İçeriğe geç

Başlangıç Meridyeni Teorisi Kitap Alıntıları – Ayşenur Nazlı

Ayşenur Nazlı kitaplarından Başlangıç Meridyeni Teorisi kitap alıntıları sizlerle…

Başlangıç Meridyeni Teorisi Kitap Alıntıları

Sanki hepiniz,biz değildik hem de hiç olmadığımız kadar kendimizdik
O an,orada Samanyolu ‘nun içindeydik. Samanyolu üzerimizde, Samanyolu etrafımızdaydı.Biz yıldızlardan yapılmaydık
İlkin olmadığımı biliyorum ama sonun olmakta kararlıyım.
İnsanın, kendini kısıtlayacak kıskanç, sözde dostlara değil; başarılarıyla gurur duyacak gerçek dostlara ihtiyacı vardı.
Özürler, eylemleri geri almaz.
Korkularını söyleyecek kadar büyümüşsün. Gülümsediğini görünce ben de gülümsedim. Sen de ilişkiler üzerine konuşacak kadar uzmanlaşmışsın. CV’me eklerim dedi gülümsemesini genişleterek. Sadece iyi bir gözlemciyim, deneyimden değil.
O an orada, Samanyolu’nun içindeydik. Samanyolu üzerimizde, Samanyolu etrafımızdaydı. Biz yıldızlardan yapılmaydık.
Affedersiniz ama Yok, hayır, hatta kusura bakın siz; terbiye, insanın ezilirken susması değildir. Siz beni aile ve maddiyat durumumla ezerken ben susacak değilim. Ayrıca bir insanın aile ve maddiyat durumu onun ezilmesini gerektirmez.
Hayır, dedim fısıldar gibi. İki parmağımla alnına dokunarak Hep burada olacağım, dedim. Bilerek kalbini işaret etmedim çünkü bu bizim olayımızdı. Kalp hissetmez, beynimizle severiz diye kabul ettiğimizden beri aramızda romantik bir espriydi.
Binlerce yıldız, mavi ve mor bir bulut gibi bir arada ışıldıyordu. Samanyolu kolunun çevresinde binlerce yıldız, lacivert göğü süslüyordu. Geceyi, gökyüzünü parlak mavi bir ışıkla aydınlatıyorlardı. Kesinlikle buraya gelmemize değmişti. Daha önce hiç bu kadar yıldızı bir arada görmemiştim, daha önce hiç Samanyolu’nun bir kolunu ilk elden görmemiştim.
İyiliklerin en güzeli karşılık beklenmeden, içten bir şekilde, farkında olmaksızın, sanki bir refleks gibi yapılanı değil miydi?
“Birini tanımadan yargılamak doğru bir şey değildi ama yine de bunu yapardık, yapardım, yaparım. Bazı şeylere engel olamazdınız, bazı şeyleri değiştiremezdiniz.”
İnsan, bazı şeylerin değerini ona sahipken anlayamıyordu. Kaybedince de çok geç oluyordu.
“Ciddileşen düzenli ilişkilerde çıkan sorunlardan biri nedir biliyor musun? Çiftler, birbirlerinin birey olduklarını unuturlar, onların kendilerine ait bir hayatları olduğunu unuturlar, birbirlerini bulmadan önce yaşadıkları geçmişe bile karışabileceklerini sanırlar, daha yeni tanıdıkları sevgilileri için yılların arkadaşlıklarını silmelerini beklerler. Elbette özgür bireyleriz ama özgürlüğümüz, bir başkasının özgürlüğünü engelleyip kısıtlayana kadardır çünkü buna hakkımız yoktur.”
İyiliklerin en güzeli karşılık beklenmeden, içten bir şekilde, farkında olmaksızın, sanki bir refleks gibi yapılanı değil miydi?
O an, orada, Samanyolu’nun içindeydik. Samanyolu üzerimizde, Samanyolu etrafımızdaydı. Tam o anda biz birer yıldızdık. Carl Sagan’ın dediği gibi DNA’mızdaki nitrojen, dişlerimizdeki kalsiyum, kanımızdaki demir, çöken yıldızlardan yapılmaydı. Biz yıldızlardan yapılmaydık.
Bir Nev şarkısı gibiydim. Meğer benmişim kaçıp gitmeye çalıştığım. Benmişim kendimi sürekli bunalım bataklığında boğan. Ama beni yıpratanların, beni bu hâle getirenlerin hiç suçları yok muydu?
On yaşındayken İstanbul’a ayak bastım. Ülkenin en büyük şehrindeyim ve danışacak, sığınacak kimsem yoktu. Başkasının kâbusu olur ama benim için ucu nereye gideceği bilinmeyen bir macera
Sanırım ben her zaman bunu yapıyordum; bir yere uyum sağlayamadığımda kaçıp gidiyordum. Sanki kaçmak bir çözümmüş gibi, sanki gittiğim yere uyum sağlayabilecekmişim gibi. Ben buydum; sistemdeki uyumsuz parça.
“Af, hatıraları silmez.”
Bazen ne kadar iyi top sürersen sür, topu sadece kendinde tutmaktan zarar gelir.
Herkes öğretmen, doktor, mühendis olmak zorunda değildi. Dünyanın tesisatçılara, çiftçilere, boyacılara, temizlik işçilerine de ihtiyacı vardı. Hepimiz bir bütün oluşturuyorduk; hepimiz bu sistemi döndüren çarklar, birbirine tabi zincir halkalarıydık. Birimiz olmasaydık; zincir kopar, çarklar dönmez ve sistem dururdu.
“İnsanlar, kendilerinde olmayan yetenekleri ve bilgiyi dışa vuran birilerini gördüklerinde onu kendini beğenmişlikle suçlarlar. Ama aslında kendini beğenmişliğin içi boştur.”
Çünkü biliyordum ki o an, aramızdaki kilometrelere, meridyenlere ve saat farkına rağmen, aynı anda kendi saat kulelerimize bakıyorduk. Aynı göğün altındaydık. Altımızda toprak ayrılmadıkça, tepemizdeki gök yarılmadıkça, ne olursa olsun birbirimizi bulacak ve sevecektik.
Oksitosin. Aşkın hormonu buydu. Moleküler yapısını inceleyebilir, etkilerini gözlemleyebiliriz. Ama bu, size aşkın ne olduğunu göstermez ya da hissettirmezdi.
Kalp hissetmez, beynimizle severiz
Bilmiyordu ki zaten hepsi geçmişti, ama silinmeyecekti.
ölüm bu kadar gerçek ve yakın olmamıştı hiç.
Ortada olan şeylere son noktayı koymak bizi sorumlu yapar mıydı? Gerçekleri gün yüzünü çıkarmak bizi suçlu yapar mıydı? Sorunları çıkaran ve çözümleri reddeden mi daha kabahatliydi yoksa sorunları çıkaranın hatalarını söyleyen mi?
O an, orada, Samanyolu’nun içindeydik. Samanyolu üzerimizde, Samanyolu etrafımızdaydı. Tam o anda biz birer yıldızdık. Carl Sagan’ın dediği gibi DNA’mızdaki nitrojen, dişlerimizdeki kalsiyum, kanımızdaki demir, çöken yıldızlardan yapılmaydı. Biz yıldızlardan yapılmaydık.
Gökyüzünü yıldızlar dolduruyordu. Samanyolu’nun bir kolu tepemizdeydi. Binlerce yıldız, mavi ve mor bir bulut gibi arada ışıldıyordu. Samanyolu kolunun çevresinde de binlerce yıldız, lacivert göğü süslüyordu. Geceyi, gökyüzünü parlak mavi bir ışıkla aydınlatıyorlardı.
İnsanların yeniden insani değerlerini hatırlaması için medeniyetten bu kadar uzakta, soğuk ve yalnızlığın içinde muhtaç kalması gerekiyordu demek ki.
Sanırım ben her zaman bunu yapıyordum; bir yere uyum sağlayamadığımda kaçıp gidiyordum. Sanki kaçmak çözümmüş gibi sanki gittiğim yere uyum sağlayabilecekmişim gibi. Ben buydum; sistemdeki uyumsuz parça. Yeterince uğraşırsam sistemde arıza da çıkarabilirdim belki.
Af, hatıraları silmez,
İnsanlar, kendilerinde olmayan yetenekleri ve bilgiyi dışa vuran birilerini gördüklerinde onu kendini beğenimişlikle suçlarlar. Ama aslında beğenmişliğin içi boştur.
Affedersiniz ama Yok, hayır, hatta kusura bakın siz; terbiye, insanın ezilerek susması değildir. Siz beni aile ve maddiyat durumumla ezerken ben susacak değilim. Ayrıca bir insanın aile ve maddiyat durumu onun ezilmesini gerektirmez,
özürler, eylemleri geri almaz.
ciddileşen düzenli ilişkilerde çıkan sorunlardan biri nedir biliyor musun? çiftler, birbirlerinin birey olduklarını unuturlar, onların kendilerine ait bir hayatları olduğunu unuturlar, birbirlerini bulmadan önce yaşadıkları geçmişe bile karışabileceklerini sanırlar, daha yeni tanıdıkları sevgilileri için yılların arkadaşlıklarını silmelerini beklerler. elbette özgür bireyleriz ama özgürlüğümüz, bir başkasının özgürlüğünü engelleyip kısıtlayana kadardır çünkü buna hakkımız yoktur.
Sessizlik o kadar derinleşti ki, kelimeler kadar sessizlikte ürkütüyor ve acıtıyordu.
Ortada olan şeylere son noktayı koymak bizi sorumlu yapar mıydı? Gerçekleri gün yüzüne çıkarmak bizi suçlu yapar mıydı? Sorunları çıkaran ve çözümleri reddeden mi daha kabahatliydi yoksa sorunları çıkaranın hatalarını söyleyen mi?
insanın, kendini kısıtlayacak kıskanç, sözde dostlara değil; başarılarıyla gurur duyacak gerçek dostlara ihtiyacı vardı.
Yıllardır insanları gözlemliyor ve yargılıyordum. Yargılamak, benim sözlüğümde yalnızca kötü bir anlam içermiyordu; benim için yargılamak, aynı zamanda sorgulamak ve sonuca varmak demekti. Yargılar her zaman kötü olmazdı. Sırf görünüşüne bakarak yargıladığım insanların bazıları hakkında yanılmazdım. İnsanların görünüşleri onlar hakkında pek çok şey anlatırdı. Bu sayede onlarca kez yanlış seçimlerden kurtulmuştum.
Ama bazen görünüşler aldatırdı.
Birini tanımadan yargılamak doğru bir şey değildi ama yine de bunu yapardık, yapardım, yaparım. Bazı şeylere engel olamazdınız, bazı şeyleri değiştiremezdiniz. Yargılar kadar genellemeler de tehlikeliydi. İşte bundan elimden geldiğince kaçınmaya çalışıyordum.
İnsanlar, kendilerinde olmayan yetenekleri ve bilgiyi dışa vuran birilerini gördüklerinde onu kendini beğenmişlikle suçlarlar. Ama aslında kendini beğenmişliğin içi boştur.
Kalbimi parçalayan terk edip gidişin değil, asla geri dönmeyeceğini biliyor olmamdır.
Ölmeyi istiyor olmam ise, cennete gitmeye heves ettiğimden değil, yokluğundan kaçıyor olmamdır.
hepsi birden olmuştu. Frenleri tutmayan bir araç gibi kontrolsüzce ve son sürat çarpmıştı bana.
Bir enkazdım, yaşayan bir enkaz.
Şu an olduğun yere ait olmadığını düşündün mü hiç? Başka bir yerde bulunman gerektiğini, orda olmadığın sürece çok şey kaçırdığını düşündün mü?
DNA’mızdaki nitrojen, dişlerimizdeki kalsiyum, kanımızdaki demir; çöken yıldızlardan yapılmaydı. Biz yıldızlardan yapılmaydık.
Bohem yaşam tarzını çok yanlış anlamış insanlar vardı mesela, ‘bohem’ olduğunu düşündükleri vintage tarzı kıyafetlere tonla para verip pahalı yerlerden yemek yerlerdi. Akımlar, bize sadece görüntü olarak geliyordu bazen
Saldırırken düşünmedim desem yalan olurdu çünkü düşünmek benim lanetimdi. Tekme atarken başımın ne kadar belaya gireceğini düşünüyordum.Yumruk atarken bunun sonunun ne olacağını Dirseğimi geçirirken ve nasıl o konuma gelip de bacaklarımı adamın boynuna sarıp onu yere düşürdüğümde de hâlâ video çekenlerin videolarının ne kadar yayılacağını
Beni buzdan duvarlarının ardına alman uzun sürdü, güzelim,
Benim buzdan duvarlarım yoktu, Teoman. Ben bizzat buzdum. Ve sen bir buza âşık olan sabit bir ateştin.
Yani seni eritebildim mi?
Bence olan bu değildi. Isı paylaşımı yaptık. Ben biraz ısındım, sen biraz soğudun ve ortada bir yerde aynı düzeyde buluştuk.
Tıpkı her konuda ortak yolu bulduğumuz gibi,
Teoman, bana doğru eğildi, elini çeneme koyarak başımı kaldırdı ve beni tam da başlangıç meridyeninin üzerinde öptü.
Gitme, oğlum. O kız seni mutlu edemez, o daha kendini bile mutlu edemiyor!
Biz de birlikte mutsuz oluruz o zaman.
Özürler, eylemleri geri almaz.
O yolculuk bize pek çok şey katti. Belki de bir insanı tanımanın yöntemlerinden biri de buydu. Ama yine de tuhaf hissettiren bir şey vardı; ne olduğunu tam olarak anlamadığım bir şey Sanki hem bir son hem de bir başlangıç içeriyordu. Sanki hem biz, biz değildik hem de hiç olmadığımız kadar kendimizdik. Yeni döneme başlayamayacak kadar çok değişmiş gibiydik. Sanki aradan bir ay değil, yıllar geçmişti. Sanırım haklıydım, bir kaosa sürüklenmiştik. Ve şimdi buyuk patlamanın ardından yeniden düzeni kurma vaktiydi.
O an, orada, Samanyolu’nun içindeydik. Samanyolu üzerimizde, Samanyolu etrafımızdaydı. Tam o an biz birer yıldızdık.
Meğer benmişim kaçıp gitmeye çalıştığım. Benmişim kendimi sürekli bunalım bataklığında boğan. Ama beni yıpratanların, beni bu hale getirenlerin hiç suçları yok muydu?
Bir enkazdım, yaşayan bir enkaz.
Bir şehri terk etmek ne kadar kolaydı Kafanda binlerce düşünce, hissedilen binlerce duygu, beraberinde götürdüğün binlerce olasılık Nasıl da kolaydı bir yerden vazgeçmek, dönüp arkana bakmamak, henüz yaşamadığın onlarca anıya kapıları kapatmak
Eğer bir gün ev hapsi cezası yersem, muhtemelen bunun için teşekkür ederim.
altımızdaki toprak ayrılmadıkça, tepemizdeki gök yarılmadıkça, ne olursa olsun birbirimizi bulacak ve sevecektik.
özürler, eylemleri geri almaz.
O an, orada, Samanyolu’nun içindeydik. Samanyolu üzerimizde, samanyolu etrafımızdaydı. Biz yıldızlardan yapılmaydık.
Eksik olan yapboz parçası yerini bulmuş, resim tamamlanmıştı.
Sen bugüne kadarki en büyük iyikimsin. Seni sevmekten hiçbir zaman pişmanlık duymadım ve bir başkasını daha seni sevdiğim kadar sevemeyeceğimi söylediğimde abartmıyorum. Beni bıraktığını düşündüğümde bile ben seni bırakamadım.
Eğer Ay’a gitseydin oraya da gelirdim, eğer Jupiter’e gitseydin seni orada da bulurdum.
İnsanın kendini kısıtlayacak kıskanç sözde dostlara değil başarıları ile gurur duyacak gerçek dostlara ihtiyacı vardı.
Altımızdaki toprak ayrılmadıkça, tepemizdeki gök yarılmadıkça, ne olursa olsun birbirimizi bulacak ve sevecektik.
Altımızdaki toprak ayrılmadıkça, tepemizdeki gök yarılmadıkça, ne olursa olsun birbirimizi bulacak ve sevecektik.
Öfken bir ok gibi, bir kez yaydan fırladı mı hedefine dümdüz gidecektir. Okun hedefe giderken pişmanlık duyduğunda ya da hedefin vurulmasından sonra yaşanacakları fark ettiğinde artık çok geçtir; oku yolundan saptıramazsın, oktan hızlı koşamazsın. Bu yüzden öfkeni kontrol etmen lazım.
Aramızdaki her şeyin yoğun olması benim suçum değil, güzelim; bizim suçumuz.Bizim muhteşem suçumuz.
Bir Nev şarkısı gibiydim. Meğer benmişim kaçıp gitmeye çalıştığım. Benmişim kendimi sürekli bunalım bataklığında boğan. Ama beni yıpratanların, beni bu hale getirenlerin hiç suçları yok muydu?
Sürprizlerin gereksiz bir risk olduğunu söylerdim ama görüyordum ki bazı riskler almaya değerdi.
İnsan, bazı şeylerin değerini ona sahipken anlayamıyordu. Kaybedince de çok geç oluyordu.
Psikolojisi çökmüştü, hem de onun üzerine.
Af, hatıraları silmez
bir şehri terk etmek ne kadar kolaydı kafanda binlerce düşünce, hissedilen binlerce duygu, beraberinde götürdüğün binlerce olasılık nasıl da kolaydı bir yerden vazgeçmek, dönüp arkana bakmak, henüz yaşamadığın onca anıya kapıları kapatmak

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir