Lawrence Durrell kitaplarından Balthazar kitap alıntıları sizlerle…
Balthazar Kitap Alıntıları
Kişiliğimizdeki boşluğu aşkla doldurmaya çabalarız, kısa bir süre bütünlendiğimizi sanırız. Ama bu yanılgıdan başka bir şey değildir. Çünkü bizi dünyanın bütününe bağlayacağını sandığımız bu şaşılası yaratık, sonunda bizi ondan büsbütün koparmayı başarır. Aşk önce birleştirir, sonra ayırır. Başka nasıl büyürdük.
İnsanoğlunun belleği mutsuzlukla aynı yaştadır.
Gerçeğin özü yoktur diye yazıyor P. Gerçek kadına benzer.Bilmece gibi olmasının nedeni budur.
Yalnızca düşünmek istediğimiz sayıda gerçeklik vardır.
Doğru yücedir ve kazanacaktır bir gün.
Kazanması hiç kimseyi ilgilendirmediği zaman.
Kazanması hiç kimseyi ilgilendirmediği zaman.
Yalnızca düşünmek istediğiniz sayıda gerçeklik vardır.
Bir noktaya ne kadar istenç toplanırsa, yaşamın o kadar yerini alır, yerini değiştirir. Gerçekliğin insan imgelemine öykünmeye çalıştığına, oradan ürediğine inanırdı.
Onun düşünceleri yalnızlıkla biçimlendi.
Aşkın nedenleriyle deliliğin nedenleri aynıdır, yalnızca dereceleri farklıdır.
Eğer şeyler hep göründükleri gibi olsalardı, insan imgelemi ne kadar yoksullaşırdı.
Zamanla kendini en çok yalanlayan şey doğrudur.
«İlkin,» diye yazıyor Pursewarden, «kişiliğimizdeki boşluğu aşkla doldurmaya çabalarız, kısa bir süre bütünlendiğimizi sanır, seviniriz. Ama bu, yanılgıdan başka bir şey değildir. Çünkü bizi dünyanın bütününe bağlayacağını sandığımız bu şaşılası yaratık, sonunda bizi ondan büsbütün koparmayı başarır. Aşk önce birleştirir, sonra ayırır. Başka nasıl büyürdük?»
«Zamana doğru davranmanın tek yolu araya gerçeklikler eklemektir,» diye yazıyor, «çünkü Zamanın her anında çeşitlilikleri açısından olasılıklar sonsuzdur. Hayat seçme eylemine dayanır. Yargının sürekli saklı tutulması, sürekli seçme.»
İnsanoğlunun belleği mutsuzlukla aynı yaştadır.
Gerçeğin özü yoktur, diye yazıyor Pursewarden. Gerçek, kadına benzer. Bilmece gibi olmasının nedeni budur.
Telefon, asla gerçekleşmeyen iletişimin çağdaş bir simgesi.
Kıskançlık mülkiyet hakkının en önemli kanıtıdır.
Pursewarden’ın bir romanını alıp rastgele şunları okudu: Aşk siper savaşı gibi bir şeydir — düşmanını göremezsin, ama orada olduğunu bilirsin, en iyisi başını siperden hiç çıkarmamaktır.
İnsanda görgü eksikliğini kapayacak biraz zekâ olmalı.
Acıma üstüne kurulmuş olan sevgi, dünyanın en tehlikeli sevgisidir.
Ola ki sevmek sersemlemektir
Aşkın nedenleriyle deliliğin nedenleri aynıdır, yalnızca dereceleri değişiktir.
İnsanın en çok yaraladığı kişileri sevmesi çok olasıdır.
Aşkın nedenleriyle deliliğin nedenleri aynıdır, yalnızca dereceleri değişiktir.
Zamanla kendisini en çok yalanlayan şey ‘doğru’ dur.
Bir çiçeği dalından çeker koparırsan, dal yine yerine döner. Aynı şey yürekteki sevgiler için doğru değildir.
İlkin gençler, asma gibi, yaşlıların kalın dallarına tırmanırlar, yaşlılar onların yumuşak, körpe parmaklarını gövdelerinde duyarlar; daha sonra yaşlılar gençlerin onlara destek olan güzel gövdelerinden aşağı, ölümlerine doğru inmeye başlarlar.
Melissa’yla Pursewarden sana yanıt veremezler, çünkü ikisi de öldü. Hiç değilse biz öyle sanıyoruz. — Biz öyle sanıyoruz. En iyi yanıtlar hep mezarın ötesinden gelir.
Akdeniz gülünç derecede küçük bir deniz; onu olduğundan daha geniş sanmamızın nedeni tarihinin uzunluğundan, büyüklüğünden geliyor. Aslında İskenderiye — düşseli kadar gerçeği de — şuracıkta, birkaç yüz deniz mili güneyde bir yerde.
Öylesine yavaş, öylesine acı çekerek yazıyorum ki. Pursewarden bir keresinde yazma sanatından sözederken, bana yaratı sırasında duyulan acının, sanatçılarda, tam anlamıyla delilik korkusundan geldiğini söylemişti; «biraz daha ileriye gider ve kendi kendine delirmekten korkmadığını söylersen, bu işi hızlandırmış, böylece o engeli yıkmış olursun.» (Bu ne derece doğru bilmiyorum.)
Bir insanla ilişkili doğruyu arıyorsan, en son başvuracağın yer onun günlüğü olmalı. Hiç kimse en son itirafını kağıt üzerinde kendine yapmaya cesaret edemez; hiç değilse aşkla ilgili olanlarını.
Pursewarden bir yerde, «Kendi seçtiğimiz, yalanlar üzerine kurulu hayatlar yaşıyoruz,» diye yazıyor. «Gerçeklik algımızı zaman ve uzam içindeki konumumuz belirliyor — kişiliklerimiz değil, oysa biz ikincisini yeğlerdik. Böylece gerçekliğin her bir yorumu tek bir konuma dayanıyor. İki adım sağa ya da sola kaysak, bütün görünüm değişecek.» Buna benzer bir şeyler
İş yaşamaya geldiğinde bu kadar aptal, kafasız davranan bizler, evren üzerine konuşurken aslan kesiliyoruz
Artık hepimizi, erkekler, kadınlar olarak değil, yaptıkları dikkatsizlikler, budalalıklar, yalancılıklarla şişinen kişiler olarak değil; bilinçsizce mekanın bir parçası durumuna gelmiş, tek kentin kalıntıları arasına beline kadar gömülmüş kafası o kentin değerleriyle dolu varlıklar olarak görüyorum
İnsanoğlunun belleği mutsuzlukla aynı yaştadır
Ay gibi hepimizin bir yüzü karanlık.
Bizi en çok sevmiş, bize en muhtaç olana sevgisizliğin yalancı yüzüyle bakabiliriz.
Bizi en çok sevmiş, bize en muhtaç olana sevgisizliğin yalancı yüzüyle bakabiliriz.
Duygusal insanlar güçsüzlüklerini saklamak için hep bu yola başvururlar. Buradaki acımasızlık, duygusallığın karşıtıdır. Başkalarını yaralarlar, çünkü kendilerinin ezileceğinden korkarlar.
Aşk, kendi kendime işkence etmekten hoşlanır
Bir noktaya ne kadar istenç toplanırsa, yaşamın o kadarının yerini alır, yerini değiştirir.(Arşimet’in hamam suyu)
Acıma üstüne kurulmuş olan sevgi, dünyanın en tehlikeli sevgisidir.
“Zamanla kendisini en çok yalanlayan şey doğrudur.”
– ( ) Bir çiçeği dalından çekip koparırsan, dal yine yerine döner. Ama aynı şey kalpte yer edinmiş sevgiler için geçerli değildir
– ( ) Ay gibi hepimizin bir yüzü karanlık.
Bizi en çok sevmiş, bize en muhtaç olana, sevgisizliğin yalancı yüzüyle bakabiliriz
Bizi en çok sevmiş, bize en muhtaç olana, sevgisizliğin yalancı yüzüyle bakabiliriz
– ( ) Bir keresinde sevgili yazarına şunları demiş:
Üstad, üstad!.. Adımlarına dikkat et!
Başkaldırıyı çok uzatırsan zorba olmaya başlarsın
Üstad, üstad!.. Adımlarına dikkat et!
Başkaldırıyı çok uzatırsan zorba olmaya başlarsın
– ( ) Hastalıkları teşhis etmek hekimin işidir, çünkü hasta her zaman yalan söyler.
Yalan söylemeden yapamadıkları için değil, hastalığın kendini savunma düzeneğinin bir parçası bu olduğu için
Yalan söylemeden yapamadıkları için değil, hastalığın kendini savunma düzeneğinin bir parçası bu olduğu için
– ( ) İskenderiye, Müslüman bir şehir.
Çünkü bizim aramızda trajedi sadece konuşmaya çeşni katan bir şeydir.
Kimse, hiçbir şeye, hiçbir zaman şaşırmaz
Çünkü bizim aramızda trajedi sadece konuşmaya çeşni katan bir şeydir.
Kimse, hiçbir şeye, hiçbir zaman şaşırmaz
İlkin kişiliğimizdeki boşluğu aşkla doldurmaya çabalarız, kısa bir süre bütünlendiğimizi sanır, seviniriz. Ama bu, yanılgıdan başka bir şey değildir. Çünkü bizi dünyanın bütününe bağlayacağını sandığımız bu şaşılası yaratık, sonunda bizi ondan büsbütün koparmayı başarır. Aşk önce birleştirir, sonra ayırır. Başka nasıl büyürdük?
Bir çiçeği dalından çeker koparırsan, dal yine yerine döner. Aynı şey yürekteki sevgiler için doğru değildir.
İlkin gençler, asma gibi, yaşlıların kalın dallarına tırmanırlar, yaşlılar onların yumuşak, körpe parmaklarını gövdelerinde duyarlar; daha sonra yaşlılar gençlerin onlara destek olan güzel gövdelerinden aşağı, ölümlerine doğru inmeye başlarlar.
Kendi seçtiğimiz, yalanlar üzerine kurulu hayatlar yaşıyoruz.
insan doğruyu bilerek söylemez! her zaman ağzından kaçırır
belki de herkesçe bilinen kişiliğimdeki kusurlar yüzünden bana tutulabilirdi.
belki de herkesçe bilinen kişiliğimdeki kusurlar yüzünden bana tutulabilirdi.
– Beden, ruhun dış çizgilerinden, sınırlarından başka bir şey değildir
– Ay gibi hepimizin bir yanı karanlık!..
Bence Güzellik gibi, Doğruluk gibi, boyu eninden uzun, koca koca sözcüklerden kaçınmamız gerek. Ne dersin? İş yaşamaya geldiğinde bu kadar aptal, kafasız davranan bizler, evren üzerine konuşurken aslan kesiliyoruz.
Hayat kısa, sanat uzun.
Telefon, asla gerçekleşmeyen iletişimin çağdaş bir simgesi.
Hastalıkları bulgulamak doktorun işidir çünkü hastalar her zaman yalan söylerler. Yalan söylemeden edemedikleri için değil, hastalığın savunma düzeneğinin bir parçası olduğu için söylerler.
Stendhal’in gizemli bir sözünü de hayranlıkla yinelemişti: ‘Gülümseme dış derinin üstünde beliren bir şeydir.’
Justine onun kendisinde uyandırdığı yeni coşkulara çok şaşıyordu. Oldukça basit şeylerdi — örneğin, aşkının onunla ilgili cansız şeyleri de kapsadığını görüyordu, lüle taşından yapılma, sapı çok dişlenmiş eski piposu gibi. Ya da kötü havaların izlerini taşıyan — sahibinin suluboya bir resmi gibi kapının arkasında asılı duran — eski şapkası. Kullandığı ya da fırlatıp attığı nesnelere bile sevgi beslediğini görüyordu. Sanki onun gövdesini okşanmış gibi eski not defterlerinden birini okşamak çok sinir bozucu bir ruhsal tutsaklıktı; ya da tıraş aynasına fırçasıyla yazdığı (Stendhal’ın) şu sözlerinin üstünde parmağını dolaştırmak: ‘Bilinmeyen bir ilkeyi bulgulamak istiyorsanız, bir parça anatomiyle karşı karşıya gelmek yürekliliğini göstermelisiniz.’
Sözde ‘tam aranan’ kişilerin ya çok erken, ya da çok geç gelmesi aşkın değişmez yasasıdır.
Başkaldırıyı çok uzatırsan zorba olmaya başlarsın.
Ama duygusal insanlar güçsüzlüklerini saklamak için hep bu yola başvururlar. Buradaki acımasızlık, duygusallığın karşıtıdır. Başkalarını yaralarlar, çünkü kendilerinin ezileceğinden korkarlar.
Aşkın nedenleriyle deliliğin nedenleri aynıdır, yalnızca dereceleri değişiktir.
Bir çiçeği dalından çeker koparırsan, dal yine yerine döner. Aynı şey yürekteki sevgiler için doğru değildir.
En iyi yanıtlar hep mezarın ötesinden gelir.
Bir insanla ilişkili doğruyu arıyorsan, en son başvuracağın yer onun günlüğü olmalı. Hiç kimse en son itirafını kâğıt üzerinde kendine yapmaya cesaret edemez; hiç değilse aşkla ilgili olanlarını.
Pursewarden bir yerde, «Kendi seçtiğimiz, yalanlar üzerine kurulu hayatlar yaşıyoruz,» diye yazıyor. «Gerçeklik algımızı zaman ve uzam içindeki konumumuz belirliyor — kişiliklerimiz değil, oysa biz ikincisini yeğlerdik. Böylece gerçekliğin her bir yorumu tek bir konuma dayanıyor. İki adım sağa ya da sola kaysak, bütün görünüm değişecek.» Buna benzer bir şeyler
Düşleri ak kâğıdın hapishanesine kilitlediğimi, belleğin demir kapılı odalarına emanet ettiğimi sanıyordum!
“çok seyrek görülen bir hastalığı varmış — bolluk hastalığı”
“Aşk,» der , «sıvı bir fosildir,”
“Zamanla kendisini en çok yalanlayan şey ‘doğru’dur,» demişti.”