haline gelmişti. Çocuklar çok erken yaşta masumiyetlerini kaybedebilirlerdi -on üç, on dört, hatta dokuz, on yaşında-, bu da bazen felaketlere sebep olurdu, çünkü çocuk bunu zevk edinip evlendikten sonra da hizmetçilerden kopamayabilir ya da daha on yaşında zührevi hastalığa yakalanabilirdi
Erkek çocukların eğitimi: Bir erkek gibi işe!
Kız çocuklarının eğitimi: Matmazel, ayaklarınız görünüyor !
Efkaristiyaya dil uzatmak kutsallığa en büyük tecavüz sayılır oldu. ( ) 1668’de, Lille’de, takdis edilmiş bir ekmeği üçe bölüp parçalarını bir yaraya basan iki asker önce işkenceden geçirildi; olayın elebaşısı, eli kesildikten sonra boğuldu, vücudu yakıldı; yardakçısı ise küreğe mahkum edildi.
Bir gündelikçinin cildi, gözenekleri, kasları ve sinirleri nitelikli bir adamınkinden farklıdır; tıpkı duyguları, eylemleri ve tavırları gibi. Farklı hayat şartları bütün iç ve dış yapıyı etkiler; ve bu farklı şartlar hep aynı koşula bağlı, yani zorunlu olarak, insan doğasının gene zorunlu ve değişmez olan ilkelerinden kaynaklanır.
Halk arasında azizlerin bazı hastalıkları iyi ettiğine inanılırken, Mesih her derdin, ama özellikle kanamalı hastalıkların devasını verebilir.
Metinlerde ve resimlerde ısrarla, İsa’nın ”ilahi olarak ” eczacılık ve tıpla uğraştığı vurgulanır. Daha da ötesi Lazarus’u ölülerin krallığından geri getirmiştir. Ölmüşlere can vermek, sağaltıcılığı en yüksek mertebede icra etmek değilse nedir?
”Mesih’in kanı ” teolojik irşatta giderek ağırlık kazanıyordu. Zaten kan artık anatomik ve fizyolojik bir gerçeklik olmaktan çıkmıştı; Tanrı’nın kurban edilişinin bir simgesiydi o.
Rivayete göre, dikenli tacın takılmasından sonra işkencecilerden biri Mesih’in dilini bir dikenle, kendi kendine kurtulamayacağı bir şekilde delmiştir.
Mesih neye benziyordu? Kurtarıcı’yı görmek Veronica bu sorulara cevaptı. En erken 13. yüzyıldan itibaren adına rastlanan, San Pietro Kilisesinde saklanan, İsa’nın suretinin olduğu sudarium ya da vera icona denen mendil, Roma’daki kutsal emanetlerin belki de en ünlüsüdür.
Cinsel arzu ”etin bir dürtüsüdür, ” cinsel ilişki ise ”etin eseri, ” ”tensel alışveriştir. ”
Etin gerçekliğinde kendini ifşa eden, Mesih’in yenilen bedeni. Bedenleri allak bullak eden, kurtaran ekmek.
Köleleşmek ya da özgürleşmek: Birbirine karışan, modern bedeni tamamen özgün bir çehreye kavuşturan iki dinamik.
Bir kadının bedeni ve güzelse güzelliği, evlilik piyasasında ya da ticari seks piyasasında işletilen temel sermaye oldu hep. Hayat kadınlarının çokluğuyla ün yapmış en önemli şehirlere özgü fahişe yıllıkları ya da kataloglarına, bir süre sonra isim, adres ve ücretlerden çok daha fazlası kaydedilir oldu. Kibar fahişelerin fiziksel üstünlükleri ve kırbaçlama gibi erotik tekniklerin hangilerinde uzman oldukları da dahil edildi. Rehberlerin çoğu 16. yüzyılla 18. yüzyıl arasında düzenli olarak güncellenip zenginleştirilerek tekrar tekrar basıldı.
Esasen ister kadın ister erkek olsun, beyleri ve hanımları soyup giydirmek, yatağına yatırmak, sabah uyandırmak, anatomik olarak en mahrem yerlerindeki bitleri ayıklamak hizmetkarların işiydi. Hizmetkar işverene ilk başta biraz dirense bile, gün boyunca işini yaparken sürekli hırpalanınca sonunda pes ederdi. Therese Roux adındaki bir tarım işçisinin “gebelik beyannamesi”nde, davacı kadın ilk başta işverenin teşebbüslerine karşı koyduğunu, ama sırf karşısındaki efendisi olduğu için sonunda teslim olduğunu ifade eder.
Dikkatlerin Rönesans tasvirlerinde hep rastlanan sağlıklı ve güzel bedene yönelmesinde, Platoncu felsefenin büyük katkısı olmuştur hiç kuşkusuz. Şehit düşerken ya da kutsallaşırken tasvir edilen azizlerin çizgileri de aynı güzellikten nasibini almıştır. İnsanoğlunun barındırdığı tutkuları bastıramaması yüzünden bozuk, değersiz bir şey sayılan günahkarların bedeninin karşısında, Adem ve Havva’nın cennetten kovulmadan önceki ahenkli bedeni vardır. Cennetteki alem, bütün cinsel arzulardan kurtulmuş bilge bedenin mekanıdır; ilk erkekle ilk kadının etrafını saran, çiftler halindeki hayvanlar da benzer bir ölçülü tavır içindedir. Ne tutkuları ne de itkileri olan bedenler. Tamiri mümkün olmayan şeyin yapılmasından hemen önce.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir