İçeriğe geç

Balık ve Tango Kitap Alıntıları – Sibel Eraslan

Sibel Eraslan kitaplarından Balık ve Tango kitap alıntıları sizlerle…

Balık ve Tango Kitap Alıntıları

Kuşları öldürmeye kıyamadıkları için yazı yazar,
Kadınların avcı olmayanları
Ben bir muhacir kızıyım, ah bahtım Pılı pırtıyı en iyi ben toplarım. Hiçbir şey olmamış gibi güleç durmalı yüzüm. Rengim kimseye uymuyor ve çoğu kez hercai bilirler bu yüzden beni, biliyorum. Uygunsuzum. Halbuki ev taşınırken hep en sona kalan ve çoğu kez de perdeleri sökülmüş bir pencerinin içinde unutulan küpe çiçeği kadar yalnız ve vazgeçilmeye hazırım Ya da yüzündeki çizgiler, bir nineninkinden daha kahırlı tahta yolculuk bavulları Veya derhal sarılacak göçünü arayan deste deste urganlar Kardeşim kadar benzerler bana. Bavullar ve urganlar Kolları hep sıvanmış ve çok gayretli bir çalışkanlık gibiyim. Gür bir nara yetişsin şimdi beni örtemeye Üzüldüğümü kimse fark etmesin, ne arkadaşlarım, ne ziyaretçiler, ne hemşireler Bir nara Yetişsin. Hatta biliçsizce. Hiç fark etmez.
Hiçbir şey olmamış gibi güleç durmalı yüzüm.
Atkuyruğu saçını çözer gibi, kendini çözüvermek birisine
Sizi baş köşede ağırlamak için ellerinden ne gelirse yapardı kitaplar.
“Allah’ın isimlerindendir hayy Diri ve hep diri kalacak olan demek.”
hem kalabalık hem de çok yalnız.
“Sana gitme demeyeceğim
Ama gitme Lavinya”
“Ama işte hayat devam ediyor. “
Ah ben nasıl dayandım, sizleri bir bir yitirirken ve bir daha hiç bulamazken . Gidişlerinizde hep bir parça daha koparttım kendimden , biraz daha eksildim . Hayret, ölmedim ama! Bakın hayattayım hala , bunca vedadan sonra
Ölüm de böyle bir şey olsa gerek, bir sabah kalkıyorsunuz ve sevdiğinizin yerinde yeller esiyor.
Peki ben neyim? Hayatın nesi oluyorum . Şuracıkta duruverse kalbim , yokluğumu kim fark edecek?
Hepsi benden ibaret tek kişilik bir mürettebatız . İçeri kimseyi almıyoruz .
“Nuh’un Gemisini bekliyorlar, ama o bir türlü gelmiyor ”
“Oku kızım, oku da, benim gibi mihnet altında kalma ”
Anneler kızlarına taht kurarmış da baht yazamazmış derler. İşte öyle.
Gidip de gelmemek, dönüp de bulamamak var
Hakkımızda bir emrin olduğu bilgisini nasıl da hep erteler, ört bas ederiz. Emrin büyük yerden geldiği fikrine, hep nedense binbir badireden sonra varırız. Kader, hiç kafa yormasak da ufuk çizgisi gibi bekler durur hepimizi oysa
Eskileri gözden geçirmek, yeniye katlanmayı kolaylaştırıyor mu? Hayır. Olsa olsa sizi yavaşlatacak bir şey bu. Kader gibi. Bir şey kaderse şayet, ona belki kırılırsınız ama asla kızamazsınız
Beklediğimiz bir şeyi beklemiyor gibi davranmanın adını büyümek koymuşuz.
Var ve yok diye mırıldanarak gerisin geri dönüyordum işte.Hangisi var ve hangisi yok ? Büyük bir bilmecenin önünde sendeliyordum.Birden feci bir ürperti tuttu beni.Ya gerçekten ben de yoksam?Ya avare avare gezinen bir ölüysem ? Kayıplara karışan asma ağacı,benmişim gibi bir fısıltı.
“Aşk; akranını bulamamış bir çocuktur.. Hayata, teğet geçer bu yüzden.”
Bir şey kaderse şayet, ona belki kırılırsınız ama asla kızamazsınız
Hala unutamamışım seni, halbuki dünyalık işlerden bir işsin o kadar, aşmam gerekirdi bu derdi, aşamadım. O kadar aşamadım ki Kaf Dağım oldun çıktın. Ben derviş olamadım, seni geçemedim, senden geçemedim, öylece durdum kaldım.
Senden başka rüzgarım olmamıştı oysa benim.
Bütün çocukluğu ve kardeşine okuduğu bütün balonla beş haftalar, arzın merkezine seyahatlar, denizler altında yirmi bin fersah’lar üşüşüyor zihnine kadının. Ne çok kitap okumuştu bütün susmalarının, bütün ikinciliklerinin ve bütün kenarlarda gezinmişliklerinin arasında. Yalnızlık çeken pek çok çocuğun da sığınabileceği; kelimelere sokulmakla geçmişti hayatı sanki. Kitaplar ve harfler, ona çok iyi davranmıştı her zaman. Onlar, sayfalarını ve evlerini sadece size açarlarken, kendinizi yeterince ilk göz ağrısı olarak hissedebiliyordunuz. Sizi baş köşede ağırlamak için ellerinden ne gelirse yapardı
kitaplar.
Kadın, her kırıldığında, kendi içine kaçardı Ruhunda, çocukluktan kalma kutsal bir sekinesi vardı, herkesten sakladığı ve kimseye göstermediği bir sanduka Adam bekletmiş, gelmemişti. Kadın kırgındı ve bu kırgınlık kadına sekinesinin kapağını çıt” diye açtırıveriyordu işte. Herkes eski oyuncaklarını veya fotoğraflarını saklar, hatıra diye. Kadının sekinesindeyse bir dolu kırgınlıklar var, maziye dair Eskileri gözden geçirmek, yeniye katlanmayı kolaylaştırıyor mu? Hayır. Olsa olsa sizi yavaşlatacak bir şey bu. Kader gibi. Bir şey kaderse şayet, ona belki kırılırsınız ama asla kızamazsınız
Kadının bu sessizliği, adama ağır geliyordu halbuki.
Ben gelmeyince kızdın değil mi?
Sükût
Alışkanlıklarımız var öte yandan. Hayata ve iyiliğe-sağlığa dair. Hiç hoşlanmadığımızı hemen her gün içimizden tekrar ettiğimiz bir hayatı israrla yaşamaya ilişkin bir alışkanlık bu Ya hayata dair hoşnutsuzluğumuzda yalancıyız, ya da ruh, bir zamanlar oturup eğleştiği kuytuları, kolayca unutamıyor. İnsanlık hâli işte Yoksa bu ev ne ki benim için
Beklediğimiz bir şeyi beklemiyor gibi davranmanın adını büyümek koymuşuz.
Bakın hayattayım hala, bunca vedadan sonra..
Seni duvara asamadım.
Bitmeyen bir resim gibisin içimde. Yarım kaldın. Ellerim ve aklım hep üzerinde bu yüzden. Senden sonra, yeni bir resme başlayamayışım da bundandır. Seni tam manasıyla bitiremeyeceğimi artık kabul ettim ben. Pes ettim. Hem kendimden de ayıramadım, kıyamadım sona erdirmeye, içimden çıkaramadım seni. Birbirimizden gitmemize gönlüm razı gelmedi

Tamamlanmış her şiiri ve çerçevelenmiş her resmi, kendini ele vermekle eş tutuyor kalbim. Kimseye tam teslim olamadım, olamam ben Eğrelti otu gibiyim, saksılara gelemem. Hastadır diyorlar, yanılıyorlar

Seni yarım bıraktım.

Adam gelmeyecekti besbelli. Göğünden bir yıldız kaydı kadının..
Seni, benden esirgenmiş bir hediye olarak hatırlayacağım.
Anneler kızlarına taht kurarmış da baht yazamazmış derler. İşte öyle.
Sevgili çatı katım ve saygıdeğer kütüphanemiz, on bir yaşımdan beri, içim her sıkıştığında buraya kaçarım ben.
Seni sevdikçe çoğalıyordun.
Kader, hiç kafa yormasak da ufuk çizgisi gibi bekler durur hepimizi..
Hemşire Eleni, .. soruyor: “Anne ne demek doktor? Ateşlendiğin geceler hep onu sayıklıyorsun ” Çamaşır suyu gibi kokan ince elleriyle alnımı yokluyor
Bir dua diyorum, anne, bir duadır
Hakkımızda bir emrin olduğu bilgisini nasıl da hep erteler, örtbas ederiz. Emrin büyük yerden geldiği fikrine, hep nedense bin bir badireden sonra varırız. Kader, hiç kafa yormasak da ufuk çizgisi gibi bekler durur hepimizi oysa
Hüzün diyebilir miydim buna?
Hayır, hüzün daha ağırbaşlı bir şey ve elbette daha hayata dair Daha hikmet dolu bir genişlik, hatta geniş zaman kiplerine yayılmış bir merhale Hüzün; yüksek insanların işi, yukarılarda, dingin, geniş bir yayla. Bense küçüğüm. Aşağıdayım. Boyumun sürekli kısaldığını hissediyordum ayrılıktan, hatta o kadar ki bir kibrit kutusuna sığdırabilirdi annem beni rahatlıkla. Hayır, hüzün değildi elbette yaşadığım. Benimkisi düşmekle ilgili daha çok. Karanlık bir vadiye, hızla üst üste düşüş. Ölüm provası gibi
Beni aşkla seviyordun, ama aynı zamanda beni sonsuza kadar da terk ediyordun.
Balığın bana öğrettiği bu yeni ve garip dil bilgisinde ‘ben’ diye bir şey yoktu. O karanlık karında, birinci tekil şahıs, bütün kraliyet hakkını kaybetmişti. Odalara asılı bütün şiirler, resimler ve heykeller tek kelimeden doğuyordu: ‘sen’.
Sessizdir kader, sessizdir tıpkı Hızır’ın balığı gibi. Hızır’ın peşinden giderek ölümsüzlüğün sırrını öğrenmeye çalışan benekli balık
Kader, hiç kafa yormasak da ufuk çizgisi gibi bekler durur hepimizi oysa Ab-ı hayatı keşfeden balık gibidir bu bilgi.
Hiçbir yerden, bu kadar yüksek, bu kadar neşeli ve bu kadar kendimi şanslı hissederek akmamıştım oysa ben.
Senden başka rüzgarım olmamıştı oysa benim.
Hüzün değildi elbette yaşadığım. Benimkisi düşmekle ilgili daha çok. Karanlık bir vadiye, hızla üst üste düşüş. Ölüm provası gibi
Ah ben nasıl dayandım, sizleri bir bir yitirirken ve bir daha hiç bulamazken. Gidişlerinizde hep bir parça daha koparttım kendimden, biraz daha eksildim. Hayret, ölmedim ama! Bakın hayattayım hala, bunca vedadan sonra
Eskileri gözden geçirmek, yeniye katlanmayı kolaylaştırıyor mu? Hayır. Olsa olsa sizi yavaşlatacak bir şey bu. Kader gibi. Bir şey kaderse şayet, ona belki kırılırsınız ama asla kızamazsınız.
Herkes eski oyuncaklarını veya fotoğraflarını saklar, hatıra diye. Kadının sekinesindeyse bir dolu kırgınlıklar var maziye dair
Alışkanlıklarımız var öte yandan. Hayata ve iyiliğe-sağlığa dair. Hiç hoşlanmadığımızı hemen her gün içimizden tekrar ettiğimiz bir hayatı ısrarla yaşamaya ilişkin bir alışkanlık bu. Ya hayata dair hoşnutsuzluğumuzda yalancıyız, ya da ruh, bir zamanlar oturup eğleştiği kuytuları kolayca unutamıyor.
Radyolarımıza, kıtaları ve denizleri katederek gelmiş tango kadar; yorgun, yıpranmış ve örselenmiştik işte..
Bir putperest gibi içimde seni çoğaltan bütün aynaları bir vuruşta tuzla buz ettikten sonra, seni birleyebilmek için kalbimde, çıplak ayaklarımla yürüyorum bütün o cam kırıklarının üstünde

(Cela ne me fait pas mal du tout, mon amour / Bak, hiç acımıyor sevgilim.)

Aşkta kader ayrılıksa, kendimi inkar etmekten başka çıkar yol bulamıyorum.
Bu kadar çok istediğim halde, aynı zamanda bu kadar çok reddedebilirim seni!
Beklediğimiz bir şeyi beklemiyor gibi davranmanın adını büyümek koymuşuz.
Sana bir şey söyleyeyim mi? Ancak korkaklar yazı yazar, bir de geç kalanlar Oyuna alınmayan çocukların işidir yazmak!
Seni, benden uzunca esirgenmiş bir hediye olarak hatırlayacağım.
Galiba, annemin uzun suskunluklarla geçirdiği hayatının, bana en iyi öğrettiği şey de bu olmuş; sınırları zorlamamak.
Anneler kızlarına taht kurarmış da baht yazamazmış.
Perdeler, gönlümüzce savrulamadığımız heveslerin yüzüne gerilmiştir ya biraz. Bu yüzden sırdır, sırlıdır onlar.
Aşk; akranını bulamamış bir çocuktur Hayata teğet geçer bu yüzden.
Yorulmuştuk hayattan. Kayıtsızca sokulup, birbirimizin içinde uyuyuvermekti dileğimiz sanırım. Rüyalarım vardı. Ve rüyaların. Anlatmak istiyorduk birbirimize. Kimseye itiraf edemediğimiz uçurtmalar biriktirmiştik içimizde. Birbirimizin göğü olacaktık. Akranı olacaktık. Birbirimizin göğünde uçmaktı dileğimiz. Sanırım ikimizin de aradığı, kayıp bir çocukluktu. Birbirimizde özlediğimiz de belki bu..

Bilmiyordum.

Bildiğim şey; yazı yazmaktan başka, akranım yoktu ve gurbetteydim..

Bütün fotoğrafların yan yana. Hepsi de gerçeklik an’ları olarak tek tek, ama sürekli olarak da kendini tekraren yenileyen anlar
Yüzümü soluk renkli bir muhacir atkısıyla sımsıkı örtüyordu ayrılık, bütün anlamlardan geçtiğim bir durak.
Her şey bir ânın içine sığıvermişti işte. Hayatıma hızla girişin ve ansızın gidişin, üst üste patlıyordu içimde.
Gitmen, ansızın dağdan koparak gelen uğultulu bir sel gibi katmıştı önüne beni Sürükleniyodum.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir