İçeriğe geç

Başka Bir Dünya Savaşı Kitap Alıntıları – Halil Burak Sakal

Halil Burak Sakal kitaplarından Başka Bir Dünya Savaşı kitap alıntıları sizlerle…

Başka Bir Dünya Savaşı Kitap Alıntıları

&“&”

Üçüncü taslakta, Silâhlı SS bünyesindeki Türkistanlı ve Başkurt birlikleri için bayrak ve arma eskizleri görülmektedir. Armaçalışmalarında, “SS” simgesi açık şekilde görülmektedir. Bu nedenle bu çalışmaların Doğu Türk Silâhlı SS Birliklerinin (Osttürkisches Waffenverband der SS) kurulduğu Ekim 1944’ten sonraveya bu civarda yapılmış oldukları tahmin edilebilir.Üstteki ilk çizimde, armanın dış çevresinin üst kısmındaTürk birdir, Türk özgürdür, Türk yücedir (Türk einig, Türk frei,Türk groß)” yazmaktadır. Bu armanın dış çevresinin alt kısmındaise, “Türkistan” ve “Alla(h) biz bilen” ifadeleri okunmaktadır.

Bunun altında yer alan arma çalışmasında armanın dış çevresinin üst kısmında “Doğu Türk Birlikleri (Osttürkisches Korps)”ve bu armanın dış çevresinin alt kısmında ise “Başkurtlar (Baschkirten)” ve yine “Alla(h) biz bilen” ifadeleri yer almaktadır.Dördüncü taslak, ele geçirilen Silâhlı SS arşivlerinde yer alanbir eskizi içermektedir. Bunu çizen kişinin kim olduğu bilinmemekle birlikte, bu çizim diğerlerine göre daha ilginçtir. Buçizimin, savaş sırasında hem komünizme aşina olan, hem deMüslüman olan sabık Türkistanlı sabik Kızıl Ordu askerlerinehitap etmek üzere tasarlandığı düşünülebilir. Zira çizimde KarlMarx ve Friedrich Engels tarafından 1848’de yazılan KomünistParti Manifestosunun (Manifest der kommunistischen Partei) meşhurgiriş sloganı olan “Tüm dünya proleterleri, birleşin” ifadesineatıfta bulunulmakta ve “Bütün dünya Müslümanları birleşiniz!"cümlesi yer almaktadır. Çizimi yapan kişi bir anlamda, Manifesto’daki ifadeyi Müslümanların dikkatini çekmek üzere “düzeltmek” istemiştir.

SS Waffengruppe Nordkaukasien” (Kuzey Kafkasya Silâhlı Grubu): Albay Küçük Ulagay.

Ss Waffengruppe "Armenien” (Ermenistan Silâhlı Grubu): Albay V. Sarkisjan

Alaydaki diğer subaylar şunlardır: SS Yüzbaşısı Akaki Barkalaja; SS Teğmenleri Abdul Ebubekirov, Misost Dzhido, Ramazan Duyakulov, Chaibulla Magomayev, Anatolie Schakmann, Tscherim Soobzokov, Magomed Uschano; SS Asteğmenleri Ahmed Diakyev, İsmail Dscharimov, Georg Kordsachia, Harun-Reşit, Magomayev

Alman Ordusundaki lejyonerlerin yemini
Alman tarafında savaşan yabancı gönüllüler şu şekilde ant içmekteydiler:
Ich schwöre bei Gott diesen heiligen Eid, dass ich im Kampf gegender Bolschewismus dem Obersten Befehlshaber der deutschen Wehrmacht, Adolf Hitler, unbedingten Gehorsam leisten und als tapferer Soldat
bereit sein will, jederzeit für diesen Eid mein Leben einzusetzen.

(Tanrı huzurunda bu kutsal yemin ile Bolşevizm karşısında Alman Ordusunun en yüksek komutanı Adolf Hitler’e kayıtsız şartsızsadakat içinde olacağıma ve cesur bir asker olarak bu yemin için herzaman hayatımı ortaya koymaya hazır olacağıma ant içerim.)

Özellikle Azatlık Radyosu ve benzeri yapılanmalarda önemli roller alan ve komünizm karşıtı mücadelenin önde gelen şahsiyetleri olan sabık lejyonerler, yirminci yüzyıl tarihine geçmişlerdir. Böylece, hayatta kalan lejyonerlerin hikâyesi, yirminci yüzyıl Türkistan tarihinin önemli bir parçası haline gelmiştir.
Süreçte etkili olan bir başka unsur ise dördüncü bölümde kısaca üzerinde durulan, Türkiye’nin Almanya veSovyetler Birliği ile diplomatik ilişkileridir. Türkiye’nin savaş sırasında en azından tarafsızlığını sağlamaya çalışan Hitler, Türkiye ile akrabalık bağları bulunan bölge halklarından kurulu birlikleri, Türkiye ile diplomatik ilişkileri güçlendirmek adına da kullanmıştır. Hitler’in bu sıcak tavrı, Türkiye’den de yanıt bulmuştur. O dönemde Türk basını ve kamuoyu genelinde Almanlara oldukça sempatik yaklaşan büyük bir grubun varlığından bahsetmek mümkündür. Almanya’nın Sovyetler Birliği’ni mağlup ederek Türkistanlı halkları Stalin rejiminden “kurtaracağını” tahmin eden bir grup milliyetçi ve Turancı siyasetçi ve devlet adamının Almanlar nezdindeki girişimleri de göz ardı edilemeyecek öneme sahiptir. Bunların en üst düzeyden sağladıkları temaslar, Türkistanlı savaş esirlerinin kaderi üzerinde belirleyici olmuştur.Ancak her şeye karşın, savaş sonunda Türkiye’nin lejyonerler için en güvenli sığınak olduğunu söylemek deimkân dâhilinde değildir. Zira Almanya’nın savaşı kaybedeceği anlaşılınca, Türk diplomasisi, konjonktür gereğitamamen Almanya karşıtı bir politika izlemek zorundakalacak, hatta kurulması planlanan Birleşmiş Milletlerteşkilatına üye olabilmek için Şubat 1945’te Almanya’yasavaş ilan edecektir. Bunun bir yansıması olarak, savaşınkaderinin belirlendiği yıl olan 1944’ten itibaren Türkiye’de Almanya’nın etkisinde kaldığı düşünülen Türkçü Turancı aydınlar takibata uğramış veya tutuklanmıştır. Busiyasî ortamda savaştan bir şekilde kurtulmayı başarmış lejyonerlerin barınabilecekleri en ideal yerin Türkiye olmadığı açıktır.
…Türkistanlılar cephenin Alman tarafında, Sovyet tarafındakinden daha eşitlikçi bir muamele ile karşılaşmamışlardır. Burada da siyasi ve ideolojik unsurların sürece etki ettiğini söylemek yanlış olmaz. Ancak bu unsurlar, Alman tarafına “gönüllü” asker kazandırma değil, kaybettirme açısından işlemiştir.
Stalin rejiminin “büyük tasfiyeler” sırasında tek ve birleşik Türkistan fikrini savunan aydınları tasfiye etmesinin Türkistanlı savaş esirlerinin Alman tarafina geçmesi sürecine birtakım olumsuz etkilerinin olduğu muhakkaktır. Birincisi, rejimin yarattığı terör ortamı,Türkistan aydınlarını baskı altında tutmaya devam etmişve onlar arasında Türkistan milliyetçiliğinin gelişimini bir ölçüde sekteye uğratmıştır. İkincisi, Sovyetler Birliği tarafından Türkistan’ın parçalara ayrılarak ayrı ayrı Özbek,Kazak, Türkmen milliyetçiliklerinin desteklenmesi, amacina ulaşmış görünmektedir. Kazaklar ile Özbeklerin ayrı hizipler oluşturmaları örneğinde görüldüğü gibi, İkinci Dünya Savaşı’nın zor koşulları altında bile Merkezî Asya halklarının muhalefetine öncülük eden hareketler tek bir çatı altında toplanamamıştır.Hatta şunu söylemek mümkündür ki, Stalinist milliyetler politikasının bir başarısı olan Kazak-Özbek kutuplaşması Alman üniforması giyen Türkistanlılar arasında savaş şartlarının en ağır olduğu dönemlerde dahi baş göstermiştir. Haris Kanatbay ile Veli Kayyum Han arasındaki bu mücadele sadece savaş yılları ile sınırlı kalmamış, savaş sonrası dönemde, yani Soğuk Savaş döneminde devam etmiştir.
…Mustafa Çokay’ın Nazilerle birlikte çalışmak için oldukça isteksiz davranmasından da anlaşılacağı üzere, o sıralarda hariçteki Türkistan mücadelesini sürdürenlerin milli demokratik duruşları, onları Naziler ile açıktan ve doğudan bir işbirliğine girmekten alıkoymaktaydı. Sovyetler Birliği’nden kaçmadan önce, ülke içinde baskı ve devlet terörü ile karşı karşıya kalmış oldukları ortadaydı, ancak nihayetinde Almanya da dünyanın en demokratik ülkesi sayılmazdı.
Türkistanlıların Alman saflarında Sovyetler’e karşı savaşmaları tarihe, özellikle de 1991’den sonra yazılan bağımsız Türk cumhuriyetlerinin tarihine,önemli bir not olarak düşülmüştür. Çünkü yirminci yüzvilin ilk çeyreğinde, özgürlük ve bağımsızlık için atılan ilkadım olan Hokand Muhtariyeti, Alaş Orda Muhtariyeti,Buhara Halk Cumhuriyeti teşebbüslerinin ardından, aynı asrın içinde millî bağımsızlık yolunda atılan ikinci önemli adım, bu mücadele olmuştur. Yani Alman Ordusu ve Silâhlı SS saflarında savaşan Türkistanlılar, Basmacı hareketinin mirasını taşırcasına, biraz da destansı bir şekilde, bu mücadeleyi devam ettirmişlerdir. Bu askerlerden aslında pek azı aydın sınıfına girebilecek bir geçmişten gelmekteydiler, ancak ilerideki süreç onlar arasında Batı’da kalmayı başarabilenlerin önemli bir kısmını, yani “hariçte Türkistan mücadelesini” yürütenleri, “Türkistan aydınlari” olarak tarihe geçirecektir.
Çok küçük bir azınlık ise Almanya, İngiltere, Türkiye veya ABD’de yeni hayatlar kurabildi. Bu son grup Soğuk Savaş yılları boyunca yukarıda söz edildiği üzere, Ahat Andican’ın tabiri ile “hariçte Türkistan mücadelesini” yürüten gruptur.Bunlar arasında ilk anda, efsanevi kişilikler olan Veli Kayyum Han’ı, Haris Kanatbay’ı, Ruzi Nazar’ı, İsakcan Narzikul’u, Baymirza Hayit’i sayabiliriz…
Cephede Alman silâhları ile öldürülmekten kurtulduktan sonra, Alman savaş esiri kamplarında açlık kötü muamele ve salgın hastalıklarla mücadele etmek zorunda kalmışlardır. Hiçbir yardım alamayacaklarını bilen savaş esirleri, ilk günlerde Almanlar için çalışarak veya kurulan küçük çaplı kolluk kuvvetlerinde gönüllü” olatak, esaretten bir şekilde kurtulmaya çalışmışlardır.Bu süreç içinde Türkistanlı savaş esirlerinden Almanca öğrenenlerin sayısı azımsanmayacak kadardır. Almanca, bir anlamda, esaretten kurtulmanın bir anahtarı olmustur. Ancak her şeye rağmen Almancanın yanında Almandüşünce sistemine de hâkim olmak gerekmiştir. İşte bukademede, Türkistanlı savaş esirleri içinde Millî Türkistan Birlik Komitesi ve diaspora Türkistanlıları ile irtibat kuranların hayatları değişmiştir. Onların çoğu, savaşın sonunda Batı’da kalmayı başaranlar olmuştur. Aynı zamandabunlar, Turkistancılık ve Türkçülüğün yılmaz savunucuları olarak Soğuk Savaş yıllarına da damgalarını vuracaklardı.
Alman tarafında savaşan Türkistanlı sabık Kızıl Ordu askerleri, İkinci Dünya Savaşı’nın farklı dönemleri esnasında çeşitli aşamalardan geçmiş ve bu aşamalarda bir diğerinden tamamen farklı durumlarla karşılaşmışlardır.Şunu belirtmek gerekir ki, Türkistanlıların bu aşamaların tamamında Sovyet Hükûmetine muhalefet veya Rus karşıtlığı içinde olduklarını, hatta bunlar ile güdülendiklerini iddia etmek doğru değildir. Çünkü “anti-Bolşevizm” veya“millî mücadele” sloganları, Türkistanlıların saf değiştirmesinde çoğu zaman ikincil önem arz etmiştir. Birçok örnekte, Türkistanlı askerlerin Alman üniformasını giydikten sonra bu sloganları ilk defa duyduklarını ve Türkçülük, Türkistan birliği gibi fikirlere ilk kez Alman Ordusunda aşina olduklarını iddia etmek çok da yanlış olmaz.Nitekim kamplardaki ideolojik formasyon derslerinin yansıra, Millî Türkistan Birlik Komitesi’nin çalışmaları ve neşriyatı da savaş esiri Türkistanlıları milliyetçilik temelinde bilinçlendirmeye yöneliktir. Çünkü eğer tüm Türkistanlılar bilinçli şekilde, millî bağımsızlık ve Bolşevizm karşıtlığı gibi idealler uğruna, Sovyet devletince vatan haini” olarak damgalanmayı da göze alarak, Alman saflarına geçmiş olsalardı, bu türden eğitim ve diğer faaliyete gerek kalmazdı. Türkistanlıların savaş esnasında geçtikleri aşamalar, dört ana başlık ile özetlenebilir.
Millî Türkistan Birlik Komitesi ve Veli Kayyum Han liderliğindeki örgütlenme, muhaceretteki ve savaş esiri Türkistanlılar arasında ortak kimlik, ortak kültür, ortak dil ve edebiyat ile ortak tarih gibi fikirlerin oluşmasını ve gelişmesini sağlamıştır. Türkistanlılar arasındaki bu birlik duygusu,“kadim düşman olarak görülen Rusların, Almanların desteğiyle oluşturduğu Rusya Halkları Kurtuluş Komitesine muhalefet sürecinde biraz daha güçlenmiştir.Türkistan tarihinde önemli yer tutan İkinci Dünya Savaşı ve Türkistan Lejyonu özelinde değerlendirilecek olursa, bu süreçte gösterilen çabalar sayesinde, o dönemde bir arada bulunan Türkistanlıların belki bugün bile mümkün olmayan bir “Türkistan birliği” literatürüne ve duygusuna sahip oldukları söylenebilir.
Derginin ilk sayısı, Müslümanların Kurban Bayramı kutlanarak başlamaktaydı. Emin el Hüseynî, bu yayında tüm Müslümanları “âdil olan” için savaşmaya çağırıyordu. Redaktör ise “Doğu Türkleri”ni Türkistan tam bağımsızlığını kazanana kadar Bolşevizm ile mücadeleye davet ediyordu. Derginin başlığı, sol üstte bir bozkurt başı ile sağ üstte bir ay-yıldız temsili arasında yer alıyordu. Yayınlarda kullanılacak edebiyat dili, uzun süre çözüme kavuşturulamayan bir sorun halini almıştır. Anlaşıldığı üzere, Almanlar bu konuyla ilgilenmek üzere bir “Dil Komisyonu” kurulmasını teklif ettiler. Bu teklif, Veli Kayyum Han tarafından da kabul edildi. Kayyum Han, Kazak Tinışbek, Özbek Şirmat ve Türkmen Annayar’ı kurulacak bu komisyon için önerdi. Sonuçta kurulan Dil Komisyonu, SS Merkez Daire talimatı ile şu kişilerden oluşacaktır:
Tatar Urasay (Başkan), Türkmen Kurban, Kırım Tatar Karabaş, Azerbaycanlı Mahmedov, Kazak Tınışbek ve Özbek Şirmat. Kayyum Han’ın önerisi ile Komisyon Başkanı olan Urasay, sürekli Dr. Johannes Benzing ile irtibat halinde olacaktı. Benzing, Türkistan Çalışma Grubu, Linguistik.Bölümünün de başında yer alıyordu. Komisyon, 31 Ekim ve 9 Aralık 1944’te yapılan ikitoplantıda Alman yetkililerle Türkistan gazetelerinde kullanılacak olan alfabe ve dil konusunu müzakere etti. Millî Türkistan Birlik Komitesi’nden temsilciler de bu toplanularda alfabe ve dil konusundaki fikirlerini dile getirme fırsatı buldular. Toplantıların birinde Dr. Benzing’in raporu tartışıldı. Bu raporda yazılanlara göre, Türk Birliği dergisinde Latin alfabesi kullanılması daha uygun olacaktı.Toplantıdaki katılımcıların tamamı, bu rapor doğrultusunda, yayınlarda Latin alfabesinin ve Türkistanca" dilinin kullanılması konusunda hemfikir kaldılar. Ancak yine de Türk Birliği’nin bilhassa Türkistanlı olmayan redaktörleri bu dil ve alfabenin anlaşılmasının güç olduğunu savunmuşlardır.
Almanların israrı, hatta baskıları sonucu Millî Türkistan Birlik Komitesi, KONR iletemas kurmuştur. Nisan 1945’te Kayyum Han KONR’den.beş Türkistanlıyla buluşup orada onlarla birlikte bir Türkistan Şurası (Turkestanische Rat) oluşturacaktır. Savaşın bitimiyle birlikte İngilizler tarafından gözaltına alınan Veli Kayyum Han, daha sonraki yıllarda Millî Türkistan Birlik Komitesi’ni yeniden kurmuş ve Millî Türkistan dergisini, üstelik birden fazla dilde yeniden yayımlamaya başlamıştır. Türkistanlıların diğer siyasî örgütüse, başında Haris Kanatbay’ın bulunduğu Türkistan Millî Kurtuluş Komitesi olmuştur. Kanatbay, Veli Kayyum Han’la Millî Türkistan Birlik Komitesi’nin rakibi olarak siyasî hayatını sürdürmüştür.
Türkistanlı şair Çolpan’a ait “Güzel Fergana adlı şiir, “Güzel Türkistan” adı ile Türkistan’ın tamamına uyarlanarak Kurultay’ın başlangıcında delegeler tarafından okunmuştur. Lejyonerlerin isteği doğrultusunda, “Güzel Türkistan” şiiri, Türkistan’ın millî marşı olarak kabuledilmiştir.
Hitler, Veli Kayyum Han’a telgraf çekerek Kurultay’a
bir kutlama mesajı göndermiştir. Kurultay, bir kurucu meclis gibi çalışmış ve siyasi iradesini bağımsız bir Türkistan kurma yönünde göstermiştir.
Alman bürokrat ve diplomatlar tarafından bu dereceönemsenen Kayyum Han’ın Millî Türkistan Birlik Komitesi başkanlığı Almanya’da 5 Ekim 1943’te millî temsilcilikler konusunda toplanan bir konferansta bir kere daha onaylanacaktır. Veli Kayyum Han’ın vekili ise Baymirza Hayit olacaktır.
Veli Kayyum Han tarafından Millî Türkistan Birlik Komitesi kurulduğunda, bu örgüt Özbek, Kazak, Kırgız savaş esirlerinden müteşekkil durumdadır. Bir süre sonra ise Komitede etnisiteye bağlı hizipleşmeler olacaktır. Zira kendisi bir Özbek olan Veli Kayyum Han, Komitenin önemli yönetim kademelerine Özbekleri getirmekte bir sakınca görmemiştir. Bu durum, Kırgız ve Kazakların tepkisini çekecek, bunlardan bazıları kendi millî komitelerini kurmak isteyeceklerdir. Sonuç olarak, bir Kazak olan Haris Kanatbay, Veli Kayyum Han’ın en önemli ve en faal rakibi olarak ortaya çıkacaktır. Kayyum Han’ın bir başkasiyasî rakibi ise Türk Birliği dergisinin Türkistan nüshası editörü olan Umari’dir. Veli Kayyum Han’a muhalefet, SS tarafından da desteklenmiştir. Ocak 1944’te Dresden’de SS inisiyatifi ile Sovyetler Birliği halklarının meseleleri üzerine araştırma yapmak için kurulan “Türkistan Çalışma Grubu’nda Veli Kayyum Han’a cephe almış birçok Türkistanlı isim de yeralmıştır. Kurulan bu yapının başına SS Merkez Daire Başkanı Gottlob Berger tarafından Reiner Olzscha getirilmiştir. Millî Türkistan Birlik Komitesi’nin aşırı Rus karşıtıtutumu Almanlar tarafından Sovyetler Birliği’nin diğermilletlerine örnek gösterilebilecek türdendi. Bu durum,Millî Türkistan Birlik Komitesi’nin Almanların gözünde ayrıcalıklı bir yere sahip olmasına katkıda bulunmuştur.
Kavkaz, Haydar Bammat tarafından Fransa’da 1934-1939 yılları arasında yayımlanmıştır. Bammat bunun dışında iki dergi daha yayımlamıştır. Yayınlarını Türkçe, Fransızca, Rusça dâhil yedi dilde yapanBammat, dönemin Kuzey Kafkasya bağımsızlık hareketi mensuplarınıda bu dergilerin bünyesinde toplamıştır.
Müsavat Partisi, 1911 yılında, o sırada İstanbul’da sürgünde bulunan Mehmed Emin Resulzade’nin çabaları sonucu, amcasının oğlu Muhammed Ali Resuzade, Abbaskulu Kırımzade ve Tağı Nağıoğlu tarafından Bakü’de kurulmuştur. Azerbaycan’da Sovyet iktidarının kurulduğu 1920’li yılların başından itibaren Sovyetler Birliği dağılana kadar muhacerette faaliyet gösteren Müsavat”ın amacı, Azerbaycan’ı Bolşevik işgalinden kurtararak bağımsızlığına kavuşturmak olmuştur.Parti halen Azerbaycan’da aktif siyasetin içindedir.
Alman Dışişleri Bakanlığı, Sovyetler Birliği’nden kaçarak Avrupa’da yaşayan mülteci liderlerle işbirliği yapmak maksadıyla 28 Haziran 1941’de Georg Grosskopf başkanlığında bir “Rusya Komitesi” kurmuştur. Komitenin diğer üyeleri Friedrich Werner von der Schulenburg, Otto Bräutigam ve Werner Otto von Hentig gibi önemli diplomatlardır. Bu komitenin çalışmaları ile Alman Dışişleri,ülke dışında çeşitli çevrelerde destek arayışına girmiştir.Hatta bu arayışlar Türkiye’ye kadar uzanacaktır. Komite, Türk generaller Erden ve Erkilet’in Almanya’ya davet edilmesinde etkili olacaktır. Alman Dışişleri Bakanlığının o dönemdeki Kafkasya,Türkistan ve Türkiye politikalarını belirlemek açısından,Berlin’deki Adlon Oteli’nde 1942 yılı Nisan sonunda toplanan bir konferans önemli olmuştur. Gerçekleştirildiğiotelin adı dolayısıyla Adloniade olarak anılan konferans
Alman Dışişleri Bakanlığı adına eski Moskova Büyükelçisi Graf von der Schulenburg tarafından organize edilmiştir.Konferansa Sovyetler Birliği, Fransa, Balkanlar, İtalya, İsviçre ve Türkiye’den Sovyet rejimine muhalefetin muhaceretteki önemli temsilcileri davetlidir. Türk davetlilerle diğer Müslüman milletlerin temsilcilerinin çoğunun seçiminde, Almanya’nın Ankara Büyükelçisi Von Papen ile Enver Paşa’nın kardeşi Nuri Killigil’in ortak çalışmalarinin önemli tesiri olmuştu.
Adlon’daki konferansın önemli katılımcıları olmuştur.Azerbaycanlı Müsavat Partisi lideri Mehmet Emin Resulzade, yine Müsavat mensubu ve Prométhée dergisinin Kuzey Kafkasya muhabiri Mir Yakup Mehtiyev, Resulzade ile rekabeti bilinen eski bakan Halil Has Mehmet davetliler arasındadır. Said Şamil ile Kavkaz dergisinin kurucusu Haydar Bammat ve Alihan Kantemir, Kuzey Kafkasya bölgesini temsilen konferansa katılmışlardır. Ayrıca Gürcü muhacir liderler de Adlon Oteli’nde hazır bulunmuşlardır.
Kırım’dan kimse resmî olarak konferansa davet edilmemiştir.Türkiye’deki Kırımlı muhacirler, Almanların Sovyetler Birliği üzerine saldırması ile birlikte ülkelerinin bağımsızlığına kavuşacağı umuduna kapılmışlardır. Bu nedenle onlar da konferansta bulunmayı arzu etmektedirler. Zamanın Kırım bağımsızlık hareketinin Türkiye’deki lideri Cafer Seydahmet Kırımer, iki yakın arkadaşı olan Edige Kırımal ve Müstecib Ülküsal’ı Berlin’e gitmek konusunda teşvik edecektir. Bunun üzerine 2 Aralık 1941’de Berlin’e varan Kırımal ve Ülküsal, ertesi gün Alman Dışişleri Bakanlığında çalışan İdris Alimcan ile görüşmüştür.
Türkistan Lejyonu’na ait rozetin ilk versiyonunda, lejyonerlerin de istekleri dikkate alınarak Özbekistan’daki Şah-ı Zinde Türbesi ile “Alla(h) Biz Bilen” veTurkistan” yazıları konmuştu. Yine bu rozetin bir başka çeşidinde ise Şah-ı Zinde Türbesi ilebirlikte “Tanri Biz Menen!” ve “Turkistan” yazıyordu. Dolayısıyla rozetler için yapılan planların zaman içinde değiştiği ve birden fazla rozet uygulaması olduğu için tüm lejyonerlerin tek tip üniforma giyemedikleri bilinmektedir.Ayrıca Almanlar, lejyoner subaylarını Alman harp okullarında eğitmeyi planlamışlardı. Bu planın da uygulaması farklı olmuştur. Dresden’de bulunan Harp Okulundan yalnızca Dağlılar Özel Kuvvetleri birliğinden Kafkasyalı beş subay mezun olmuştur. Böyle bir çabaya daha sonraki aşamalarda ise rastlanmamıştır.
Savaşın sonlarına doğru daolsa, 26 Kasım 1944’te Dresden’de bir din eğitimi okulu açılmıştır. Mehmet Emin Resulzade, Profesör Von Mende ile görüştükten sonra, din okulunda çalışmak üzere Viyana’dan Dresden’e gelmeye karar vermiştir. Almanlar, kurdukları lejyon birliklerinin personelinin tamamen Türkistanlılar gibi tek bir milletten oluşmasını istememişlerdir. Alman Ordusu tarafından yayımlanan talimatlara göre, Doğu Birliklerindeki personel, en az yüzde7, en fazla yüzde 20 oranında Alman askerlerden oluşmak zorundadır. Uygulamada ise bu oranın en fazla yüzde 15’e çıktığı görülmüştür.
Patrick von zur Mühlen’e göre, 1.000 kadar Türkistanli, Sovyetler Birliği’ne teslim edilmekten bir şekilde kurtulmuştur. Ancak diğer taraftan, teslim edilmekten kurtu.lanlardan veya teslim edilmeyenlerden bazıları da gönüllüolarak Sovyetler Birliği’ne dönme kararı almıştır. Müttefiklerin elinde bulunan Sovyet vatandaşlarınınbüyük çoğunluğu, bir şekilde, 1945’te Sovyetler Birliğiyetkililerine teslim edilmiştir. Az sayıda Sovyet vatandaşıise 1946’da teslim edilecektir.Savaşın sonu geldiğinde,çok az sayıda lejyoner ve “gönüllü”, ölmekten ve SovyetlerBirliği’ne teslim edilmekten kurtulma şansını bulabilmiştir. Bu şansı bulanlar, Almanya ve Batı Avrupa’daki diğerülkelere kaçacak, saklanarak veya kendilerini Türkiye gibi ülkelerin vatandaşları olarak tanıtarak muhacir hayatı sürecektir.Türkiye’ye ve ABD’ye iltica etmeyen ve savaşın sonunda Alman tarafında kalan sabık Sovyetler Birliği vatandaşlarının birçoğu Almanya’da kalacaktır. Bunlar, Almanya’da bulunan Limburg ve Mittenwald gibi şehirlerdeki kamplarda toplanacak, bir süre sonra ise Münih’e yerleştirileceklerdir. Almanya’daki bu muhacirlerce, ilk olarakAlmanya İslam Şurası (Islamische Rat für Deutschland) gibidinî örgütler kurulacaktır. Bu şuranın başında Alimcan İdris, Abdurrahman Avtorhanov ve Edige Kırımal bulunmuştur.Daha sonraki aşamada, 1948-1950 yılları arasında ise Rus olmayan sabik Sovyet vatandaşlarının siyasî örgütlenmeleri ortaya çıkacaktır. Rus ve Ukrain siyasî cemiyetlerinin yanında, bir Kalmuk, iki Gürcü, iki Azerbaycan, iki Ermeni, iki Türkistan, iki Tatar-Başkurt ve üç Kuzey Kafkasya cemiyeti de Almanya’da faaliyeti geçmiştir.
Bu cemiyetler, siyasî görüş ayrılıkları, eski" ve “yeni" muhacirler arasındaki çekişmeler ile siyasî ve malî destekçilerin gibi (ABD ve İngiltere) amaçlarının birbirinin farklılaşması gibi birçok sebepten ötürü birleşme gerçekleşmemiştir.
Alman mağlubiyeti açık şekilde öngörülmeye başlanınca farklı milletlerin komitelerindeki temsilciler, kendi halklarından askerlerin iradeleri dışında Sovyetler Birliği’ne teslim edilmelerini önlemek için çareler aramışlardır. Sovyet Hükûmetinin bakış açısına göre, Sovyet vatandaşı lejyonerler, düşmana esir düşmekle bile vatana ihanet" suçunu işlemiş oluyorlardı. Bu, aynı zamanda Stalin’in savaş kurbanlarına insanca muameleyi düzenleyen Cenevre Sözleşmelerini imzalamayı reddetmesininarkasındayatan mantıktı. Ancak savaşın bitiminde korkulan olacak ve Şubat 1945’te toplanan Yalta KonferansındaMüttefiklerin elinde bulunan tüm Sovyet vatandaşlarınınSovyetler Birliği’ne iadesi karara bağlanacaktır. Alman Ordusu bünyesindeki meşhur 162. Piyade Tümeni de savaşın sonunda Müttefiklere teslim olmak zorunda kalan Türkistan birlikleri arasında yer almıştır. Birlik, Kuzey İtalya’nın Doğu kıyılarında Rimini’de İtalyan partizan kuvvetlerine teslim olacak, ardından da Britanya
Silahlı Kuvvetlerine teslim edilecektir. Tümen Komutanı Heygendorff, Yalta’da Müttefikler ile Stalin arasındavarılan anlaşmadan haberdardır. Sovyet yetkililere teslimedilmenin lejyonerler açısından ne anlama geldiğini tahmin eden Heygendorff, İngiliz yetkililerden lejyonerlerinin Alman askerleri olarak değerlendirilmesini ve Sovyetler Birliği’ne teslim edilmemelerini talep edecektir. Ne var ki, İtalya’da esir alınan lejyonerler, silâhları alınarak gözaltına alınmışlardır. Bunlar, İtalya’nın Modenaşehrinde toplanmış ve Tarent’te Sovyetler Birliği yetkililerine teslim edilmek üzere milliyetlerine göre ayrılmış Bunun üzerine bazı lejyonerler Sovyetler Birliği’neteslim edilmektense intihar etmeyi tercih etmişlerdir.Bazıları ise kaçma teşebbüsünde bulunacaktır. Bir imamve bazı askerlerin kendilerini yaktığı bile iddia edilmektedir. Trenlerle yapılan nakliyatlar sırasında bazı lejyonerlerkendilerini vagonlardan aşağıya atmışlardır. Odesa’da bazıTürkistanlı lejyonerlerin kendilerini nakliye gemilerindendenize bıraktıkları kayıtlara geçmiştir. Carnier’in iddiasına göre, savaşın bitiminde DoğuTürk Silâhlı SS Birliği, Kuzey İtalya’da bulunmaktadır. 125Birliğin bazı askerleri İsviçre sınırına doğru kaçarak bu ülkeye sığınmaya çalışmışlardır. İtalyan Ordusu ve Alman SS birlikleri ise kaçan askerlerin yolunu kesmek üzere harekete geçecek, bu birlikler ile kaçan askerler arasında çatışma yaşanacaktır. Çatışmadan sağ çıkmayı başaran “kaçak” asker, daha sonra yakalanarak öldürülecektir.
Savaşın sonunda, Kafkasyalı Silâhlı SS Birliği’nin Avusturya’daki Klagenfurt Talim Merkezinde bulunduğu bilinmektedir. Almanlar, Doğu Türk Silâhlı SS Birliği’ne “Timur”, Kafkasyalı Silâhlı SS Birliği’ne ise “Şamil (Schamil)kod adını eklemeyi planlamışlardır. Ancak bunun fiilen gerçekleşip gerçekleşmediği bilinmemektedir.
Ne var ki partizanlar, kendi taraflarına geçen Gulam Alimov’u öldürmüşlerdir. Bunun ardından, onunla birlikte partizan kuvvetleritarafına geçen askerlerden birçoğu Silâhlı SS tarafına geri dönmüştür.
Billig ile ilgili resmî belgelere dayanılarak anlatılan bir olay ise, kendisinin karakteri ile ilgili bazı ipuçları vermektedir: 24 Mart 1944’te SS Astsubayı Azerbaycanlı Agayev ile Billig arasında bir tartışma yaşanmıştır. Agayev, birlikten naklini talep etmiştir. Billig ise emre itaatsizlik” gerekçesiyle Agayev’i kurşuna dizdirmiştir.
Birlikteki Türkistanlılar bu olaya sert tepki gösterince Billig, dört gün sonra 78 gönüllüyü daha olası bir isyanı önlemek maksadıyla kurşuna dizdirecektir.Bu olayın ardından, Aslankulov isimli bir SS Astsubayının önderliğinde, 26 Mart 1944 tarihinde 48 kişilik birtakım Alaydan kaçmış ve partizan kuvvetleri tarafına geçmiştir.
Fergana Vadisi doğumlu bir Özbek olan Gulam Alimov, Kızıl Ordu’daastsubay iken, kendi isteği ile Alman tarafına geçmiştir. Gulam Alimov, Almanlar tarafından birçok madalya ile ödüllendirilmiştir. Alimov, Himmler tarafından verilen, Türkistan Lejyonu birliklerinin Vlasov Ordusu bünyesine girmesi emrine karşı çıkmıştır
Ruzi Nazar’ın Gulam Alimov ile yaptığı görüşmede Gulam Alimov’unifadeleri. Gulam Alimov, Mayer-Mader’in planlarına karşı olduğunu veMayer-Mader’in “Türkistanlılar arasındaki birlik ve beraberliği bozmak için çaba sarfettiğini” ifade etmiştir. Bkz: Von zur Mühlen, s. 150.51 Von zur Mühlen, s. 151.

Gulam Alimov, suikasti düzenleyecek olan Süleymanov ve Asan Abdullayev isimli iki suikastçiyi yakalayarak ilk sorgularını kendisinin yaptığını ve mahkemeye teslim ettiğini ifadeetmektedir. Mayer-Mader’in “partizanlarla mücadelede öldüğü” rapor edilmiştir.

Reichssicherheitshauptamt, Himmler’e bağlı bir daire idi. Kuruluş amacı “Almanya içinde ve dışında tüm İmparatorluk düşmanlarına karşı savaşmak” olan daire, SD ve Güvenlik Polisinin (Sicherheitspolizei, Sipo)birleşmesi ile oluşturulmuştur. Yedi Şubeden oluşmaktadır. Bunlardanyukarıda bahsedilen Altıncı Şube, Walter Schellenberg (Heinz Jost’tansonra) tarafından yönetilmiştir. Şubenin görevi, yurtdışı istihbarat hizmeti ile ilgilenmektir.
Kudüs’te 1897 yılında doğan Muhammed Emin el Hüseynî, 1921-1948 yılları arasında Kudüs Müftüsü olarak görev yapmıştır. Hüseyni,12 Aralık 1942’de kurulmuş olan Berlin’deki İslam Merkez Enstitüsünün (Islamisches Zentral-Institut zu Berlin e.V.) başına getirilmiştir.Kendisini Göbbels’e “400 milyon Arap’ın lideri” ve “Yahudi, İngiliz, Bolşevik Düşmanı olarak takdim eden Hüseynî, Alman Dışişleri Bakanlığından
900.000 Reichsmark alıyordu. Beyrut’ta 1948 yılında öldü.
Almanlar Doğu Cephesi’nde geri çekilmeye başladıktan sonra, bazı Türkistanlı subay ve askerler tekrar taraf değiştirerek Kızıl Ordu ve partizanların tarafına geçecektir. Bundan sonraki aşama ise Türkistanlıların Alman siyasetçiler nezdinde zaten zar zor kazandıkları güveni yitirmeleri ve Doğu Cephesi’nden çekilerek Batı Cephesi’ne gönderilmeleridir. İşte bu aşama aynı zamanda hem Türkistan milliyetçilerinin Alman Ordusu nezdindeki milliyetçilik faaliyetlerinin, hem de Almanların Türkistanlılarla birlikte Rusya’yı Bolşevizm boyunduruğundan kurtarma iddialarının çöktüğü aşamadır. Zira Batı Cephesi’nde ne Stalin vardır, ne de Bolşevizm.
Almanların Türkistanlı lejyonerlere yönelik uyguladığı sistematik propaganda ve bu propagandada kullanılan materyal, bu aşamada lejyonerlerin taraf değiştirmesini önlemeye veya asgariye indirmeye yönelik olarak hazırlanmıştır. Bu propaganda dokümanlarından birinde, Alman yetkililer “Almanların düşmanlarının Müslümanları Almanlardan ayırmak için tüm imkânları değerlendirmeye çalıştıklarını” iddia etmişlerdir. Belgeye göre, “yalnızca Almanya’nın savaştan galip çıkması halinde” Asya’daki Müslümanlar bağımsızlıklarına kavuşabilirlerdi.
Alman kuvvetlerinin Kafkasya’da 1943 başlarına kadar işgal ettiği bazı yerlerde yerel halk, Almanları “kurtarıcı” olarak karşılayacak, Alman komutanlara hediyeler sunacak ve onlar şerefine kutlamalar düzenleyecektir.
Almanlar, Kafkasyalı halklardan Alman Ordusu içinde savaşacak lejyonlar kurmuşlar ve bu halkların “milli temsilciliklerini” kurmalarına izin vermişlerdir. Elbette Almanlar aynı siyaseti Türkistan halkları için de izlemişlerdir. Ancak iki bölge arasında Alman siyaseti açısından önemli bir fark vardır: Almanlar, petrol kaynaklarına sahip olan Kafkasya’yı işgal etmek ve bölgeyi kendi kontrolü altina almak istemektedir. Türkistan için ise böyle bir emelleri yoktur.
Güney Kafkasya’nın petrol zengini olması bir yana, Rusya tarihini iyi bilen Alman uzmanlar, Kafkasya halklarının Rus ve Sovyet hükûmetlerine yüzyıllardan beri süren muhalefetinin de farkındaydılar. Tarih boyunca, bazı Kafkas halklarının hem Çarlık orduları, hem de Sovyet orduları karşısındaki direnişi nedeniyle bölgeye Rus hâkimiyeti hiçbir zaman tamamen nüfuz edememiştir.
Varşova ayaklanması, İkinci Dünya Savaşı sırasında Polonya’da ortaya çıkan Leh yer altı direniş hareketi tarafından Polonya’yı Alman işgalinden kurtarmak üzere tertiplenen bir girişimdir. Ağustos 1944 başında başlayan ayaklanma Almanlar tarafından bastırılmıştır.
Baymirza Hayit, kaleme aldığı makalede 16 Nisan 1943’te 798. Türkistan Taburunun karargâhında Veli Kayyum Han ve Lejyon komutanlarının (Hauptmann Ernicke) da hazır bulunduğu bir merasimden bahsetmiştir. Hayit, makalesinde Q. Qolıq, Tacıbay, Xaliakbar B. Oğlı, Marufcan. Abcalul Rustam, Ataxan, Pişpekli Alimbekoğlı isimlerindeki (isimler makalede geçtiği şekilde verilmiştir) lejyonerlerin hatıratını da aktarmıştır. Bkz: Hayit, “Başlığımız Legionçılar Arasıda: Milliy Legion – Milliy häräkätdä,” Millij Türkistan (15 Mayıs 1943, Sayı 19-20), ss. 9-29. 120
Baymirza Hayit’in ve Kasım 1942 ile Nisan 1943’te Kafkasya Cephesi’ne gönderilen başka lejyonerlerin anılarından yola çıkılarak, lejyon birliklerinin gerek partizan kuvvetlerine, gerekse Kızıl Ordu’ya karşı düzenlenen harekâtlarda yer yer aktif rol üstlendikleri sonucuna varılabilir. Muharebeler sırasında bazı lejyonerler ağır şekilde yaralanmış, çok sayıda lejyoner de cephede hayatını kaybetmiştir. Ölenler için lejyon karargâhında, Türkistan Marşı’nın da çalındığı merasimler tertip edilmiştir.
Rosenberg, 8 Mayıs 1942’de Hitler’e “Türkistan Lejyonu için yeni bir flama yapıldığını, flamadan hilâlin çıkartılarak yerine yay ve ok konulduğunu” bildirir. Rosenberg,Gürcüler, Ermeniler, Azerbaycanlılar, Kuban Kazakları ve Kalmuklardan oluşan lejyonlara ait sembol ve flamaları da Hitler’e gösterir. Hitler bu sembol ve flamalarla ilgili taslaklara karşı çıkmayacaktır.
Şark Bakanlığı Türkistan ve Kafkasya Dairesinin başında bulunan
Gerhard von Mende, 1942 başlarından itibaren Sovyetler Birliği vatandaşlarından oluşturulmaya başlayan ilk birlikler ile ilgilenmekle görevli “irtibat daireleri” kurmuştur. İlk kurulan, Türkistan İrtibat Dairesidir. İlerleyen dönemde adı “İdare Dairesi” olarak değişecek olan bu birimin yapısını temel alacak şekilde, Millî Türkistan Birlik Komitesi (Nationalturkestanische Einheitskomitee) kurulmuştur. Başkanı Veli Kayyum Han olan Komitenin resmî kuruluş tarihi, 14 Kasım 1942 olarak geçmektedir
Mayer Mader’in Türkistan ve birçok Türkistan lehçesi hakkında bilgisi vardır. Siyasi duruşu ise genel hatlarıyla Türkistan milliyetçiliğinin lehinedir. Merkezi Asya’nın Sovyetler Birliği’nden ayrılması ve burada yeni bir devlet kurulması gerektiğine inanmaktadır.
Alman Ordusu ve daha sonra Silâhlı SS bünyesinde Sovyetler Birliğivatandaşlarından kurulan lejyonlara Almanlar genel olarak Doğu Lejyonları (Ostlegionen) adını vermişlerdir. Sovyet vatandaşlarından kurulu birlikler ise yine aynı mantıkla Doğu Birlikleri (Osttruppen) olarak adlandırılmıştır.
Muhaсeretteki Sovyetler Birliği vatandaşlarından özel amaçlı birlikler kurulması emrini Alman Askerî İstihbaratı’nın (Abwehr) başkanı Amiral Wilhelm Franz Canaris 1940 yılında imzalamıştır
Siyasî muhalif grupların birçoğu Sovyetler Birliği İçişleri Halk Komiserliği (NKVD) tarafından 1920 ve 1930’larda bertaraf edilmiş olsa da Güney Kafkasya halkları, silâhlı mücadele dâhil, farklı yollarla Rus iktidarına karşı direnişi sürdürmüşlerdir. Bu gruplar, Ermeni Devrimci Federasyonu (veya Daşnaksütyun),
Gürcü Menşevikler ve Azerbaycanlı Musavat Partisidir.
Sovyet vatandaşlarından oluşturulacak diğer “gönüllü” birliklerin neredeyse tamamı ilerleyen aylarda, yani Barbarossa Harekâtından sonra kurulmuştur. Bu durum göz önünde bulundurulduğunda, Barbarossa Harekâti’ndan çok önce oluşturulan Ukrain birliklerinin hikâyesideki sırdaışı bir durumu yansıtmaktadır.
Savaşın başlarında Almanlarla sürdürdükleri yakın işbirliğinin ardından Ukrayna milliyetçileri, Hitler’in Ukrayna planlarının aksine bağımsızlık ve özerklik taleplerinde ısrar edince, Alman istihbaratı ile işbirliği içindeki Ukrain taburları kısa süre sonra ön cepheden alınara
“Koruma Takımı 201” adıyla Mart 1942’de partizanlarla mücadeleye gönderilecektir. Alman Ordusu bünyesindeki Ukrain Lejyonu birlikleri ise Ekim 1942’de resmen dağıtılacaktır
Stalin, İngiltere’nin dünya hâkimiyetinin son bulması gerektiğini, İngiliz askerî gücünün artık zayıfladığını ifade etmiştir. Hitler ise Fransa hakkında, bu ülkenin yıllık askere alım sayısının Almanya’nın çok gerisinde olduğu tespitinde bulunacaktır. Bu nedenle Hitler, Fransa’nın Almanya ile bir savaşa girmeye kalkışması halinde mutlaka işgal edilmesi gerektiğini” söylemiştir. Gündemdeki diğer önemli madde ise Türkiye’dir
Stalin’e göre 1930’ların sonunda uluslararası ortam “1917’deki dünya savaşının arefesine benzemektedir. Stalin’in dış politikası, diğer unsurların yanında “Sovyetler Birliği’nin kapitalist güçlerce düşmanca çevrelendiği” tezine dayanmaktaydı.
Stalin bu tarz cümleleri 1925 yılındaki parti toplantılarında üç defa dile getirmişti. Yeni bir dünya savaşı hakkındaki düşüncelerini 1929 Bunalımı sırasında da tekrarlamıştı. Bkz: Robert C. Tucker, “The Emergence of Stalin’s Foreign Policy,” Slavic Review (Cilt 36, Sayı 4,Aralık 1977), s. 563 ve 568. 13 Tucker, s. 563. 14 Tucker, s. 567. 15 Stephen L. Crane,an Unknown War (Upland: Diane Publishing, 1999)
Berlin’deki İngiliz Büyükelçisi Nevile Henderson, Londra’ya gönderdiği raporunda 8 Ağustos 1939 tarihine kadar Almanların bir numaralı düşman olarak Büyük Britanya ve onun Almanya’yı “diplomatik çevreleme politikası”nı gördüklerini yazıyordu. Ancak Henderson’a göre bu tarihten sonra, Alman dış politikasında bir sapma meydana geldi ve Polonya düşmanlar arasında “ilk sırayı aldı.
13 Kasım 1885 Freising doğumlu Niedermayer, subaydan ziyade entelektüel ve siyasî bir kişiliktir. Birinci Dünya Savaşı sırasında Doğu Cephesinde görevlendirilmiştir. Burada, Afganistan halkını İngiliz sömürgeciliğine karşı kışkırtmaya çalışmıştır. Savaş coğrafyası ve savaş siyaseti uzmanı olan Niedermayer, Berlin’deki Friedrich-WilhelmÜniversitesinde Genel Savunma Çalışmaları Enstitüsü Başkanlığı yapmıştır. Sovyetler Birliği, Yakın Doğu ve Orta Doğu’daki halkların siyasî davranış biçimleri üzerinde ciddi tecrübesi vardı. Rusça, Farsça ve Türkçe biliyordu. Albay rütbesini de muhafaza ederek Münih ve Berlin Üniversitelerinde ders veren Niedermayer, İkinci Dünya Savaşının başlamasıyla birlikte 30 Mayıs1942’de 162. Piyade Tümeninin komutanlığı ile görevlendirilmiştir.Bu Tümen, nizamî bir tümen olmayıp tamamı Türkistanlı savaş esirlerinden kurulmuştur. Little john, Niedermayer’in Müslüman olduğunu iddia etmektedir.
Alman, Katolik ve aristokrat bir ailenin ferdi olarak 1907 yılında doğan Stauffenberg, Hitler’e karşı Alman Ordusunda ortaya çıkan muhalefetin bir parçası olmuştur. 31 Mayıs 1940’ta Alman Kara Kuvvetleri Organizasyon Dairesi İkinci Kısmın başına getirilmiştir. (Unvanı, Al4 Document No. 1517-PS, Avalon Project.5) Burada Doğu Lejyonlarının kurulması ve örgütlenmesi ile ilgili önemli inisiyatif almıştır. Sonraki yıllarda Hitler’e karşı düzenlenen ve Operation Walküre olarak bilinen başarısız suikast girişimine katılacak olan Stauffenberg, bu girişimleri ortaya çıkınca 1944 yılında kurşuna dizilerek idam edilmiştir.
Rosenberg, Hitler ile sabık Kızıl Ordu askerleri olan savaş esirlerinden birlikler kurulması hususunu konuşacaktır. Bu görüşmeden önce Rosenberg, Hitler’e Türkistan birliklerinin kurulması ile ilgili bir rapor sunmuştur. Hitler, raporu incelemiştir. Bugörüşmeden kısa bir süre sonra Alman Silâhlı Kuvvetleri(OKW), 30 Aralık 1941’de bir Türkistanlı, bir Ermeni, bir Gürcü ve bir Müslüman Kafkasyalı lejyonunun kurulmasıiçin resmî talimat verecektir.Rosenberg ile Hitler, konu hakkında yaptıkları fikir alışverişi sırasında, Türk dünyasını etkisi altına alacak bir Turan hareketinin ortaya çıkma ihtimali de değerlendirilir.Rosenberg, Hitler’e olası bir Turan hareketinin kendileri açısından olumsuz bir sonuç dogurabilecegi yönünde görüş bildirir.
Alman Güney Ordular Grubu bünyesindeki 444. Güvenlik Tümeni (Sicherungsdivision 444) sorumluluk bölgesinde yer alan birliklerin kuruluşu ile Binbaşı Mayer-der ilgilenmekteydi.
Üsteğmen Baron von Taube tarafından bu tümenin görev bölgesi olan Zaporijya’y nakledilmelerinin sağlanması planlanmıştı. Burada daha sonraki dönemde, dört“koruma bölüğü” kuvvetinde bir Türkistan Alayı kurulacaktı.
İlk aşamada, Almanlar tarafından yapılan kabaca bir ayrım ile Adigeler, Avarlar, Azerbaycanlılar, Osetler, Başkurtlar, Lezgiler, Inguşlar, Kabardinler, Karaçaylar, Gürcüler ve Dağıstanlılar Kafkasya birliklerine katılacaktı.
Kalmuklar, Moğollar, Tatarlar, Türkler, Özbekler, Kırgızlar, Estonyalılar ve Kazaklar ise Türkistan birliklerine dâhil edilecekti. Alman savaş esiri kampları içinden seçilen 108bu savaş esirleri silâhlandırılacak ve kendilerine Alman Ordusu içindeki 444. Güvenlik Tümeni bünyesinde kurulması planlandığı için Türkistanlılar ve Kafkasyalıların yer aldığı ilk birlikler, bir süre sonra 444. Türkistan Taburu (Turk- Bataillon No. 444) ve 444. Kafkasya Taburu (Kaukasier Bataillon No. 444) adlarıyla anılmaya başlayacaktı.
Dağlılar Özel Kuvvetlerinin ilk görevi, Kafkasya’nın dağlık coğrafyasına paraşütle inerek Krestovy Geçidi gibi bazı “kilit dağ geçitlerini Alman birlikleri ulaşana dek Sovyet Ordusuna karşı savunmaktı.
Almanlar 1942 yılının ilk yarısında, Türkistanlılar ve Kafkasyalı Müslümanlardan Alman Ordusu içinde savaşacak resmî lejyonlar kurmaya başladıktan sonra, cephe geturmuşlardı. Buna bir örnek, Kırım’da kurulan birliktir. Alman Güvenlik Hizmeti’ne (SD) bağlı Hareket Birliği Dlerine karşı savaşmak üzere yerel halktan ve çoğunluğu Tatarlardan oluşan “gönüllü” birlikler.oluşturdu. Bu birlikler, ilk aşamada nefs-i müdafaa bölükleri (Selbstschutzkompanien) olarak örgütlenmişlerdi. Kasım 1942 sonuitibariyle ise sekiz müdafaa taburu (Schutzmannschaftbattalions) oluşturuldu.
Mayer Mader’in Türkistan ve birçok Türkistan lehçesi hakkında bilgisi vardır. Siyasi duruşu ise genel hatlarıyla Türkistan milliyetçiliğinin lehinedir. Merkezi Asya’nın Sovyetler Birliği’nden ayrılması ve burada yeni bir devlet kurulması gerektiğine inanmaktadır. Mustafa Çokay Aralık 1941’de merkezlerinden birisi olmuştu.
Kazaçilerin çete savaşlarındaki geleneksel başarılarının yanında, Rus İç Savaşı sırasında Bolşevik kuvvetlerine karşi en sert direnişi gösteren topluluklardan olmaları, Almanlar tarafından dikkate alınmaktaydı. Alman Ordusu Kazaçilerin yoğun olarak yaşadığı Doğu Ukrayna ve Kuzey Kafkasya’daki Don ve Terek bölgelerine ulaştığında, Kazaçilerden kurulu bazı Kızıl Ordu Birlikleri, Alman Ordusu saflarına geçecektir. Bu tarz taraf değiştirmeye verilebilecek örnek, Binbaşı İvan Kononov’un birliğinin 22 Ağustos 1941’de neredeyse tüm personeli ile Alman tarafına geçerek Alman Merkez Ordular Grubu bünyesinde 600. Kazaçi Kazaçilerin Bolşevik rejimine karşı olan bu muhalefetleri, Almanların ele geçirdiği savaş esiri Kazaçilerden birlikler kurulmasının, dolayısıyla “Doğu Lejyonlarının önünü açacaktır.
Ebenrode’yi ziyareti sırasında Veli Kayyum Han savaş esirlerine içlerinde üniversite mezunu olup olmadığını sormuştu. Buradayaklaşık bir düzine savaş esiri el kaldırmıştı. Bunlara yeni kıyafetlerverilerek Luckenwalde yakınlarında bir kampa nakilleri sağlandı. Bukamp yeni inşa edilmişti. Savaş esirleri müstakil yataklara ve mobilyalara sahip olmuşlardı.
İlk gönüllü taburları kurulduğunda Ruzi Nazar Ukrayna’da bulunuyordu. Hatta Proskurov’daki lejyon’un komutanlığına verilmeden önce Nazar, Ukrayna’daki bu gönüllü birliğinin komutanı idi. Nazar’ın ifadelerine gore, bu “yardım taburu” temel olarak Ukrainlerden kurulmuştu. Bkz: Luiza İskenderi,Türkistan Legionları: Tarihing Ukilmagan Varakları (Vagant-Profit Neşrieti, 2007), s. 25.34
Isakcan Narzikul Özbekistan’ın Jizzak şehrinde 1923’te doğmuştur. Rus okullarında eğitim gören Narzikul, Haziran 1941’de Taşkent Askerî Akademisinden mezun olmuştur. Baltık askerî bölgesinde görevlendirilmiş ve mezuniyetinin hemen ardından Riga’ya gönderilmiştir. Alman Ordusunun ilk taarruzlarından birinde Kızıl Ordu karargâhından herhangi bir destek alamadan ve burayla bağlantısı kesilmiş şekilde, yaralı olarak Almanların eline geçmiştir.Hatıratı için, bkz: Crane, ss. ix-71.21 30
Savaş esirleri Avrupa’da kamplardaki çalışma esnasında Avrupa’yı görme fırsatını buldular. Bir Alman tarlasında çalışan Türkistanlı savaş esiri İsakcan Narzikul’un aktardığına göre, Almanya’daki hayat şartları Sovyet vatandaşlarının hayal ettiğinden çok“ daha iyiydi. Narzikul, esareti sırasındaki çalışma sayesinde Avrupa hakkında fikrini değiştirmeye fırsat bulabilen az sayıda Sovyet vatandaşından biriolmuştur. Narzikul gibi Alman Ordusunda fiziki emekle çalışanilk Sovyet vatandaşları, “gönüllüler (Hilfswillige, kısaca Hiwis)” olarak adlandırıldılar. Gönüllüler orduda aşçı,şoför, sıhhiye eri gibi görevler alıyorlardı. Bunlar ilk zamanlarda kendi Kızıl Ordu üniformalarını giyiyorlardı. Almanlar, “gönüllülerin” bu üniformaları üzerine ayırt edilebilmelerini sağlayan bir işaret iliştirmişlerdi. İlerleyentarihlerde ise gönüllüler, Alman Ordusu üniformalarınıgiymeye başlayacaklardır. Bu üniformalar, Alman askerîüniformalarından yalnızca üzerlerindeki “Alman Ordusunun hizmetinde” yazılı armalar ile ayrılabilmekteydi.
Barbarossa Harekâtı ile gelişecek olan katılımlarla genişleyen bu özel amaçlı birlikler, Kasım 1942’de cephede Sovyet Ordusuna karşı ön saflarda savaşmıştır. Özel amaçlı birliklerden bir diğeri, Paris merkezli istihbarat okulunda eğitilerek Doğu Cephesi’ne gönderilen Gürcülerden oluşmaktadır. “Tamara adındaki bu özel amaçlı birlik, Alman istihbaratının 29 Haziran 1941 tarihli talimatları ile kurulacak ve Gürcistan’a küçük gruplar halinde girerek halkı Bolşevik rejimine karşı ayaklanmaya teşvik etmekle görevlendirilecektir. Yukarıda örnekleri sayılan ve Kafkasyalı halklardan oluşan özel eğitimli birçok birlik, Barbarossa Harekâtı sırasında kurulacak olan Sonderverband Bergmann ile işbirliği içinde Kızıl Ordu’nun cephe gerisinde, başarıyla sonuçlanan ve sonuçlanmayan birçok keşif ve sabotaj operasyonunda görev alacaktır.
Almanlar, Ermenilere Nahçivan, Karabağ, Kars gibi şehirlerin kendilerine verileceğini vaat etmekteydi. Barbarossa Harekâtı başlamadan hemen önce, Binbaşı Wilhelm Braun komutasında Polonya’da Alman Silahlı Kuvvetleri İstihbarat Örgütü içindeki Yurtdışı/İstihbarat Hizmetleri Dairesine bağlı Birinci Kısım tarafından Kuzey ve Güney Kafkasyalı Sovyetler Birliği muhacirlerininde bünyesinde görev aldığı Walli I adında özel bir birlik kuruldu.
Ukrayna Mlliyetçileri Örgütü:
1929 yılında Polonya’da Ukrayna’nın Rusya ve Polonya tarafından işgal edilmesine karşı çıkmak maksadıyla kurulmuştur.Örgüt, Krakow’daki10 Şubat 1940 tarihli ikinci kongresinin ardından iki hizbe ayrılmıştır. Daha radikal olan grubun lideri Stepan Bandera, diğer grubun lideri ise Andrij Melnik idi.
Veli Kayyum Han, Alman SD birliklerinin binlerce Türkistanlı savaş esirini Asyalı görünümlerinden ötürü öldürdüklerine şahit olmuştu. İlerleyen bölümlerde daha detaylı inceleneceği üzere, Veli Kayyum Han ve savaş esirlerikomisyonlarının yoğun çabalarının da etkisiyle Türkistanli savaş esirlerinin durumları daha iyiye gidecektir. Rus, Ukrain ve Belaruslardan ayrıldıktan sonra, bazı Türkistanli esirler çikolata ve sigara almaya başlamışlar, ekmek ve su ihtiyaçlarını daha kolay karşılamışlardır. Ayrıca banyo yapmalarına izin verildiği gibi, kendilerine yeni üniformalar da verilmiştir.
Barbarossa Harekâtı’nın ilk aylarında, SS birlikleri Almanlara esir düşen birçok Türkistanlı sabık Kızıl Ordu askerini “Yahudi” olduğu gerekçesiyle öldürmüştür.
Barbarossa Harekâtı’nın ilk aylarında Türkistanlı ve Kafkasyalıların bulunduğu esir kamplarinin büyük çoğunluğu için de durum bundan farksızdır.Her gün beş ila on arasında savaş esirinin öldüğü bir kampta kalmış olan eski Kızıl Ordu askeri Musa Ramazan hatıratında “savaş esirleri arasından sadece toplu mezarlar kazmak üzere görevlendirilmiş bulunan yaklaşık bin kişilik grupların varlığından bahsetmektedir.
Veli Kayyum Han da Türkistanlıların bulundukları Alman savaş esiri kamplarındaki insanlık dışı koşulları raporlamıştır.

// Musa Ramazan, Bir Kafkas Göçmeninin Anıları (Ankara: Kafkas Derneği, 2001), ss. 44-45. Musa Ramazan Kasım 1942’de Proskurow esirkampında Berlin’den gelen Kuzey Kafkasya Millî Komitesi üyesi Ali Şahan ile tanıştı. Şahan ona kamptan kurtulma konusunda yardımdabulundu. Daha sonra Ramazan, Proskurow kampına ideolojik eğitimvermek için tekrar gönderildi. Ancak bu tarihte Almanlar savaşı çoktan kaybetmişlerdi. Bkz: Ramazan, ss. 49-66.64

// Veli Kayyum Han, 1905 yılında Özbekistan’ın Buhara kentinde doğ.du. 22 yaşında, Özbek Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti Hükûmeti kendisini burslu okumak üzere Almanya’ya gönderdi. Kayyum Han, bundan sonra ülkesine geri dönmemiştir. Almanya’da zirai bilimler okuduktansonra Berlin Siyaset Yüksekokulunu bitirmiştir.

Vineta adı, Baltk Denizi kıyısında olduğu rivayet edilen efsanevi antik bir ticaret şehrinden gelmektedir.
Cebbar Ertürk, Azerbaycan doğumludur. Kızıl Ordu’da Almanlara karşı savaşırken esir düşmüştür. Esaretten kurtulup Alman tarafına geçtikten sonra Azerbaycan Millî Komitesi’nin kültür işleri sorumlusu olacaktır. Bkz: Cebbar Ertürk, Anayurtta Unutulan Türklük, ikinci baskı,(Kayseri: Zafer, 1956), ss. 142-143.23
Almanlar, Sovyetler Birliği üzerine saldırmadan önce, muharebeler sırasında esir alabilecekleri Sovyet askerlerinin tahminî sayısını yaklaşık 790.000 olarak belirlemişlerdi. Bu sayı içinde ise Sovyet subaylarınin 30.000 ilâ 50.000 kadar olması öngörülmüştü. Kurulan Alman savaş esiri kampları da bu tahminî sayı dikkate alınarak inşa ediliyordu.Ancak Almanlar, tahminlerinin çok üzerinde Sovyet asker ve subayınıesir alacaklardı. Kurulan savaş esiri kampları yetersiz kalacaktı.
Muharebelerin ilk saatlerinde Ruslar sadece zayıf bir direniş göstermişler, Almanlar Sovyetler Birliği topraklarında saatte dört – beş kilometre kadar ilerlemeyi başarmışlardır. İlk dört hafta boyunca da bu süreç devam etmiş ve Kuzey Ordular Grubu 10 Temmuz 1941 itibariyle Leningrad’ın yaklaşık 130 kilometre güneyine kadar gelmiştir. Merkez Ordular Grubu’nun ilerlemesi de son derece süratli olmuştur. Bu grup Smolensk’i işgal ettikten sonra, başkent Moskova’ya 320 kilometre kadar yaklaşmıştır. Güney Ordular Grubu ise, Ukrayna’da karşılaştığı sert direniş nedeniyle içlerinde en yavaş ilerleyen olmuştur.
Almanlar tarafından esir edilen askerler,milliyetlerine göre belli bir hiyerarşiye tâbi tutuluyorlardı.

Birinci sırasında İngiliz, Amerikalı ve Kuzey Avrupalı esirler bulunuyordu. Bunların ardından Güneydoğu Avrupalılar gelmekteydi. Bunlar bile kendi aralarında sıralanmaktaydılar. Örneğin, bizzat Hitler’in isteği ile Yunan esirleredaha iyi davranılırken Sırplara bilinçli şekilde daha kötü davranılmasını öngören bir Silâhlı Kuvvetler Yüksek Komutanlığı talimatı bulunmaktaydı.
Sayıları kesin olarak bilinmese de, Türkistanlı askerlerin İkinci Dünya Savaşı’na katılımları oldukça yüksek olmuştur. Yalnızca Özbekistan’dan yaklaşık bir buçuk milyon kişi silah altına alınmıştır. Baymirza Hayit’e göre,askere alınan toplam Türkistanlı erkek sayısı iki milyona yakındır. Cebbar Ertürk ise Sovyetler Birliği’nin ikinci Dünya Savaşı’nda beş milyondan fazla Türkün Sovyet ordusunda silah altına alındığını iddia eder.
Cebbar Ertürk’ün ifadeleri ile Sovyet askerleri, önlerinde Alman, arkalarında ise Rus silâhlarının tehdidini hissediyorlardı.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir