İçeriğe geç

Barla Lahikası Kitap Alıntıları – Bediüzzaman Said Nursî

Bediüzzaman Said Nursî kitaplarından Barla Lahikası kitap alıntıları sizlerle…

Barla Lahikası Kitap Alıntıları

&“&”

Üstadımı kızdırmamak için şahsını sena etmiyorum. Şamlı Hafız Tevfik
Kardeşlerimizden İslâmköylü Hâfız Ali Efendi, kendine rakìb olacak diğer bir kardeşimiz hakkında gösterdiği hiss-i uhuvveti çok kıymetdâr gördüğüm için size beyân ediyorum: O zât yanıma geldi, ötekinin hattı, kendisinin hattından iyi olduğunu söyledim. O daha çok hizmet eder, dedim. Baktım ki Hâfız Ali kemâl-i samîmiyet ve ihlâs ile, onun tefevvuku ile iftihar etti, telezzüz eyledi. Hem Üstadının nazar-ı muhabbetini celbettiği için memnun oldu. Onun kalbine dikkat ettim, gösteriş değil.. samîmî olduğunu hissettim. Cenâb-ı Allah’a şükrettim ki, kardeşlerim içinde bu àlî hissi taşıyanlar var. İnşâallâh bu his büyük hizmet görecek. Elhamdülillâh, yavaş yavaş o his bu civarımızdaki kardeşlere sirâyet ediyor.

Barla Lâhikası

Hazret-i Mevlâna’nın üfürdüğü neyden tuğyan ve feyezân eden, Hazret-i Ali’nin (Kerremallâhu Vechehu) kuyuya söylediği esrâr-ı hakikatten başka nedir? Farkı nerededir ki, o ney, o kuyuda hâsıl olan kamıştandır…

Barla Lâhikası

Sevgili Üstadım!

Ne diyeyim, müştâkı olduğum bu risale-i şerîfe, bu sözler, bu hakikat, bu nur; bu fakire lütûf ve kerem-i İlâhî olarak ihsân buyuruldu.

هٰذَا مِنْ فَضْلِ رَبِّى

Cenâb-ı Kàdir-i Mutlak Hazretlerine hadsiz ve hesabsız hamd ü senâ ediyorum ki; siz Üstadıma kavuştum ve binnetice bu nurları, bu hakikatleri gördüm, okudum, yazdım ve gerden-beste-i inkıyad oldum.

Bir ömr-ü mukadderden ma’dûd olan şu günlerim, şükür ve hamd ile geçmektedir. Bana öyle bir kanâat geldi ki, kalbimi yokladıkça, kalbim bu kanâati takviye ediyor, nefsimle mücâdelede muzaffer olacağımı ümîd ediyorum.

Barla Lâhikası

Şu âlemde mü’minin mü’mine karşı en büyük yardımı dua iledir.

(Barla Lâhikası 247.sh – Risale-i Nur)

İşte bu bid’at ve zulümat asrında da yine o Kur’an-ı Hakîm ve Kerîm, lâyemut i’cazını Sözler ve Mektuplarla izhar etmiş ve bu hakikaten azîm işte rahmet-i İlahiyeye, muazzez ve muhterem Üstadımız elyak ve elhak memur ve vasıta olmuştur.
baharda zeminin yüzünde sanat-ı Rabbaniye ile her tarafta sündüs-misal çiçeklerin açılmaları; cüz’î şuuru olan kimse bir kàdir-i mutlak olan Zat-ı Zülcelal’den başkasına veremez.

(Barla Lâhikası 241.sh – Risale-i Nur)

‘’Cenâb-ı Hakk’a hadsiz şükür ederim ki; beni bana beğendirmemiş, dehşetli kusurlarımı bana göstermiş
Dünya madem geçer, meraka değmiyor…
Madem bu elmas ve cevherler, bu sergiler asrımıza verilmiş; bütün asrımızda kazancımızı versek yine o elmasların birinin fiyatını veremeyeceğiz. Bahar mevsimi geçmeden bütün cevherlerden alalım. O cevherler ise Risale-i Nur Külliyatı’dır.

Barla Lâhikası

Dilerim Cenab-ı Hak’tan envâr-ı Kur’aniyenin Lâ ilahe illallah Muhammedürresulullah" bayrağı altında toplanan ehl-i imanın ellerine yetişmesiyle, ilâ yevmi’l-kıyam o envârın tevessüüne ve neşrine hayatını feda eden ve edecek erbabının teksirini ihsan buyursun.
Âmîn!
Âmîn bi-hürmeti Seyyidi’l-Mürselîn.
Sevgili Üstadım yarım yaşımın tercüman olduğu şu arîzama, yarım nazarla bakıp afv-ı kusur buyurmanızı diler, el ve eteklerinizden öper, bize ve bütün âleme vesile-i hayat olan Üstadım, Cenab-ı Hak sizden ebediyen razı olsun, duasını gece ve gündüz niyaz eylerim.
Mücrim talebeniz Ali
* * *
Eğer sesim erişse idi olanca kuvvetimle bağırarak, küre-i arzdaki gençlere diyecektim: Risaleleri ciddi okumak ve yazmak, yirmi sene medresede okumaktan faiktir ve daha menfaatlidir." Medresede okumaktaki maksat, evvela kendini kurtarıp sâniyen ümmet-i Muhammed’i (asm) kurtarmaya çalışmak değil mi? Risaletü’n-Nur ve Mektubatü’n-Nur, yirmi senelik medrese ilmini veriyor itikadındayım.

Barla Lâhikası

Risaleleri okurken çok arkadaşlar çok hayrette kalırlardı. Bu koca bedî’, bu lü’lü-misal bu sözleri, bu kelimeleri nereden buluyor?" diye birbirimize çok defa diyorduk. Lisanına baksan, bir şey istifade edilmez gibi görünüyor.
Bu zamanda en büyük ihsan, imanı kurtarmaktır.
Kur’anî hizmet uğrunda, arzın sekenesi kadar hayatım olsa, her birisini feda etmeyi, ne büyük saadet ve şeref kabul etmişim.
Def’olsun gençlik rüyalarının kâbuslu fırtınaları.
anlıyorum ki benim gibi yaralı, manen zarardîde olmuş bir genç için muhtaç bulunduğum teselliyetkâr şeyler, hep Risale-i Nur’dandır. Kalbime teselli nurlarını serpen Hâlık-ı A’zam’a binlerce şükür…
Sâni’lerini sevip sevdirirler, düşünüp düşündürürler.
Bir ferdi olduğum insanlık, ah ne kadar az idi gerçekten; derinliklerine erişemediği yeraltı ile sonsuzluğa uzanan gökyüzü arasındaki dünyasında, ancak basabildiği toprakla ve varabildiği menzille sınırlıydı; ne kadar âciz, bilgisiz ve çaresizdi!
Semavat zemine gıbta eder ki; zeminde hâlisen lillah sohbet ve zikir ve tefekkür için,….
İkinci meyvesi:
Beş farz namazını kılan ve yedi kebairi terk eden zatları şu manevî münasebet ve görüşmek neticesi olarak âhiret kardeşliğine kabul ediyorum. Ben her sabah manevî kazancım ne ise o âhiret kardeşlerimin sahife-i a’maline geçmek için Cenab-ı Hakk’ın dergâhına niyaz edip hediye ediyorum. Onlar dahi beni manevî hayratlarına ve dualarına hissedar etmelidirler tâ hisselerini kazancımızdan alsınlar.
Çok adi perdeler içinde mühim işaretler verilir ehli anlar."
Sevgili Üstadım! Rızka muhtaç herbir zîhayatın rızkı, Rezzak-ı Hakikî tarafından taahhüd altına alındığı ve rızık ancak Mün’im-i Hakikî’nin yed-i kudretinde bulunduğu, o kadar güzel bir üslûb ile tarif buyuruluyor ki ve talebelerine o kadar şirin ve âlî bir ders veriyor ki; akıl eğriliğe, NEFİS itiraza, kalb inkâra sapacak hiçbir yol bulamıyor. Zaferi kazanan ordular gibi insanın bütün kuvasına, Ey kıymetdar risaleler ve ey nuranî feyyaz Sözler, meydan sizindir! Size teslim olmuşuz! Beşeriyete ve bütün mükevvenata hükümran olan Hâlık-ı Azîm’in hak sözleriyle bizlere tarîk-ı hidayeti ve istikameti gösteriyorsunuz!" dedirtiyor. Bilhâssa arz ve semavatın yedişer tabaka olduğuna dair âyât-ı azîmenin küllî ve umumî ve şümullü maânîsinin tatlı ve lezzetli ve şirin hakaikını okurken, insanın hissiyatına kalemi tercüman olabilse de, bu risalelere mukabele edebilse… Heyhat!
Ahmet Hüsrev
İnşâallah Kur’an’a ait mesaille iştigal, bir nevi manevî mütefekkirane Kur’an okumak hükmündedir. Hem ibadet hem ilim hem marifet hem tefekkür hem kıraat-ı Kur’an manaları risalelerin istinsah ve mütalaalarında vardır itikadındayız.
Evet, bir şeyden her şeyi yapmak ve her şeyi bir tek şey yapmak her şeyin Hâlıkına has bir iştir."
Cennet ucuz olmadığı gibi, Cehennem de lüzumsuz değildir.
Bizler kendi ubudiyetimiz ve bu nâkıs hizmetimizle bize delil bir mürşid ve bir şefi’ olmadıkça saadet-i ebediyeye vâsıl olmak ne kadar uzak.
Heyhat!
Hayat-ı dünyeviye dümdüz değil. Hissiyat-ı beşeriye tebeddüle pek müstaid.
Risaleleri okudukça, ŞEYTAN-I LAİN ve NEFSİN HİLELERİNİ ve evhamlarını Cehennem’in dibine atıyordu…
Belki bu yola çıkaracaklar vardır. Fakat kömür ile elması kim fark edecek? Öyle ise sen çalış, ondan daha iyi kılavuz bulamazsın.
Sizin gibi ciddî kardeşleri, bu gurbet memleketinde bulduğumdan, burası benim için hakikî bir vatan hükmüne geçti, hakikî vatanımı unutturdu.
Haşr-i cismanîyi resmen millet içinde inkâr etmek fikrinde bulunan zındıkları susturmak..
Dikkat edersen görürsün, çalışırsan anlarsın, cüz’-i ihtiyarını bu emre sevk edersen Allah da muvaffakıyet verir. Bulur ve bilebilirsin.
Büyük felaketler, güler yüzlü intibahlar doğurur." derler ki pek musîb bir söz. Herhangi bir hükûmet zulmü ve istibdadı artırdı, mazlum milletler istiklalini kazanıyor. Şu asırda dinsizlik ve tahribat fazlalaştı. İnşâallah mazlum ve masum ehl-i imanın yüzü gülecek. Parlak bir hakikat güneşi tulû edecek.

(Barla Lâhikası 223.sh – Risale-i Nur)

Habibin diyarından gelen her şey mahbubtur." Evet bu bir hakikat kulağa da hoş geliyor fakat düşününce, bizim için habibten gelen hüzün, tıpkı huzur gibi başımız gözümüz üstüne mi? Tıpkı mutluluklar gibi derdi de kederi de merdane göğüsleyebildik mi?
Tekrar çok tavsiye ediyorum okuyun, okuyun. Okudukça risaleler feyiz aver
nurlar saçıyorlar. Okudukça iştiyaka getiriyorlar, usanç vermiyorlar. Başka kitapları bir iki defa okusan insana usanç veriyor. Halbuki risaleler öyle değil, okudukça başka başka iman halleri telkin ediyorlar.
Talebeliğin hâssası şudur ki, yazılan Sözler’e kendi malı gibi sahib olmalıdır.
Şu zamanda en mühim vazife, imana hizmettir. İman saadet-i ebediyenin anahtarıdır.
Bir talebe, yüz dosta müreccahtır.
Ey insan ve ey nefsim, muhakkak bil ki: Cenab-ı Hakk’ın sana in’am ettiği vücudun, cismin, a’zâların, malın ve hayvanatın ibahadir, temlik değildir.
Biz bakıyoruz, bu zamanda en büyük ihsan, imanı kurtarmaktır.
Ve görüyoruz, imanı hârika bürhanlarla kurtaran –başta– Risale-i Nur’dur.
Demek bu zamana nisbeten bir fazl-ı kebir" de odur.

|Risale-i Nur~Barla Lâhikası

Hem mektubunuzda yedi kebair"i soruyorsunuz. Kebair çoktur, fakat ekber-ül kebair ve mubikat-ı seb’a tabir edilen günahlar yedidir: "Katl, zina, şarab, ukuk-u vâlideyn (yani kat’-ı sıla-yı rahm), kumar, yalancı şehadetlik, dine zarar verecek bid’alara tarafdar olmak"tır.
Öyle bir bid’alar devrindeyiz ki İslâmın
Bir bülbülü, bir gülistanı kalmış Kur’an’ın.
Bana böylece hakikat dersini veren bu zâta da ömrümde ilk defa olarak Üstad dedim.
Hata etmedim, isabet ettim…
Ben de Cenab-ı Hakk’a niyaz ettim ki; bana kuvvetli bir sabır, bir tecrid-i zihin ihsan etsin..
Hem bu yılanları yaralandırıp bize canavarcasına saldırıyorlar. Her fırsattan sıkıntı vermeye çalışıyorlar.
Başlarını yesin, bu ehl-i dünyanın dünyasını düşünmek bana zehir oluyor.
Hem de ilim iki kısımdır: Bir nevi ilim var ki, bir defa bilinse ve bir-iki defa düşünülse kâfi gelir. Diğer bir kısmı, ekmek gibi, su gibi her vakit insan onu düşünmeye muhtaç olur. Bir defa anladım, yeter diyemez. İşte ulûm-u imaniye bu kısımdandır. Elinizdeki Sözler ekseriyet itibariyle inşâallah o cümledendir.
Bir şehir, bir vilayet, bir memleket, belki küre-i arz, belki dünya, belki âlem-i vücud iki hakikî dost için bir meclis hükmündedir.
Böyle dostluk ve kardeşliğin firakı yok, hep visaldir.
Fâni, mecazî, dünyevî dostluklar sahibleri firakı düşünsün, bize ne?
İlahî ya Rab! Sen Risale-i Nur’u ve Risale-i Nur Müellifi Üstadımız Said Nursî’yi ve Risale-i Nur talebe ve şakirdlerini ve mensublarını, mahfaza-i hıfzında ve kal’a-i İlahiyen içinde muhafaza ve emîn eyle.. âmîn! Ve hizmet-i Kur’an ve imanda sabit ve daim eyle.. âmîn! Ve bu kudsî hizmetlerinde, muvaffakıyetlerle yardım ve muavenetler ihsan eyle.. âmîn! Ve Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan-ı Azîmüşşan’ın sırr-ı a’zamına, marifetullah, muhabbetullah ve muhabbet-i Resulullah sırr-ı kudsîsine ve Hasbünallahü ve ni’melvekil" sırr-ı uzmasına ve rızaullah ve rü’yet-i cemalullah lütf u ihsanına mazhar eyle, Ya Rabb-el Âlemîn!..
Kur’anî hizmet uğrunda, arzın sekenesi kadar hayatım olsa, her birisini feda etmeyi, ne büyük saadet ve şeref kabul etmişim.
Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ferman etmiş ki: Oğlan çocuğunu seviniz." Demişler: "Kızları ne için istisna ettin?" Ferman etmiş ki: "Kızlar kendi kendini sevdirirler, onlar fıtraten sevimlidirler." Evet kız, şefkat ve cemalin mazharı olduğundan, erkek çocuğundan daha ziyade sevilir. Bahusus bu zamanda ebeveyn hakkında kızlar daha mübarektir. Çünki tehlike-i diniyeye çok maruz olmuyorlar.
Kusurlu geçmiş zamanlarıma pişman ve nâdim olup, evvelki güldüklerime şimdi ağlıyorum.
Kanaat verir ki, nass-ı hadisle Risale-i Nur tecdid-i din hususunda bir müceddid hükmündedir. Şamlı Hâfız Tevfik
Bir şeyden her şeyi yapmak"taki murad, bütün dünyanın mevcudatını bir şeyden yapmak ve icad etmek değildir. Belki ondaki murad; bir şeyden yani bir katre sudan, bir insanın, bir hayvanın her şeyini, her eczasını, herbir cihazatını halkediyor ve bir şey olan topraktan nebatat ve hayvanatın herbir şeylerini ondan halkeder demektir. Hem "her şeyi bir tek şey yapmak" cümlesindeki külliyet mukayyeddir, nisbîdir. Yani insanın yediği her nev’ taamdan, o insanda basit bir cild ve bir kan ve bir et ve hâkeza…
Evet, bir şeyden her şeyi yapmak ve her şeyi bir tek şey yapmak her şeyin Hâlıkına has bir iştir."
Hem mektubunuzda yedi kebair"i soruyorsunuz. Kebair çoktur, fakat ekber-ül kebair ve mubikat-ı seb’a tabir edilen günahlar yedidir: "Katl, zina, şarab, ukuk-u vâlideyn (yani kat’-ı sıla-yı rahm), kumar, yalancı şehadetlik, dine zarar verecek bid’alara tarafdar olmak"tır.
Cenab-ı Hak sana ibahe suretinde verdiği hayatı intihar ile hâtime çekemezsin, gözünü çıkaramazsın ve manen gözü kör etmek demek olan gözü verenin rızası haricinde harama sarfedemezsin. Ve hâkeza kulağı ve dili ve bunlar gibi cihazatı harama sarfetmekle manen öldüremezsin. Ve eti yenilmeyen hayvanını lüzumsuz tazib edip katledemezsin. Ve hâkeza.
Acaba en kolay, en zahir ve daire-i ihtiyar ve şuurda dâhil olan bir midenin idaresini yapamadığın halde; nasıl göz ve kulak gibi daire-i ihtiyar ve şuurun haricinde idare isteyen şeylere mâlik olabilirsin?
Ey insan ve ey nefsim, muhakkak bil ki: Cenab-ı Hakk’ın sana in’am ettiği vücudun, cismin, a’zâların, malın ve hayvanatın ibahedir, temlik değildir.
Şu dünyanın bir ömrü ve şu dünyadaki Küre-i Arz’ın dahi ondan kısa diğer bir ömrü ve Küre-i Arz’da yaşayan nev’-i insanın daha kısa bir ömrü vardır.
Müjde! Her bir saat hastalıklı ömrü, bir gün ibadet hükmündedir.
(Ney) gibi her dem ki, geçmiş ömrümü yâd eylerim.

Tâ nefes var ise, kuru cismimde feryad eylerim.

Bir ticaret kılmadım, nakd-i ömür oldu heba,

Yola geldim, lâkin göçmüş cümle kervan bîhaber.

Ağlayıp nâlân edip, düştüm yola tenha garib,

Dîde giryan, sîne biryan, akıl hayran, bîhaber

Her gün ekmeğe muhtaç olduğumuz gibi, o nevi’ ilme her vakit ihtiyaç var.
En az onbeş günde bir defa okunması emir buyurulan Yirmibirinci Lem’a, evrad edinilecek kadar ehemmiyetlidir. Malûmdur ki, kal’a içinden feth olunur. Bugünkü muvaffakıyete sebeb olan ihlas kalkarsa, maazallah o zaman çok vahîm neticeler tevellüd eder.
Allah cümlemizi muhlis kullarından eylesin. Âmîn!
Ey ihvan! Risale-i Nur’un bütün cüzlerinde öyle bir kuvvet var ki, yalnız birini dinlemeye, okumaya veya yazmaya muvaffak olan kimse, Allah tevfik verirse, imanını kurtaracak hakikatları onda bulur.
(Hâfız Ali’nin fıkrasıdır)
Üstad-ı Âlîşanım Efendim Hazretleri!
Onbir nükteyi hâvi Mirkatü’s-Sünne’yi istinsaha muvaffak oldum. Bu ziyadar Lem’a şu zamanda şirk ile imanın ve kötü ile iyinin temyiz ve tefriki için öyle bir cevher mihenk ki, memduhu gibi gözler hakikatını görmekte ve akıl hakikatına ermekte hayran ve âcizdirler. Zâten şu zamanın pek şiddetli zulümatını yırtacak, zıddının pek fevkinde bir nur-u lâyezalî, Cenab-ı Hakk’ın rahmetinden ümid edilirdi.
ﺍَﻟْﺤَﻤْﺪُ ﻟِﻠّٰﻪِ ﻫٰﺬَﺍ ﻣِﻦْ ﻓَﻀْﻞِ ﺭَﺑِّﻰ

O nur, bilfiil Risale-i Nur’da nebean ettiği, her aklı başında olanlarca görülüyor. Değil böyle en büyük bir hakikatı izah ve tefsir eden bir risale, hattâ bir ferdi ikaz için yazılan bir mektubun bile, her meşrebe bakar bir gözü, herkese yarar bir sözü bulunuyor.
Ey aziz Üstad! Bizler nasıl şükretmeyelim, nasıl minnettar olmayalım ki, Cenab-ı Hak şiddetli muhtaç olduğumuz dünyanın o koca güneşi gibi, Kur’an güneşinin hakikî bir müfessirine bizleri kavuşturdu. Nasıl salât ü selâm olmasın ki, ol Hazret-i Sipeh-sâlâr-ı Enbiya olan Şah-ı Levlâke ki, bizlerin görmez gözlerimizi nuruyla şu’ledar edip, tarîk-ı müstakime sevk eyledi. Nasıl duagû olmayalım, ol Hazret-i Dellâl-ı Kur’an’a ki, isyanımıza bakıp, bizleri halka-i irşadından hariç ve hal-i aslîmizde bırakmadı ve inşâallah iki cihanda da bırakmayacaktır.
Sevgili Üstad! Her iki parçayı istinsah ederken kalbime geldi ki, asıllarını taklid etmeyeyim. Zira üzerlerinde zahir olan ezhar-ı tevafuku, cilve-i bedayi’ başka tarzda kendini nasıl gösterecek dedim. Ve takdim-i âcizanem olan iki nüshadaki san’at-ı bedîa, akıl ve istidad-ı beşerden pek uzak bir tarzda güya tezgâhında ölçülerek, biçilerek, her harfi bir vezn-i kasdî ile zuhur ettiğini gösteriyor. Ve şu zamanın akıldan uzak eblehlerine manen diyorlar ki; bizim halen üzerimizde tecelli eden cilve-i cemali, aklınızla ölçemezsiniz, yalnız gözleriniz varsa görebilirsiniz.
Evet baharda zeminin yüzünde san’at-ı Rabbaniye ile her tarafta sündüsmisal çiçeklerin açılmaları; cüz’î şuuru olan kimse, bir kàdir-i mutlak olan Zât-ı Zülcelal’den başkasına veremez. Öyle de, risaleler umumiyetle Kur’an ömrünün asırlar, senelerinden ondördüncü asır nevruz-u sultanî misillü bir baharı taşıyorlar. Arı kadar aklı olan, bu baharda bu çiçeklerden istifade etmezse ne denir? Ve koca baharı görmeyen ehl-i basirete ne denir? Ve görüp de kendini kışta zemherire atana ne denir? Heyhat! Kendine zîşuur ve ehl-i fikir ve ehl-i basiret süsü verenlere…
Var ol, ey sevgili Üstad! Sen bu Kur’anî elmaslar ile, o koca baharın mübeşşirisin. Cenab-ı Hak, maksud ve muradınıza nâil buyursun. Âmîn!" duasıyla dest ü dâmen-i muallâlarını öperim Efendim Hazretleri.
Fakir Talebeniz Ali

Allah’ın ihsanına yüzbinler hamd ü şükürler olsun.
Ey ehl-i iman! Öldükten sonra dirilmek var, ceza ve hesab günü var, uyanın!"
Biz abdiz. Sebeb-i hilkatimiz; seyyidimizi, yaratanımızı, râzıkımızı bilmek ve bulmaktır.
musibetler, dergâh-ı İlahîye sevk etmek için birer kader kamçısıdır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir