Mehmet Sağbaş kitaplarından Barbar Yeni Dünya kitap alıntıları sizlerle…
Barbar Yeni Dünya Kitap Alıntıları
Mehmet Sağbaş kitaplarından Barbar Yeni Dünya kitap alıntıları sizlerle
Barbar Yeni Dünya Kitap Alıntıları
Çocukken babamın bize söylediklerini hatırladım.
“Karşılaştığınız sorunları yararınıza kullanmayı öğrenmelisiniz. Aksi halde hayatın size sunduğu en büyük dersleri kaçırırsınız.”
Umut, her şeyin dibe vurduğu anlarda varlığını hatırlatmayı sever.
İnsan kendini ne kadar güçlü ne kadar yüce görürse görsün, bir nabız atışına bakıyordu her şey.
Bir kalp atışı
Doğumdan itibaren kişiyle birlikte var olan, o bildik, o tanıdık ritmik melodi çağlamasına son verdiğinde kişinin de sonu oluyordu; ailesi, namı, sıfatı her ne, her kim olursa.
Bir kalp atışı
Tek bir kalp atışı; hayat denen yolculukta varoluş bileti.
Hayatın sana biçtiği rol sıradışıysa, bırak öyle yaşa
Unutmayın ,zirveye konan her imparatorluk günün birinde çökmeye mahkumdur.
Salgın hastalıklar kol geziyordu etrafta. Herkes çekiniyor, korkuyordu. Lakin kaderin önüne geçilemezdi. Hastalanırsan iyileşir ya da ölürdün. İhtimale ahlayıp vahlamak ne saçma bir şey Lakin bağlanma ve inanma Âlimler ve şifacılar bu iki hastalığa asırlardır bir çare bulamamışlardı. Ne icatlar, ne panzehirler bulmuşlar fakat ruhların ahmaklığına bir çare bulamamışlardı. Yapılan hatalardan ders çıkarılmaması da cabası.
Hayranlık öyle bir şeydir ki geniş bir örtü olur,burnunun dibindeki gerçeklikleri bile kaplar,yalnızca sunulanları görmeni sağlar.
Kibir ve önyargı İnsanı bir anda tepetaklak edebilmek gücüne sahip iki günah
Yaşamak demek işte buydu. Yaşamak özgürlük,yaşamak doğada olmak,yaşamak ayağının toprağa basabilmesi demekti.
İnsan kendini ne kadar güçlü ne kadar yüce görürse görsün, bir nabız atışına bakıyordu herşey. Bir kalp atışı Doğumdan itibaren kişiyle birlikte var olan ,o bildik, o tanıdık ritmik melodi çağlamasına son verdiğinde kişinin de sonu oluyordu; ailesi, namı, sıfatı her ne, her kim olursa. Bir kalp atışı Tek bir kalp atışı hayat denen yolculukta varoluş bileti.
Salgın hastalıklar kol geziyordu etrafta. Herkes çekiniyor, korkuyordu. Lakin kaderin önüne geçilemezdi. Hastalanırsan iyileşir ya da ölürdün. İhtimale ahlayıp vahlamak ne saçma bir şey.
Hayat da böyleydi işte. Sen başkasındır hep o diyarlara. Ne kadar “mış” gibi yapsan da seni içine almayan, kendine katmayan bir şeyler hep olur.
Kibir ve önyargı İnsanı bir anda tepetaklak edebilme gücüne sahip iki günah
Yaşamak demek işte buydu. Yaşamak özgürlük, yaşamak doğada olmak, yaşamak ayağının toprağa basabilmesi demekti.
Ölüm: Kimine yas, kimine bayram
Belki de fakirlik önce akılda başlıyordu.
Oysa hayat denen şey de bir oyun değil miydi ki zaten?..
Yaralar, ikinci ben’imiz
Onlar olmasa ne farkımız olur ki diğerlerinden? Kim bilir, belki de tek farkımız hikayelerimizdir. Belki onlar da aynıdır. Farklı olan o hikayeyi yaşayımızdır. Kim bilir
Hepimiz, anlamadığımız şekilde ve ölçüde bize biçilmiş olan kötü kaderin mahkumlarıydık. Ya da kendi içimizde yarattığımız doymak nedir bilmezcesine beslediğimiz iblislerin kurbanları
Metalin bir değeri yoktur. Kuruşun da Cepte duran şıngırtıdır sadece.
Gururun olduğu yerden kaçardı aşk.
Biz dine karşı falan değiliz. Bizim karşı olduğumuz şey, sömürüyü maşa edilen dinin insanlar üzerindeki uyuşturucu hatta uyutucu etkisidir.
Onlar olmasa ne farkımız olurdu ki diğerlerinden? Kim bilir, belki onlar da aynıdır. Farklı olan o hikayeyi yaşayışımızdır Kim bilir
Kibir ve önyargı İnsanı bir anda tepetaklak edebilme gücüne sahip iki günah
Karşılaştığınız sorunları yararınıza kullanmayı öğrenmelisiniz. Aksi halde hayatın size sunduğu en büyük dersleri kaçırırsınız.
Halkı yönetmek bir koyun sürüsünü yönetmekten farksızdı aslında.Hayatları boyunca bir kitap sayfası dahi açmamış, kulaktan dolma hurafelere inandırılmış, yaşadıkları yerden 15 km dahi uzaklaşmamış insan yığınından oluşan toplumun beni anlamasını beklemek en büyük ahmaklık değilde neydi?
Fikirlerin zihnime yoğun şekilde arka arkaya gelmesiyle sarsılıyor, ardından yerini bambaşka fikirlere devşirip yoluma devam ediyordum.
İkiyüzlü karanlık sinsice yerleşerek yapışıyordu ruhuma.
Dünyadaki hiçbir şey, ruha vurulan hiçlik damgası kadar ağır bir baskı uygulayamazdı.
İlkler her zaman çok önemliydi, biliyordum. İlk intiba… Karşındaki kişi hükmünü o saniye verir, üstelik acımasızca. Dünyadaki onca yıllık varlığının hiçbir önemi yoktur. Tek bir an İyi, kötü, güzel, çirkin, aciz, güçlü… Sadece tek bir an…
“Zehir, korkakların silahıdır!”
“Düşmanım, onu yok ettiğimi bilsin isterim,” dedi mağrur bir edayla. “Bilsin ki öteki dünyada hasmını bekleyerek daha fazla azap çeksin.”
Güçlü olmayı kendine amaç edinen kimse günahsız olmak istemezdi. Hele ki böylesi barbar bir dünyada…
Hani dünyada bunca insanın yaşamasına rağmen, seni mutlu edebileceğini düşündüğün ve sana fazlasıyla ait bir kişiye dahi rastlayamazsın ya, öyle bir histi işte benimkisi.
Konuşmayı ve kendilerini başkalarına dinlettirmeyi bir halt sanan
insanlar
Ummadığım bir nihayetin karanlık kucağında tepetaklak buldum kendimi bir anda.
Ne tarafa baksam görebildiğim tek şey, gerinerek karşımda boylu boyunca uzanan belalı ve başıboş karanlık
Uğruna yaşamaya değecek bir şeyler bulduğumuzda diğer şeyleri değersiz görme tuzağına düşmez miyiz her daim? Hatta en mühim şeyleri dahi. Kapılıp gideriz bir girdaba. Gözlerimiz ne sağı görür ne solu Benim hikayem de bundan farksızdı.
Belki de fazla şey istedim ölümlü bedenimden. Gücünün üstünde şeyler vermeye mecbur tuttum.
Zamanın başlangıcından bu yana gizemini koruyan ölüm, belleğime yer eden esrarını yavaş yavaş yitiriyordu.
Topluluğa hükmetmek için çocukların başlarını eğdirip kurallar
ezberletmek yeterliydi.
Tek farkımız hikayelerimiz
Dünya yuvarlaktı ve tezatlar yaşamın döngüsüydü.
Belki de mutluluğa lanetliydim.
Aşk en büyük, en beter tutsaklıktı.
Şu hayatta insanın bir desteğinin olması ne değerli bir şeydi. Bir tahta parçası dahi olsa.
Kibir ve önyargı.. İnsanı bir anda tepetaklak edebilme gücüne sahip iki günah.
Oysa zeki insan diye bir şey yoktu. Hiç olmamıştıda.. Bilgiyi seçen ve işleyen insan vardı. Okuduklarımızın çok anlamı yoktu, eğer kendimize bir es verip üzerinde düşünmüyorsak.
Yapacak başka bir şeyim yoktu. İşin en kötü yanı da buydu. Çaresizdim, hiçbir şeyin iyi ya da kötü olmasına herhangi bir etkim dahi olamazdı. Çarpmadaki bire eşdeğerdim.
Ketumluğa alışkın mizacıma güveniyorum. Olcak. Sadece biraz zaman..
Hayatları boyunca bir kitap sayfası dahi açmamış, kulaktan dolma hurafelere inandırılmış, yaşadıkları yerden on beş kilometre dahi uzaklaşmamış insan yığınından oluşan toplumun beni anlamasını beklemek en büyük ahmaklık değil de neydi?
Yaşamak.. Yaşamak bu demek değildi. Yaşamak özgürlük demekti. Yaşamak insanlar demekti. Bir başına hayat asla çekilir gibi değildi. Üstelik de aynı mekanın içinde hapsolmuşken asla..
Sevgi.. asla karşı konulamaz muhteşem tılsıma sahip gizemli güç.
Yaralar, ikinci ben’imiz..
Onlar olmasa ne farkımız olur ki diğerlerinden? Kim bilir, belki de tek farkımız hikayelerimizdir. Belki onlar da aynıdır. Farklı olan o hikayeyi yaşayışımızdır.. kim bilir.
Ölümlü bedene uygulanan acı er ya da geç söner.
Her insan iki yüzlüdür. Bunlardan birini kendine diğerini insanlara gösterir.
Suskunluk tepeden inmeydi, karşısındakini konuşmaya davet eden ama ilk kelimeyi söylemeye asla yeltenmeyen bir sessizlik..
Sonuçta geçmiş, çıkarılacak derslerle dolu bir kaynak kitap değil midir?
Tarih, ne yazıktır ki -haklı olanların değil- kazananların elinde şekil buluyordu.
Metalin bir değeri yoktur. Kuruşun da.. Cepte duran şıngırtıdır sadece.
Zalimlerin çarkı, cahillerin çalışmayan kafalarıyla döner.
Kötülük, belirsiz kılıklara bürünmeyi severdi.
Tekdüze giden bir şey yoktu şu hayatta. Kader bize en tatlı yüzünü gösterirken, bir yandan da ters köşe yapmanın planını kurardı hep. Bizi göğe çıkarır, ardından tepetaklak edip uçurumlara sürüklerdi. Her uçurumun sonunda bir gökyüzü vardı. Bunu biliyordum. Hem de çok iyi… Dünya yuvarlıktı ve tezatlar yaşamın döngüsüydü.
Hepsinin amacı farklıydı ya da aynı… Bir toprak parçası; yönetilecek, sömürülecek, itaat ettirilecek insanlar… Hepsi bu.
Elimden gelen tek şeyi yapıyordum… Düşünüyor, düşünüyor ve düşünüyordum.
Ruhumun derinliklerinde çözemediğim çelişkiler yankılandı. Sanki bir merdivenin sonuna gelmiştim. Ancak geldiğim yer, varmak için önceden hesapladığım noktadan çok daha farklı bir yerdi.
Bu insanca duyguyla karşılaşma anında neden şaşırır ki insanlar? Her insan biraz kötüdür aslında. Her insan biraz nankör, her insan biraz alçak… İyisi de vardır kötüsü de denmez. İyi de var kötü de; ama hepsi bir yerde. Hepsi de aynı ruhun içinde.
İnsan… Cennette bile rahat duramayan, yasaklı meyveyi yiyip rahatını bir hiç uğruna yerle yeksan eden o yüce(!) varlık… Yeryüzünde -Tanrı’dan çok daha uzaklardaki bu yerde- niçin mükemmel olmayı seçsin ki?
Umut, her şeyin dibe vurduğu anlarda varlığını hatırlatmayı sever
Karanlığı bir silah olarak kullanmak ne adice…
Bizim gibilerin cezası: Tek gözüyle uyumak
Topluluğa hükmetmek için çocukların başlarını eğdirip kurallar
ezberletmek yeterliydi.
Yalnız olmak böyle bir şey… Normalde aklına gelmeyen düşünceler büyür, büyür ve içinden taşar. Gün içinde yaptığı basit bir muhabbet için bile kendine sorular sormaya başlar insan. Hangi yanıtı verseydim akıllıca olurdu ya da öyle değil de böyle yapsaydım daha iyi olurdu, diye uzun uzadıya düşünür, ölçüp tartarsın. Böylece sana sorulan türlü sorulara verdiğin cevaplar seni alternatif cevapların denizine salar. Olmuş bitmiş bir zaman dilimine ait cevapların gereksiz çelişkileri, sürekli tekrarlanan müzmin bir çaresizlikle tıpkı bir virüs gibi beynini ele geçirir.
Hele ki azıcık hassas ve takıntılı biriysen düşünceler seni alıkoymak için fırsat kollar durur. En çok da uyku öncesi işbaşındadır akıl çelen kemirgen düşünceler. Bir kere hareket etmeye görsün, durmak bilmeden kafanın içinde dönüp dururlar. Kaleydoskopik imgeler. Her zaman farklı bir yerden yakalarlar. Hep başka türlü biçimde ortaya çıkarlar. Aslında baktığında hepsi aynıdır. Hem de birbirinin tamamen aynısı… Ötesi ise kendi yarattığın boş kuruntudan ibarettir sadece. Uykunda bile peşini bırakmaz, yalnızlığın çektirdiği bu hain işkenceler.
Saatin yelkovanı gibi titrek ve ağır adımlarla sessizliği durmadan kat eden içsel bir yalnızlığın başlangıç hapishanesi
Geceler artık benim için karanlığın çöküp her şeyin solgun ışıklarla aydınlatılmasından başka bir şey değildi. Oysaki geceler önceden benim nazarımda hareketin ve eğlencenin gong sesiydi. Sarayın ağır havasını terk edip yüreğimi coşturan heyecanları kovaladığım, izbe mekânlara dadandığım
Yalnızlık: kimi anıların pişmanlıklara dönüşme sancısı taşıdığı zaman dilimi…