İçeriğe geç

Bakırköy Akıl Hastanesi’nin Gizli Tarihi Kitap Alıntıları – Cem Mumcu

Cem Mumcu kitaplarından Bakırköy Akıl Hastanesi’nin Gizli Tarihi kitap alıntıları sizlerle…

Bakırköy Akıl Hastanesi’nin Gizli Tarihi Kitap Alıntıları

Türkiye’de modern psikiyatri tarihi çok büyük bölümüyle Bakırköy Akıl Hastanesi’nin de tarihidir
Sanat hayatın trajedisini yakalayabildiği kadar mı sanat oluyor? Daha çok acı çekilince sanat yapılıyor da, hayat acı çekilmeden yaşanılmıyor mu? Acı çekerken sanat yapıyoruz, huzurlu yaşayabilmek için de hayatın trajedisini azaltmaya, onu görmezlikten gelmeye çalışıyoruz. Belki de tüm tarihimiz, hayatın trajedisiyle bir başa çıkma süreci olarak özetlenebilir
Beynimin iç mekanında bilmediğim fotoğrafların izlerini arıyorum gözümün tersiyle
Son çeyrek asırdır hastaların makro değil mikromanyak (küçüklük) hezeyanları olmaya başladı; kimisi ufalıp doktorun cebine girmek istiyor, kimisi de görünmez olup arada dolaşmayı arzuluyor. Eskiden Süveyş Kanalını daha derin yarmak, Rusya’ya Çar olmak isteyen megalomanlar varken bugün hiç kalmamış
Burası deliliğin yeryüzündeki mabedidir
İnsan denen şu canlıda var oldukça ruh.
Ruh ki en çok ihtiyaç duyduğunu seçecek

Ve kim bilir belki bir gün.

Başlamak bitirmek demektir.
Servislerde hemşire yerine onbaşılar ve mubassırlar, başhemşireliğe denk görülen inzibar amiri vardı. Yeterli hemşire olmadığı için bir süre mubassırlarla çalışmaya devam etmek zorunda kaldım. Ama uzun süre beni hiç dikkate almadılar, çok direnç gösterdiler.Hastane içinde yerlerini değiştirerek , rotasyon uygulayarak onbaşı ve mubassırların düzenini bozmaya, onların ağırlığını azaltmaya çalıştım. Yıllar geçtikçe, kararlılığımı gördükçe otoritemi kabullenmeye başladılar. O dönemler de mubassırlar ve onbaşılar tedaviyi yapardı ama ilaçların çoğu servislerde kaybolurdu, onbaşılar meyveleri saklarlar, sonra doktorlarla beraber yerlerdi. Bir gün servislerden birine gittiğimde hastalar sıraya dizilmiş, duvara dönmüşlerdi, onbaşı dal parçasına sarılmış tentürdiyotlu pamukla hastaların kalçasını siliyor, mubassır da ne kadar ilaç olduğunu bilmediğim 20’lik bir şırınganın içindeki ilacı iğne değiştirmeden sıradan hastalara vuruyor, kafasına göre ilaçtan enjekte ediyordu.
Yemek dağıtımı da ayrı bir trajediydi; yemek iki çeşit de olsa aynı kaba konur ve hastalar elleriyle yemek yerdi. Okulda öğrendiğim bilgilerden sonra büyük hayal kırıklığı yaşıyordum.
Bilindigi gibi kurumları belirleyen en önemli unsur tarihi sürekliliktir. Bu köklü yapıyı korumak ve geliştirmek zorunluluk ve görevimiz olmalıdır.
Hastanenin bu yeşil alanı çeşitli gerekçelerle geçmişte de bazı bina yapımları için kullanılmak iştenmiş, bu konuda duyarlı Bakırköy çalışanlarının ve sivil toplum örgütlerinin tepkisiyle karşılaşmıştır. Şunu da söylemek isterim ki, hastanemiz çalışanları eskiden beri demokratik ve sorumluluk duygusu taşıyan tepki gelenekleri hep sürmüştür.
Bu arada sağlık politikalarında performans ve döner sermaye uygulamaları gibi değişiklikler gündeme geliyordu. Bir işletmecilik zihniyeti ve uygulamaları ile hastane gelirlerini yükseltmek için hızla poliklinik sayıları artırılıyordu. Böylece daha çok hastaya hizmet verildiği ileri sürülmekteyse de uygulamada ister istemez hastaya ayrılan zamanın kısıtlaması ile hasta hakları ve mesleğimizin özüne aykırı bir durumla karşı karşıya kalmıyordu. Bir eğitim ve araştırma hastahanesi olan ve kendi alanında özel bir yeri olan hastahanemize ülkemizin çeşitli yerlerinden hasta geldiğinden, aksine hastalarımıza daha çok zaman ayrılması ve ileri düzeyde araştırma ve hizmet verilmesi gerekmektedir. Bilindiği gibi sağlık hizmeti vermek sosyal devletin temel görevlerinden ve yeterli ve gerekli sağlık hizmetini almak da her yurttaşın anayasal ve doğal hakkıdır. Burada tıp etiği ve mesleğimizin temel prensiplerinden ödün vermeden hizmetimize vererek olumsuzu olumluya çevirmek de bizlere düşmektedir.
Türkiye’nin ilk klinik psikoloğu Yani Bey’in (Anastasiadis), Fransa’dan dönüşünde, o zaman Tıp Fakültesi olan Bakırköy’de yaşadıkları Psikolog kadrosu diye bir kadro olmadığı için hademe kadrosu ile işe alınan Yani Bey’i, doktor lokantasından Senin kadron hademe kadrosu denilip çıkartılması Aynı Yani Bey’in, klinik psikolojideki en temel testlerden olan ‘Rorschach Testi’nin Türk ortalama değerlerinin oluşturulabilmesi için, on bin kişiyle yaptığı çalışmanın sonuçlarını bizler halen kullanıyoruz. Yani Bey çalıştığı sürece psikologlara karşılıksız eğitim verdi.
Benimle kavga etmeyi göze alamayanın, fikrini savunamayanın, dikkate alınacak fikri de yoktur, kendi de yoktur!
İlk karşılaştığım başhekim, paltosu omuzlarında dolaşan, bir gün gelir kullanırım diye meslektaşları, çalışma arkadaşları ile ilgili dosyalar tuttuğu konuşulan başhekimdi Kısa sürdü.
Onbaşıların ağırlığı çok fazlaydı. Bahçe kapkaranlıktı, onbaşı ile aranız iyi ise fener tutardı, aksi halde karanlıkta kalırdınız. Hemşirelere söz geçirmeye çalışırlardı, bir hemşireyi dövdürttüklerini bile duymuştum.
Çamaşırhane sürgün yeriydi, orada personel gibi çalışıyordum. Kamuran Başhemşire çok disiplinliydi ama belli kişileri kayırır, diğerlerine pek anlayış göstermezdi. Eşim askerde iken çocuğumu doktora götürmek için bile izin alamamış ve sinirimden ağlamıştım. Yine çocuğumu emzirdiğim dönemde, yoğun nöbet tutmaya devam ederken sütlerim akardı. Eşim hastane kapısına çocuğu emzirtmeye getirdiğinde, çocuğu emzirmeme bile izin verilmemişti. Çocuğu doğururken bize mi sordun? demişti idarecilerimiz. Ben ne çektiysem dilimden çektim. O yılları hatırladıkca hala kötü hissederim.
Benim için zor yıllardı, başka hastaneye tayin istemediğim için çok pişmanlıklar yaşadım, uzun süreli depresyon tedavileri gördüm. Ama artık daha iyiyim.
İlaç firmalarının sırtına sülük gibi yapışan yeni bir psikiatri tezahür etmeye başladı sağımızda solumuzda.

Bakırköy’den ufak ufak televizyon çocukları doğar oldu.

Adıyaman’dan, Kastamonu’dan, Lüleburgaz’dan telefonla arayan, yüzlerini bile görmedikleri insanlardan anamnezler almaya, teşhisler koyup tedaviler önermeye başladılar; havasız televizyon stüdyolarında, spot sıcakları altında pudralanmış yüzleriyle. Tüyler ürpertici bir fedakarlıktı gerçekten.

O zamanlar ‘beleş’ kongre peşinde değildi hiç kimse; ilaç firmalarının doymak bilmez, şımarık ergenleri haline dönüşmemişti henüz psikiyatrlar Kongreye giderdik, ama kendi delik cebimizden.

Kongre, Antalya’da beş yıldızlı bir kabusta ise eğer, gider Kaleiçi’nde kendi paramızla pansiyonda kalırdık.

Ne geçmiş tükendi, ne yarınlar, hayat yeniler bizleri,
Geçse de yolumuz bozkırdan, denizlere çıkar sokaklar,
Yıllarda sonra, yollardan sonra, yeniden yan yana onlar
Hastanemizde sözleşmeli personel için şirket vardı. Hediye veren, hastaneye eleman olarak alınıyordu. Benim yanımda çalışan arkadaşıma yaptılar, eleman fazlası var dediler. Sonra geri çağırıp gizlice yeniden işe başlamak için bu kağıdı imzalayacaksın dediler. Bir hafta sonra yeniden kendi isteğinle ayrılmışsın, kağıt imzalamışsın ayrılmak için dediler. Bizler şok olduk, bu sistemi çok kişiye yapıyorlardı.

Devlete vergi vermemek, elemana çıkış parası vermemek için, her sene sahibi değişiyordu, tezgah çok iyiydi.

Her işimizde realiteyi göz önünde bulundurursak yarınki işlerimizde daha başarılı oluruz.
Güzellik ne kadar füsunkar ve sahir bir kuvvet olursa olsun saltanatı sekiz ve on sene süren bir hükümdarlıktır; halbuki zeka birçok defa yarım asırdan fazla hakim olan kuvvet, günden güne yükselen bir meziyettir. Vakıa insanlar ezelden beri kuvvete tapar, lakin o kuvvet şuurla beraber olursa bir şeye yarar.
Zaten zeka en çirkine bile cazibe verir. Halbuki en güzel sima aptal bir beynin altında manasız, cazibesiz, hatta merhamete layıktır. Ne müstesna güzellerin aklını kaybettikten bir kaç sene sonra görenlerin derin teessür ve merhametini cezbedecek derecede simanın değiştiğini, güzelliğini kaybettiğini gördük.
Beynimin iç mekanında bilmediğim fotoğrafların izlerini arıyorum gözümün tersiyle

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir