İçeriğe geç

Başörtü Risalesi Kitap Alıntıları – Dücane Cündioğlu

Dücane Cündioğlu kitaplarından Başörtü Risalesi kitap alıntıları sizlerle…

Başörtü Risalesi Kitap Alıntıları

Bugün de kimileri başörtüsünü ya da çarşafı, çağdaşlığa mâni addetmekte, örtünmeyi gericiliğin, buna karşın açılıp saçılmayı çağdaşlığın esbab-ı mucibesi saymakta ve bu nedenle kadınların kapanmasını emreden Kur’an’ın sayfalarının da kapanmasını
arzu etmektedirler.
Kur’an’ın bir emri, Kur’an’a rağmen tatbik edilmiyor, hatta bununla da kalmayıp o mümtaz Kelâm’ın şu ya da bu hususu emretmediği, emrettiyse bile bağlayıcı
olmadığı söyleniyorsa, Kur’an sayfaları açılsa ne olurdu, açılmasa ne olurdu?

Kur’an’a ittiba edilmedikten sonra, Kur’an’ın el üstünde, baş üstünde tutulmasının ne anlamı vardı?

korkarım ki kâ’be’ye varamayacaksın ey a’rabî!
tuttuğun yol türkistan’a giden yoldur.

(bu beyit bir amaca varmak için yanlış yöntem ve yol seçenler için söylenir.)

Kardeşlerim! Biz sizlerin başınızı öne eğdiriyoruz, bari siz bizim başımızı öne eğdirmeyin! Bizler başımızı semâlara kaldıramıyoruz, bari sizler başlarınızı semâlara kaldırmayı sürdürün.
Kardeşlerim! Böyle yapmazsanız, siz benim kime küstüğümü nereden bileceksiniz?
Günahkârları taşlayabilecek masumlar ortada olmadığında, günahkârların dedikodusunu yapan günahkârlar doldurur meydanları
İlkeler sözkonusu olduğunda taviz vermeksizin, “İşte bu aslâ mümkün değildir!” diyebilmek ve kendisine inanılan hakikatin yanında gevşemeden, geri adım atmadan durabilmek Zor iştir bu! İnanç ve bilgi ister, kararlılık ister, yürek ister
Kaziyye-yi muhkemelerden, avâmın meşhurât ve dahî makbulâtı zedelenmesin diye vazgeçil(e)mez. İşte bir zamanlar vazgeçilemez ilkeleri, vazgeçilemez mukaddimeleri, vazgeçilemez ve terkedilemez mevzileri vardı İslâm dünyasının
İnsanlığın Kur’an-ı Kerim’in rehberlikliğine her dönemden daha çok muhtaç olduğu bir dönemde yaşamaktayız ve müslümanların, bu Kitab’ı rehber edindiklerini söyleyenlerin üzerindeki yük de yine her zamankinden daha ağır Bu nedenle çağımız insanlığının Kitab’ın rehberliğinden faydalanması ve mesajının sağlıklı olarak kitlelere ulaştırılması için, bu Kitab’ın doğru olarak anlaşılmasına mâni olan engellerin ortadan kaldırılması, çağın dilinin kavranıp bu dilin sorunlarının aşılması elzem hale gelmiştir.
İmam Gazâlî’nin dediği gibi — değirmenin gürültüsünü işitiyoruz ama ortada un göremiyoruz.
Herkesin biliyormuş, düşünüyormuş gibi yapıp aklına geleni söylediği, canı sıkılan herkesin bir Kur’an meâli veya “Kur’an’da ”, “Kur’an’a Göre ” başlıklı yazılar yazıp neşrettiği, üstelik bütün bu olup bitenlerin de ‘zenginlik’ (!) olarak görüldüğü bir toplumda avâmileşme kaçınılmazdı ve bütün bu olup bitenlere ‘demokrasi’ aşkına katlanıldı, halen de katlanılmakta
Cabir b. Abdullah el-Ensarî diyor ki: Rasûlullah’la birlikte Fâtıma’nın (s.a) evine gittik. Rasûlullah selam verdi ve giriş için izin istedi. Fâtıma (s.a) izin verdi. Rasûl-i Ekrem (s.a.v ), ‘birlikte olduğum kişiyle mi?’ buyurduklarında, Fâtıma (selamullahi
aleyha), ‘Babacığım ! Başım da birşey yok !’ dedi. O da ‘üstündeki örtüyle başını ört!’ buyurdu. ‘İçeriye
girebilir miyiz?’ diyerek yeniden izin istediğinde,
‘buyurunuz’ cevabını duyduk (Mutahhari, Hicab,
sh. 156)
bir ayete anlam verenlerin, ayetten hareketle hayatlarına yön vermekten ziyade, yaşadıkları hayattan hareketle ayetin anlamına yön verdiklerini göstermek
Ancak bir İslâm bağlısının çarşafı ‘kara çuval’ olarak niteleyebileceğini hiç ama hiç hatırımıza getirmemiştik.
İnsanın eşini ve kızını kıskanmasında ne mahzur var? Müslüman kadınların örtünmeleri, çuvala mı girmeleri demek?
‘caizin karnı geniştir’
Nitekim hicab lafzının Türkçe’de (Arapça’daki örtü, perde anlamından ziyade) ‘utanmak, sıkılmak, ar duymak, haya etmek’ şeklindeki mecazî kullanımlarının yaygınlık kazandığı düşünülecek olursa, örtü ile hayâ, örtü ile iffet, örtü ile ahlâk arasındaki ‘perdenin’ yırtılması için daha çok uğraşılması gerekir. (Burada ‘örtü’ derken, Türkçe bilen herkesin analayacağı şekilde başı da içine alan bir örtüden sözediyor, izafetle kullanmaya gerek görmüyoruz.)
Ne var ki hiç kimse ilahî bir emri, ‘kanaatimce bu bir tavsiyedir, dolayısıyla vücûb
ifade etmez; üstelik ben karine-marine de anlamam, bildiğimi okurum’ diyemez, dememelidir. Şayet diyecek olursa ne olur? Bizce bu kimse — Ebu Hanife’nin dediği gibi— tekfir edilmez, iknaya çalışılır!
Sonuç olarak yine tekrar ediyoruz: Saîd b. Cübeyr
de dahil bulunmak üzere bütün müctehidlere göre
hür ve müslüman kadınların başları ve saçları avrettir, açılması, bakılması caiz olamayan yerlere dahildir, bu hüküm Kur’an’da ve Sünnet’te mevcuttur, üzerinde ittifak (icmâ) edilmiştir
Kur’an’da viski de, rakı da, şampanya da lafzen geçmemekte, dolayısıyla bu içkileri içmek Kur’an’da yine lafzen nehyedilmiş olmamaktadır. Halbuki sözü edilen içki türlerinin ayette lafzen sıralanmaması, bu içki türlerinin mevcut yasak hükmünün kapsamında mütalaa edilmesine mâni değildir; üstelik bu içki türlerinin lafzen sıralanması gerekli de değildir.
Oysa Kur’an’ın sözünü ettiği ve Hz. Peygamber’in hanımlarına hitabı sırasında nehyettiği teberrüc (Ahzâb/33), kadının bugünkü anlamıyla çıplak, çırılçıplak dolaşması hâli değildir. Elmalılı H. Yazır’ın dediği gibi, ‘süslenip çıkmak’tır, cahiliyye âdetince ziynetleri göstermektir. Nitekim Zemahşerî, Keşşaf adlı tefsirinde bu kavramı açıklarken, kelimenin ‘kadının güzelliklerini göstermek suretiyle açılması, ziynetlerini erkeklere açması’ şeklindeki anlamına işaret etmektedir.
Tıpkı İmam Gazâlî’nin dediği gibi— değirmenin gürültüsünü işitiyoruz ama ortada un göremiyoruz.
Kur’an’daki bilimsel, matematiksel mucizeleri bulup çıkaralım derken, o mübarek Kelâm’dan neler neler çıkarıldı? Televizyon komikleri bile bu işe el attılar ve onlar da tabiî ki elleri boş dönmeyip Kur’an’dan Mustafa Kemal’i çıkardılar.
günümüzde ‘tebliğ yapmak’ deyince, taraftar sayısını çoğaltmak için her türlü lâf u güzâfı sarfetmek, sonra bu lâf u güzâfı ‘kişisel ya da aklî yorum’ olarak takdim edip o güzelim kelimenin, Te’vil kelimesinin ‘iftiranın kardeşi’ mânâsına dönüşmesine çanak tutmak anlaşılmaktadır.
ne ‘biz hakikati söylüyoruz’ lafazanlığıyla birtakım uydurma rivayetleri, bâtıl görüşleri, ictihad adına yapılmış gayretkeşlikleri dinî esaslarmış gibi piyasaya sürmeyi âlimlik sanmalı, ne de ‘insanlara dinimizi sevdirelim’ gibi masum ve belki de samimi gerekçelerle genç evlatlarımızı St. Antoine Kilise’sinin papazının elinden kurtarmak adına akla eseni söylemelidir. Bu yol, İslâm âlimlerinin (diğer bir tabirle ‘bağlılarının’) yolu değildir, olmamalıdır
‘bilenlerle bilmeyenlerin bir ve eşit’ sayıldığı demokratik platformlarda her kafadan ayrı bir ses çıktı ve fakat işin garibi bu keşmekeş karşısında kimse sesini çıkarmadı, çıkaramadı. Herkesin biliyormuş, düşünüyormuş gibi yapıp aklına geleni söylediği, canı sıkılan herkesin bir Kur’an meâli veya “Kur’an’da ”, “Kur’an’a Göre ’’ başlıklı yazılar yazıp neşrettiği, üstelik bütün bu olup bitenlerin de ‘zenginlik’ (!) olarak görüldüğü bir toplumda avâmileşme kaçınılmazdı ve bütün bu olup bitenlere ‘demokrasi’ aşkına katlanıldı, halen de katlanılmakta
Günümüze gelindiğinde ise, Kur’an yorumlarındaki değişim sadece çağdaşlaşmak ile ifade ya da izah edilebilecek bir düzeyde kalmamış, Demokrasi rüzgârlarının İslâm dünyasının üzerinde esmesiyle birlikte, bu yorumlar avâmileşmişti de.
Rejim’in zorla ve yasaları kullanarak açtıramadığı başlar, bu sefer bazı din adamlarının ya da bağlılarının marifetiyle açtırılmak isteniyordu.
Müslüman kız öğrenciler, ‘başlarını örttükleri’, dolayısıyla okul yönetmeliğine aykırı davrandıkları gerekçesiyle okullara alınmadılar, sırf ‘Rabbimiz Allah’tır’ deyip istikamet üzere olmayı tercih ettiklerinden dolayı cezalandırıldılar ve her türlü ‘özgürlük’ teranesine rağmen okuma hakları gasbedildi.
Müslüman, Rabbinin sözlerini eğip büker mi? Müslüman, kendisine hak gelmişken hakkı gizler mi?
Evet doğrudur, Kur’an’ın bağlantılarına da karşıtlıklarına da özgürlük ve barışı va’dettiği, sadece çatışmanın değil, konuşmanın da yollarını gösterdiği

Ama şurası da doğrudur ki Kur’an, haksızlığı, hırsızlığı, zulmü, katli, içkiyi, zinayı, faizi, açılıp saçılmayı yasaklar; bu yasakları çiğneyenleri sadece İlâhi cezaya değil, dünyevî cezayla da tehdid eder.

Kur’an’da geçen bazı emir sigalarını, birtakım, karineler yardımıyla vücub yerine, izn’e hamletmek mümkündür. Ne var ki hiç kimse ilahi bir emri, ‘kanaatimce bu bir tavsiyedir, dolayısıyla vücûb ifade etmez; üstelik ben karine marine de anlamam, bildiğimi okurum’ diyemez, dememelidir. Şayet diyecek olursa ne olur? Bizce bu kimse
-Ebu Hanife’nin dediği gibi- tekfir edilmez, iknaya çalışılır!
Herkesin biliyormuş, düşünüyormuş gibi yapıp aklına geleni söylediği, canı sıkılan herkesin bir Kur’an meali veya Kur’an’da , Kur’an’a Göre başlıklı yazılar yazıp neşrettiği, üstelik bütün bu olup bitenlerin de ‘zenginlik'(!) olarak görüldüğü bir toplumda avamileşme kaçınılmazdı ve bütün bu
olup bitenlere ‘demokrasi’ aşkına katlanıldı, halen de katlanılmakta
Niçin, Rabbimiz bize uymamız gereken emirleri, kaçınmamız gereken yasakları bildirmişken, onları saklayalım? O’na ve Kitabı’na iman etmiş kimseler olarak, niçin O’nun buyruklarını insanlara tebliğ etmekten kaçınalım? Niçin, O’nun dininin söylediklerini söylediğimiz için kınanmaktan korkacağız? Niçin, O’nun yasaklarını, O’nun ayetlerini eğip bükmeden insanlara aktarmaktan çekineceğiz? Niçin bütün bunları insanlara söylemekten utanacağız?
Sorun işte buradadır! Sıfatları, ünvanları ne olursa olsun bu tür aydınlar, modern hayatın onları konumlandırdığı yere ve koşullara alışmış olduklarından, vaziyet-alışlarını Kur’an’dan hareketle değil, içinde bulundukları, alıştıkları hayat tarzından hareketle belirtmektedirler. Bu zaaftan dolayı da Kur’an’ın modern yaşama biçimine uygun gelmeyen, onunla uyuşmayan, modern zihniyetle ve bu zihniyetin kaynaklık ettiği yaşantıyla çatışan ayetlerini ya görmezlikten gelmekle ya da te’vil cihetine gitmektedirler.
‘Fermez le Coran, Ouvrir les Femmes!

(Kur’an’ı Kapa, Kadınları Aç!)

Bu risale; Kur’an’ın buyruğu gereği başlarını örtmeleri için mağdur edilen, zulme uğrayan, hakları gasb edilen ve fakat her şeye rağmen iffetlerini muhafaza eden, vahy-i ilahî’yi her şeyin üstünde tutup izzet ve vakarlarından taviz vermeyen, Kur’an’a yâr olup Ümmet-i Muhammed’i utandırmayan o güzide insanlara, tarihi yazan değil, tarihi yapan ve böylelikle iman etmiş olmanın izzet sahibi olmak demek olduğunu cümle âleme gösteren o değerli kardeşlerim ize ithaf edilmiştir.
Siz hiç öldünüz mü?
Okullarımızdan atılabilir,hatta doktor, öğretmen, hukukçu, matematikçi, fizikçi olmayabiliriz. Fakat ilerde çocuklarımızın gözlerine okulunu bitirememiş , şu veya bu olmayı başaramamış anneler, babalar olarak bakabiliriz; hala onlara güzel bir gelecekten, mesela hülyalarımızdan bahsedebiliriz. Göğsü dik, kendine güveni olan, haysiyetli anneler, babalar olarak konuşabiliriz.VE ONLARA O ZAMAN DA KUR’AN OKUYABİLİRİZ. Allah’ın kelamını öğretebiliriz. Mesela Hz İbrahim’in ateşe atılışından söz edebilir, küçücük kuşların o ateşi söndürmek için ağızlarında o yangın ormanına sular taşıdıklarını hikaye edebiliriz. Yenildiğimizi söyleriz mesela,onurlu kalmak,haysiyetimizi muhafaza etmek için, yenildiğimizi, dövüldüğümüzü anlatırız onlara
Bizi güçsüz ve yalnız kılan şeyin, bizim en büyük gücümüz olduğunu unutuyorlar.
İran’da Şah’ı tarihe gömenlerin çoğu, çarşaflı kadınlardı.ve inkılap onların çarşaf giymekteki ısrarlarında filizlenmişti.
Onlar başka bir şeyden, siz ise başka bir şeyden söz ediyorsunuz ve bizler ne denmek istendiği konusunda yine cahil kalıyoruz.
Kalem aldın kaşların çatmaya

Hicap ettim adın sormaya

Kur’an faiz alıp vermeyi, hırsızlığı, zinayı yasaklıyor ama insanlar yasaklara uyutabilecek beldeleri ikiye ayırıp burası darül harptır içtihadıyla bu yasakları yine din adına deliyorlar.
Öyle oldu ki sonunda gaflet ile samimiyeti, gayret ile ihaneti birbirinden ayıramaz hale geldik
Kur’an asrın idrakine sunulmalı
Yaşadığın gibi inanırsın
Aynı güfte yeni bestelerle çalınıyordu.
Rejimin zorla ve yasaları kullanarak açtıramadığı başlar,bu sefer bazı din adamlarının yada bağlılarının marifetiyle açtırılmak isteniyordu.
Korkarım ki Kabe’ye varamayacaksın ey Arabî!

Tuttuğun yol Türkistan’a giden yoldur.

Müslüman, Rabbinin sözlerini eğip büker mi?
Şurası da doğrudur ki Kur’an, haksızlığı, hırsızlığı, zulmü, katli, içkiyi, zinayı, faizi, açılıp saçılmayı yasaklar; bu yasakları çiğneyenleri sadece İlâhi cezaya değil, dünyevî cezayla da tehdid eder. Bu yasakları çiğneyenlerin Şeytan’ın adımlarını takip ettiklerini, Şeytan’ın adımlarını takip edenlerin ise ne dünyada ne de ahrette felah bulacaklarını bildirir.Kur’an barıştan, özgürlükten rahatsız olmaz! Ne var ki Allah’ın emirlerinin yerine getirilmediği, nehiylerinin çiğnendiği toplumların özgür değil, köle olduklarını, binaenaleyh insanların İlahî emirlere uydukları takdirde özgürlüklerine kavuşacaklarını, bundan kaçındıkları takdirde ise köleliğe düçar kalacaklarını söyler.
Kur’an’ın bir emri, Kur’an’a rağmen tatbik edilmiyor, hatta bununla da kalmayıp o mümtaz Kelâm’ın şu ya da bu hususu emretmediği, emrettiyse bile bağlayıcı olmadığı söyleniyorsa, Kur’an sayfaları açılsa ne olurdu, açılmasa ne olurdu? Kur’an’a ittiba edilmedikten sonra, Kur’an’ın el üstünde, baş üstünde tutulmasının ne anlamı vardı?
Kur’an barıştan, özgürlükten rahatsız olmaz! Ne var ki Allah’ın emirlerinin yerine getirilmediği, nehiylerinin çiğnendiği toplumların özgür değil, köle olduklarını, binaenaleyh insanların ilâhî emirlere uydukları takdirde özgürlüklerine kavuşacaklarını, bundan kaçındıkları takdirde ise köleliğe düçar kalacaklarını söyler.
Korkarım ki Kâ’be’ye varamayacaksın ey
A’rabî!
Tuttuğun yol Türkistan’a giden yoldur.
Günümüzde oldukça çok kullanılan Kur’an’da yok! , Kur’an’da geçmiyor! gibi ifadelerle, bir meselenin ya da bir lafzın doğrudan Kur’an’da bulunmuyor olması bahane edilerek o meselenin hükmünün de Kur’an’da bulunmadığı iddia edilebilmektedir. Sözgelimi, kendileriyle evlenilmesi haram olan kadınlar sıralanırken (Nisa/23) kadının halası ve teyzesi lafzen geçmiyor diye, bazıları kadının halası ve teyzesi ile evlenebileceği fetvasını vermekten çekinmemiş, bu fetvaya haklı olarak karşı çıkanlar da ancak hadislere dayanmak suretiyle tahrimden söz edi­lebileceğini söylemişlerdir. Oysa ayet dikkatlice ele alındığında, kadının hala ve teyzesiyle ev­lenme yasağının lafzen değilse de hükmen ayet­te bulunduğu, kadının hala ve teyzesinin de mevcut bu hükmün kapsamına girdiği görülecektir. Nitekim bu mantığa göre, Kur’an’da viski de, rakı da, şampanya da lafzen geçmemekte, dolayısıyla bu içkileri içmek Kur’an’da yine lafzen nehyedilmiş olmamaktadır. Halbuki sözü edilen içki tür­lerinin ayette lafzen sıralanmaması, bu içki tür­lerinin mevcut yasak hükmünün kapsamında mütalaa edilmesine mani değildir; üstelik bu içki türlerinin lafzen sıralanması gerekli de değildir.
Kur’an-ı Kerim ‘Allah’tan gayrısına kulluk edilmez’ diyor ama insanlar adeta Allah­’tan gayrı herşeye tapınıyorlar, Kur’an insanları, ‘herkesin yaptıklarının karşılığını göreceği gün’ ile uyarıyor ama insanlar dünyanın ahiretin mez­rası olduğunu, dünya işlerini daha iyi bildikleri­ni , dinin ahiret kadar dünyaya da hitab ettiğini bilgiç bir tavırla tekrar edip ‘dünyada mekan, ahirette iman’ deyü Söz’ü tersine çeviriyorlar, Kur’an faiz alıp vermeyi, hırsızlığı, zinayı yasak­lıyor ama insanlar yasaklara uyutabilecek belde­leri ikiye ayırıp ‘burası dar’ul-harb’dir’ ictihadıy­la bu yasakları yine din adına deliyorlar, Kur’an ‘yalan söylemeyin’ diyor ama insanlar siyaset yaptıklarını söylüyorlar, Kur’an ‘hakkı söyleyin’
diyor ama insanlar bu sef e r dini güzel göstermeye çalıştıklarından, Kur’an’a hizmet ettiklerinden dem vuruyorlar; sonuçta da biz -tıpkı İmam Gazall’nin dediği gibi- değirmenin gürültüsünü işitiyoruz ama ortada un göremiyoruz.
Herkesin Kur’an adına konuşmayı marifet saydığı günümüzde, Kur’an adına söylenenleri hatırlamaya çalışın, sonra da bir bakın aklınızda o Mübarek Kelam’dan neler kalmış!? Hiç düşünü­lüyor mu ki geçen asrın sonlarından itibaren baş­layan Kur’ an’ da bilimsel keşiflerin şifresini bul­mak çabası, bugün Kur’an’ın tebliğini ne hale ge­tirdi; Kur’an’daki bilimsel, matematiksel mu’ci­zeleri bulup çıkaralım derken, o mübarek Kelam­dan neler neler çıkarıldı? Televizyon komikleri bile bu işe el attılar ve on l ar da tabii ki elleri boş dönmeyip Kur’an’dan Mustafa Kemal’i çıkardı­lar. Üstelik bütün bunlar, lı amiyet-i diniye adı­na, İslamiyet’e hizmet adına ortaya konuldu. Öy­le oldu ki sonunda gaf l et ile samimiyeti, gayret ile
ihaneti birbirinden ayıramaz hale geldik.’Tüm bunların hamiyet-i diniye ile ne alakası var?’ denilmemeli; zira bu gayretler, insanlara
Kur’an’ı, İslam’ı sevdirmek için ortaya konul­makta, böyle olunca da İslam’a bağlananların sa­yısının artacağı ümidiyle her türlü yol denen­mektedir.E; imileri Kur’an’da ‘Parlemento Suresi’nin (Şura Suresi), kimileri Ağır Sanayi Suresi’nin (Hadid Suresi) olduğımu söylediler, ki mileri ‘haza’l-beled’il-emin’ ibaresinden, Kur’an’da ta bindörtyüz küsur sene öncesinden ihbar edildiğini düşündükleri Belediyeciliğe ait esasları istinbata yöneldiler, kimileri Kur’an’da
geçen ‘hizb’ kelimesinin, bazı meal sahiplerince ‘parti’ kelimesiyle çevirilmesinden yüz alarak fer’i olanı, esas olanın yerine geçirme fırsatını ya­kaladıklarını sandılar ve kimileri de demokra­si’nin, sosyalizm’in, kapitalizm’in, reenkarnas­yon’un, atom’un , Big-Bang teorisinin ya da Kara Deliklerin veya uçağın, artezyen kuyusunun, tel­siz ya da telefonun, hasılı ‘yeni’ olan, galiblerin elinde bulunan ne varsa hepsinin menşe’ini Kur’an’da bularak cahil kitleleri hayretlere sala­bilmiş olmanın keyf i ni yaşadılar; işin garibi böyle
yapmakla da İslam’ı asrın idrakine sunduklarını düşündüler.Ne acıdır ki mübarek kitabımız Kur’an-ı Kerim, sadece bugün değil, asırlar boyu böylesi gayretkeşliklerin ‘alet’i haline dönüştü­rülmek istenmiş, bir tek kelimesinden, hatta bir tek harfinden yola çıkılarak nice ‘fantaziler’ üre­tilmiştir.Bu da yetmiyormuş gibi, bu fanteziler ‘akide’ haline getirilerek insanlar icad edilen bu inanç esaslarını kabule zorlanmıştır.
Bu maraz maalesef büyük ölçüde müslüman­lara da sirayet etmiştir ve nitekim günümüde ‘tebliğ yapmak’ deyince, taraftar sayısını çoğalt­mak için her türlü laf u güzafı sarf etmek, sonra
bu laf u güzafı ‘kişisel ya da akli yorum’ olarak takdim edip o güzelim kelimenin, ‘Te’vil’ kelime­sinin ‘iftiranın kardeşi’ manasına dönüşmesine çanak tutmak anlaşılmaktadır. ‘Tebliğ’, tebliğ
edilecek sözü, o sözün sahibinin muradına uygun olarak başkalarına aktarmak veya o murada uy­gun bir hatt-ı hareket takip etmek demektir; yok­sa ‘Ben akli yönteme göre anladığımı söylerim, kullandığım yöntem ‘akli’ olduğu için ‘(benim gi­bi) akıllı’ olanlardan da bu yorumumu kabul et­melerini isterim’ demek yahut Kur’an’ı tebliğ et­mek; İslam’ı insanlara sevdirmek ya da hak bir
sözle batılı kastederek ‘İslam’ı asrın idrakine söyletmek’ gibi esasen sahih niyetlerle yola çıkıp sonra adına konuşulan o Mübarek Kelam’ı heva ve hevese ‘oyuncak’ etmek değildir.
Bir kez Allah dese aşk ile lisân
Dökülür cümle günah misl-i hazân.
Oysa Peygamber Efendimiz bize, “kıyamet anında elinde bir fidanı olanın, o fidanı dikmeye çalışması gerektiğini” tavsiye ediyor. Kıyamet koptuğu halde eldeki fidanı dikmeye çalışmak Yani ümitsiz olmamak, kıyamet anında bile ümidimizi kaybetmeyip birşeyler yapmaya çalışmak
İnsanlığın Kur’an-ı Kerim’in rehberliğine her dönemden daha çok muhtaç olduğu bir dönemde yaşamaktayız ve müslümanların, bu Kitab’ı rehber edindiklerini söyleyenlerin üzerindeki yük de yine her zamankinden daha ağır
Cabir b. Abdullah el-Ensarî diyor ki: Rasûlullah’la birlikte Fâtıma’nın (s.a) evine gittik. Rasûlullah selam verdi ve giriş için izin istedi. Fâtıma (s.a) izin verdi. Rasûl-i Ekrem (s.a.v), ‘birlikte olduğum kişiyle mi?’ buyurduklarında, Fâtıma (selamullahi aleyha), ‘Babacığım! Başımda birşey yok!’ dedi. O da ‘üstündeki örtüyle başını ört!’ buyurdu. ‘İçeriye girebilir miyiz?’ diyerek yeniden izin istediğinde, ‘buyurunuz’ cevabını duyduk
Her ne olursa olsun, yine de Başörtüsü Meydan Savaşlarına hakemlik yapmak için bir ayetin anlamını zorla tevile ve saçların, başın değil de yüzün cüz’ü veya fer’i olduğunu iddia etmek şeklindeki birtakım kelime oyunlarına tevessül edilmemeliydi.
Günümüzde oldukça çok kullanılan “Kur’an’da yok!”, “Kur’an’da geçmiyor! gibi ifadelerle, bir meselenin ya da bir lafzın doğrudan Kur’an’da bulunmuyor olması bahane edilerek o meselenin hükmünün de Kur’an’da bulunmadığı iddia edilebilmektedir.
Tıpkı İmam Gazâlî’nin dediği gibi; Değirmenin gürültüsünü işitiyoruz ama ortada un göremiyoruz.
Öyle oldu ki sonunda gaflet ile samimiyeti, gayret ile ihaneti birbirinden ayıramaz hale geldik.
Kur’an, haksızlığı, hırsızlığı, zulmü, katli, içkiyi, zinayı, faizi, açılıp saçılmayı yasaklar; bu yasakları çiğneyenleri sadece ilâhi cezayla değil, dünyevî cezayla da tehdid eder. Bu yasakları çiğneyenlerin Şeytan’ın adımlarını takip ettiklerini, Şeytan’ın adımlarını takip edenlerin ise ne dünyada ne de ahrette felah bulacaklarını bildirir.
“Ya taviz verirsek, ya direnemez de başlarımızı açarsak?.. O zaman haysiyetini kaybetmiş, başkalarına değil, dinine değil, Rabbine değil, kendine, kendini kendi yapan şeye ihanet etmiş biri olarak çocuklarımıza ne söyleyeceğiz, onlara nasıl KUR’AN okuyacağız? Haysiyetsiz doktorlar olmayı, haysiyetli müslümanlar olarak kalmaya tercih ettiğimizi mi söyleyeceğiz? Yavrularımızın o güzelim gözlerine nasıl bakacağız? Onlara gururla nasıl, “Biz ki bir zamanlar BİZ HAKİKATİZ demiştik, biz ki başlarımızı yaran joplara aldırmamış, biz ki kimsenin telkinlerini kâle almamış ve bildiğimiz gibi, inandığımız gibi yaşamıştık” diyebileceğiz?”
“Oysa Peygamber Efendimiz bize, “kıyamet anında elinde bir fidanı olanın, o fidanı dikmeye çalışması gerektiğini” tavsiye ediyor. Kıyamet koptuğu halde eldeki fidanı dikmeye çalışmak Yani ümitsiz olmamak, kıyamet anında bile ümidimizi kaybetmeyip birşeyler yapmaya çalışmak ”
“İnsanlığın Kur’an-ı Kerim’in rehberliğine her dönemden daha çok muhtaç olduğu bir dönemde yaşamaktayız ve müslümanların, bu Kitab’ı rehber edindiklerini söyleyenlerin üzerindeki yük de yine her zamankinden daha ağır ”
“Hiç düşünülüyor mu ki geçen asrın sonlarından itibaren başlayan Kur’an’da bilimsel keşiflerin şifresini bulmak çabası, bugün Kur’an’ın tebliğini ne hâle getirdi; Kur’an’daki bilimsel, matematiksel mu’cizeleri bulup çıkaralım derken, o mübarek Kelâm’dan neler neler çıkarıldı? Televizyon komikleri bile bu işe el attılar ve onlar da tabiî ki elleri boş dönmeyip Kur’an’dan Mustafa Kemal’i çıkardılar. Üstelik bütün bunlar, hamiyet-i diniye adına, İslâmiyet’e hizmet adına ortaya konuldu. Öyle oldu ki sonunda gaflet ile samimiyeti, gayret ile ihaneti birbirinden ayıramaz hale geldik.”
“Kur’an, haksızlığı, hırsızlığı, zulmü, katli, içkiyi, zinayı, faizi, açılıp saçılmayı yasaklar; bu yasakları çiğneyenleri sadece ilâhi cezayla değil, dünyevî cezayla da tehdid eder. Bu yasakları çiğneyenlerin Şeytan’ın adımlarını takip ettiklerini, Şeytan’ın adımlarını takip edenlerin ise ne dünyada ne de ahrette felah bulacaklarını bildirir.”

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir